Yunanistan'ın Megalo İdeası Varsa Türkiye'nin de Kızıl Elması Vardır !

Ayla Berkin

Onursal Üye
Katılım
13 Haz 2008
Mesajlar
386
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
Konum
Gazimagosa
Web sitesi
www.aylaberkin.com
YUNANİSTAN'IN MEGALO İDEASI VARSA
TÜRKİYE'NİN DE KIZIL ELMASI VARDIR !


BUNA GÖRE KIBRIS'TA ÇÖZÜM NASIL OLMALIDIR ?

İlk önce ada üzerinde yaşayan iki ayrı millet olduğunun kabulü ile başlanmalı çözüm çalışmalarına. Türk ve Rum. Bunların kökenleri ne olursa olsun. Nereden gelmiş olurlarsa olsunlar. Kimilerinin dediği gibi ister biraz Türk, biraz Rum ya da Maronit, luzinyan, İsterse de Venedikli olsunlar. Fakat şimdi ada üzerinde yaşayan millet olma vasfına sahip iki ayrı ırk olduklarını bilsinler ve bu iki ayrı ırkında aynı haklara sahip olduklarını kabul etsinler. Ne Türklerin, ne de Rumların birbirini azınlık olarak görmeye, ya da bir diğerini ötelemeye hakkı olmadığını da kabul etsinler ve bu müşterek paydalar üzerinden nasıl bir anlaşma yapılabileceğini düşünsünler.

Eğer bunları kabul etmiyorlarsa ki Rumlar böyle yapıyor! Türkleri azınlık, kendilerini de o azınlığın hamisi olarak görüyor. O zaman burada her hangi bir müzakere söz konusu olmamalıdır. Bu müzakereler zaten başlamadan bitmiş demektir boşuna uzatmanın da hiç kimseye faydası yoktur.

Yukarıda saydıklarım zaten adanın gerçekleridir. Eğer bu gerçekler kabul edilmiyorsa, buna rağmen de adada iki milletli bir idare hüküm sürmekteyse zaten anlaşma yapılmış demektir. O zaman taraflara düşen bu iki milletin birbirini tanıması ve haklarına saygılı olması gerekmektedir.

Kuzey ve güney olarak iki devlet zaten oluşmuş durumda ada üzerinde. Bunu her iki kesim de kabul ettiği gibi diğer sözde birleştirici rolünü oynayan, fakat her hareketleriyle ayrıştırıcılığı teşvik eden ve Türk tarafını azınlık pozisyonuna iten diğer dış devletlerinde kabul etmesi gerekmektedir. Eğer kabul etmiyorlarsa zaten onlara da güvenerek kendi pozisyonumuzu bozmaya gerek yoktur. Biz bayrağımızla, sınırlarımız ve ekonomimizle tüm devlet kurum ve kuruluşlarımızla zaten bir devletiz. O halde niçin bu konumumuzu bozup da Rum’un azınlığı olalım ve onun bize verdikleriyle yetinmeye çalışalım.

Bir anlaşma oldu diyelim biz kurucu devlet olarak Rumlarla birleşip sözde bir Kıbrıs Cumhuriyetini kurduk. Ancak bu devlet kurulduğuna göre demek ki Rumların şartlarını da kabul etmiş oluyoruz. Bu şartlar neydi?

Türk askerinin adadan çekilmesi! Yerleşiklerin tümünün adayı terk etmesi! Rum göçmenlerin hepsinin yerlerine dönmesi! Ve nüfusa göre idari yapılanma! Bunlar Rumların olmazsa olmazlarıysa ve biz de anlaşmaya imza atmışsak, demek ki bu şartları da kabul etmişiz. Otomatik olarak da azınlık olmayı da kabul ediyoruz bu şartlarla. Yani kazanan Rumlar, kaybeden bizleriz.

Bu durumda bize düşense, müzakerelere bir son verip, kendi haklarımızı koruyarak komşu ülke olmaya Rumları da, Rumların hamilerini de bu komşuluğa alıştırmamız gerekmektedir. Bunun içinde yapmamız gereken, devletimize dört elle sarılıp, dış tahriklere kapılmadan gerekirse toplum olarak fedakarlıklar yaparak KKTC’yi güçlendirmektir.

Vakıf mallarımıza sahip çıkmalıyız. Maraş’ı taviz kapsamından çıkarmalıyız. Bu konuda ne kadar kararlı olduğumuzu Maraş’ı iskana açarak belli etmeliyiz. Mal Tazmin komisyonunu devre dışı bırakmalıyız. Güneyden kuzeye, kuzeyden güneye geçişleri bir şekilde prosedüre bağlayıp, geçişlere zorluklar getirmeliyiz. Onlar bize nasıl zorluk çıkarıyorsa bizde onlara zorluk çıkarmalıyız. Kısacası Rumların kullandıkları tüm haklara bizde sahibiz ve bu haklarımıza sonuna dek sahip çıkmalıyız. Onlar AB üyesi olma avantajını kullanırken, bizde Türkiye tarafından tanınma avantajını kullanıp, kendimizi daha başka ülkelere de tanıtmak için gereken girişimleri yapmalıyız. Bıkmadan usanmadan bu tanıtım işi üzerinde durmalıyız.

Nasıl ki Rumlar kendilerini bu ada üzerinde yasal bir devlet olarak görüp, tüm ada üzerinde hakimiyetlerini kurmak istiyorlarsa, bizde bu adada yasal bir devlet olduğumuzu Rumlara kesin bir dille anlatmalıyız. Taviz yok, al ver yok, her iki kesimde elinde olanın üzerinde hak sahibidir. Devletlerin sınırları bellidir. Bu sınırların değiştirilemeyeceğini de kesin bir dille anlatmalıyız hem Rumlara, hem de hamilerine. Biz sürekli tavizkar davranırsak onlarında aldıklarıyla yetinmeyeceklerini de bilmeliyiz.

Aslında bunları tatbik etmek o kadar da zor değildir. Asıl zor olan Rumların şartlarının kabul edildiği bir anlaşmadır.

Bu çözümde bizlere çok büyük bir görev düştüğü kadar, Türkiye’ye de büyük görevler düşmektedir. Yunanistan’ın Megalo ideası varsa Türkiye’nin de “kızıl elması” vardır. Bugünün şartlarında ise o “kızıl elma” Kıbrıs adasıdır. Kıbrıs’ın Yunan toprağı olmasına izin vermemektir.

Demek ki Rumlar adada kendilerini Asil Grek halkı olarak lanse ederken, bizlerde kendimizi soylu Türkler olarak tanıtmalıyız ve tanımayanlara da bunu tanıtmak için elimizden geleni yapmalıyız. Kesinlikle Bu Türklüğün yanına “KIBRISLILIK” yaftasını yapıştırmamalıyız. Nasıl ki Türkiyelilik değil Türklük varsa Kıbrıslılık Değil Türklük olduğunu vurgulamalıyız. Ne Mutlu Türküm diyebilene derken bunun Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri de kapsadığını tüm dünyaya haykırmalıyız.

Bu adada zaten barış 20 Temmuz 1974’te imzalandı. 15 Kasım 1983’te de yasal devlet olarak Cumhuriyetimizi ilan ettik. Bundan başka bir çözüm aramakta ancak bizim gerilememizi, Rumlarında daha güçlenmesini sağlar. Müzakerelerde kaybedeceğimiz zamanı ülkemizi kalkındırmak için harcamak varken, ne diye Rum oyunlarına alet olalım.


Ayla Berkin
16.09.2011
 
Üst