Tanrı Dağı kadar Türk Hıra Dağı kadar müslüman ve Enver Gökçe

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman."

Evet,bu dizeler milliyetçi camia tarafından son derece benimsenmiş kabul görmüş ve her fırsatta dile getirilen klişeleşmiş olan,ve hiç bir anlam veremediğim sözlerdir.

Hiç düşündünüz mü bu dizeler kime ait acaba?
Ben küçük bir araştırma yaptım bir çok kişi sözlerin Sayın Türkeş'e ait olduğunu düşünüyor.
Bu konuda sizlere bir kaç şey söylesem sanırım biraz ilginç ve can sıkıcı gelebilir.

Yukarıda belirttiğim milliyetçi camianın gururla severek söylediği slogan,orjinal olarak dönemin ileri gelen markisist-komünist düşüncenin en ateşli savunucularından birisi olan Enver Gökçeye aittir.Bunun yanı sıra Enver Gökçe'nin bir çok şiirini vatan haini Ahmet Kaya şarkılarında dile getirmiştir.
Şiirin aslı şu şekildedir...

FAKÜLTENİN ÖNÜ
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
"Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman."
Ve de kanlı bıçaklı düşman
........................
........................
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.
Enver GÖKÇE


 

DEMİR

Beğ Yönetici
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
374
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Benim de bilmediğim bir ayrıntıydı. Ama önemli bir ayrıntı. Çok teşekkürler TANRIKUT
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar


Hiç düşündünüz mü bu dizeler kime ait acaba?
Ben küçük bir araştırma yaptım bir çok kişi sözlerin Sayın Türkeş'e ait olduğunu düşünüyor.
Bu konuda sizlere bir kaç şey söylesem sanırım biraz ilginç ve can sıkıcı gelebilir.

Yukarıda belirttiğim milliyetçi camianın gururla severek söylediği slogan,orjinal olarak dönemin ileri gelen markisist-komünist düşüncenin en ateşli savunucularından birisi olan Enver Gökçeye aittir.

FAKÜLTENİN ÖNÜ
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
"Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman."
Ve de kanlı bıçaklı düşman
........................
........................
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.
Enver GÖKÇE


Enver Gökçe bu şiiri yazmış olabilir
ama Tanrı dağı kadar Türk,
Hira dağı kadar Müslüman olmak deyimi
anonim'dir
ve bu her hangi bir kaynakta geçmesede
enver beyinde bildiği bir deyimdir,
ufak çaplı biraz daha arıştırma yaprsan bu deyimi
Yavuz Sultan Hana kadar götürebilirsin,
divan şiirlerinde de geçmiştir.

Gel gelelimki Ahmet Kaya gibi birine şiir ve şarkı yazan birini burada sevimli göstermeyede gerek yoktur...
O Dönemi hepimiz biliriz, bunlardan neler çektiğimizide,
şimdi Türk bayrağı eline aldılar diye ulusalcı,
şiirlerde yazdılar diyede Turancı olunmaz...
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Enver Gökçe bu şiiri yazmış olabilir
ama Tanrı dağı kadar Türk,
Hira dağı kadar Müslüman olmak deyimi
anonim'dir
ve bu her hangi bir kaynakta geçmesede
enver beyinde bildiği bir deyimdir,
ufak çaplı biraz daha arıştırma yaprsan bu deyimi
Yavuz Sultan Hana kadar götürebilirsin,
divan şiirlerinde de geçmiştir.

Gel gelelimki Ahmet Kaya gibi birine şiir ve şarkı yazan birini burada sevimli göstermeyede gerek yoktur...
O Dönemi hepimiz biliriz, bunlardan neler çektiğimizide,
şimdi Türk bayrağı eline aldılar diye ulusalcı,
şiirlerde yazdılar diyede Turancı olunmaz...

Bu deyim bu güne kadar neden hiç söylenmemişte enver gökçe şiirinde yazınca birden sentezciler bunu slogan olarak her fırsatta dile getirir olmuşlar bunuda araştırmak gerek.
Yavuz dönemine kadar şiirin götürülmesini ne şekilde ispat olarak söyleniyor anlamadım.Şimdi biriside çıkıp yok yavuz değil bunu fatih döneminde birisi söyledi derse ne olucak.
Adam işte açık açık yazmış şiirinde ve ilk defa bunu kullananda enver gökçedir.
Kaldıki;Yavuz döneminde yaptığı Türkmen katliamlarıylada meşhurdur.Anadoludaki Türkmenleri kürtlere kırdırmıştır.

