Yüz yıl derebeyler ve a’yânların hâkim olduğu ve halka zulm ettikleri doğrumu?

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Osmanlı Devleti’nde III. Ahmed devrinden II. Mahmûd döneminde imzalanan Senedi İttifak’a kadar (1703-1808) yaklaşık yüz yıl derebeyler ve a’yânların hâkim olduğu ve halka zulm ettikleri söylenmektedir. Bu doğru mudur?



Osmanlı taşra teşkilâtının temelini eyâlet, sancak ve kaza üçlüsü teşkil etmektedir.

Eyâletin başında beylerbeyi (sonradan eyâlete vilâyet ve beylerbeyine de vali denmiştir) ve sancakların başında ise sancak beyleri (sonradan sancak beyi yerine mutasarrıf tabiri kullanılmıştır) bulunmaktadır. Beylerbeyiler ve sancak beyleri, merkezdeki sadrazamlar gibi devletin kanunlarını icra ile mükelleftirler. İşte Osmanlı Devleti’nin cephelerde arka arkaya sıkıntılara maruz kalması, hazinenin malî krize girmesi ve devlet adamlarının ehil olmayanlardan seçilmesi ve benzeri sebeplerle, hukuk devleti anlayışını devam ettirememesi, vilâyetlerdeki valilerini ve sancaklardaki mutasarrıflarını ihmâle ve gevşekliğe itmiştir. Valiler ve mutasarrıflar, bazan tayin edildikleri yerlere gitmeden kendi adlarına yetkili kıldıkları mütesellimler ve yargı konusunda yetkili olan voyvodalarla işi yürütmeye başlamışlardır. Her şehir ve kasabada, ahali tarafından seçilen bir de a’yân (yani halkın ileri gelenleri) bulunmaktaydı. Memleketin idaresi ve emniyetin temini valiler, mutasarrıflar, müteselllimler ve voyvodalara; hukukî meseleler ve narh işleri kadılara; devlete ait gelirlerin tahsili ve icab eden yerlere harcanması için tevzii işleri vali ve mutasarrıflara muhatap olan a’yânlara havale edilmişti. A’yânlar da bu işleri, bulundukları vilâyet veya sancağın ileri gelenleri ile bir araya gelerek yürütmeye başladılar. Böylece a’yânlar ahalinin vekili ve hâkim ile ahali arasında vâsıta haline geldiler.
A’yânlar bulundukları memleketin haysiyet ve nüfuz itibariyle en etkili şahısları olmaları hasebiyle, valilere ve mutasarrıflara, umduklarından fazla menfaatler temin ederek mütesellimliği ve voyvodalığı haksız yere almağa başladılar. İçlerinden liyakat ve dirayeti bulunanlar, hem valileri ve hem de kadıları hoşnud etmekle, bütün gayretlerini servetlerini arttırmaya, otoritelerini sağlamlaştırmaya sarfettiler ve neticede halka zulm etmeye başladılar. Kendileri vefat ettiğinde, aileden birileri bu makamlara gelmeye başladılar. Bunların içinde iyiler bulunmakla beraber, devletin sahipsizliğinden dolayı, kötüler de yer aldılar. Zamanla valileri ellerine alarak vilayet ve sancak idaresini bizzat yürütmeye başladılar; kendilerini devlete kabul ettirip seferde ve hazarda bazı güzel hizmetler de ifa ederek günden güne müstakil hükümetler haline geldiler. Artık kendilerine karşı gelenleri kati etmeye, hakları olmadığı halde hür insanların mallarını ve hatta terekelerini müsadere etmeye ve kısaca tarihe geçen derebeyliği icra etmeye başladılar. İşte devletin hukukî ve idarî açıdan zaafa uğramasından dolayı, vilâyetlerde ve sancaklarda idareyi ele geçiren; hatta bazı yerlerde devletin kendilerini vali veya mutasarrıf olarak tayin ettiği bu yerli idarecilere, Rumeli’de a’yân ve Anadolu’da ise genellikle derebeyleri denmiştir.

Mesela I. Mahmûd zamanında Arnavutluğun bir tarafı önce a’yân iken sonradan vali olan Tepedelenli Ali Paşa ve bir tarafı ise İşkodra Valiliğine kadar yükselen Kara Mahmûd Paşa hanedanının idaresi altında; Siroz ve Selanik tarafları Sirozlu İsmail Bey uhdesinde ve Rumeli’nin diğer beldeleri de a’yân denilen mütegallibe (zorba) İerin emri altındaydı. Cezâyiri Garb Ocakları diye bilinen Tunus ve Cezayir bölgelerinde dayılar denilen derebeyleri artık Osmanlı valilerini dinlemez hale gelmişlerdi. Haremeyn Vehhâbîlerin işgali altında; Mısır Mehmed Ali Paşa’nın hâkimiyetinde; Bağdad Memlüklü beyleri ve paşalarının idaresinde; Kürdistân eyâletleri Kürt beyleri denilen asilerin ellerindeydi. Anadolu’nun Bozok tarafları Cabbârzâdelerin (Çapanoğulları); Aydın tarafları Karaosmanzâdelerin (Karaosmanoğulları) ve diğer şehir ve beldeler de derebeyleri tabir edilen mütegallibe zorbaların istilası altındaydı. Osmanlı Devleti’nin merkezden tayin ettiği valiler ve mutasarrıflar, sadece eyâlet merkezi olan yerlerde oturuyor ve bunlara yağcılık ederek çoğu menfaat celbi ile günlerini geçiriyorlardı. Kısaca derebeyler ve a’yânlar, eskilerin tavâifi mülûk dediği Anadolu Beylikleri dönemini hatırlatıyorlardı.
Bu derebeyler ve a’yânlardan bazıları ve mesela Cabbârzâdeler, Kara Osmanzâdeler ile Sirozî İsmail Bey, hem a’yânın ileri gelenlerinden ve hem de Padişahın emirlerini icraya önem veren itaatkâr gruptan idiler. Seferlerde Osmanlı Padişahının fermanı ile kendi askerleriyle bulunurlar ve çok hizmetler ifa ederlerdi. Çapanoğullarından Süleyman Bey RusAvusturya seferinde ve Karaosmanoğullarından Hacı Mehmed Ağa ve kardeşi Ömer Ağa ise 1787 harbinde büyük yararlılıklar göstermişlerdir. Bu yüzden bunları tasfiye yerine, Osmanlı devleti bazılarına, mesela Cabbârzâde Ceialüddin Bey ve Kara Osmanzâde Ya’kub Ağa’ya vezirlik payesi de vermiştir. Sonradan sadrazamlığa kadar yükselen Alemdar Mustafa Paşa da, Rusçuk ayânındandır. Zaten senedi ittifak ile devlete bir düzen vermek isteyen Osmanlı Devleti, bu senedi vükelâyı devlet yanında a’yânlarla da bir araya gelerek imzalama yoluna gitmiştir. Senedi İttifak, a’yânlar ve derebeylerinin Osmanlı tarihinde oynadıkları rolü anlatmak açısından önemli bir belgedir. 1808’de imzalanan Senedi İttifak’dan maksat, Osmanlı sınırları içinde varlığı herkesçe kabul edilen a’yân ve devlet ikiliiiğine son vermektir. Buna, ancak Tanzîmât ile kısmen muvaffak olunmuştur. Osmanlı Devleti’ndeki Adâletnâmelerin çoğunluğu bu derebeyler ve a’yânların zulümlerine karşı re’âyâyı korumak için çevre eyâletlere gönderilmiştir.
 
Üst