“1535’lerde böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman ******namesinde aynen şöyle diyor: “-
Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname’yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O’na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa,Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kardar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır.
Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmeyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir.” (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı, İstanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması’nın mimari Mevlana İdris’tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim’dir. İkisi de 1520’de maalesef ölmüşlerdir.
Sultan Selim, Mevlana İdris’e; “ Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler” demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan’dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa’yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa da çok erken gitti ve bundan sonra “Kürdistan Eyaleti Başkenti’ne” Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmeyerek 1533-34’lerde, Bitlis’i Şeref Han’dan alıp, bir ******la Ulame Tekelu’ya veriyor.
Direnen Bitlis Beyi’nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame’yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535’lerde Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtler’i tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamayacağını anlayarak, babasının Amasya’da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı
“Hükm-i Şerif-i” yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850’lere kadar getirmişlerdir.”
Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliği’ne atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Diyarbakır’lı Kürt Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZBİN Türk’ü katlederler
Yavuz Sultan Selim ve 40 Bin Alevi'nin Katli
Yavuz Sultan Selim, Sünni inancı Anadolu Alevileri için bir zulüm
nedeni
yapan Osmanlı sultanıdır. Yavuz Sultan Selim'in Sünnilik adına Alevi
halkı
kitlesel olarak yok etmeye kalkışmasının nedeni Osmanlı'nın doğu
sınırlarında hızla gelişen Türk Safevi Devleti'dir; bu devletin Anadolu
Alevileri için Osmanlı zulmüne karşı bir umut olması ve Anadolu
insanının
Osmanlı topraklarından kaçmaya başlamasıdır. Bu güçlü Türk devletinin
gelişip kökleşmesinin, sömürü alanı olarak görüp değerlendirdikleri
Anadolu'nun elden çıkması demek olduğunu anlayan Osmanlı, bu gelişimin
"tek
İslam devleti" kurma çabalarını da engelleyeceğini düşünüyordu.
Sıra sıra cellatlar, sürü sürü Türkmen'i doğramaya başladı. Zaten Fatih
ta
1473 yılından itibaren (Otlukbeli) bu işe başlamıştı. Ardından Sünnilik
güç
buldukça Alevi düşmanlığı körüklenmeye başlandı. Yavuz Sultan Selim,
halifeliği, Abbasiler'den kılıç zoruyla aldıktan sonra Sünnilik tutucu
bir
niteliğe bürünmüş ve artık toplumsal gelişmeye ayak uyduramaz hale
gelmişti.
Anadolu'da Türklerin anlayamadığı Arap ve Acem dili yaygınlaşmaya
başlamıştı. İşte Anadolu'da yaygın olan Alevilik, Sünniliği bir baskı
aracına dönüştürmüş olan padişahların kabul edemeyeceği bir düşünceydi.
Aleviler aynı zamanda Doğu sınırındaki Türk devletini destekliyorlardı
ki;
Osmanlı devleti bu nedenlerden Ötürü Anadolu Alevilerine baskı
uyguluyordu.
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail üzerine sefere çıkarken; ordunun
arkasında
kendisine karşı çıkabilecek bir güç olsun istemiyordu. Savaş
başladığında
Alevilerin Şah İsmail'den yana tavır alma olasılığı da oldukça
yüksekti. Ve
Yavuz Sultan Selam 40 bin Aleviyi kılıçtan geçirdi. Kendini haklı
çıkarmak
için Alevilerin kadınları ortaklaşa kullandıkları, Kuran'ı, camileri
yaktıkları şeklinde iddialarda bulundu ve bunun üzerine fetvalar yazdı.
Yavuz Sultan Selim'in Alevi kırımı yapabilmek için yazdırdığı
fetvalardan
birisi Müftü Hamza'ya ait olanıdır; "Ey Müslümanlar, bilin ve haberdar
olun
ki, reisler; Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu,
Peygamberimizin
şeriatını, sünnetini, İslam dinini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran'ı
küçük
gördüler. (...) Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden
veya
yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin
topluluğunu
dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Bu arada Müslümanlar'dan ölen
kutsal
şehitlerin yeri yüce cennettir. O kafirlerden ölen ise, hakir olup
cehennemin dibinde yer tutacaklardır. (...) Bu türlü topluluk hem kafir
ve
imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların
öldürülmesi vaciptir." (6)
Dönemin büyük fıkıh ve hadis bilgini olarak tanınan Müftü Hamza 1521
yılında
ölmüştür. Tarihte yalnız böyle yüz karası bir fetvayla değil, rüşvet
almak
gibi bir suçla da anılır. Kuran üzerine yemin etmesine rağmen 50 bin
akçe
karşılığında Semendire Valisi Yusuf Bali'nin yolsuzluklarını ve
haksızlıklarını kapatır. Müftü Hamza'nın rüşvet aldığını öğrenen Yavuz
Sultan Selim onu sıkıştırıp canının bağışlanması karşılığında bu
fetvayı
verdirir. Osmanlı, iktidarı için her şeyi kullanmıştır, kullanmaya
çalışmıştır.
