Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya Chrome kullanmalısınız.
Yalnızlık nedir bilir misin?
Ya da neye benzer yalnızlık?...
Yalnızlık, milyar nüfuslu dünyada bir başına kaldığını düşünmektir.
Yalnızlık, kalabalığın ortasında sessizliğin sesini duymaktır...
Ve yalnızlık, sürekli hata yapmaktır.
Hayatına seni hak etmeyen insanları “yalnız kalmamak” adına almaktır.
Onlara hak etmedikleri değeri vermektir, onları adam yerine koymaktır...
Yalnızlık, yalnız kalmaktan korkmaktır aslında...
Yalnızlık duvarlarla konuşmaktan korkmaktır...
Başını koyup ağlayacak bir omuzu gerekli gereksiz aramaktır yalnızlık...
Ararken; omuz yerine, taşlara başını yaslamaktır yalnızlık,
taşları omuz sanmaktır...
Sonra o taşların altında kalmaktır yalnızlık,
o taşların canını yakmasıdır...
Ve bir gün, avaz avaz bağırarak,
kapıları tekmeleyerek
ağlayıp sonunda kendine gelmektir yalnızlık...
Kendine gelip yaşama yeniden sarılmaktır...
Yalnızlık, yalnızlıktan korkmaktır aslında...
Yoksa yalnızlık korkulası değildir...
(Ç)alıntı..
Gülersin, gülersin
Ve ağlarsın ardından
Bu, böyle
Lâkin
Gülmede de, ağlamada da bir ümit saklıyorum içimde
Bu ümidin de son nefese kadar orada kalmasını ümit ediyorum
Ümit o ki; hiçbir çile ve zorluk ruhu yıpratmasın
Bedeni yıpratabilir
Yorgun düşülür
Derman kalmaz
Düşünemez hâle gelir insan
Velâkin
Ruhu sıkı tutmalı ki, düşmesin!
Mühim olan o çünkü
Beden ne de olsa düşecek toprağa
Bir yaprak gibi düşecek
Bir kıvılcım gibi sönecek
Amma
Sıkı tut ki ruhunu, düşmesin!
…
(Ç)alıntıdır..
Kadınlar gittiklerinde arkalarında daha büyük
boşluklar bırakırlar.
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde “yetim-öksüz” kalan çok olur
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler,
özenle saklanmış küçülmüş giysiler,, dolap diplerindeki kurdeleler…
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker “sarıkız”.
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz
Değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir
Koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde…
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;
Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı,
bir bahçıvan, bir muhasebeci…
Bir anne gider…
Bir dost…
Bir arkadaş…
Bir sevgili…
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde;
övgüler,
uyarılar,
yakınmalar,
dualar
yetim kalır.
Kapı eşiğindeki “Dikkat et…” duyulmaz, annesi gitmiştir “geç kalma”nın.
Kadınlar,arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında
Ve bir kadın gittiğinde
pek çok “yetim” bırakmıştır arkasında
(Ç)-aLıntıdır....
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!
(Ç)alıntı..
Acıyı yüreğinde yaşayandır insan...
Kaybettiğini unutmayandır insan...
Her gün hatırlayan, her hatırladığında kaybettiğinin üzüntüsünü yüreğinden ve gözünden taşırandır insan...
Kapı çalar...
Sabahın erken saatlerinde... Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden “Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım” diye geçirirsiniz...
•••
Kapı çalar...
Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kâğıda bir imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. “Artık canım sıkılmayacak” deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız...
Kapı çalar...
Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu. Elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz “Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre...” Bu küçük hâdise neşelendiriverir ortalığı. Hatta koşup hanımınıza anlatırsınız.
•••
Kapı çalar...
Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. “Oğlum benim...” diye hasretle kucaklarken gözyaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutululuğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...
•••
Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız.
Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...
"Ve kapı çalmaz...!"
En büyük misafir gelir.
Âdetâ kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi, şaşırırsınız. “Niye haber vermedi?” diye içinizden geçirirken “Doğduğundan beri zile basmaktayım” der. Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.
Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir..
(Ç)..Alıntı
YAŞLI ADAM, karakolun üç-beş basamaklık merdivenini birkaç kez dinlenerek
çıktıktan sonra, ilk gördüğü memura yanaşarak:
- Kayıp ilânı vermek istiyorum evlâdım, dedi. Ne yapmam gerekiyor?
Polis memuru, her günkü raporlardan birini yazıyordu. Antika bir daktiloyu
takırdatıp dururken:
- Hallederiz bey amca, dedi. Herhalde torun kayboldu değil mi?
