Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER

Bu yazımızı okuyan bazılarının; "Türk'ün Peygamberi de nereden çıktı" dediklerini duyar gibiyim. Her şeye rağmen bir yaraya parmak basmak zorundayız.

Her kavme bir Peygamber gönderildiğine göre Türk Kavmine (milletine) gönderilen Peygamberi neden bilemiyoruz? Birer Türk olarak bunu bilmek bizim hakkımız değil midir? İşte bu müktesep haktan ve meraktan hareketle bu araştırmayı yapma lüzumunu gördük.

Türk denince, hemen ırkçılık damgası vuran, Arap-Fars dendiği zaman ağzının suyu akanların yanlış anlamalarına izin verilmemesi için öncelikle şu açıklamayı yapmak lüzumunu görüyoruz:

Hz. Muhammed, "Son Peygamber" olup, bütün Alemlere Rahmet olarak gönderildi.

Kainat onun hürmetine yaratıldı. Bütün İnsanlar, Cinler ve Peygamberler ondan Şefaat dileyecekler. O bütün kainatın Peygamberidir.

Diğer Peygamberler Kavim Peygamberidirler. Buna hiç birimizin itirazı yok.

Bu İman ve İnanç çerçevesi içerisinde kalarak, bu güne kadar diğer kavimlerin Peygamberlerinin bilindiğini, ancak Türk Kavmine gönderilen Peygamberin kasıtlı olarak gizlenmesi düşündürcüdür.

Şimdi Ayetlerin ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım: Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'inde; "Andolsun ki biz, Allah'a kulluk edin diye her Ümmet'e bir Peygamber gönderdik..."(Nahl s.36) buyurmaktadır.

Bir başka Ayetinde; "Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketi helak edici değildir."(Nahl s.59) buyurmaktadır. Her kavme mutlaka bir Peygamber gönderildiğini bu iki Ayet-i Kerime'den anlamaktayız.

Bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim'in babasının takma adının (Hazar Bölgesinden geldiği için) Azer olduğu, asıl adının Tarekh (Taruh) olduğu ve Tarekh, Tarıkh, Türükh'den hareketle TÜRK olduğunu ve KANTURA adında Türk bir hanımla evlendiğini beyan etmektedirler. Hz. Muhammed'in; "Kantura Oğullarına ilişmeyiniz. Mürüvvet, nimet ve saltanat onların olacak" mealinde bir de Hadisi vardır.

İbrahim tezinden hareketle, Hz. İsmail'in soyundan gelen Hz. Muhammed'in de
Türk olduğu ileri sürülmektedir. Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize ve Ailesine "Arab-ı Müstağribe" denilmektedir. Yani "Garip Arap, Yabancı Arap, sonradan Araplaşan" manalarına gelmektedir.

Yine Peyganber Efendimiz; "Ben Arabım, Arap benden değil" derken, bir bakıma "Arab-ı Müstağribe" olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Evs ve Hazreç kabilelerinden olan Hz. Muhammed'in KURT(Hazreç) kabilesinden olması bir tesadüf olabilir mi?

Mısır Kralı Mukavkis, Peygamber Efendimize dört Cariye (taze genç kız) gönderir. Bu dört kızın Türk Sahabi oldukları beyan edilmektedir.

Dedesi İbrahim'in geleneğine uyan Hz. Muhammed, Mariye İsimli Türk Kızı ile evlenir. Mariye'den oğlu İbrahim doğar.(Hz. Hüseyin de Türktür.Ayyıldız Yayınları) Bu konuya başka bir araştırmada geniş yer vereceğiz.

Biz asıl konumuza gelelim:

Türk'ün Peygamberini düşünüp dururken, Arslan BULUT'un "Türklüğün Yeni Dünya Düzeni" başlıklı araştırmasını okuyunca, Türk'ün Peygamberini öğrenmiş olduk. Ayrıca millet olarak nasıl aldatıldığımızı, uyutulduğumuzu acı bir şekilde öğrenmiş olduk. Hemen Yavuz Sultan Selim'in zamanına giderek, İran ve Mısır seferleri ile bağlantı kurduk:

Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır'a sefer yaptığında, İran'da ŞİA Mezhebinden yaklaşık 1000, Mısır'da EŞ'ARİ Mezhebinden yaklaşık 1000 dolayında Alimi, işsiz kaldıkları gerekçesi ile Anadolu ve İstanbul Medreselerine yerleştirmiştir. Yavuz Selim'in Alimlere olan saygısından dolayı yapmış olduğu en gafilce bu hata, Osmanlı'nın sonunu hazırlamıştır.

Yavuz'un İran ve Mısır'a sefer yapmasının asıl nedeni toprak olmayıp, İslam adına İslam'a zarar veren ŞİA ve EŞ'ARİ (şimdiki Vahhabilik) fitnesini bastırmak gayesini taşıyordu. Bir toplumu Alimler bozar, yine Alimler dizer.. Alim bozulursa Alem bozulur...

