Yeryüzünün her yönünü gösterircesine büyüyen budaklarında çıkan kahverengi tomurcuklar, ardından açılan yemyeşil yaprakların ülkesi ağaç, dünya üzerinde insanoğlundan çok daha eski bir varlığa sahiptir...
Üç yüz bin yıl önce ortaya çıkan ilk çağcıl kişiler, karşıtlıklar felsefesini bile kıskandıracak biçimde ağacın gökyüzünden vuran yıldırımla ateşin kaynağı olduğunu öğrenir. Bu ateşin kaynağı ise ölüm üzerinden insanoğluna sağlanan hayat sıcaklığıdır aslında ...
Zaman içerisinde kişioğlu, ağacın yalnızca odun olmadığını, aynı zamanda uzak bir seyahat esnasında yorucu sıcaklıktan bunalan bir yolcu için, o an gerçekten hayat suyu kadar değerli gölge anlamını ifade ettiğini de öğrenmiştir. Bu da ağacın hayat üzerinden hayat serinliğini sağlamasıdır ...
Ağacın kışın yanarak, yazın ise tüm yeşillik gücüyle yaşayarak kişiye sıcaklık ve serinliğin kaynağını oluşturması kişioğlunun, zaman zaman kendisine hakkından gelinmesi gereken bir düşman olarak algılanmasına kadar varacak doğayla tanışması yolunu açmıştır belki de ...
Bir ustanın elinde yine karşıtlıklar silsilesinden geçerek ölüm üzerinden başka bir biçime bürünmesi ve böylece yeni bir yaşam anlamını bulması da ağaca, insan dünyasında sahip olduğu dönüşüm içinde aslında manevi anlamda ölümsüzlük, ustanın düşüncelerine ise sanatsal sonsuzluk boyutunu katmaktadır.
Dünyanın çoğu kültüründe önemli bir yere sahip ağaç, hayat ağacı ya da onun daha az oranda bilinen ölüm ağacı (hayat ağacının köklerinin yukarı doğru baktığı biçimi) kültleri biçiminde varlığını sürdürmektedir. Aslında bu iki inanış biçimi de Kamlık inancında Dünya ağacında birleşmektedir, çünkü bu ağaçta hem yaşam hem de ölüm bir aradadır. Zaten karşıtlıklar birlikteliğinin ifadesi olan ağaç dünyanın birçok eski kültüründe yer aldığı mitolojik boyuttan inanç vadisine inerek örneğin tektanrılı dinlerde iyilik ve kötülük anlayışına dayalı bilginin öğrenilme kaynağı olarak karşımıza yeniden çıkmaktadır. Bu haliyle hayat ağacı bir anlamda bilge ağacı duruma gelerek Havva ya da Eva olarak biçimine dönüşerek onun üzerinden varlığına devam etmektedir. Ağacın meyvesine dokunduğuna inanılan Eva sözcüğünün anlamının “hayat” olması bu bakımdan çok anlamlıdır aslında...
Türklerde de tarihin derinliklerinden beri inanışların odağını, masal ve destanların konusunu ve hayatın beşiğini oluşturmuştur. Ağaç Türk kültür yaşantısının içerisinde her baharın gelmesiyle dirilen ve her güzün gelmesiyle sönen sonsuz bir hayat sürecini temsil etmekteydi. Belki de hayat ağacı olarak bilinen inanışın özünde bu dünya görüşü yatmaktadır, hayatın sonsuzluğu ...
Türklerde ağaç kutsaldı, ağaç yeşil doğanın simgesiydi. Doğa ise hayatın zaten özüydü...
Güçlü kökleri, geçmişi ve ataları, güçlü gövdesi şimdiki zamanı ve insanların şu anki yaşamını, güçlü budakları ise geleceği ve gelecek kuşakları, gelişmeyi temsil etmekteydi, hayat ağacının. Ağacın bütün üç kısmı da, daha doğrusu evrendeki üç dünya da aslında birbirine eşit bir denge üzerine bağlıydı ve birindeki bozulma hayat ağacının kendisinin de yok olmasına neden olabilirdi ...