Tarihi Süreçte Pontus Sorunu

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
TARİHİ SÜREÇTE PONTUS SORUNU


Karadeniz, Tethys adı verilen Akdeniz kütlesinin bir parçasıdır ve III. Jeolojik zamandan sonra oluşmuştur. Karadeniz'in çevresindeki dağlar, onu birkaç şerit halinde ve derin vadilerle yarmış, burayı ayrı bir dünya haline getirmiştir. Bu durumu, Antikçağ yazarlarının eserlerinde çokça görmek mümkündür. Pontus Euxeinos, Karadeniz'in bilinen ilk adıdır. Miletli gemiciler buraya geldiklerinde, ne yapacağı belli olmayan bu denizle bütünleşmek için, mutluluk veren ve konuksever anlamına gelen Pontus Euxeinos adını vermişlerdir.
İsa'dan binlerce yıl önce bu bölgede Orta Asya kökenli halklar yaşamışlardır. Boğazköy'de kurulan Hitit Devleti , Anadolu'nun büyük bir bölümünü egemenliği altına alırken, Doğu Karadeniz'deki bu beylikler, devletin siyasi sınırları içine girmemiştir. Ama aynı uygarlığın sınırları içerisinde, bağımsız yaşamaya
devam etmişlerdir.
Hititlerden sonraki Frig Devleti döneminde de, Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki beylikler, bağımsızlıklarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra ticaret amacı ile Doğu Karadeniz Bölgesi'ne gelen Asurlular, buralarda bazı kentler kurmuşlardır
Asur Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Doğu Karadeniz Bölgesi İ.Ö. 620'de Medlerin egemenliği altına girmiştir. Medlerin Doğu Karadeniz'deki egemenliği ortadan kalkınca, bunu fırsat bilen Yunanlılar, Karadeniz kıyılarında sömürgeler kurmuşlardır. Trabzon'a kadar gelen Miletli Yunanlılar, kenti ele geçirip yerleşmişlerdir.
İ.Ö. 521'de Doğu Karadeniz Bölgesi, bu kez de İran'ın egemenliği altına girmiştir. Böylece Doğu Karadeniz, İran'a bağlı Kapadokya Satraplığı'nın içinde kalmıştır. Kapadokya Satraplığı, yerli halklarının vergilerini belirlerken, Doğu Karadeniz'in ayrı bir özellik taşıdığını görmüş ve burayı farklı bir ekonomik bölge olarak değerlendirmiştir. Bu arada Kapadokya'nın bu bölgesine, Kapadokya'nın denize yakın bölümü anlamına gelen Pont Kapadokyası denilmiştir.
İran'ın, ekonomik bakımdan ayrıcalıklı bölgesi olarak önem kazanan Doğu Karadeniz yöresi, daha sonra yönetim bakımından da ayrı bir eyalet olmuş ve adına Pont Satraplığı denilmiştir. Pont Satraplığı içinde kalan yerlere de Pont Ülkesi anlamına gelen Pontus denilmiştir. Pont Satraplığı başlangıçta, yalnız Doğu Karadeniz'i içine almaktaydı. Ama kısa bir sürede genişleyerek, büyük bir ülke oldu. Toprakları içerisine; Amasya, Çorum, Erzincan, Erzurum, Giresun, Gümüşhane, Muş, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon ve Yozgat'ı almıştır. Satraplığın başkenti ise Amasya olmuştur.

PONTUS KRALLIĞI

Pers İmparatorluğu, Büyük İskender karşısında kesin bir yenilgiye uğrayınca İ.Ö. 331'de dağılmıştır. İskender,Perslerin egemen olduğu toprakların her birine komutanlarını atayarak, yeni satraplıklar oluşturmuştur. İ.Ö.323'de İskender ölünce, komutanlar arasında büyük bir çekişme başlamıştır. Bu komutanlardan biri de, eski Pers soylusu Mitridates Kristes'tir. Anadolu halkını bağımsız olmaya çağıran Mitridates, bu çağrıya uyanlarla birlikte,Y.Ö.301'de Pontus Devleti'ni kurmuştur.