Aslında İran ve Mısır'daki Fitnenin ve sapıklığın müsebbipleri ve uygulayıcıları yine bu "Sapık Alimler" idi. O zaman İran'da, Humeyni gibi "Kadınlarla Fiil-i Livata'yı" meşru gören Sapık Mezhep İmamı Alimler mevcuttu.(Tavzihul Mesail-Tahrirul Vesile s.61-62)

Zamanın İstanbul ve Anadolu Üniversitelerinde Türk olup, AKILCILIĞA dayanan İmam-ı MATURİDİ'nin Ekolünün geçerli olduğu bir çağda, bu Sapık Alimlerin Medreselere yerleştirilmeleri sonucu, NAKİLCİLİĞE dayanan Arap ve Pers Ekolünün geçerli kılınması sonumuzu hazırlamıştır. Bu NAKİLCİLER aynı zamanda İCTİHAT KAPILARINI da kapatmışlardı. Bu dönemden sonra Osmanlı yeniliklere kapandığı için, gerilemeye başladı. Matbaa'nın 150 yıl kadar Osmanlı'ya girmesine engel olan Türk Alimler değil, İctihat Kapılarını kapatan işte bu Nakilci Sapık Alimlerdi.

Bu Sapık Alimler, Kur'an Tefsirlerimizle oynayarak Türk'ün Peygamberi ZULKARNEYN'in Rum Hükümdarı İSKENDER olduğunu ileri sürdüler. Bu durumda İskender'in Mü'min olması gerekirdi. Halbuki İskender, Tahrif Edilmiş bir Din olan Hristiyanlığa inanıyordu. Yavuz'un gününden bu güne kadar hala Tefsir ve Meallerimizde ŞİA ve EŞARİ'nin tesirini görmek mümkündür. Zülkarneyn'i "Veli mi, Nebi mi" tartışmasına sokan bu Alimler, Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilen 28 Peygamberi, Din Dersi kitaplarımıza 25 Peygamber olarak yazdırmayı başarmışlardır. Asıl amaçları, Türk'e gönderilen Peygamberden söz ettirmemek, onu yok saymaktır.

Vani Mehmet Efendi eserinde "Kehf Süresinde" kıssası geçen Zülkarneyn'in, Oğuz Han olduğuna işaret etmiştir. Kur'an-ı Kerim'in El Kehf Süresi'nde 85. Ayetten, 92. Ayete kadar Zulkarneyn'nin Kıssa'sı anlatılır: "O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş'in battığı yere(Okyanus kıyısına) vardığı zaman, Güneş'i (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu.- Sonra Zulkarneyn(doğuya doğru) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş'in doğduğu yere (uzak doğuya) vardığı zaman Güneş'i öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, Güneş'ten kendilerini koruyacak bir siper yapmamıştık.- Sonra da(güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol tuttu." Diye buyurulmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de, Zulkarneyn'nin Doğuya, Batıya ve Güneyden Kuzeye üç ayrı sefer yaptığı belirtilmektedir. Oğuz Han'ın 126 yıl süren Hanlığı sırasında, Turan ve Hindistan'a, Irak, İran, Şam ve Mısır'a kadar yürüdüğü, oralara Vali tayin edip, yurduna döndüğü anlaşılmaktadır.

Bilge Kağan Kitabelerinde şöyle diyor; "Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına (kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz olur) kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk Kağanı Ötüken'de oldukça, ülkede düzen bozulmaz."(A.Bulut)

Yine Vani Mehmet Efendiye göre, Oğuz Han'ın kurduğu hakimiyet ve yapmış olduğu seferler, Zulkarneyn'in yapmış olduğu seferlerle çok benzerlik arzetmektedir. Bu nedenle Oğuz Han adı ile anılan Türk'ün Peygamberi'nin ZULKARNEYN ile aynı kişi olduğu görüşü gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tarikçilere göre aynı dönemde yaşayan iki kişinin, aynı dönemde Dünya Hakimiyeti olamaz. Öyle ise bahsi geçen bu iki isim aynı kişidir denilmekltedir.

"Kaşgarlı Mahmut'un Divanında(C1.S.111-113) Uygurlar anlatılırken;

"Zülkarneyn, Uygur illerine geldiğinde Türk Hakanı ona 4000 kişi göndermiş. Bunların tuğlarında Şahin Kanatları takılı imiş. Bunlar hem öne, hem arkaya ok atarlarmış. Zülkarneyn, bunlara şaşmış kalmış ve güya Farsça; "inan khuz khurend" yani bunlar, kendi kendilerine geçinirler, başkalarının yiyeceğine muhtaç olmazlar. Çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlanıp yiyebilirler" demek istemiş."(E.Yavuz. Tarih Boyunca Türk Kavimleri. 224)

