Zeybeklikte Töre ve Törenler
[FONT=andale mono,times]Zeybeklikte Töre ve Törenler
Ali Haydar Avcı
a) Geçiş Süreci ve Zeybeklik
Zeybeklik olgusunun bünyesinde bulunan töre ve törenlerin yeterince anlaşılabilmesi için geçiş süreçlerine ilişkin kısa bir değini sanırım yararlı olacaktır.
Toplumlarda, bireyler ve toplumun çeşitli kesimleri kendilerini anlatacak, kimliklerini ortaya koyacak, istemlerini sunacak, kısacası benliklerini ve özgürlüklerini yaşayacak düzeni bulamazlarsa bir şekilde kendilerini tanımlayabilecekleri koşulları yaratırlar. Bu durum yeni bir süreçtir. Daha doğrusu yeni koşullara geçişin, yeni bir kimlik oluşturmanın sürecidir. Yeterince gelişmemiş, üretim ilişkileri, toplumsal denge ve değerleri, düşünce ve davranış sistemleri yerine oturmamış, diğer bir deyimle çelişkilerin daha derinden yaşandığı, yapısal değişim geçiren geri toplumlarda bu durum çok daha açık, çok daha belirgin bir şekilde görülür. İnceleme konumuz olan ve tarih boyunca birçok toplumda çeşitli biçim ve boyutlarda ortaya çıkan başkaldırı olayı da, yeni bir süreçte kendini tanımlamanın ve yeni bir ortama geçişin parçasıdır. Burada bir konuyu da gözden ırak tutmamak gerekir. Bir olgu olarak başkaldırı, her zaman, her yerde aynı biçimlerde ortaya çıkmaz. Koşullara, zamana ve zemine göre değişik şekiller gösterebilir. Yaşanan sürece, toplumsa değişim ve gereksinimlere uygun olarak bu şekil kendiliğinden ortaya çıkar. Toplumsal çelişkilerin derinleştiği, merkezi otoritenin olmadığı ya da çok zayıf olduğu, yani yönetim boşluğunun bulunduğu koşullarda geçişlerin boyutları çarpıcı bir şekilde gözlemlenebilir.
Kimliğin belirlenmesi ve kişilik oluşumu, bireyin konumu ve toplumsal işlevi bakımından geçişler önemlidir. Geçişleri sağlamak için geçiş ayinleri ve törenler yapıldığı da bilinen ve yaygın bir durumdur. Bu geçiş ayinleri ve törenlerin örneklerine Anadolu’da olduğu gibi dünyanın birçok yerinde değişik toplumlarda, değişik şekillerde rastlamak mümkündür.
Özellikle dar ve kapalı direnç grupları ve toplumlar ve bu tür toplumların ortaya çıkardığı ve yapılanmalarda geçişlerin kendine özgü özellikleri vardır. Bunların başında çoğunlukla töre ve törenler ve geçişe ilişkin birtakım uygulama ve geleneklerin oluşu gelir.
Geçiş süreçlerine ilişkin töre ve törenler, yeni bir kişilik ve kimlik oluşturmak, yeni duruma kişiliği uyarlamak amacıyla ortaya çıkan uygulamaların bütününü içerir.
Birey açısından törenlerle birlikte yaşanan geçişin anlamı ve belirleyici temel unsurları şunlardır:
1. Yeni durumu içselleştirmek, konumunu kaygı ve kuşkulardan uzak, ikirciksiz ve sağlam bir şekilde özümlemek;
2. Eski kişiliğini değiştirerek yeni bir kişiliğe dönüştürmek, diğer bir deyimle yeni bir kimlik oluşturmak;
3. Yeni kimliğe ilişkin davranış kuralları belirlemek, öngörülen kuralları öğrenmek ve kurallara uymaya çalışmak, birçok geçiş süreçlerinde ortaya çıkan yemin törenlerinde olduğu gibi yeni kimlik ve kişiliğin gereklerinin yerine getirileceğinin, buyruklara kayıtsız koşulsuz uyulacağının sözünü vermek;
4. Geçiş süreci ve sonrasında öncülere, yol gösterici ve yöneticilere uyum ve boyun eğişi sağlamak, onların yönlendirmelerini kabullenmek;
5. Yeni konumla birlikte yeni sorumluluklar ve görevler üstlenmek.
Bütün bunlardan, yeni yapı içerisindeki yaşam biçimi ve davranış kurallarına uyarak yer alınan toplumda sağlam ve etkin bir yer edinme, dayanışma, korunma ve kollanma gereksinimi giderme çabası hemen göze çarpmaktadır.