Alevi kırımına izin veren bir diğer fetva da Şeyhülislam İbni Kemal
tarafından kaleme alınmıştır. "...Kızılbaş topluluğu şeri yasalar
gereği
öldürülmeleri helaldir. İslam askerlerinden onları öldürenler gazi,
ellerinde ölenler ise şehittirler." (7)
Halkı birbirine düşman etme kırdırma Osmanlı'dan bugüne devredilmiş bir
devlet geleneğidir. 24 Aralık 1978'de "Müslüman Türkiye", "Kanımız Aksa
da
Zafer İslamın" haykırışlarıyla Maraş'ta Alevi halkı katledilir. "Allah
Allah" diyerek "Komünistlerin büyüğü, küçüğü demeyip kafasını ezin"
diye
bağıranların sloganlarıyla, Alevilere yönelik Osmanlı dönemindeki
fetvaların
benzerliği çarpıcıdır. 1514 yılında 40 bin kişiyi kılıçtan geçiren
gelenek,
1978'de Maraş'ta ihtiyar, çocuk, kadın ayrımı yapmaksızın halkı
katleder.
Yakılıp yıkılan evler, çivilenen, gözleri tornavidalarla oyulan,
bıçaklarla,
baltalarla, satırlarla parçalanan insanlar... Tecavüz edilen kadınlar,
karnında bebeleriyle şişlenen hamile gelinler... Maraş'ta tablo budur.
Bu vahşet tablosu Osmanlı'da bir başka dönem uygulanan kırımla da
benzerlik
taşır. Osmanlı 1875-1876 Bulgar ayaklanmalarını bastırmada Çerkesler ve
başıbozuk birliklerini kullanır. Dönemin tanıklarından biri o günleri
şöyle
anlatır: "Kadınlar ve kız çocukları saçlarından tutuldular, bir
darbeyle diz
çökertildiler, boyunlarından kesildiler. Çocuklar süngülere
geçirildiler,
hamile kadınların karınları deşildi. Bir çoğu sırayla soyuldular ve bir
odun
parçasının üzerinde hayvan sürüleri gibi büyük bir serinkanlılıkla
kesildiler..." (8)
Yine Meclisi Meb'usan tutanaklarında o günlere ilişkin şöyle anlatımlar
yer
alır: "1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında gayri-resmi olarak teşkil
edilen ve Çerkeslerin ağırlıkla olduğu Osmanlı birliklerinin yolları
üstünde
rastladıkları Hıristiyan köylerini yağmalayıp, insanları kılıçtan
geçirdikleri yüzlerce, hatta binlerce çocuğu köle olarak yanlarına
aldıkları, çocuk ve eşyaların bir bölümün sattıkları...." (9)
Yavuz Sultan Selim'le birlikte din, imparatorluğun üst yapı
kurumlarından en
kapsamlısı olarak güçlü bir varlık kazanmıştır. Artık iktidarı tehdit
eden
her şey "din zararına" ilan edilecek, her düşünce, eylem "din
sapkınlığı"
olarak anılacaktır. Ve fetvalar, fermanlar, bu yollu açıklamalarla
muhalefetin ezilmesinde önemli role sahip olacaktır... Yani her türlü
katliam, vahşet böylece meşrulaştırılacaktır. O günün toplumsal
gerçekliği
Anadolu halk şiirlerine ve türkülerine de yansır.
Bu yıl dağların karı erimez
eser bad-ı saba yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
yıkılmış aşiret il bozuk bozuk
Pir Sultanım yaratıldım kul diye
Zalim paşa elinden mi öl diye
dostum beni ısmarlamış gel diye
gideceğim amma yol bozuk bozuk
(Pir Sultan Abdal)
Yavuz Sultan Selim döneminde Kürt toprakları üzerinde Osmanlı
devletiyle Şah
İsmail arasında çıkan savaşta her iki kesim de Kürt aşiretlerini
kendinden
yana kazanmak (yani kullanmak) uğraşındadırlar. Bu uğraşta başarıya
ulaşan
Yavuz Sultan Selim, Sah İsmail'in yenilgiye uğratılmasından (Çaldıran
1514)
sonra Kürt aşiretleriyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Kürt
aşiretleri özerkliğini koruyacak, yönetim belli kişi ve ailelerde
olacak,
padişah fermanına bu konuda bağlı kalınacak, savaşlarda Kürtler Osmanlı
devletine yardım edecekler, Osmanlı da, Kürtler'i bütün dış
saldırılardan
koruyacaktır. Bu anlaşma ile Doğu'daki Osmanlı egemenliği perçinlenir.
Kürt
halkının tarihinde "ilk cahş" olarak anılan İdris-i Bitlisi
işbirlikçiliğinin karşılığını alır. Çaldıran seferine çıkarken 40 bin
Aleviyi katletmesi nedeniyle -bunların arasında çok sayıda Kürt Alevisi
de
vardır- "Yavuz" namını alan Sultan Selim'in sevgi ve güvenini kazanır.
Bu
aynı zamanda Kürt önderliklerin iktidar için kendilerini
kullandırdıkları
ilk örnektir. Ve tarih sahnesinde birbirini takip eden onlarca örnek
yaşanacak, Kürt halkı bu önderlikler nezdinde inançları, duyguları
sömürülerek kullanılacaktır.