Uygur bölgesine gelen Zülkarneyn'e karşı Türk Hükümdarının 4000 kişiyi savaşmak için değil de, karşılamak için gönderdiğini anlıyoruz. Eğer Zülkarneyn'in Türklerle bir soy bağı olmasaydı, Türk Hakanı karşılama yerine, ona savaş açarak karşılık verebilirdi. Çünkü Zülkarneyn'e peşinen bir teslimiyet ve bağlılık görülmektedir. Bu durum, Zülkarneyn'in Oğuz Han olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

"Türk Han'dan, Oğuz Han'a kadar hüküm süren Hanları sayan ve Oğuz Han'ın, Kara Han'ın oğlu olduğunu belirten Ebulgazi Bahadır Han'a (Şecere-i terakkime) göre Türkler, Oğuz Han'dan üç nesil öncesine kadar Müslüman(yani Mü'min) idi."(A.Bulut-Türklüğün Yeni Dünya Düzeni)

Vani Mehmet Efendi'ye göre "Oğuz Han, Türklere Hanif Dini'ni öğretiyordu." Bu görüşe göre Oğuz Han, Hz. İbrahim'in dini olan Hanif Dini'ni yaymakta idi. Yani İslamiyet'ten 3700, günümüzden yaklaşık 5200 yıl önce Türkler Hanif Dini'ne inanıyorlardı ve Mü'min idiler.

Başka bir çalışmamızda "Şamanizm-Hanif Dini ve Şamanizm-İslam benzerliğine" ve Hz. Muhammed'in Kırk yaşına kadar Hanif Dinine inandığına değinmiştik. Belkide Tarihteki adı ile Şamanizm, Kur'an'daki adı ile Hanif olan bu din aynı dindir. Çünkü Tarihteki adı ile Oğuz Han, Kur'an'daki adı ile Zulkarneyn denen kişi eğer Hanif Dinini yaymış ise, bir kişi aynı anda hem Şaman, hem Hanif sayılır. Öyle ise bahsedilen din aynı dindir diyebiliriz.

Batı kaynaklı yalancı tarihçilerimiz, Türklerde "Yer Tanrı-Gök Tanrı" inancının hakim olduğunu iddia etmektedirler. Burada İki Tanrı ortaya çıkmaktadır. Asıl Tarihimiz ise Türklerde "Tek Tanrı İnancının Hakim olduğunu" yazmaktadır. Bu durumda bir çelişki gündeme gelmektedir.

Hani Türkler Tek Tanrıya inanıyorlardı? Bu iki Tanrı da nereden çıktı?

Buradaki yanlış şudur: Asırlarca Kitabelerimizi biz tercüme edemedik. İlk önce Çinliler tercüme ettiler. Çince'den Macarca'ya, Macarca'dan Fransızca'ya, oradan Türkçe'ye yanlış olarak tercüme edilen Kitabelerimiz, bize hatalı olarak ulaştılar. Çünkü bir dilde olan bir kelimenin tam karşılığı sayılan kelime başka bir dilde olmayabiliyor.

Biraz yakın veya benzeri kelime ile tercüme edilebilmektedir.

"Yer Tanrı-Gök Tanrı" ibaresine sadece "in" veya "ün" eki eklediğimiz takdirde kitabenin doğrusu ortaya çıkacaktır ve doğrusu "Yer (in) Gök (ün) Tanrısı" olduğu kolayca anlaşılacaktır. Böylece iki Tanrı inancı da ortadan kalkmış olacaktır.

Türkler, yaklaşık bundan 5200 yıl önce Tanrı'yı "Yerin-Göğün Tanrısı" olarak tarif etmişler. Bu görüş İslam İnancına en uygun görüştür. Yaklaşık bu inanıştan 3700 yıl sonra Nazil olan Kur'an-ı Kerim'de bu tarif şekli, aynen Ayet olarak yerini almıştır.

Kur'an'da "Rabbussemevatü vel ard" olarak yerini alan bu Ayet'in meali, aynen Türklerin Tarifi gibidir: "Göklerin ve Yerin Rabbı" tanımı Dinlerin benzerliğini tescil etmektedir.

Şaman veya (Hanif) iken Mü'min olan Türkler, bu dinin tamamlayıcısı ve son din olan İslam ile tanışmakla daha da mükemmeliyet kazanmışlardır.

Tabii ki, bu arada İslamlaşalım derken Araplaşma ve Persleşme'den de kurtulamamışız. Tarih, dinlerin benzerliğinden dolayı Türklerin Müslümanlığı seçtiklerini yazıyor. İşte bu benzerliğin sırrı, Hanif (Şamanizm) Dininde yatmaktadır.