Daha sonra; "Gel gelelimki gibi birine şiir ve şarkı yazan birini burada sevimli göstermeyede gerek yoktur..." bunu anlamadım ben böyle birşey yapmaya mı çalışıyorum =))) ne alakası var:)Adam böyle bir şiir yazmış şiirdede milliyetçi camianın sakız yaptığı bir slogan ve bunu yazan adamda komünist köpeğin birisi bu adamı sevimli sempatik göstermeye mi çalışıyorum=)))Ben burada adamı övücü birşeymi yazmışım.
20 Temmuz bir kez daha oku konuda ne demek istemişim anlayıver bir zahmet.

Sonra Tanrı Dağı kadar Türk'üz eyvallah.Hira dağı olmadan önce neydik acaba?
TTK
 
Son düzenleme:

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
“1535’lerde böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman ******namesinde aynen şöyle diyor: “-

Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname’yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O’na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa,Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kardar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır.

Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmeyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir.” (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı, İstanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması’nın mimari Mevlana İdris’tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim’dir. İkisi de 1520’de maalesef ölmüşlerdir.

Sultan Selim, Mevlana İdris’e; “ Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler” demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan’dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa’yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa da çok erken gitti ve bundan sonra “Kürdistan Eyaleti Başkenti’ne” Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmeyerek 1533-34’lerde, Bitlis’i Şeref Han’dan alıp, bir ******la Ulame Tekelu’ya veriyor.

Direnen Bitlis Beyi’nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame’yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535’lerde Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtler’i tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamayacağını anlayarak, babasının Amasya’da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı

“Hükm-i Şerif-i” yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850’lere kadar getirmişlerdir.”

Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliği’ne atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Diyarbakır’lı Kürt Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZBİN Türk’ü katlederler


Yavuz Sultan Selim ve 40 Bin Alevi'nin Katli
Yavuz Sultan Selim, Sünni inancı Anadolu Alevileri için bir zulüm
nedeni
yapan Osmanlı sultanıdır. Yavuz Sultan Selim'in Sünnilik adına Alevi
halkı
kitlesel olarak yok etmeye kalkışmasının nedeni Osmanlı'nın doğu
sınırlarında hızla gelişen Türk Safevi Devleti'dir; bu devletin Anadolu
Alevileri için Osmanlı zulmüne karşı bir umut olması ve Anadolu
insanının
Osmanlı topraklarından kaçmaya başlamasıdır. Bu güçlü Türk devletinin
gelişip kökleşmesinin, sömürü alanı olarak görüp değerlendirdikleri
Anadolu'nun elden çıkması demek olduğunu anlayan Osmanlı, bu gelişimin
"tek
İslam devleti" kurma çabalarını da engelleyeceğini düşünüyordu.
Sıra sıra cellatlar, sürü sürü Türkmen'i doğramaya başladı. Zaten Fatih
ta
1473 yılından itibaren (Otlukbeli) bu işe başlamıştı. Ardından Sünnilik
güç
buldukça Alevi düşmanlığı körüklenmeye başlandı. Yavuz Sultan Selim,
halifeliği, Abbasiler'den kılıç zoruyla aldıktan sonra Sünnilik tutucu
bir
niteliğe bürünmüş ve artık toplumsal gelişmeye ayak uyduramaz hale
gelmişti.
Anadolu'da Türklerin anlayamadığı Arap ve Acem dili yaygınlaşmaya
başlamıştı. İşte Anadolu'da yaygın olan Alevilik, Sünniliği bir baskı
aracına dönüştürmüş olan padişahların kabul edemeyeceği bir düşünceydi.
Aleviler aynı zamanda Doğu sınırındaki Türk devletini destekliyorlardı
ki;
Osmanlı devleti bu nedenlerden Ötürü Anadolu Alevilerine baskı
uyguluyordu.
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail üzerine sefere çıkarken; ordunun
arkasında
kendisine karşı çıkabilecek bir güç olsun istemiyordu. Savaş
başladığında
Alevilerin Şah İsmail'den yana tavır alma olasılığı da oldukça
yüksekti. Ve
Yavuz Sultan Selam 40 bin Aleviyi kılıçtan geçirdi. Kendini haklı
çıkarmak
için Alevilerin kadınları ortaklaşa kullandıkları, Kuran'ı, camileri
yaktıkları şeklinde iddialarda bulundu ve bunun üzerine fetvalar yazdı.
Yavuz Sultan Selim'in Alevi kırımı yapabilmek için yazdırdığı
fetvalardan
birisi Müftü Hamza'ya ait olanıdır; "Ey Müslümanlar, bilin ve haberdar
olun
ki, reisler; Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu,
Peygamberimizin
şeriatını, sünnetini, İslam dinini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran'ı
küçük
gördüler. (...) Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden
veya
yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin
topluluğunu
dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Bu arada Müslümanlar'dan ölen
kutsal
şehitlerin yeri yüce cennettir. O kafirlerden ölen ise, hakir olup
cehennemin dibinde yer tutacaklardır. (...) Bu türlü topluluk hem kafir
ve
imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların
öldürülmesi vaciptir." (6)

