Vakıflar Yasası

hazaryalı

-Otağ Hanı-
Katılım
26 May 2008
Mesajlar
131
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Vakıflar Yasasının TBMM'den geçtiği gün kaleme aldığım bir derlemeyi siz değerli forum arkadaşlarımla paylaşmak istedim.

************************************************************

Vakıflar yasası, DTP'nin desteği ile Hamiyetperver AKP’liler tarafından meclisten geçirildi...

Bu “Hamiyetperver” deyimi bana ait değil AKP’lilerin kendi söylemidir ve bu deyimin TDK sözlüğündeki anlamı şöyledir.

Hamiyetperver (sıfat, eskimiş Arapça §amiyyet + Farsça–perver)
“Hamiyetli”

Hamiyetli (sıfat)
Hamiyeti olan, hamiyet sahibi, hamiyetperver.

hamiyet (isim, eskimiş Arapça §amiyyet,)
Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası:
"İçinde müthiş bir harp taraftarlığı, bir vatanperverlik, bir hamiyet taşıyordu."- R. H. Karay.

İşte, kendilerini bu şekilde tanımlayanların çıkardığı “Vakıflar Yasası”, tek başına AKP’nin kapatılma sebebidir. Çünkü; hem Türkiye AB’ye üye olmadığı halde Avrupa Birliği direktifi ile çıkarılmıştır hem de devletin değiştirilemeyecek temel niteliklerinden olan laikliğe aykırıdır.

Söz konusu Vakıflar Yasası laikliğe neden aykırıdır:

1. Çünkü; Müslüman Türk vatandaşlarına verilmeyen hakları, gayrimüslim Türk vatandaşlarına ve yabancılara vermektedir ki, bu durum bir gruba ayrıcalık (kapitülasyon) tanımaktadır. Laik hukuk sisteminde; hiç kimseye, zümreye veya yabancılara ayrıcalık tanınmaz. Herkes kanun önünde eşit haklara sahiptir.

2. Çünkü; Türkiye’de bulunan hayır amaçlı geleneksel vakıfların, karşılıklılık ilkesine göre dev boyutlu küresel vakıflar ile boy ölçüşmesi mümkün değildir. Başta Avrupa olmak üzere Batıdaki Vakıfların yapısı ile Osmanlı’dan gelen bir yapı olan Türkiye’deki vakıfların benzerliği yoktur. Sadece Osmanlı hakimiyetinde bulunmuş olması nedeniyle Yunanistan’daki vakıflar, birebir aynı olmamakla beraber, Türkiye’deki vakıflara benzemektedir.

3. Çünkü; Yasama ve Yürütmenin en temel ve vazgeçilmez görevi, Türk vatandaşlarının millî çıkarlarını ve haklarını diğer devletlere karşı korumak ve kendi vatandaşları arasında ayrımcılık yapmamak, ülke kalkınmasına ve çağdaş medeniyetler düzeyine yükseltilmesine yönelik yasalar çıkarmak ve uygulamaktır.

4. Çünkü; Millî ve Üniter bir devlet olan Türkiye’nin, çağdaş laik hukuk sisteminden vazgeçme lüksü yoktur. Bu nedenle; millî ve üniter bir devlette “ayrı hukuk sistemi talepleri” kabul edilemez.

5. Çünkü; Lozan’daki görüşmelerde siyasî ve idarî yetkileri olmadan Türkiye’de kalmasına izin verilen Fener Rum Patrikhanesinin uluslararası “Ekümeniklik” talebi, hukuk sistemimizden ayrı bir hukuk gerektirmekte olup laikliğe aykırıdır.

6. Çünkü; Ekümeniklik talebinin, özel statü talebi niteliğinde ve hukuk birliği gerektiren laik hukuk sistemine aykırı olduğu hususu, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin Haziran 2007’de verdiği karar ile de sabittir.

Bir ırk veya cemaati desteklemek üzere vakıf kurulması, Anayasamızın 10. maddesinde yazılı olan eşitlik ilkesine aykırı olup, hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla Cumhuriyetten önceki şer’i hükümlere uygun olarak kurulan cemaat vakıfları, bugünkü laik hukuk sistemimize ve Medeni Kanun’a uygun olarak kurulmuş yeni vakıflar gibi işletilemezler; faaliyetlerine Lozan’da ve Atatürk zamanında çıkarılan 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu’nda öngörülen statüde devam edebilirler.