Attila Diyor ki; "Ben ve Milletim, Tanrının Kırbacıyız. Tanrı kendi yolunda çıkanları cezalandırmak için bizi göderdi." (DLT) O dönemde henüz Müslüman olmayan Attila'nın "Tanrının Kırbacıyız" sözünden, onun da Hanif olduğu manasını çıkarabiliriz. Sonuç olarak, Hanif Dininin Oğuz Han, İslam Dininin Osmanlı Türkü tarafından dünyaya yayıldığını görüyoruz. Takdiri
sizlere bırakıyorum. 12.10.1994- Mehmet Demir Atmalı. Gazeteci Yazar.

************************************************** *********

KAYNAK:

1-A. Fikri YAVUZ. Kur'an Meali.

2-Arslan BULUT. Türklüğün Yeni Dünya Düzeni-ORTADOĞU GAZT.

3-Bektaş "AYYILDIZ YAYINLARI".- Hz. Hüseyin de Türktür.

4-İmam Humeyni- Tavzihul Mesail ve Tahrirul Vesile adlı kitaplar

5-Kaşgarlı Mahmut- Divan-ı Lügat-it Türk.

6-Edip YAVUZ- Tarih Boyunca Türk Kavimleri.

Mehmet Demir Atmalı
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Sayın Mehmet Demir Atmalı'nın yazısını ilgi ile okudum. Teşekkür ederiz.

Öz kültürünü korumak ve bunun üzerine gelen yenilikleri süzüp yorumlayarak kültürünü köklerinden koparmadan sentezlemek, medeniyetlerin ve kültürlerin erimeden devamı için şart.

Bu bilinçle yapılan çalışma, zorlanan plansız ve kaba bir aşılamanın nelere mal olduğunu göstetiyor.



Zülkarneyn'in Türkler içine gönderilen bir peygamber olması yaşayan ve eskiden beri yaşlılar tarafından aktarılan bir bilgi idi. Bunun daha gerisi de var.


1) Osmanlılar, kendilerine gelen ilk peygamber'in Hz. Nuh olduğunu kabul ediyorlar ve şecerelerini Hz. Nuh'a dayandırıyorlar:

Hz. Adem insanın ilk atası.

İnsanın ikinci atası ise, Allah’ın, Adem’in teslim olmamış neslini tufanla ortadan kaldırdıktan sonra (bu olayın 13 000 - 12 000 yıl önce olduğu bilimce kanıtlanmış bulunuyor) sürmesine izin verdiği nesliyle Hz. Nuh’tur.

Hz. Nuh’ un 7 oğlu olduğu efsanelerde geçer, gemiden sağ çıkan 3 oğlu Ham, Sam ve Yafes’in soyu ise takip edilerek bilinir. Yafes Kuzey’e, Ham Güney’e, Sam da Batı’ya gönderilmiştir. Soy olarak Türk soyunun Hz. Nuh’un oğlu Yafes’ten türediği kabûl edilmektedir.

Hz. Musa aracılığı ile Allah’ın Kitaplı dinlerin ilkine gönderdiği kitap bu kutsanmayı anlatır. Hz. Nuh, Allah’a şöyle dua etmiştir: “Sam’ın (teslim olanın) Allah’ı Rab, Mübarek (kutlu) olsun… Allah, Yafes’e genişlik versin ve o Sam’ın çadırında otursun,” (tek Tanrı dininde kalsın ve Kitaba kavuşsun) (Tevrat, Tekvin 9/25-27).

Allah’a teslim olarak Yasef’in soyundan gelmiş olan Türklerin nesli ve Osmanlı Hanedanı’nın silsilesi, Osmanlı’dan geçip Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan 1094 Hicri / 1682 Miladi tarihli Haza’l – Kitâb Silsile – Nâmeye göre:

Hz. Nuh, Yafes, Ebu’l Haris, Ebu’l Haris oğlu Ebu’l Hâş, Ebu’l Hâş oğlu Mâçin, Mâçin oğlu Koy Han, Koy Han oğlu Nevmiş, Nevmiş Han oğlu Koy Han, Koy Han oğlu Bâtimur, Bâtimur Han oğlu Kurlugâ, Kurlugâ Han oğlu Kurcul, Kurcul Han Oğlu Süleyman, Süleyman Han oğlu Karaoğlan Han, Komaş Han, Amudî Han, Elcef Han, Karacâd Han, Cârsugâ Han, Kurtulmuş Han, Sevinc Han, Tuğrul Han, Baysu Han, Hamûn Han, Aytogmuş Han, Tuğrul Han, Baybek Han, Yalvah Han, Baysub Han, Argun Han, Gökalp Han, Munh Han, Kanı Han, Tuğrul Han, Yamak Han, Kızılboğa Han, Kasrı Han, Turc Han, Yektemür Han, Kasyadı Han, Artu Han, Gücbek Han, Başboğa Han, Başok Han, Toktemül Han, Sûga Han, Bâki Ağa, Kaynatun Han, Turgâ Han, Aykanlug Han, Bayındır Han, Kızılboğa Han, Kayaalp Han, Kayaalp oğlu Süleyman, Süleyman oğlu Ertuğrul, Ertuğrul oğlu Osman Gazi.