Pontus Devleti'nin yeni başkenti Trabzon'du. Bu krallık, Kapadokya Satraplığı denilen büyük bölgenin, doğusunu içine alıyordu ve batıda Bitinya, güneyde Kapadokya, doğuda Ermeni Prensliği ile çevriliydi. Mitridatlar köken olarak Yunan değil, Pers soyundandır.
Böyle olmakla birlikte, Helenizm'e karşı sempati duymuşlar ve Helenizm'i bir gelenek olarak yaşatmışlardır. Bu arada, Yunanca'yı resmi dil olarak kullanmışlardır.
Büyük Mitridates'ten sonra askeri ve sosyal gücünü iyice yitiren Pontus Krallığı, İ.Ö. 63'te Roma İmparatorluğu tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Roma İmparatorluğu'nun 476'da ikiye ayrılması üzerine de, Doğu Roma İmparatorluğu'nun yani Bizans'ın egemenliği altına girmiştir. Bizans'ın zayıflamasıyla da, bu bölgede, Prens Aleksi Komnen tarafından, Trabzon Devleti kurulacaktır.

TRABZON İMPARATORLUĞU


Latinler, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul'a geldiler ve Bizans İmparatoru Aleksis Angelos'u 1204 yılında tahttan indirerek, Latin İmparatorluğu'nu kurdular. Buna karşın Bizanslı prensler de, üç ayrı yerde Rum Devleti kurdular. Bu devletler:
1) Epir Devleti
2) İznik Devleti
3) Trabzon Devleti
Trabzon Devleti, 1207'de Alexi Komnen tarafından kuruldu. Bu devlet, her zaman bağımsızlığını koruyacak ve Bizans'a bağlı olmayacaktır. Çünkü Trabzon Kralları, kendilerinin Anadolu'nun yerlisi olduklarını söyleyecekler ve "Bizanslılık" ile ilgilenmeyeceklerdir.
Daha öncesinde, XI. Yüzyıl ile birlikte, Anadolu'da yeni bir dönemin başladığını görüyoruz. Özellikle, Orta Asya'dan Avrupa Ortalarına kadar uzanan geniş bir bölgeye Türklerin geldiğini görüyoruz. Örneğin Kıpçak Türkleri, 1080 yıllarda Kafkasların güneyinden Azerbaycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne kadar inmişlerdir. Diğer yandan, Moğol baskısı yüzünden batıya çekilen Türkmen grupları da, bu bölgeye gelmeye başlamışlardır. Böylece, daha Trabzon Devleti yıkılmadan, bölge geniş ölçüde Türkleşmiştir. Trabzon Devleti 258 yıl yaşayacak ve 2'si kadın olmak üzere 20 imparator iş başına geçecektir.
Fatih Sultan Mehmed'in 1461'de Trabzon'u almasıyla birlikte bölgeye, yeni Türk yerleşimi yapılmıştır. Buna paralel olarak Trabzon halkından bir kısmı da, başkent İstanbul'a yerleştirilmiştir. Hıristiyan unsurlara geleneksel Türk hoşgörüsü içinde; dinsel, kültürel ve ekonomik alanda her türlü haklar tanınmıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin politik, tarihsel ve sosyal açıdan Yunanlılıkla, önemli ölçüde ilgisi yoktur. Oysa, bölgede İ.Ö. 301'de kurulan Pont Krallığıile, 1207'de kurulan Trabzon Devleti'ni birbirine karıştıran Yunanlılar, bir Rum-Pontus Devleti idealini ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca, Doğu Karadeniz kıyılarında bu devleti kurma savı ile yoğun bir çalışma yapacaklardır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINA KADAR DOĞU KARADENİZDE RUM FAALİYETLERİ


Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında bir Pontus-Rum Devleti'nin kurulması tasarısı XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanmaktadır. Filik-i Eteryanın doğuşu, Yunan Ayaklanması ve ardından bir Yunan Devleti'nin kurulması, bu tasarının başlangıç yıllarını oluşturur.
