Tanrıdağı'ndan Mektup Var -2-

DELİKURT

Dost Üyeler
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,103
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Turan
TANRIDAĞI'NDAN MEKTUP VAR! -2-

HAN-TANRI DAĞLARINDA BİLGE KAĞAN'LA BULUŞMA (İkinci Mektup)


Askar Dağı’nın eteklerinde oturmuş düşünüyordu. Aşağıda Issık-Köl göz alıcı maviliğiyle yemyeşil havzasının ortasında bir atlas gibi dümdüz serilmiş yatıyor...

Pürüzsüz yüzeyinde ak bulutların, zirveleri karlı dağların, sis bürümüş uçurumların büyüleyici manzarası geziniyor. Bir alaca kuş durmaksızın ötüyor yanı başımızda:

Askar Askar Askar-Tav...
Askar-Tav'dan biyik tav bar mı?
Askar'dan biyik tav bolmas
Başına balaban torgay çırlap, uçup yete almas.
Bavrına közen kazıp öte almas.

Yüksek bir yamaçtan aşağıları seyrediyor adam. Ak saçlarını ve seyrek, uzun sakallarını rüzgar uçuruyor. Eteklerde alt-yurt yaylaları, Cedisuv vadisi, daha ötelerde Kazak Sarı-dalası... Her iki yanda Alatavlar, Ak Çiyrek ve Kayınlı sıra dağları... Batıda Altın-Saçan vadisinden, şarkta Davançan uçurumlarına kadar uzanan yerkürenin granitten omurgası uzanıyor. Kulaklarımıza İli'nin gümbürdeyen sesi, Issık'ın dipten, derinden uğultusu çarpıyor. İli ve Çu ırmağı yatakları, bir gümüş kolye gibi kıvrılarak uzuyor Tarım havzasına. Bir argımakın haşin kuyruğu gibi bükülü Balhaş, Sasık-Köl, Zaysan, sis bürümüş göğsüyle Tarbagatay, Altaylar'a uzuyor.

Gözü ta uzaklara kayıyor sonra. Bulunduğu yerden Kazak adırlığını, Kökçe-tav sırtlarını görüyor. Batıda Altın-Saçan vadisinden Baykal kıyılarına kadar her tarafı kolaylıkla görüyormuş gibi dikkatle bakıyor uzaklara. Angara'nın buzdan kabuğunun dipten çatırdayışını duyuyor. Ve sonra birden şu sözler dökülüyor ağzından:

-”Biz ki yaratılmış, dünyaya gönderilmiş, türemiş Türk'üz... Yurdum yerli yerinde, ya budunum?...”

Gözleri uzakları tararken ben, ona yaklaşıyor, kim olduğunu soruyorum.

Ak saçlarını rüzgarın savurduğu adam, yakıcı bakışlarını bir an gözlerime dikerek;

- “Ben hanlar hanı Bilge Kağanım, diyor, gırtlaktan gelen kazıntılı bir sesle. Ve sonra ekliyor: "Uçmağa en yakın yerde, atam Natul Şad'ın kendine yurt edindiği, kısaca vatanımın temellerinin atıldığı zirvelerdeyim."

Yıllar süren uykumdan irkilerek uyanıyorum o anda. Ve bir düşteymiş gibi ona yaklaşıyorum. O benim omzumu sıvazlıyor. Ak kanatlı bir kuş gelip alıp götürüyor ikimizi de. Kulaklarımızı örten bir tımak, sırtımızda koyun derisinden kürklerimizle, Türkistan-Turan illerinin üstünde, ak göğüslü bir kartalın kanatlarında süzülüyoruz.

Kuşla birlikte bulutlara doğru yükselirken, aşağıda Natul Şad'ın yaktığı ilk ateşi, keçeden Türk çadırını görüyoruz. Kulakçınını çıkarıp bize el sallıyor. Kuş, göz açıp kapamayla bizi en eski yurdumuza Sibirya'ya, Baykal kıyılarına, Orhun ve Selanga ırmağı boylarına sürüklüyor. Burada derin vadiler, karanlık uçurumlar ve yemyeşil ormanlarla kaplı sıra dağlar var.

- “Torunum Kutluk Şad, on yedi kişiyle harap olan devleti işte burada yeniden kurdu” diye fısıldıyor kulağıma Bilge Kağan.

Soluğu ciğerlerimi yakıyor.