(Bu konuda kaynaklar: Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime: Türklerin Soy Kütüğü, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 22 - 24; Prof Bahaeddin Ögel'in Türk Mitolojisi, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti, 1971, Enstitü Yayınları, C.1. s. 381-382; Sadi Bayram'ın Kaynaklara göre Anadolu'da Proto-Türk İzleri, s. 40; Sadi Bayram, 2008 Aralık, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, s. 264.)


2) Nuh Tufanı'ndan sonra Orta-Asya'da, Tufan öncesi kültürlerinden de unsurlar taşıyarak Türklüğün nasıl oluştuğu ve Türklerin nasıl yayıldıkları, Muazzez İlmiye Çığ'ın eseri Sumerlilerde Tufan, Tufan'da Türkler (2008, Kaynak Yayınları) isimli eserinde kaynaklara dayanarak incelenmektedir.

Naçizane, bir kanımı paylaşmak isterim: Hiçbir varlık ve kavim sebepsiz yere yaratılmamıştır ve yaptıkları sebepsiz yere yaptırılmamaktadır; arkalarında Büyük İrade bu görevleri/kaderleri yönetmektedir. Türklerin, Tufan ve daha sonra da Orta-Asya'nın kuruması ile en eski çağlardan beri dünyaya yayılmaları sadece ekmek bahanesiyle olamaz. Eğer öyle olsa idi bugüne kadar ortadan silinmiş olmaları gerekirdi. Orta-Asya'da muhafaza edilmiş olan temiz Tanrı bilgisinin yayılmasına vasıta olmaları içindir. Bu sebeple her kavime gitmişler, bazıları ile karışmışlar, bu görevi yapmaktadırlar. Onun için pekçok kavimin ve peygamberin soyunda Türk olması şaşırtıcı değildir.

Saygılarımla,

İlhan Dülger
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Ben Türk'ün peygamberinden daha çok hangi arap kaynağında Hz. Muhammed'in arap olmadığı yazdığı oldu. Bütün arap ırkının kendisinde bulduğu yada bulmak istediği tek bir gurur kaynağı vardır. Arapların geçmişi başka milletlerin beşiklerinde sallanarak ve uyutularak geçmiştir. Geriye kalıyor tek bir şey. O da Hz Muhammed'in arap olduğudur. "Ben arapın çünkü peygamberimde araptı" diyerek kendilerine gurur kaynağı buluyorlar. Çünkü başka tutunacak dalları yok. Bu yüzden hangi arap kaynağı peygamberimize 'arap değildir' demiştir?
 

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Cevap: Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Arap yarım adasının tam ortasında dünyaya gelen bir peygamberin Türk olma olasılığı milyonda bir denecek kadar az.Böyle fantaziler kurmanın alemi yok bir yararı yok.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Canbulat, sizin için kaynakları tarayacağım.

Kültegin, peygamberlerin hepsi aynı soydandır. Hepsi de birbiri ile akrabadır.

Peygamberler tarihini okuyalı çok oldu aklımda kalan hepsinin akraba olduğu. Hatta öyle ki isa aleyhisselamdan önce peygamber zekeriya peygamberdi, eniştesiydi, yanlış hatırlamıyorsam, zekeriya peygamberin oğlu yahya peygamber de var. Kuzeni oluyor. Hristiyanlar tebliğci yahya diyorlar.

Bir dönem Namık Kemal Zeybek, peygamberlerin Sümerlere dayandığını ve hepsinin de Türk olduğunu belirtmişti ancak okumadım, kitabını araştırabilirim.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Türk Kavmine Gönderilen Peygamber

Ben araştırana kadar tv de daha yeni gündeme gelmiş bu konu;

Hz. Muhammed Türk müdür?



Hz. Muhammed’in Arap olmadığı kesindir. Zira onun soyu, aslında Arap olmamakla birlikte sonradan Araplaşan bir etnik kökene dayanmaktadır. Böyle olduğu için onun soyuna “Araplaşan Arap” ya da “Sonradan Araplaşan” anlamında “Arab-ı Müsta’ribe”, ya da “Arab-ı Mütearribe” denilmektedir. Bu görüş, hemen bütün bilimsel kaynakların benimsediği ortak bir görüştür(1). O zaman akıllara gelecek ilk soru “O halde Hz. Muhammed’in etnik kökeni nedir?” sorusudur.

Bu soruyu Columbia Üniversitesi Eski öğretim üyelerinden Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan ve eski bakanlardan Namık Kemal Zeybek’e sorarsanız hiç düşünmeden “TÜRKTÜR” cevabını alırsınız. Çünkü her ikisi de bu konudaki görüşlerini Türk ve Dünya kamuoyu ile paylaşmış durumdalar. Adı geçenler, bu konudaki görüşlerini genelde Hz. İbrahim’in Sümerli, Sümerlerin de Türk olmasına dayandırmaktadırlar.