Geçiş yapılan, gereklerine bağlı kalınacağına ilişkin onay verilen kültür ve yaşam biçiminin, beklentilerine, öngörü ve davranış kalıplarına uygun biçimde yanıt vermek, gelenek, görenek ve töreleriyle uyumlu olmak bir zorunluluktur.
Geçiş süreci sonunda geçiş yapan kişi ve çevrelerin durumu, öncü ve yol göstericiler tarafından onaylanır. Geçiş döneminde kişinin yeni konumu belirlenir. Bu durum çeşitli uygulama ve törenlerle kutsanır. Yeni bir yaşama geçiş yapan ve yeni bir ortama katılan birey kutlanır. Tehlikelerden, kendisini çevreleyen olumsuz koşullardan etkilenmemesi, yaşamında başarılı olması, yürüdüğü yolda engel bulunmaması, kötülüklerden uzak kalması için dilek ve öğütlerde bulunulur.
Geçiş dönemine ilişkin işlem ve törensel uygulamalar, sürekli göz önünde bulundurulması gereken yeni döneme özgü tutum, davranış, uygulama ve kalıplar, gerek tören sırası, gerek tören sonrası görsel ve işitsel bağlamda belirli bir düzen içerisinde ilgili çevrelere sunulur.
Geçiş süreçlerine ilişkin uygulamalar kimi ayrıntılar dışında temel unsurlar bakımından evrenseldir. Genellikle doğrudan katılarak, belirli töre ve törenler dahilinde bu geçişler yapılır. Fakat toplumların gelişmişliğine, üretim ilişkilerine, toplumsal koşullarına, coğrafya ve kültürel şekillenmelerine özgü birtakım yerel farklılıklar da gözlemlenebilir. Bu farklılık ve ayrımlar geçiş sürecinin özünü değiştirmez.
Anadolu’nun Batı coğrafyasında ortaya çıkan ve köklü bir geleneğe sahip olan zeybeklik kurumu da bünyesinde buna benzer geçiş unsurlarını taşıyan bir yapıdır. Zeybeklikteki kızanlık durumu ve törensel uygulamaları, eski kişiliği değiştirerek yeni bir kişilikle ortaya çıkmanın, yeni bir kimlikle bütünleşmenin ön adımıdır. Yapılan tüm uygulamalar bu doğrultuda sürecin bütün gerekleri ve gelenekleriyle örtüşür. Efeliğe ve kızanlığa ilişkin geçiş törenlerini bu bağlamda değerlendirmenin kanımızca yararı vardır.
[FONT=andale mono,times]
b) Zeybekler Topluluğunun Genel Yapısı
Genel anlamda “zeybeklik coğrafyası” diyebileceğimiz Batı Anadolu’da haksızlığa boyun eğmeyen ve “yoksul yandaşı savaşçılar” olarak görülen zeybekler, baskıya, haksızlık ve zorbalığa başkaldıran, yani adaletsizliğe “hayır” diyen kişilerdir. Baskı, dizginsiz sömürü ve kuşatılmışlık içerisinde bunalma, koşulların düzeleceğine ilişkin umutların tükenmesi, insanda isyan duygularını körükler ve geliştirir. Kendi deyimleriyle “düşküne el veren” dağlara çıkmak, kendince koşulları yaratanlarla çatışmaya girmek bir tutku haline gelir. Yine kendi deyimleriyle, “Dara düşen ya dağa yaslanır, ya beğe yaslanır.” Zeybek olmaya karar verenler beylere yaslanamayacağına göre, geriye bir tek seçenekleri kalmaktadır. Dağlara yaslanmak… Eski bir atasözünün söylediği gibi “Kurt bunalırsa köye iner, kul bunalırsa dağa çıkar.” Bunun anlamı bir yerde bağından boşanma, geleneksel yaşamın dışına çıkmadır.
Birey zincirlerini kopardıkça eylem çizgisinin yönelimini yüzde yüz doğru belirleyemese bile özgürleşir. Bu anlamda, bir bakıma zeybekler dağ başlarının “özgür yoldaşlar topluluğu”dur. Diğer bir deyimle “zeybekle birliği”ne bir çeşit yoldaşlığa dayanan birliktelikler denilebilir. Bu birliktelik içerisinde yer alanlar sevinç ve tasada ortaktır. Acılar, sıkıntı ve bunalımlar hep birlikte göğüslemeye çalışırlar.