Pontus Derneği'nin amacı, Trabzon, Ordu, Giresun ve Samsun vilayetleri ile Amasya ve Sivas'ın bir bölümünü içine alan yerleri Yunanlılaştırmaktı. Böylece ilk çağda Pont bölgesinde yaşayan ve Yunanlılıkla ilgisi bulunmayan bir devlet, Yunanistan'ın yayılmacı emelleri için yeniden kurulacaktı.
Kurulması düşünülen Pontus Rum Devleti'nin sınırları; Paris'te basılıp, Samsun'da ele geçirilen bir haritaya göre, eski Pontus Devleti'nin sınırlarından, batıya doğru taşıyordu. Diğer bir anlatımla Batum'dan İnebolu'ya kadar, yani bütün Karadeniz boyunca uzanıyordu. Saymak gerekirse; Rize, Trabzon, Giresun, Samsun ve Sinop ile birlikte Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Şebinkarahisar, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve kısmen Erzincan'ı içine alıyordu.
Pontus-Rum Devleti'ne merkez olarak da Samsun ili düşünülüyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere aslında, Pontus Devleti'nin, daha sonra aynı bölgede kurulan Trabzon Devleti'nin ve Pontus-Rum Devleti'nin birbirleriyle ilgisi yoktur.Doğu Karadeniz; Türk topraklarına katılışından sonraki yüzyıllar boyunca, Türk ve Rum halkın, aralarında hiçbir sorun olmadan yaşadığı bir bölge olmuştur. Bu bölgede yer alan Trabzon kenti, ekonomik yönden önemli merkezlerden biri olma özelliğini her dönemde sürdürmüştür
Trabzon; Birinci Dünya Savaşı öncesinde de ticaret hayatı,
zengin yerüstü ve yeraltı kaynaklarıyla en fazla ekonomik
canlılık gösteren kentlerimizdendir. Ancak savaş öncesinde Trabzon'u önemli kılan asıl faktör,askeri ve stratejik açıdan
çok önemli bir konumda bulunmasıydı. Çünkü Anadolu'nun içlerini İstanbul'a bağlayan demiryolları olmadığından
Trabzon, III. Ordu için askerlik açısından büyük önem taşımaktaydı.
Deniz yoluyla sağlanan,İstanbul - Erzurum arasındaki en kısa yol üzerinde bulunuyordu. Pontus-Rum Devleti ile ilgili çalışmalar,1908 Devrimi'nden sonra uygulamaya konulacaktır. 1912 Balkan Savaşı ile artan bu çalışmalar, Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte, uluslar arası bir gündem konusu olacaktır.Yunanlılar, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine, bu bölgeyi ele geçirmek için tarihsel bir fırsat yakaladıklarına inanıyorlardı. Ama bu türlü hayalci politik çıkarların, Türkiye topraklar üzerinde gerçekleşemeyeceğini ve Anadolu'nun 1.000 yıllık Türk Yurdu olduğunu unutmuş görünüyorlardı.
Yunanlılar, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine, bu bölgeyi ele geçirmek için tarihsel bir fırsat yakaladıklarına inanıyorlardı. Ama bu türlü hayalci politik çıkarların , Türkiye topraklar üzerinde gerçekleşemeyeceğini ve Anadolu'nun 1.000 yıllık Türk Yurdu olduğunu unutmuş görünüyorlardı.