Kuş bizi sonra daha kuzeye, Baykal kıyılarından da öteye, Angara ırmağının sazlarla kaplı kuzeybatı köşelerine götürüyor. Soğuk burada iliklerimize işliyor.

-”Atalarımın ilk yurdu işte burası” diyor.

Geyik derilerinden yapılma bir çadırın önünde, bir ateşin başında oturup konuşuyoruz. Bir Tuva kızı bize kımız sunuyor. Bilge Kağan konuşuyor, ben dinliyorum. Bu sözleri size iletme görevi yine bana düşüyor.

- “Tanrı, öz budunumu uyarmam için beni yine size gönderdi. Uçmağa en yakın yer olduğu için de, beni yeniden Han-Tanrı dağlarının zirvesine fırlattı. Ve şunları söylememi istedi benden: Türetilmiş, yaratılmış ve seçilmiş kavim olan siz, benim sadık çerilerim, hani size can vermiştik, kan vermiştik, kimseye vermediğimizi size vermiştik; birbirinize düşesiniz, bölünüp parçalanasınız, kim olduğunuzu unutasınız diye mi yaptık bütün bunları? Kendiniz olun, insanlığa yol gösterin diye yapmadık mı her şeyi? Nedir bu perişan haliniz? Ya size ihanet eden şu yöneticileriniz?... Kendi soyunuzdan olmayanları başa getirdiniz. Onların geçmişteki ihanetleri yetmiyor mu ki, buna sessiz kaldınız? Biz ki, eski devirdeki kağanlarınızı devlet, ülke, boy, soy, vazife ve adalet gibi yüksek değerlerle donatmıştık. Ya şimdikiler?... Zayıf yaradılışlarıyla onlar ne çok gururlanıyorlar? Oysa ellerine bir baksınlar, yüzlerinin kuruyan kemiğine, zayıf düşen kollarına, şimşir ağacını andıran bacaklarına ve bir torbaya sığacak kadar ufalanacak olan çelimsiz bedenlerine... Baksınlar ki, ne kadar zayıf ve aciz yaratıldıklarını görsünler. Onlara can veren biz, görmüyorlar mı ki, bir saniyede onu almasını da biliriz. O halde kendilerine dönüp kendi kavimleri için çalışsınlar. Unutmasınlar ki, biz yalnız kendi budunu için çalışanlara yüksek katımızda yer ayırdık."

Ve birden susup, konuşmasına ara verdi. Geniş göğsü inip kalkıyordu heyecandan. Endişeli gözlerle bir an beni süzdükten sonra,

- “Şu orman kavmini Urallar'ın gerisine, papanın ordularını Alföld ovasının berisine geçirenler vebal altındadırlar” diye devam etti konuşmasına: "Arapları ve farsları adam yerine koyanlar da vebal altındadırlar. Batıyı bir medeniyet havzası olarak görenler ise tam bir ihanet içindedirler. Türk'ün düşünen kafaları tarafından sözde tartışılan ve milletin önüne bir çağdaşlaşma projesi olarak konulan bu sömürgeci oluşumlar ve Asya'nın diğer aç gözlü ülkelerinin kadim topraklarım üzerindeki emelleri apaçık bilinirken, kendi torunlarım neden Türk birliğini esas alan geleneksel düşüncemize yönelmezler? Bunun dışındaki bütün düşüncelerin başka ulusların çıkarlarına hizmet ettiğini görmezler mi?"

"Türk'ün sözü edilen bu anakara ülkeleriyle, Türkün batı sömürgeciliğinin kadim temsilcileriyle ve dahi o uzak ve aç gözlü ülke ile tarihi hesaplaşması bitmiş midir ki, mihverinde onların çıkar ve arzularının olduğu bu oluşumların içinde yer almayı kendilerine hedef seçiyorlar? Torunlarım, tarihte cihan hakimiyetini hedefleyen, bunu hayata geçiren ve medeniyet saiki olan ilk ve tek ulusun Türk ulusu olduğunu ne çabuk unuttular? Başka ulusların çıkarlarına ve arzularına hizmet eden bu tür kuruluşlara milletini sokmak isteyen yöneticiler neden geleneksel mefkuremizi örmezden gelirler?"

