Su Aygırı.. [TatLı SuLarın DevLeri]

TAHTACI

-Otağ Hanı-
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
1,634
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ayg1r1.jpg




Parlak ve iri gövdelerine nisbetle küçük ayakları bulunan su aygırlarının hareket kabiliyetleri su içinde, karadakine göre daha iyi olmakla beraber ne karada ne de suda tam bir rahatlığa sahip değildirler. Su aygırı karaya çıktığında çok kısa ayakları ve iri gövdesi ile kara hayvanlarının hareket kapasitesine ulaşamaz; buna rağmen yiyecek aramak için hiç de küçümsenmeyecek uzaklıklara gidebilir. Su içinde iken şişkin vücudu ile kötü bir yüzücüdür ve bu sebepten dolayı yavaş akıntılı suları veya suyun hızını kaybedip çevreye yayıldığı yerleri seçer. Su aygırları uzun mesâfeleri yüzerek aşabilirler; meselâ Tanzanya'nın Hint Okyanusu'ndaki kıyısından 30 km açıkta bulunan Zanzibar adasına bir su aygırının yüzerek gittiği görülmüştür.



Birçok Afrika ülkesinde, insanlar için en tehlikeli hayvan olarak kabul edilen su aygırlarının kurbanlarını genellikle kadınlar oluşturmaktadır; zira onlar su getirmek ya da dere kıyısında çamaşır yıkamak için su aygırlarının yaşadıkları yerlere gitmek durumundadırlar. Çoğu zaman ölüme kadar varan ağır saldırılar olmaktadır. Bilhassa kendileri karada iken su ile aralarında bir yerde insan bulunduğu durumda tehlikeli olmaktadır; çünkü kara onlar için tehlikeli bir yerdir ve bir an önce suya ulaşmak gayesiyle önlerine çıkanı ezip geçmek isterler.



Su aygırları bazılarının sandığı gibi filler ve gergedanlar ile aynı sınıfa dahil değildir. Bu hayvanların ait oldukları sınıf çiftparmaklılardır ve bu sınıfta geviş getirenler de bulunmaktadır.



Su aygırlarının iki türü vardır: Choeropsis (cüce su aygırı) ve Hippopotamus. Cüce su aygırı yakın akrabası Hippopotamus''un gerçek bir kopyası, bir minyatürü gibidir ve ağırlığı on misli daha azdır (üç ton yerine iki yüz elli kg). Cüce su aygırının suyla arası Hippopotamus'unkine nazaran o kadar iyi değildir. Cüce su aygırı (Choeropsis liberiensis) sanılanın aksine akrabası Hippopotamus gibi sürü halinde yaşamaz. Gine, Fildişi sahili ve Nijerya'nın bataklık bölgelerinde ya tek başına veya çift olarak yaşar. Avrupalıların 1841 yılında varlığından haberdar oldukları bu cüce su aygırı, kırk yıl boyunca büyük su aygırının bir başka türü olarak kabul edildi. Fakat, 19. asrın sonlarına doğru İsviçreli zoolog Johann Buttikofer'in çalışmaları sonucu kendine has ayrı bir tür olarak sınıflandırıldı. Bugün bile bu hayvan hakkında bilgimiz sınırlıdır. Koruma altına alınmalarına rağmen cüce su aygırları, avlanma sebebiyle gittikçe azalmaktadır.



Fosillerden anlaşıldığına göre su aygırları dördüncü zamanın başlarında, sıcak dönemlerde hemen bütün Avrupa'da yaşıyordu. Şimdi ise sadece Afrika'da yaşamaktadırlar. Bu hayvanın atalarının üçüncü zamanda yaratıldığı sanılmaktadır. Bugünkü su aygırları gibi hem karada hem de suda yaşıyorlardı.



ayg1r2.jpg




Su aygırları kendilerini tehlikede hissedince suya dalarlar ve büyük akciğerlerine doldurdukları hava ile beş ilâ sekiz dakika kadar su altında kalabilirler. Dalış yaparken burun delikleri sıkıca kapatılır, burun deliklerinin kapanmasını sağlayan güçlü büzücü kaslar, hayatını suda bile sürdürebilmesi için bahşedilmiştir. Bir denizaltı gibi sadece asgarî yerlerini su yüzeyinde gösterir: Burun delikleri, gözler ve kulaklar. Tehlike geçince su üzerine çıkar, burun ve kulaklarındaki suyu hırıltılı seslerle dışarı atar.



Bu hayvanlar için esnemek bir İhtiyaçtır. Mideleri on dört bölümden oluşmuştur (geviş getirenlerin midesinde dört bölüm vardır). Su aygırları midelerinde fermantasyon sırasında oluşan gazları dışarı çıkarmak için sık sık esnemek zorundadır.



Bu esneme hâdisesi sürüdeki üyeler arasında haberleşme ve hiyerarşi düzenini de açığa vurur. Esnerken ağzın açılma genişliği önemli bir husustur; sadece sürüye hâkim erkek su aygırları, ağızlarını olabildiğince açarak esnerler. Diğer su aygırları böyle birşeyi kolay kolay yapamazlar.



Derileri kalın ve dayanıklı olmasına rağmen su aygırları kendi aralarında yaptıkları dövüşmelerde derin yaralar alabilmekte ve diğer birçok hayvanın tersine ölesiye dövüşmektedirler. Erkek fertler bazen rakibinin gözlerini o sivri ve uzun dişleriyle çıkartır, bazen de kulaklarını kopartır. Rakipler birbirlerinin şah damarını ve dizlerinin arka kısmını ısırmaya çalışırlar. Bu dövüşlerde bazen dişilerle yavrular da zarar görürler. Rakibini kaçırtan erkek onu birkaç metre kovalamayı sürdürüp geri döner.