PONTUS DEVLETİ KURMA ÇABALARI


Türkiye toprakları üzerinde ilk Pontus örgütlenmesi, İnebolu'da, halkın Manastır adını verdiği bir tepede, Rum asıllı ABDli papaz olan Klematios tarafından gerçekleştirilmişti. Pontus Derneği ise, 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji'nde gizli olarak kurulmuş ve onu, 1908'de Samsun'daki Yasal Savunma ve daha sonra Kutsal Anadolu Rum Dernekleri izlemiştir. Böylece Pontus örgütlenmesi genişlemiş ve Batum'dan İnebolu'ya kadar olan bütün Karadeniz Bölgesi'nde bir çok şubeler açılmıştır.
Rum-Pontus Derneği; Birinci Dünya Savaşı ve ardındaki yıllarda Karadeniz Bölgesi'nde bir çok etkinlikte bulunacak ve geniş çapta Türk soykırımına neden olacaktır. Yasal Savunma Derneği, bütün Anadolu'yu içine alan silahlanmış bir örgüt meydana getirmekle görevliydi. Bu derneğin Samsun Metropolithanesi'nde elde edilen tüzüğüne göre: Ünye, Fatsa, Kırşehir, Kavak, İnebolu, Havza, Çarşamba, Bafra, Sinop, Kayseri, Ürgüp ve Tokat'ta şubeleri vardı. Yaşı 20'nin üstünde olan her erkeğe silah dağıtılmıştı. Kutsal Anadolu Rum Derneği, bu derneğe para toplamak, örgüte girmeyen veya yardım etmeyenleri korkutmak ve yurt dışı ile haberleşmede bulunmak amacıyla kurulmuştu. 1908 Devrimi'nin hemen ardından Amasya Metropoliti Germanos tarafından ilk silahlı milis örgütü kurulmuştur. Pontus Derneği 1909 yılında Trabzon Metropoliti aracılığıyla Atina'daki Küçük Asya Derneği'nin yönetimi altına girmiş ve bu dernek, yayınladığı Pontus adlı bir kitapçık ile programını belirlemiştir.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar Pontus-Rum Devleti'nin kurulması bir düşünce konumunda iken, savaşın çıkışıyla birlikte uygulamaya başlanmıştır. Daha savaş öncesinde İtilaf Devletleri, Trabzon'da Pontusçuların lideri Metropolid Hrisantos ile anlaşarak, Türkiye'nin içeriden çökertilmesi için anlaşmaya varmışlardı. Bu düşünce ile, Türk orduları cephelerde savaşırken, bir yandan düşmana casusluk yapmışlar, diğer yandan bölge Rumları'na silah dağıtmışlardır. Bunun için de, Kafkasya'daki Rum tüccarlar ve Batum'da oluşturulan bir komite aracılığı ile Trabzon ve Samsun'a gizlice gönderilmiştir.
Savaş sırasında seferberlik emrine uymayan Rumlar, firar ederek Rum Çeteleri'ne katılmışlar ve Türk jandarması ile çatışmalara girmişlerdir. Türk ahaliye karşı çalışan bu çetelerin amaçları:
1) Halkı korkutmak,
2) Nüfusu azaltmak,
3) Köyleri yakıp yıkmak,
4) Hükümeti zayıf düşürmek,
5) Orduyu zayıflatmak,
6) Düşmana destek sağlamak,
7) Bölgede Rum varlığını kanıtlamak,
8) Pontus emellerini gerçekleştirmektir.
Birinci Dünya Savaşı'nın ilk önemli Rum Çetesi Bafra'da ortaya çıkmıştır. Bu Rum çetesinin ilk faaliyeti, Kasnakçı Mermer köyünden iki Türk'ü diri diri yakmak suretiyle olmuştur. Bunun ardından bir Türk köyü olan Çağşur'u yakmışlar ve halkını da çocuk, yaşlı, kadın demeden öldürmüşlerdir. Rum çetelerin yardımıyla Ruslar, 1916'da Trabzon'u ve Doğu Karadeniz'i işgal ettiler. Ruslarla işbirliği yapan Rumlar, Belediye Meclisi'nin tamamen Rumlardan oluşmasını sağladılar. Rus işgali ile çevredeki Türk köylerine Pontusçuların baskını, artarak devam etmiştir.