Yaşlı adam, dudakları titrerken:
- Annemi on yıldan beri görmedim, dedi. Babamı da belki en az yirmi yıl...
Polis, yazmayı bırakıp adama döndü. Bu iş elbette ki normal değildi.
İhtiyarın, susuzluktan çatlamış bir toprağı andıran ve bembeyaz sakallarla
çevrelenen yüzü, en az seksen yaşında olduğuna delildi.
Bu yüzden de elbetteki bunamış, anne ve babasının öldüğünü unutmuştu.
Yaşlı adam, yanındaki pencereden bakarken, parkın orta yerindeki ıhlamuru
gösterip:
- En vefalı dostum bu ağaç, dedi. Aynı yaşta olmalıyız herhalde. Ne zaman
dışarı çıksam gölgesinde dinlendim, kokusunu doya doya çektim içime. Ama o
da benim gibi kuruyor şimdi.
- Peki!.. diye lâfını kesti polis. Yakınlarınız yok mu? Dostunuz, akrabanız?
-Yakınlarım, şimdi çok uzaklarda, dedi adam. Dayım, amcam, teyzem, halam kim
varsa orda. Eşim de öyle. Sadece iki çocuğum hayatta.
Onlar da bu ihtiyardan bıktılar tabi.
Polis memuru, böyle tuhaf bir olaya ilk defa rastlıyordu. Herhalde en çıkar
yol, bir ilân verir gibi görünüyor olmaktı.
Zaten bu ihtiyarcık, karakoldan
çıkar çıkmaz her şeyi unuturdu. Masadan bir kâğıt kalem alarak:
- Peki dedecim, dedi. Sen ne istiyorsan öyle yapalım. "Annem ve babam
kayboldu" yazıyoruz değil mi?
Yaşlı adam, küçük bir çocuk gibi hıçkırırken:
- Yok be evlâdım!.. dedi. Kaybolan benim.
Annem ve babam bu ilânı
görürlerse, belki beni alırlar yanlarına..!
(Ç)**alıntıdır.
Beni bir mü'min kulun gördu.
Yanımdan geçiyordu, beni fark etti.
Durdu geri döndü, geldi.
Yüzüme uzun uzun baktı.
Önce gözleriyle, sonra elleriyle okşadı. Kokladı,
kokladı.
Bir öpücük kondurdu yanaklarıma ayrılmadan.
" Ne guzel yaratmış!" dedi sessizce.
İste o an, niçin var oldugumu anladım.
Melekler sardı etrafimızı ansızın, imrenerek seyrettiler olup biteni.
Görmedigi Rabbine görmüş gibi inanan bir insanın yuceliğini görduler.
Ve herseyi en ince ayrıntısıyla kaydettiler.
Çekilen resimlerde ben de vardim.
Ey dualara cevap veren Rabbim, ben cansız bir tohumdum.
Dualarımı kabul ettin, guzel bir çiçek oldum.
Senin kudretinle canlandım, Senin san'atınla süslendim, Senin lütfunla
güldüm.
Simdi bir duam daha kaldi mahşere sakladığım:
Beni gören gozleri ateşte yakma.
.(Ç).alinti
Herhalde bir gösteriş,
birine, aynı cinse, kadınsan
erkeğe, erkeksen kadına karşı
kendini beğendirme çabası, bir moda,
bir gelgeç ruh hali değil... Sempati.. İlgi..
Bağlılık.. Yüceltme.. Taçlandırma...
Sorumluluk duyma.. Yürekten
algılama. Bakışlarla anlaşma.
Ses tonuyla destek verme.
Kesintisiz ilişki..
Kayıp olmaz, yitmez.
Yoktan var olmaz bir duygu.
Bunların hepsi biraraya gelip,
zaman içinde gıdım gıdım birikerek
dostluğun çimentosunu oluşturuyor.
Gazetelerde okuyoruz. TV'lerde seyrediyoruz.
Sağda, solda konuşmalarda adı geçiyor:
Güzel yemek yeme dostu.. Edebiyat
dostu. Türk Sanat Müziği dostu.
Çocukların dostu.. Halkın
dostu.. Dostluklar
nasıl oluşuyor?
Unuttuk.. Bu hızlı
kent hayatı, dostluk
duygusunu, aklımızdan aldı..
Yüreğimizden çaldı. Nasrettin Hoca
bir Cuma günü camide cemaate namaz
kıldırmak üzere ezan okunsun diye bekliyormuş.
Bir adam gelmiş. "Hocam" demiş! "Eşeğimi
yitirdim..." Hoca da adama; "Şu namazı
kıldıralım, senin eşeğin çaresine
bakarız" demiş. Hoca namazı
kıldırmış, vaazını vermiş