Namık Kemal Zeybek, bu konudaki görüşünü “Halka ve Olaylara Tercüman” gazetesinin 6.2.2005 tarihli sayısında bulunan “Hazreti İbrahim Sümerli mi?” başlıklı yazısında net bir şekilde ortaya koymuştur. Söz konusu yazısında şöyle diyor Namık Kemal Zeybek; “...En yüce insan olan Hazreti Muhammed, Hazreti İbrahim'in oğlu Hazreti İsmail'in soyundandır. Hazreti İbrahim, bir Sümerlidir... Sümerler Türk'tür... Öyleyse, Hazreti Muhammed soy olarak Türk'tür. Bunu dedim ve diyorum ki, böylesine yüce bir insanın Türk soylu olmasından kendisini Türk sayan herkes kıvanç ve övünç duyar. Ben de kıvanıyorum ve övünüyorum.”

Dün (10.05.2009) akşam Haber-Türk TV. kanalında yayınlanan “TEKE TEK” programının konuğu Ord. Prof. R.Oğuz Türkkan idi.

Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın sorularını yanıtlayan Reha Oğuz Türkkan’a kalırsa bu dünyadaki herkes, bu arada Hz. Muhammed de Türk’tür. Program sunucularının bu anlamdaki sorusuna hiç düşünmeden “EVET” cevabını verdi çünkü. Tarihçi Murat Bardakçı da kafasıyla hocayı tasdik etti. Reha Oğuz Türkkan, sadece Hz. İbrahim’i ve onun soyundan geldiği söylenen Hz. Muhammed’i Türk yapmakla kalmadı, ünlü fizikçi Albert Einstein’i de Türk yaptı.

Reha Oğuz Türkkan’a göre Einstein, Yahudi dinine mensup Hazar Türkü. Ayrıca ona göre; Rönesans’ın öncüleri olan Leonardo Da Vinci, Rafael ve diğer Floransalı sanatkârlar da Türkoğlu Türk’tür! Zira Floransa’nın bulunduğu bölge, Etrüsk medeniyetinin egemen olduğu bölgedir ve Etrüskler de Türk kökenlidir. E o zaman tabiatıyla Avrupa rönesansının Floransalı önderleri de Türk’tür. Ünlü yazar Arthur Koestler’in de bu görüşte olduğunu söyledi Reha Oğuz Türkkan.

Öte yandan Arthur Kostler’in “13.Kabile” adlı araştırmasında Aşkenaz Yahudilerinin tarih sahnesinden silinmiş olan Hazar Türkleri olduğu savını ortaya attığı, bu savın bilimsel çevrelerde halen tartışma konusu yapıldığı biliniyor(2). Albert Einstein’in ise Yahudi olduğu zaten bilinen bir gerçek. Reha Oğuz Türkkan’ın, “Einstein Türk’tür” iddiası da muhtemelen Aşkenaz Yahudileri’nin Yahudi Hazar Türkleri olduğu savı etrafında değerlendirilen bir iddiadır.

Ord. Prof. Reha Oğuz Türkan’ın, 1944 yılındaki ünlü “Türkçülük-Turancılık” davasında yargılananlardan olduğunu ve tüm hayatını hemen hemen bu konuya adadığını, Namık Kemal Zeybek’in de genelde bu terbiye ile yetiştiğini düşünürsek, onların ileri sürdükleri iddialara şüphe ile bakmamız kaçınılmazdır.

Dolayısıyla bu gibi adamlar, mensubu olduğu milleti yüceltmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu yüceltme işinin içine, Hz. İbrahim gibi insanlık tarihinin mümtaz bir şahsiyeti ve Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’i kendi milletine mensup olarak göstermek de dâhildir. Dolayısıyla, bu tür şahsiyetlerin iddialarına biraz “Hissi” nazarıyla bakılması kaçınılmazdır.

Bundan birkaç ay öncesiydi; ilahiyat profesörü M. Saim Yeprem’e Namık Kemal Zeybek’in iddialarını sorduğumda, hocanın bana verdiği cevap şu oldu:

“Geçenlerde Kendisiyle bir uçak yolculuğu yaptık. Bu konuda aramızda küçük bir tartışma geçti. Kendisine şu Arap atasözünü söyledim; -Zekeri küçük olanlar, dedelerinin zekerinin büyüklüğü ile övünürmüş!-“.

Ancak biz konuya Prof. Dr. M. Saim Yeprem gibi toptan retçi bir anlayışla yaklaşma niyetinde değiliz. Çünkü Hz. İbrahim ile Türkler’i, dolayısıyla Türklerle Hz. Muhammed’i yan yana getirmeye çalışan başka ciddi araştırmalar da bulunmaktadır.