Pontus faaliyetleri, daha sonra Rusya, Yunanistan, Avrupa ve Amerika'da da hızlanmış ve uluslararası bir boyut kazanmıştır. Örneğin 5 Mayıs 1917'de Tiflis'te "Yunanistan Kafkaslar Kongresi" yapılmıştır. Bir başka konferans, Karadeniz kıyı şehirlerinde yaşayan Rumların temsilcileri ile 1917 Ekim ayı Ortalarında Atina'da yapılmıştır. Bundan amaç, Sovyetleri'nin desteği ile yaratılan olumlu havadan yararlanarak, Karadeniz kıyısında yaşayan bütün Rumları, bağımsız bir devlet altında birleştirmekti. Yine 1917'de Paris'te "Pontus Milli Merkezi" kurulmuş, ayrıca ABD'de aynı amaçla özel bir komite oluşturulmuştur. Eylül 1917 tarihinden itibaren de Paris'te Fransızca olarak "Journal, Des Hellenes" ve "Mediterranee Orientale", Londra'da "Esperia" ve Atina'da yayınlanan çeşitli gazete ve bültenlerle, yoğun bir propaganda başlatılmıştır.
Hatta bu sırada Batum'da, aslen Rum olan Rus subaylarından General Anonya'nın başkanlığında bir Rum tümeni kurulmuştur. Bu tümenin sayısı, 12.000 kişiye yükselmiş ve 50.000'e çıkarılması için hazırlıklar yapılmıştır.
Fakat 1917 Bolşevik Devrimi üzerine bu tümen dağıtılmıştır. Yalnız arta kalanları Türkiye'ye geçerek, yurt içindeki çetelerin kumandasını üstlenmiştir. Batum'daki bu Pontus faaliyetleri daha sonra Pontus Milli Meclisi'nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Pont Ökzen ve çevresi halkından oluşup; ABD, İsviçre, İngiltere, Yunanistan, Mısır ve diğer ülkelerdeki temsilcilerin katılmasıyla Marsilya'da bir kongre düzenlendi. Temmuz 1918'de Pontus'un bağımsızlığının ve Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkaslara giden Rumların eski vatanlarına dönme arzularının dile getirildiği bir başka Pontus Kongresi de Baku'de toplanmıştır. Sonunda Ekim 1918'de ve Batum'da, Pontus Ulusal Merkezi kurulmuştur. Sonuç olarak Mondros Antlaşması imzalandığı zaman, Türkiye dışındaki Pontus organizasyonu büyük oranda tamamlanmıştır.
Mondros Antlaşması'ndan önce Pontus Sorunu ile ilgili en önemli kongre; 4 şubat 1918'de Konstantin Konstantinides tarafından Marsilya'da yapılmıştır. Konstantinides kongrede yaptığı konuşmada, Pontusçuların özgürlüklerine kavuşmak için çaba harcadığını belirtmiş ve onların faaliyetlerini, propaganda araçlarını, Pontus Devleti'nin sınırlarını, tarihsel geçmişini ve hatta, Pontus Bölgesi'nin Türk ve Hıristiyan halkının nüfusunu da vermiştir.
1918 Kasım'ında Pontus'un ulusal istekleri konusunda büyük devletlere verilen notada, sınırlar böyle belirtiliyordu: "Doğuda Batum, güneyde Ermenistan ve batıda Sinop'un batısına kadar uzanan muhteşem Pontus Eyaleti. Bu eyalet, ulusların kendi geleceklerini belirleme ilkelerine dayanacak, müttefik kuvvetler ve ABD, eski Trabzon İmparatorluğu'nu yeniden kuracak ve özerk bir cumhuriyet konumuna getirilecektir. ,
Rus işgali sona erip, Türk Ordusu'nun Doğu Karadeniz'i geri alması
üzerine Pontusçular, Mondros Antlaşması'na kadar faaliyetlerini
gizlice sürdürmek zorunda kalmışlardır. Amaçlarına ulaşmak için
daha çok kilise, okul, ticarethane ve kulüpleri kullanmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Pontusçuluk, Türklerin Doğu Karadeniz'de yeniden üstünlük kurması ile bir süre yer altına inmiştir.