Bu bağlamda ortaya çıkan güçlü bir zeybek çetesi altı kısımdan oluşur. Bunlar;
1. Efe,
2. Başzeybek ya da başkızan,
3. Kızanlar ya da yaygın deyimle zeybekler,
4. Yardımcı ya da muavin çeteler,
5. Haberci ve istihbarat ağı,
6. Yatak ve barınma ağı.
Efe, bir çetenin başı, yani yöneticisidir. Çeteyi tek başına çekip çevirir, yönetir, yönlendirir. Çetede bulunan hiçbir zeybek ve kızan onun bilgisi ve istemi dışında hiçbir eyleme girişemez, ondan habersiz hiçbir iş yapamaz. Efenin söylediği sözün, yürüdüğü yolun dışına çıkılamaz.
Batı Anadolu’da halkın algılamasına göre efe, mertliği herkes tarafından kabul edilmiş, “yerine göre bıçağının ekmeğiyle geçinen ve solumadan ölen kabadayı”dır. Bir kişi bir kez efe oldu mu, artık dağları ve isyan yaşamını bırakarak düze inse de, yahut kızanlarını yitirip yalnız kalması sonucu bir başka çeteye girse de yine efedir. Yaşamı boyunca efe olarak kalır, efe olarak anılır ve saygınlık görür.
Başzeybek ise; efenin birinci derecede yardımcısıdır. Çetede efeden sonra gelen insandır. Onun olmadığı yerde çeteyi o yönetir ve yönlendirir. Kızanlar, efeye iletilmesini istedikleri istemlerini, söyleyeceklerini, gereksinim ve sorunlarını başzeybeğe söylerler. Başzeybek ise, bu konuları uygun biçimde efeye iletir. Efeler her türlü sıkıntıya, üzüntüye, baskı ve yıkıma, sabır ve dirençle dayanır. Serini verir, hiçbir zaman sırrını vermez. İçinden geçeni, yaşadığı fırtınaları kimseye sezdirmez. Her zaman, her yerde iradesine hâkim olmak zorundadır.
Zeybek, efe ve başzeybekten sonra çetenin bütün üyelerine toplum tarafından verilen isimdir. Genel olarak zeybekler, çetenin en etkili, eylemli ve efenin güvenini kazanmış, yardımcılığını üstlenmiş kişilerdir. Sözlüklerde zeybek kavramı genel olarak “efenin buyruğu altında bulunan genç” şeklinde açıklanmaktadır.
Zeybekler, efenin yol göstericiliği doğrultusunda hareket ederler. Efelik töresine göre, efeden hiçbir şey soramazlar. Ona akıl vermeye, yol göstermeye kalkışmazlar. Herhangi bir tartışmaya girişmezler, hüküm yürütmezler. Bunun tersi bir durum çekişme ve çatışmalara, çetenin bölünüp parçalanmasına yol açar. Törelerine göre efe “öl” dese ölür, “kal” dese kalırlar.
Efenin yol göstericiliği ve buyrukları doğrultusunda hiçbir eylemden çekinmezler. Efenin sözünün üstüne söz, izinin üstüne iz olmaz. Dileğinin ve eyleminin üstüne kimse tartışamaz. Bu durum, zeybekliğin değişmez kuralıdır. Araştırmalarımızda bu kuralı bozan bir örneğe rastlamadık.
Çete içerisinde dışarıdan bakıldığında açık bir şekilde görüşmese bile belli bir düzen, belli bir örgütlük söz konusudur. Aşağı yukarı herkesin belirlenmiş bir görevi vardır. Sözgelimi, zeybeklerden biri kalınan yerdeki çevre ve yatma işlerini düzenlemeden; diğeri yeme, içme işleriyle ilgili konularda; diğeri gözetleme ve keşif işlerinden; bir başkası haber götürüp getirme ve konaklama işlerinden sorumlu olabilir. Bu düzen içerisinde herkes işini aksatmaksızın yerine getirir.
Kızan, çeteye yeni giren ya da başzeybek ve zeybeklerden sonraki çete üyelerine verilen addır. Bunlar hem efenin, hem yeri geldiğinde zeybeklerin yönlendirmesine göre hareket ederler. Çetenin günlük işlerini bunlar görür. Köy, kasaba ve şehirlerle ilişkileri genellikle bunlar yürütürler. Çetenin günlük gereksinimlerini bunlar sağlar.