Bu konuda çalışma yapanlardan birisi de Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’dır. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, “Hz. Peygamber’in Hadislerinde Türkler ve Türklerle İlgili Hadislerin Ortaya Koyduğu Yeni Hikâyeler” isimli kitabında ciddi hadis kaynaklarının taranmasıyla elde edilmiş birçok hadise yer vermiştir. Hz. Peygamber’in bu hadislerinde Türkler’den daha çok “Kantura Oğulları” anlamında “Benî Kantura” olarak bahsedilmektedir.

Bu konudaki iddialardan birisi, Türkler’in, Hz. İbrahim’in, “Kantura” isimli hatunla evlenmesinden türedikleri konusundaki iddiadır. Bu anlamda Türklerle Hz. Muhammed, amcazade oluyorlar. Yani yakın akraba!

Ancak bize göre; Türkler’in Hz. İbrahim’in “Kantura” isimli kadınla evlenmesinden türemesi değil, Hz. İbrahim’in “Kantura” isimli bir Türk kızıyla da evlenmiş olduğu iddiası çok daha akla yatkın gözüküyor.

Peki; gerçekte Hz. İbrahim “Kantura” isimli bir bayanla evlenmiş midir ve “Kantura” gerçekten de Türk müdür? Bilmiyoruz.

Ancak Tevrat’ta Hz. İbrahim’in “Ketura” isimli bir kadınla evlendiğinden bahsedilmektedir. Bu “Ketura” ismi, muhtemelen bazı kaynaklara “Kantura” olarak geçmiş bulunmaktadır.

Hz. İbrahim’in Türklüğü meselesine gelince: Onun Türklüğü tamamen Sümerli oluşuyla alakalı bir konudur. Hz. İbrahim’in arkeolojik buluntularla da desteklenen(3) Tevrat kaynaklı hayat hikâyesine bakılırsa; onun hemen bütün hayatının Sümerlerle Hititler’in egemen olduğu bir coğrafyada geçtiği görülür.

Zira o, Sümerler’in hakim olduğu Güney Mezopotamya’daki Ur şehrinde doğmuş, sonra babası ve kardeşleriyle birlikte Mezopotamya’nın Hititler’in egemen olduğu kuzey kısmındaki Urfa (Harran) şehrine gelerek oraya yerleşmiş, oradan Filistin ve Mısır’a kadar gitmiş, sonra geri dönerek bugünkü Filistin topraklarına yerleşmiştir. Hayatı incelendiğinde, Hz. İbrahim’in bir ayağının sürekli bugünkü Urfa (Harran) civarında olduğu görülür. Zira babası Azer (Terah) orada ölmüş. Kardeşi Nahor ise yine orada hayat sürmüştür. Hz. İbrahim oğlu İshak’ı ısrarla Urfa’daki akrabalarının kızlarından birisiyle evlendirmek istemiş ve bu yüzden kardeşi Nahor’un kızı Rebeka’yı oğlu İshak’a eş olarak almıştır. Yani içlerinde yaşadığı toplum olan Arap asıllı Filistinlilere hiçbir şekilde itibar etmemiş, böylece kanlarının bozulmasına müsaade etmemiş, soya önem vermiştir.

Hz. İbrahim’in hayat hikâyesine ve yaşadığı coğrafyaya bakılınca onun aynı zamanda bir tüccar olduğunu söyleyenler vardır. Bu görüştekilere göre; onun Sümerlerin egemen olduğu Güney Mezopotamya’dan kalkıp, Kuzey’de Hititlerin (ya da Hattilerin) hâkimiyet sahası olan Kuzey Mezopotamya’ya yani Anadolu topraklarına gelmesi, oradan da Suriye, Filistin ve Mısır’a kadar gitmesi, zaman zaman da bir ticaret merkezi olan Mekke’ye kadar yolculuklar etmesi, tamamen onun bir tüccar olmasıyla açıklanmaktadır.

Bu görüştekilere göre; o, aynı zamanda canlı hayvan ticareti yapan ve bu sebeple sürü sahibi de olan bir tüccardır.

Tevrat’a göre; Filistin’de, Hititli Efron’dan, ölen eşine mezar yapmak için içinde bir mağarası (Makpela Mağarası) da bulunan tarla satın alması ve satın alma işleminin tamamen Hitit kanunlarına göre cereyan etmesi, Hititler’in o devirde Filistin bölgesinde de egemen olduklarını göstermektedir. Bu egemenlik, bizzat olabildiği gibi, vassallık şeklinde de olabilir. Ancak, Efron isimli bir Hititli’nin, Filistin’de satabileceği topraklarının bulunması, bu egemenliğin, vassallıktan öte, doğrudan işgal ve fetih anlamında bir hâkimiyet olduğunu gösteriyor.