Fakat en küçük fırsatı bile değerlendiren Yunanistan, içte de Patrikhanenin yardımıyla sık sık bu sorunu gündeme getirecek, bununla da kalınmayarak, büyük devletlerin desteğiyle ödünler koparmaya çalışacaktır.

KURTULUŞ SAVAŞI'NDA PONTUS SORUNU


Kurtuluş Savaşı'nda Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki Rum faaliyetlerinin temelini Pontus Sorunu oluşturmaktaydı. Çünkü Mondros Antlaşması işgalcilere, çıkarlarının tehlikede olduğu her yerde duruma el koyma hakkını veriyordu. Bu karar, Türk ve Hıristiyan nüfusun, birbirine karşıt olarak harekete geçmesine neden olacaktı.
Yine Mondros'un 24. maddesi ile; Pontus ve Ermeni komitelerini harekete geçirip kargaşalıklar çıkartarak Doğu Anadolu'yu işgal ettikten sonra, içte bir Ermenistan, Karadeniz kıyılarynda da bir Pontus Rum Devleti kurulmak isteniyordu.Antlaşmanın Yunanistan'a sağladığı diğer önemli bir üstünlük de, Türk Donanması'nın etkisiz bırakılmasıydı. Bu durumda Yunanistan ve işgal devletleri; Karadeniz kıyılarına serbestçe girebilecek ve bölge Rumlarını kışkırttıkları gibi, onlara her türlü yardımı yapabilecekti. Böylece, bölgede başlatılan bir Rum Ayaklanması ile Türk Ordusu iki yandan kuşatılarak yok edilebilirdi.
Ateşkesten sonra Pontuslu Rumlar, bir yandan diplomatik çalışmalarını yoğunlaştırmışlar ve öte yandan bölgede nüfus üstünlüğünü sağlamak amacıyla dışarıdan göçmen getirmişlerdir. Yurt dışındaki şubeler aracılığıyla dünya kamuoyunu yanıltmak ve Rum Çetelerin gerçek yüzünü gizlemek için, her türlü aracı kullanmışlardır. Ayrıca içeride de yoğun bir çetecilik faaliyetlerine yönelmişlerdir.
Diğer yandan Yunan Başbakanı Venizelos, Ege Denizi'nin tam ortasında olan Skiros adasını "gençliğimden beri Helenizm'in coğrafi merkezi saymışımdır" demektedir. Avrupa'da da; Türkler aleyhine geniş bir propaganda başlatılmış ve Hıristiyanların öldürüldüğü, onlara işkence yapıldığı, işgalci devletlerin askeri kontrolünde olmayan Karadeniz kıyılarında Rumların soykırıma uğradığı, abartılı istatistiklerle verilmiştir.
Bütün bu propagandanın amacı, Yunanistan'ın etki alanını genişletmek ve büyük bir Yunanistan'ın "Güney Avrupa'nın ileri hatlarında Batı Uygarlığı'nın güçlü bir bekçisi ve Avrupa barışının bir güvencesi" olacağı inancını yaygınlaştırmaktı. Pontus Sorunu, Paris Barış Konferansı'nın gündemine geldiğinde, bu sorun ile ilgili siyasi faaliyetlerin ağırlık merkezi Avrupa'ya kaymıştı. Yunan basını sadece İzmir için değil, İstanbul hatta Karadeniz Bölgesi için de propaganda yapmaktaydı.
Konstantinidis, Rum nüfusunu da yaklaşık 2 milyon olarak vermektedir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na göre, yapılan istatistikler ve çizilen sınırlar gerçek dışıdır. Pontus Rumlarının çoğunluğu; halkı karışık olan, barışı korumak için mandater bir devletin idaresinde bulunacak olan yeni Ermeni Devleti'nin önerilen sınırları içine kalacaktır. Bu da Pontus Rumlarına, istedikleri bir "Ulusal Yurt" vermiş olacaktır.