Dişiler genellikle her kurak mevsimin sonunda doğurgan hale gelirler. Yavruları 240 günlük bir süre sonrası dünyaya gelir ve bu doğum günlerinde de gökten rahmet yağmaktadır. Anne su aygırının yağmurlu dönemlerde yediği albümin bakımından zengin otların bolluğu sayesinde yavru su aygırı büyümek için gerekli besinleri uygun miktarda alır. Doğumdan sonraki ilk günlerde anne, sudan hemen hiç çıkmaz; çünkü yavrusu onu takip edecek kadar kuvvete henüz sahip değildir ve yanına yaklaşan şeylere karşı son derece saldırgandır. Yavru, annesinin göğüs tarafında ve ona çok yakın durur. Anneler bir araya toplanarak âdeta bir tür kreş, meydana getirirler. Anne su aygırları erkeklerin bu topluluğa yaklaşmalarına izin vermezler. Yavrusu olmayan yetişkin dişiler ile henüz genç durumdaki dişiler ara grubu oluştururlar.



ayg1r3.jpg




Erkeklerin sürü içindeki hiyerarşik durumlarını Öğrenmek için onların dişi su aygırlarının yanında olup olmadıklarına bakmak yeterlidir; eğer yanlarında ise sözü geçiyor demektir. Sürüde sözü geçmeyen erkekler, kendilerine bir bölge teşkil etmekte çok güçlük çekerek küçük su birikintilerine gitmek mecbûriyetinde kalırlar. Kuraklığın ve yırtıcı hayvanların ilk kurbanlarını bunlar oluşturmaktadır. Anne su aygırı kendi işiyle meşgul ise. o zaman diğer anneler yavruya bakarlar. Bu misâl, hayvanlar âleminde bile merhamet, şefkat ve yardımlaşmaya işâret etmektedir.



Yavrular beş aylık olunca otlamaya başlar. Doğumu izleyen ilk sene içinde çeşitli hayvanların (arslan, leopar, sırtlan, timsah, vs..) saldırıları sebebiyle ölüm vakalarının görülme nispeti yaklaşık % 20'dir. Su aygırları hastalıklara karşı çok dayanıklı olduklarından dolayı, eğer bu saldırılarda sağ kalırlarsa, bu nispet sonraları % 6'ya düşer. Su aygırları sığır vebasına karşı Özel antikorlarını üreterek hastalığı yenebilirler. Bir su aygırının ortalama ömrü 41 yıldır.



Su aygırlarının bulunduğu sularda karabatak ve balıkla beslenen kuşlar çok sayıda görülür, çünkü su aygırlarının dışkıları suyu organik bakımdan zenginleştirir. Bu dışkılar hemen suyun dibine iner ve Labeo gibi bazı balıkların besinini oluşturur. Barbus hindei gibi bazı balıklar, su aygırlarının can yoldaşı gibidirler; onların derilerine yapışan sülükleri ve çeşitli parazitleri yerler. Bunların suya bıraktığı dışkılar, Nil lahanası adındaki bir su bitkisinin üremesine yardımcı olur. Pila ovata adında hem suda hem de karada yaşayan yumuşakçalar, bu bitkilerle beslenmeyi çok severler. Uzun bacaklı su kuşları da bu yumuşakçalarla beslenirler. Bu kuşların o çevrede yaşaması için dolaylı olarak su aygırları vesile kılınmıştır. Kâinatta boş yere yaratılmış hiçbir şey olmadığı gibi zâhiren çirkin, fazlalık görülen bir dışkı bile bakın nelere yarıyor!



Su aygırları umumiyetle su bitkilerini yemezler. Her gün bol miktarda ot yemek ihtiyacındadırlar ve bu işi de bütün bir gece boyunca yaparlar. Otlamaya çıktıklarında yavaş ve ölçülü adımlarla yürürler. Bir gecede kendisine gereken 40 ilâ 60 kg, ağırlığındaki ot ile midesini doldurur doldurmaz suya geri dönen hayvan, karada kendisini tehlikede hisseder. Bazen tehlikeli bile olsa, arslanların su aygırlarına saldırdığı görülmüştür. Bununla beraber saldırırken hayatından olmuş vahşi hayvanlara da şâhit olunmuştur.



ayg1r4.jpg




Su aygırları gündüzleri karada pek dolaşmazlar. Derileri çok kalın olsa bile kurumaya karşı hassastır. Su aygırı koruyucu bir sümüksü madde (mukus) salgılayarak derisini kurumaktan kurtaracak şekilde yaratılmıştır. Bu madde kızıl kahverengi renktedir ve hayvanı kana bulanmış gibi gösterir. Eski çağlarda yaşayan insanların bu maddeyi kan zannettiği bilinmektedir. Eski Mısır hiyerogliflerinde ise cerrahlık kavramı için su aygırı şekli çiziliyordu.



Filler üzerinde yapılan gözlemler, fillerin ölüm hâdisesi karşısında çok hisli olduklarını göstermiştir. Bu gerçek, neden su aygırları için de geçerli olmasın ki? Bunu destekleyici mâhiyette şöyle bir olaya şâhit olunmuştur: İki su aygırı yarım saat kadar suya batıp çıkarak birşeyi suyun üzerinde tutmaya çalışmışlar. Sonra bunlardan birisi, muhtemelen anne su aygırı, yavru olduğu anlaşılan bu küçük şeyi dikkatlice iki çenesinin arasına alarak sığ bir yere taşımış, fakat hiç kıpırdamadan Öylece yattığını görünce dönüp acı sesler çıkararak bağırmıştır. Belki de yavrusunu kaybeden ana yüreğinin sesleriydi bunlar.



ayg1r5.jpg




 
Üst