Netice olarak; Hz. İbrahim’in peygamberlikten önce ve peygamberliği sırasında ticaretle uğraştığı(4) ve mallarını ve sürülerini satmak için birçok memleket dolaştığını söyleyebiliriz. Ayrıca onun doğup büyüdüğü toprakların Sümer hâkimiyetinde, seyahat ettiği, hayatının büyük bölümünü yaşadığı ve öldüğü toprakların da Hitit hâkimiyetinde olan topraklar olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumdadır(5). Şimdi bilimsel yönden kanıtlanması gereken, daha doğrusu kanıtlanması yönünde ciddi sonuçlara ulaşılmakla birlikte uluslar arası bilim çevrelerince kabul edilmesi gereken husus, Sümerlerin ve Hititler’in Türk kökenli olduklarının kesin bir şekilde ortaya konulmasıdır. Bu takdirde; soyunun Hz. İbrahim’e dayandığı söylenen Hz. Muhamed’in Türk soylu olduğu konusunda da çok ciddi bir adım atılmış olacaktır.

Şimdi denilecektir ki; Hz. İbrahim’in Sümer veya Hititlerin egemen olduğu coğrafyada yaşamış ve ölmüş olması, onun Sümerli veya Hititli olduğunu göstermez. Bu bakımdan Sümerlerin ve Hititler’in Türk oldukları kanıtlansa bile Hz. İbrahim’in Türk olduğu söylenemez. Doğrudur; söylenemez. Ancak bu iddia, en az 72 milyonluk Türkiye’de kendisini Türk hisseden bir insana, “Hayır Türk değildir” demek kadar abes bir iddia olur.

Sümerlerin Ur şehrinde doğan, kimilerine göre bu şehrin rahibi olacak kadar, kimilerine göre, saygın ve büyük bir tüccar olacak kadar toplumda tebarüz eden, daha sonra da Sümer ve Hitit topraklarında tevhid dinini yaymakla görevli bir insanı, o toplumların birer mensubu saymamak akılcı ve bilimsel değildir.

Arapların arasında yaşadığı için Arapça konuşmak zorunda kalan ve Arapça gelen bir vahyi ilk olarak Araplara tebliğ ettiği için Hz. Muhammed’e “Arap” denildiği biliniyor.

Böyle olunca; Sümerlerin ve Hititler’in arasında yaşadığı için Aramice, İbranice veya Süryanice konuşmak zorunda kalan ve kendisine muhtemelen bu dillerden birisinde gelen vahyi, bu dillerden birisini kullanarak tebliğ eden Hz. İbrahim’i, “Sümerli” veya “Hititli” saymamak, ikiyüzlülüğün tam da daniskası olacaktır.

Tıpkı Sümerli veya Hititli olan Hz. İbrahim’in soyundan geldiği söylenen Hz. Muhammed’e “Arap” demenin abesle iştigal etmek olduğu gibi...

11 Mayıs 2009
Ömer Sağlam
______________
1-Bu konu tarafımızca kaleme alınan “Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip” isimli eserde de inceleme konusu yapılmıştır.
2-http://tr.wikipedia.org/wiki/Arthur_Koestler).
3- Bu konuda Muazzez İlmiye Çığ’ın kitaplaarına bakılabilir.
4-Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, TEKE TEK programında Hz. İbrahim’in peygamberlik gelmeden önce Ur şehrinin rahibi olduğunu, Peygamberlik geldikten sonra, çok tanrılı bir dine mensup olan Sümer inancına karşı savaş açıp, putlarını kırması üzerine Sümer idaresiyle ters düştüğü için çevresinde dağınık ve zayıf bir şekilde yaşamakta olan İbrani kabilesinin başına geçerek Ur şehrini terk etmek zorunda kaldığını söylemiştir. Dini kaynaklarda, Hz. İbrahim’in put kırma işini, çocuk yaşlarda yaptığı, hatta babası Terah’ın put yapımıyla uğraştığı yazılıdır. Oysa Hz. İbrahim’in, Ur şehrinden çıkarken babası Terah’ı da beraberinde getirdiği ve yaşlı Terah’ın Urfa’da öldüğü biliniyor. Eğer, İbrahim put kırma işini çocuk yaşta yapsaydı, putperest olan babasının da bir nevi sürgüne gönderilmesi gerekmezdi. Bizim de kanaatimiz, Hz. İbrahim’in bu işi, tevhit dininin peygamberi olmasından sonra yaptığı yönündedir. Tıpkı torunu(!) Hz. Muhammed’in, Kâbe’deki putları kırma işini Mekke’nin fethi sonrasına bırakması gibi...
5- Şahsen biz, Hz. İbrahim’in kabrinin de Filistin bölgesinde değil, Harran’da, yani bugünkü Şanlıurfa civarında olduğuna inanmak istiyoruz. Çünkü Hz. İbrahim’in hayatında Urfa bölgesinin özel bir yeri vardır. Hem babası Terah, hem de kardeşi Nahor orada yaşamış ve ölmüşlerdir. Oğlu İshak’ı oradan bir kızla evlendirmiştir. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in, öldükten sonra Harran bölgesine defnedilmeyi çocuklarına vasiyet etmesi kuvvetle muhtemeldir.
 
Üst