Şubat 1919'da Patrikhane tarafından İstanbul'da düzenlenen Pontus Kongresi'nde, kendi geleceğini belirlemek, bağımsızlık ve daha sonra Pontus'un Yunanistan ile birleştirmek, kararlaştırılmıştır.
4 Mart 1919'da İstanbul'da yayınlanmaya başlayan "Pontus" adlı Rumca gazete, ilk sayısında Trabzon ilinde bir Rum Cumhuriyeti'nin kurulması amacıyla çıktığını ilan ediyordu. Trabzon Metropoliti'ne göre Pontus Bölgesi, Trabzon, Karahisar ve Amasya sancaklarının tamamı ile Sivas ve Kastamonu vilayetlerinin bir kısmını içine almaktadır.
Paris Barış Konferansı'na Doğu Karadeniz bölgesi için verilen nüfus istatistiklerinin farklı ve abartılarak verildiği dikkati çekmektedir. Bunun en önemli nedeni, bölgede Rumların hiçbir yerde çoğunluğu teşkil edememeleridir. Bölgenin nüfus yapısı ile ilgili ileri sürülen rakamlar, birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin Venizelos'un nüfus kaynağı 1912'de Fener Patrikhanesi tarafından yapılan istatistik bilgilerinden oluşmaktadır. Özellikle politik amaçlar taşıyan bu türlü rakamlar, gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Hal böyle olunca, yine en çok güvenilir olan ve doğruyu yansıtan, Osmanlı Devleti'nin resmi istatistikleri olmaktadır.
Bu konuda bir orantı vermek gerekirse, Türk nüfusu, Rum nüfusunun 10 katıdır. Buna karşın, Türkiye'den bağımsız bir Pontus Devleti için, olabildiğince büyük toprak koparmak ve Yunanistan'daki gönüllüleri buraya taşımak amaçlanıyordu. Bu konuda bir Pontus Ordusu kurulması ve bu ordunun, İngiliz makamlarının kontrolünde olması düşünülüyordu.


PONTUSÇULUĞUN SONU


1920 sonlarına doğru Karadeniz kıyılarında, Samsun, Çarşamba, Bafra, Erbaa, Zile'deki Rum köylerinde, Rumlar geniş çete faaliyetlerine giriştiler. Başlangıçta 6-7 bin silahlı kadar tahmin edilen Pontusçular, daha sonra 25 bin kadar silahlı kuvvete ulaştılar.
Bu durumda Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günlerinde Ankara Hükümeti, askeri önlemler almak zorunda kaldı. 1920 sonu ve 1921 başlarında III. ve XV. Kolordular, bu bölgelere önemli askerî birlikler gönderdiler. Daha sonra III. Kolordu, Birinci Merkez Ordusu şekline konuldu ve Pontus sorunu, bu orduya bırakıldı. 1921 yılı boyunca, yoğun bir faaliyet yaşandı.
Bu hareketlerde Pontusçulara ait 117 büyük sığınak tahrip edildi. Resmî makamlara göre 3.877 Pontusçu öldürüldü. Bu arada Pontusçular da, 439 Türk köyünü yaktılar, asker ve halktan önemli kayıplara neden oldular. Pontusçulara karşı hareketlerde bir ara ve özellikle 1921 sonunda 20.000 kişilik bir askerî kuvvetin bu bölgede kullanılmasını gerekti. Cephelerde düşmanla savaşılan günkü koşullar içinde böyle bir kuvveti bu bölgede alıkoymak, Türk Genelkurmayı için gerçekten büyük bir külfetti. Fakat 1921 sonunda ve 1922 başlarında Karadeniz Bölgesi'ndeki Rum nüfusunun Yunanistan'a taşınmasına başlandı. Bu durum, Karadeniz Bölgesi'ndeki Rum nüfusun ortadan kalkmasına ve Türkiye'de ulusal birliğin sağlanması yönünde önemli bir etken oldu.