Vakıflar Yasa Tasarısı ayrıca; Lozan Antlaşması’nın, 39, 40, 42 ve 45nci maddeleri hükümlerine de bütünüyle aykırıdır.

Laik hukuk sistemine göre herkesin kanun önünde eşit olduğu, dolayısıyla, gayrimüslim Türk vatandaşlarına, Müslüman Türk vatandaşlarına veya Yunanistan’daki Türk azınlığa verilmeyen hiçbir hakkın verilemeyeceği hususu unutulmamalı, Lozan’a, Anayasaya, Medeni Kanuna, Cumhuriyetimizin temel niteliklerinden biri olan laiklik ilkesine ve millî çıkarlarımıza aykırı olan Vakıflar Yasası için, CHP, MHP ve DSP derhal Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusunda bulunmalıdır.

**************************

Pürüzlü bir konu olan Patrikhane görüşmeleri Lozan’da uzun tartışmalara neden olmuştur. Türk heyetine göre savaş kazanılmış ve nüfusu 100 000’e varmayan İstanbul Rumları, İstanbul’da bir mahalli kilise ile yetinmeliydi. Böylece; Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, Suriye ve ABD gibi ülkelerde bulunan Rum kiliseleri için İstanbul’da Uluslararası bir dini makam olan Ortodoks Kilisesi’nin kalmasına ve devamına herhangi bir neden bulunamazdı. Ama karşı taraf için Patrikhane, Bizans’ın son hatırasıydı. Bu nedenle yalnız Yunanlılar değil diğer Hıristiyan delegelerde Patrikhane’nin varlığını korumak istiyorlardı. Bu nedenle de görüşmeler uzayıp gidiyordu.

Bu kapsamda yapılan görüşmeler kısaca şöyledir:

Müttefik Devletlerin; “ 01 Ağustos 1914’ten önce var olan biçimi ile; din, hayır ve öğretim işlerindeki özerkliklerin tanınması ve azınlıkların aile durumları ile kişisel statülerine ilişkin konularda çıkacak sorunların, bu azınlıkların göreneklerine göre çözülmesini öngören ve Türkiye’nin bu azınlıklara ait; kilise, havra, mezarlık ve din kurumlarına koruma sağlaması, onların vakıflarını, din ve hayır işleri kurumlarını tam olarak tanıması ve bu tür öteki özel kurumların da sağlanmış olan bu kolaylıklardan yararlandırması” şeklinde olarak verdikleri tasarının sekizinci maddesi, Türk Heyeti tarafından; Patrikhane’nin dünya işlerine ilişkin ayrıcalığının Türk devletine onaylatılması çabası olarak değerlendirilmiştir.
Venizolos, Türk hukukunun, 30 Kasım 1917 tarihli bir yasa ile, aile durumu ve kişisel konuları Şeriat Mahkemelerine bıraktığını bu durumda Hıristiyanların da bu konularda özel mahkemelerinin olması gerektiğini ileri sürmüştür.

Patrikhane’nin İstanbul dışına çıkarılmasına İngiltere; Hıristiyan dünyasının dinsel duygularını yaralayacağı gerekçesi ile karşı çıkmış ve Fransa’da bu görüşü desteklemiştir. Fransa, ayrıca, Patrikhane’nin İstanbul dışına çıkarılması halinde, Ortodoks dünyasının bir dini liderden yoksun kalacağını ileri sürmüştür. ABD’de Patrikhane’nin İstanbul dışına çıkarılmasına karşı görüş bildirmiştir.

Bu konunun sürekli olarak çözümsüz kalması üzerine daha sonra Fransa; “İstanbul’da kalacak bir patriğin Ortodoksların dinsel başkanı olması nedeniyle sınırlı yetkileri olmasını, yönetim ve siyasal yönden başka ülkelerdeki kiliselerle ve bağımsız İstanbul Kilisesi ile ilişkisinin olmaması ve Patrik’in Türk Hükümeti’nin uygun bulacağı adaylar arasından seçerek ruhani çalışmaların ötesine geçip geçmediğini denetleyebileceği” şeklinde bir öneri getirmiştir.
Bu arada Türk Heyeti de sunduğu bir bildiride “…Türk Hükümeti, Halifelik ile Devleti birbirinden ayıran demokratik bir rejim kurduğu için Osmanlı döneminde Müslüman olmayan topluluklara tanınan haklara son verildiğini ve azınlıkların, hayır, eğitim ve yardım kurumları ile devlet arasındaki ilişkilerin artık doğrudan yürütülmesi gerektiğini ve din adamlarının bundan böyle sadece ruhani işlerle ilgileneceklerini dolayısı ile Patrikhane’nin siyasal bir organ olarak kendisine bağlı kurumların ortadan kalkması nedeniyle Patrikhane’nin de varlık nedeni yitirdiğini…” bildirmiştir.