Dönemin büyük fıkıh ve hadis bilgini olarak tanınan Müftü Hamza 1521
yılında
ölmüştür. Tarihte yalnız böyle yüz karası bir fetvayla değil, rüşvet
almak
gibi bir suçla da anılır. Kuran üzerine yemin etmesine rağmen 50 bin
akçe
karşılığında Semendire Valisi Yusuf Bali'nin yolsuzluklarını ve
haksızlıklarını kapatır. Müftü Hamza'nın rüşvet aldığını öğrenen Yavuz
Sultan Selim onu sıkıştırıp canının bağışlanması karşılığında bu
fetvayı
verdirir. Osmanlı, iktidarı için her şeyi kullanmıştır, kullanmaya
çalışmıştır.
Alevi kırımına izin veren bir diğer fetva da Şeyhülislam İbni Kemal
tarafından kaleme alınmıştır. "...Kızılbaş topluluğu şeri yasalar
gereği
öldürülmeleri helaldir. İslam askerlerinden onları öldürenler gazi,
ellerinde ölenler ise şehittirler." (7)
Halkı birbirine düşman etme kırdırma Osmanlı'dan bugüne devredilmiş bir
devlet geleneğidir. 24 Aralık 1978'de "Müslüman Türkiye", "Kanımız Aksa
da
Zafer İslamın" haykırışlarıyla Maraş'ta Alevi halkı katledilir. "Allah
Allah" diyerek "Komünistlerin büyüğü, küçüğü demeyip kafasını ezin"
diye
bağıranların sloganlarıyla, Alevilere yönelik Osmanlı dönemindeki
fetvaların
benzerliği çarpıcıdır. 1514 yılında 40 bin kişiyi kılıçtan geçiren
gelenek,
1978'de Maraş'ta ihtiyar, çocuk, kadın ayrımı yapmaksızın halkı
katleder.
Yakılıp yıkılan evler, çivilenen, gözleri tornavidalarla oyulan,
bıçaklarla,
baltalarla, satırlarla parçalanan insanlar... Tecavüz edilen kadınlar,
karnında bebeleriyle şişlenen hamile gelinler... Maraş'ta tablo budur.
Bu vahşet tablosu Osmanlı'da bir başka dönem uygulanan kırımla da
benzerlik
taşır. Osmanlı 1875-1876 Bulgar ayaklanmalarını bastırmada Çerkesler ve
başıbozuk birliklerini kullanır. Dönemin tanıklarından biri o günleri
şöyle
anlatır: "Kadınlar ve kız çocukları saçlarından tutuldular, bir
darbeyle diz
çökertildiler, boyunlarından kesildiler. Çocuklar süngülere
geçirildiler,
hamile kadınların karınları deşildi. Bir çoğu sırayla soyuldular ve bir
odun
parçasının üzerinde hayvan sürüleri gibi büyük bir serinkanlılıkla
kesildiler..." (8)
Yine Meclisi Meb'usan tutanaklarında o günlere ilişkin şöyle anlatımlar
yer
alır: "1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında gayri-resmi olarak teşkil
edilen ve Çerkeslerin ağırlıkla olduğu Osmanlı birliklerinin yolları
üstünde
rastladıkları Hıristiyan köylerini yağmalayıp, insanları kılıçtan
geçirdikleri yüzlerce, hatta binlerce çocuğu köle olarak yanlarına
aldıkları, çocuk ve eşyaların bir bölümün sattıkları...." (9)