Anadolu'nun bir Türk Yurdu olduğunu bütün dünyaya kanıtlayan ve dışarıdan planlanan senaryoların kabul edilmeyeceğini kanıtlayan Lozan Antlaşması, tüm sorunların çözüm belgesi oldu. İlginç ve önemlidir ki, Yunanistan'ın yıllardır dünya gündemine taşıdığı Pontus Sorunu ile ilgili olarak, Lozan Antlaşması'nda tek bir madde yer almadı.Sonuç olarak, konu ile ilgili saptamalarda bulunmak gerekirse:
1) İ.Ö. 301-63 yılları arasında yaşayan Pontus Devleti'nin, Grekçe kullanmak dışında, Yunanistan ile bir ilgisi yoktur.
2) Yunanlılar, Karadeniz de dahil olmak üzere, kurduklary koloni şehirlerine "vatan" gözüyle değil, "sömürge" olarak bakmışlardır.
3) İ.S. 1207-1461 yılları arasında yaşayan Trabzon Rum Devleti'nin de, Yunanistan ile bir ilgisi yoktur. "Rum" tanımlaması, "Roma/Doğu Roma/Bizans"tan gelmektedir. Doğudan yaklaşan Türkler, Anadolu toprakları için, genel bir adlandırma olarak Rum kelimesini kullanmışlardır. Eğer böyle olmasaydı, Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin de Yunanlı oldu?unu söylemek gerekecekti.
4) Karadeniz Bölgesi; hem Pontus Krallığı ve hem de Trabzon Rum İmparatorluğu'ndan daha uzun bir süredir, Türk egemenliğindedir ve onun da ötesinde "Türk Yurdu"dur. Bu durum, 540 yıl gibi uzun bir dönemde, Karadeniz Bölgesi'ne damgasını vuran tarihi eserlere bakılırsa, daha iyi anlaşılacaktır.
5) Bu bölge; Kurtuluş Savaşı ile birlikte ülke bütünlüğünü sağlayan ve bunu, tüm dünyaya kanıtlayan Türkiye Cumhuriyeti'nin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu durum, Karadeniz Bölgesi'nde yer alan şehirlerimizin sosyal, kültürel ve
nüfus bakımından anlaşılmaktadır.
6) 11 Eylül 2001 tarihinden sonra, dünyamızın her zamankinden daha çok barış ortamına ihtiyaç duyduğu açıkça görülmüştür. Yunanistan'ın, "Pontus" gibi, olmayacak hayallerin peşinden koşması, "dünya barışı" için son derece tehlikelidir.
7) Eğer bu türlü politikaların peşinden koşulacaksa, Yunanistan'ın, tarihsel Makedonya'nın sınırları içerisinde bulunan Selanik şehrini, öncelikle Makedonya'ya vermesi gerekir..
8) Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden beri "yurtta barış, dünyada barış" ilkesini benimsemiştir. Gün geçtikçe tüm dünya tarafından daha çok benimsenen bu ilke, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ne denli ileri görüşlü bir lider olduğunu ortaya koymaktadır.
9) Son olarak Yunanistan, bu yayılmacı tutumundan vazgeçmediği sürece, yanlış ve tehlikeli bir politikanın tüm sorumluluğunu, tüm dünyaya karşı açıklamak ve olası sonuçlarını kabullenmek zorundadır.
10) Türkiye Cumhuriyeti, komşularıyla ve tüm dünya ülkeleriyle, barış ve kardeşlik içerisinde uygarlık ve esenlik dolu ilişkiler kurma çabasındadır. Bu düşünce ile de, hiçbir ülkenin toprağında gözü yoktur. Başka ülkelere de, verecek bir karış toprağı bulunmamaktadır.a
 
Üst