"Oysa benim öz budunum, kendini bulmanın, kendine dönmenin ve kendini aşmanın arayışı içinde olmalıdır. Mihverinde Türk varlığının bulunduğu, toprak açısından tarihi Türk coğrafyasının esas alındığı ve bu coğrafyada kendi medeniyetini kurmayı esas alan yepyeni projelere yönelmelidir. Zira biz Türkler, tarihin hiçbir döneminde kendi içine kapalı, başkaları tarafından yönlendirilen, bölgesel bir devlet modelini kendimize hedef seçmemişizdir. Bizler daima, başta Türkler olmak üzere bütün insanlığı kucaklayan bir cihan devletini kurmayı hedeflemişizdir. Onun içindir ki, başka uluslarla hesaplaşmamız kaçınılmazdır."

"Dünyanın yeniden paylaşıldığı bu çağda, kuzeyin orman kavmi hangi cesaretle benim torunlarımın topraklarına göz diker? Ya şu kalabalık ve uyuşuk ülke?... Tarih onun geleneksel topraklarından çıktığını kaydetmiş midir? Torunlarımın bu özentisi niye? Onlar hangi cesaretle Tanrının bana bahşettiği Dünya-Adasına sahip çıkarlar? Kuzeyin sevimsiz çocuğu, onun önderliğindeki bir siyasi oluşum, hiç de sempatiyle karşılanmayacaktır. Onlar yine kendi ormanlarına, kendi bataklıklarına çekileceklerdir. O ülke ki, telaş içindedir; elde ettiği zenginliklerin her an dağılacağı ve avucunun içinden kayıp gideceği endişesine kapılmıştır. Onun yeniden toparlanması mümkün değildir. Dört yüz elli yıldan beri iliklerine kadar sömürdüğü Türk boyları tarafından yüz üstü bırakılacaktır. Onu muhtemel bir felaket bekliyor. Bu felaket, yine biz Türkler marifetiyle üzerlerine gönderilecektir."

"Ulusumun seçkin evlatlarının yapmak zorunda oldukları şey, evvela bir Türk birliğinden söz etmek olmalıdır. Bu birlik, denizlerle karaların birleşmesini esas alır. Karayı torunum Çingiz'in kurduğu cihan devleti temsil ederken, denizi, neslimden Oğuz boyunun kurduğu Osmanlı Cihan İmparatorluğu temsil etmiştir. Çingiz İmparatorluğu steplerin, ulu ırmakların ve iç denizlerin imparatorluğu iken, Osmanlı, kıtaların ve okyanusların temsilcisidir. Bu yeni bir Türk hinterlandıdır ki, hedefiniz bu iki imparatorluğun sahip olduğu topraklar olmalıdır. Bu aynı zamanda tarihin coğrafyaya iz düşümüdür. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise, Türklüğünden şüphe ettiğiniz yöneticilerinizi başınızdan uzaklaştırmaktan geçiyor. Çok şey bilip hiçbir şey bilmeyen insanları başınızdan uzaklaştırmadıkça, çok şeye sahip olup hiçbir şeye sahip olmayan ülke konumundan kurtulamazsınız. Bilin ki, Türk'ün söz sahibi olmadığı bir dünya adaletsiz, senliksiz ve gösterişsizdir. Çünkü biz Tanrının bilerek yarattığı ve diğer kavimler üstünde güçlü kıldığı bir ulusuz."

"Karanın ve denizin sözde temsilcileri, varsın kendi aralarında çatışmaya devam etsinler. Biz hem karanın hem de denizin temsilcisiyiz. Avrupa ile bütünleşme ise sizin için tam bir tuzak. Uzak ülke, küçük Asyalı torunlarım, size sesleniyorum: Avrupa denilen o şer cephesi, sizi bir kültür dönüşümüne tabi tutmadan ve ülkenizi bölüp parçalamadan aralarına alacaklarını mı sanıyorsunuz? Üstelik önlerinde tamamlanmamış bir Osmanlı tasfiyesi dururken. Vah halinize sizin!... Ve yazıklar olsun o Türklüğünden şüphe ettiğimiz yöneticilerinize; Avrupa'nın er geç dağılıp yok olacağını nasıl görmezler? Saldırganlığın ve sömürgeciliğin temsilcisi onlar, bir gün mutlaka cezalarını çekecek ve bu ceza onlara yine kendileri tarafından verilecektir."