Bunun üzerine Fransa; Türk ve Yunan heyetlerine; “…bütün Ortodoks Kiliseleri üzerinde üstünlüğü olan “Evrensel Patrikhane”nin dünya işlerine ilişkin haklarına son verilerek İstanbul’da kalması…” temelinde bir anlaşmaya varmaları önerisini getirdi. Fakat yine uzlaşma sağlanamamıştır.

Alt komisyonlarda bu tartışmalar devam ederken Lord Curzon, siyasi ve idari yönden hiçbir yetkisi olmayan sadece dinsel yetkiler kullanacak bir Patrikhane’nin İstanbul’da kalması teklifini desteklemiştir.. Bunun üzerine İsmet Paşa; Patrikhane’nin bundan sonra siyasi ya da yönetime ilişkin hiçbir işe karışmayacağı, yalnızca dinsel alana giren işlerle ilgileneceği yönünde konferans önünde yapılan Müttefik ve Yunan açıklamalarını senet saydığını belirterek Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasını kabul etmiştir.

Konferansa verilen ara sırasında Patrikhane’nin İstanbul’da kalacağına dair TBMM’ye verilen bilgi tepki ile karşılanmıştır. Çünkü, TBMM bu konuda büyük hassasiyet göstermektedir. TBMM’ye; Patrikhanenin siyasi, idari ve adli yetkilerinden arındırılmış olarak İstanbul’da kalacağı söylenmiş olup “Patriklik” ünvanının kalıp kalmadığı sorusuna ise Rıza Nur “Her türlü vasfı gittikten sonra bunun bir öneminin olmadığı..” cevabını vermiştir.

Aslında, Patrikhane konusunda daha fazla ısrar edilmemesinin nedeni, azınlıklar kavramında, sadece gayrimüslimleri kapsamasının kabul ettirilmesinin daha önemli görülmesidir.

Böylece; 38 nci maddesi; “Bütün Türk vatandaşlarının; din, mezhep ve inanç özgürlüklerini güvence altına alırken, bu özgürlükleri ve hakları kamu düzenine bağlamıştır. Dolayısı ile Patrikhane’nin faaliyetleri bu koşula bağlıdır. Başta Patrik olmak üzere tüm papaz ve dinsel kişiler Türk uyruğunda olmak ve Türk Kanunlarına göre çalışmak zorundadır”.şeklinde olan Lozan Antlaşması 23 Temmuz 1924 günü imzalanmıştır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1. Türk Tarih Kurumu Sitesi
2. O günkü Tv haberleri
3. Yaşayan Lozan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını (2003)
 

ARIKBUKA

Halkla İlişkiler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
920
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Doğru hatırlıyorsam bu vakıflar yasasında dikkat edilecek bdiğer önemli bir konu da zamanında (gayrimüslim) vakıflar tarafından kullanılan ve kiralanan arazilerin de ilgili vakıflara geri verilmesini içeren ve bence vatana ihanet derecesinde gaflet dolu bir maddenin de içerikte bulunmasıdır.Bu maddeyle sayıları onbinlerle ifade edilebilen topluluklar İstanbul un ve hatta bir çok Anadolu şehrinin en güzel yerlerini zaptedebilecek ve daha da zenginleşebilecekler.Bu yazdığım belki de bu yasa dahilinde değildir ama böyle bir maddenin olduğundan eminim.Sanırım türban balonunun şişirildiği dönemde bunu birkaç aklıbaşında yazar da yazmıştı.Konu için teşekkürler hazaryalı, faydalı bir bilgi.
 

hazaryalı

-Otağ Hanı-
Katılım
26 May 2008
Mesajlar
131
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Sn. Prens Pars;

Doğru hatırlıyorsunuz, benim eksikliğimi tamamladığınız için de ayrıca teşekkürler.
 
Üst