Yavuz Sultan Selim'le birlikte din, imparatorluğun üst yapı
kurumlarından en
kapsamlısı olarak güçlü bir varlık kazanmıştır. Artık iktidarı tehdit
eden
her şey "din zararına" ilan edilecek, her düşünce, eylem "din
sapkınlığı"
olarak anılacaktır. Ve fetvalar, fermanlar, bu yollu açıklamalarla
muhalefetin ezilmesinde önemli role sahip olacaktır... Yani her türlü
katliam, vahşet böylece meşrulaştırılacaktır. O günün toplumsal
gerçekliği
Anadolu halk şiirlerine ve türkülerine de yansır.


Bu yıl dağların karı erimez
eser bad-ı saba yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
yıkılmış aşiret il bozuk bozuk
Pir Sultanım yaratıldım kul diye
Zalim paşa elinden mi öl diye
dostum beni ısmarlamış gel diye
gideceğim amma yol bozuk bozuk
(Pir Sultan Abdal)

Yavuz Sultan Selim döneminde Kürt toprakları üzerinde Osmanlı
devletiyle Şah
İsmail arasında çıkan savaşta her iki kesim de Kürt aşiretlerini
kendinden
yana kazanmak (yani kullanmak) uğraşındadırlar. Bu uğraşta başarıya
ulaşan
Yavuz Sultan Selim, Sah İsmail'in yenilgiye uğratılmasından (Çaldıran
1514)
sonra Kürt aşiretleriyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Kürt
aşiretleri özerkliğini koruyacak, yönetim belli kişi ve ailelerde
olacak,
padişah fermanına bu konuda bağlı kalınacak, savaşlarda Kürtler Osmanlı
devletine yardım edecekler, Osmanlı da, Kürtler'i bütün dış
saldırılardan
koruyacaktır. Bu anlaşma ile Doğu'daki Osmanlı egemenliği perçinlenir.
Kürt
halkının tarihinde "ilk cahş" olarak anılan İdris-i Bitlisi
işbirlikçiliğinin karşılığını alır. Çaldıran seferine çıkarken 40 bin
Aleviyi katletmesi nedeniyle -bunların arasında çok sayıda Kürt Alevisi
de
vardır- "Yavuz" namını alan Sultan Selim'in sevgi ve güvenini kazanır.
Bu
aynı zamanda Kürt önderliklerin iktidar için kendilerini
kullandırdıkları
ilk örnektir. Ve tarih sahnesinde birbirini takip eden onlarca örnek
yaşanacak, Kürt halkı bu önderlikler nezdinde inançları, duyguları
sömürülerek kullanılacaktır.

Buraya Kadar Olan,Yavuz'un Yaptığı Türk Katliamı..

Zannımca da ;

Hira Dağı Yokken Biz Neydik ?,Buna Bakmak Gerekir.
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Ben diyorum ki!
sayın TANRIKUT,
Enver Gökçe bu dizeleri bir araya getirmedi,
ondan önce zaten vardı,
Yavuz Sultan Halifeliği alıpta gelirken,
Tanrı Dağından Aşağı inen,ordunun,
Hira dağındaki sancağı alıpta İstanbula geldiği söylenmiştir.
Elbette Hira Dağı Yokkende biz gene Tanrı dağı kadar Türk idik.

Benim sevmediğim bir adamdır bu enver.
Oda zaten duyuyor idi Tanrı dağı kadar Türk,
Hira dağı kadar Müslüman sloganlarını,
sloganı şiir etmiştir.
Bizim Dilimize dolayacak bir slogan icat etmemiştir. ;)
Emin ol bilse bu gün bu kadar çok yerde kullanılacağını o hiç yazmazdı şiir aralarına...
 
Üst