"Oysa Türkiye gelişmiş, atılımcı ülke... Yetişmiş insan gücü ve dinamizmiyle övünebilir. Doğu Türk illeri ise, yok olması imkansız granitten bir kütle. İşte senin dayanağın. Yirmi milyon kilometrelik dev bir toprak parçasıyla, üç yüz milyonluk dünyanın en mütecanis nüfus gücüyle, Moğolistan, Japonya, Kore gibi yakın havza dost ülkelerle ve diğer Turani kavimlerle, dünyanın en büyük iktisadi, siyasi, askeri ve teknolojik gücüyle, işte Yeni Dünya Gücü"

"Kara ve denizin temsilcileri olduğunu iddia edenlere deyiniz ki, ey gafiller, siz eğer kara ve denizin temsilcileriyseniz biliniz ki, biz hem karanın hem denizlerin temsilcileriyiz. Çünkü yalnız benim ecdadımın kurduğu imparatorluklar gün doğusundan gün batısına uzanır. Kuzeyin soğuk denizlerinden başlayıp sıcak denizlere kadar uzanan imparatorlukları benim soyumdan gelenler kurdu. İki okyanus arasındaki en mümbit ve en mahsuldar sahalara bizden başka kimse sahip olmadı. Şimdi bile gün doğusundan gün batısına kesintisiz uzanan geniş sahalarda benim ırkımdan başka kimse yaşamıyor. Bu saha ki, Tanrının benim için ayırdığı topraklardır ve yirmi milyon kilometre kadardır. Bu topraklar Asya'nın derinliklerinden Avrupa'nın içlerine, ta Afrika'ya uzanır. Kocaman denizleri bile kendi iç gölleri haline getirir. Yalnız Baykal'ın suları bile dünya içilebilir su kaynaklarının beşte birini teşkil eder. Nehirlerim uç uca bağlandığında yer kürenin çevresini saracak kadardır. Adı Turan’dır, Büyük ve Birleşik Türk-İli'dir. Büyük ve kadim ülke. Kaynakları bol ülke. Altının, gümüşün, platinin, demirin, çeliğin kömürün ve petrolün ülkesidir yurdum. Hepsi benim soyumdan gelenlerin faydalandığı kaynaklardır. O halde söyleyin bana, doğunun ve batının, denizin ve karanın, üç kıtaya yayılan toprakların gerçek sahibi kim?"

"Bu muazzam imparatorluk kara ve denizlere hakimiyeti esas alır. Birilerinin oluşturmaya çalıştığı mihver saha ve kuşak projeleri ise bunun ancak bir parçasını oluşturur. O halde Dünya-Adasının sahibi olduğunu iddia eden ülke mutlaka saf dışı edilmeli, kendi halkının yaşadığı geleneksel sahalarına döndürülmeli ve nihayet Ural ötesi küçük bir devletçiğe dönüştürülmelidir."

"Okyanus ötesi egemen güç ve onun yakın kıtadaki yandaşlarına gelince, dünyanın yeni efendilerinin önünde mutlaka diz çöktürüleceklerdir. Torunum Kubilay'ın hükmettiği o kalabalık ülke, kendi haznesinin içine hapsedilerek, nüfusu dünya nüfusunun elverdiği sınırların içine çekilecektir. Ve dünyada yeniden bir Türk İmparatorluğu kurulacaktır. Bu imparatorluk doğuda ve güneyde yeni dost ülkeler bulacak ve etki sahasını Pasifik'ten Atlas okyanusuna, kızıl denizden kuzeyin buz denizlerine, Sibirya'dan Sahraya uzatacak. Dünyanın bütün ham madde ve enerji kaynakları ve bunları diğer ülkelere ulaştıran ticaret yolları yine Türkler tarafından kontrol edilecek. Kısaca Allah'ın Türk coğrafyasına bahşettiği bütün kaynaklar yalnız Türkler için, Türklere göre, Türkler tarafından kullanılacak."

"Zamanımız doldu, çok söze lüzum yok. Son olarak yine değişmez sözümüzü tekrarlayalım. Buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

ÜSTTE MAVİ GÖK ÇÖKMEDİKÇE, ALTTA YAĞIZ YER DELİNMEDİKÇE, TÜRK, SENİN İLİNİ VE TÖRENİ KİM BOZABİLİR?

O halde, TİTRE VE KENDİNE DÖN!..."

KARATÜKENOĞLU BASAT'ın elçiliğiyle...


TÜRK DÜNYASI TARİH KÜLTÜR DERGİSİ'nden
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI

 
Üst