Efe, bir yere elçi göndereceği zaman kızanlarından uygun birini seçerek gönderir. Kızanların içinde güzel saz çalan, deyiş türkü söyleyenler de bulunur.
Zeybekler arasında bağlama ve cura taşımak, türkü çalıp söylemek eski bir zeybek geleneğidir. Dönemin tanıklarına göre, “çete halinde dolaşan zeybekler, mutlak olarak sırtlarında üç telli bağlama taşırlardı.
Dağların bu sergüzeştçi adamları, yaylalarda, yalçın kayalar üstünde, bayırlarda, ormanlarda veya dere kenarlarında topluca otururlar, bağlamalarını çalarlar; oynarlar; eğlenirler; kendilerini avundururlardı. Sık sık da türkü düzerlerdi.
Kütahya-Gediz bölgesinden, 19. yüzyılın ünlü efelerinden İslamoğlu’nun da çok güzel cura ve bağlama çaldığı, deyiş ve türküler söylediği bilinmektedir.
Hatta deyişlerinden birinde “Ben sazımın tellerinden hız aldım”, bir başka deyişinde ise “Gönül aşksız, dağlar sazsız olmuyor” demektedir.
“Toylandadır deli gönül toylanda / Hep çirkinler güzel olur bayramda…” sözlerinin, İslamoğlu’nun sürekli söylediği türkülerden birinin dizeleri olduğu da söylenmektedir.
Yine ünlü Çakırcalı Mehmet çetesinden Çoban Memed’in de yanında sürekli bağlamasını gezdirdiği, gayet güzel saz ve cura çaldığı, çok yanık ve güzel türküler söylediği de bilinmektedir.
Bir baskın dolayısıyla 8 Zilhicce 1321 (21 Şubat 1906) tarihli bir belgede zeybeklerden bahsedilirken önce giyimlerinin tanımı yapılmakta, sonra zeybeklerden birinin arkasındaki Yörük çantasında (bu, büyük bir olasılıkla adına dağarcık denilen, daha çok konar-göçerlerin ve çobanların kullandığı, ağzı büzgülü, omuza ve sırta takılabilen ve deriden yapılan çanta olmalı) bir de bağlama diye tabir olunan bir çalgının bulunduğu belirtilmektedir.
Bunlardan da anlaşılacağı gibi genel olarak yanında bağlaması ve curası bulunmayan bir zeybek çetesi düşünülemez. İşte bu saz çalan, deyiş ve türkü söyleyen kızanlar ve zeybekler, hem çetenin kederden uzak, keyifli günler geçirmesini sağlar, hem gerginlik ve sıkıntının azalmasına yardımcı olurlar.
Halk tarafından çete üyelerinin tamamına birden “zeybek”, çeteye de topluca “zeybek çetesi” denir. Bununla birlikte örgütlenmeleri içerisinde görev ve işbölümü açısından yukarıda değindiğimiz gibi bir yapılanma söz konusudur. Görev bölümü ve kimin ne iş yapacağı, kendi gelenek ve göreneklerine göre efe ve efenin bulunmadığı yerde başzeybek tarafından belirlenir.
Yardımcı ya da muavin çeteler ise, asıl ana çeteye yardımcı olmak, korunma ve haberleşme işlerini düzenlemek; takip kuvvetlerinin dikkatini dağıtarak yönünü şaşırtmak; ulaşılamayan noktalarda bu çeteler eliyle eylemde bulunmak; yiyecek, giyecek, silah, mühimmat gibi çeşitli türde lojistik destekler sağlamak amacıyla oluşturulan çetelerdir. Düzde bulunduğu gibi efe, gerekli görürse dağa da çıkar. Çoğunlukla ana çeteden ayrı olarak gezerler. Gerekli buyrukları efeden alırlar.
Efe, muavin çetedeki kızanları da ana çetedeki kızanlar gibi gözetir, korur, kollar. Her açıdan gerekli yardımlarda bulunur. Bu davranışlar sanıyorum karşılıklı güven oluşumunun en önemli parçalarından biridir.
Haberci ve istihbarat ağı, çetenin haberleşme (bilgi götürüp getirme), bilgi edinme, gözetleme, ön araştırma ve inceleme işlerini yürütür. Çete açısından yaşamsal öneme sahiptir.
Yatak ve barınma ağı ise yeme içme, mühimmat gibi gereksinimlerin giderildiği, çetenin sığındığı, barındığı, dara düştükçe gizlendiği yerlerdir. Bütün bu kesimlerin alabildiğine güvenilir olması, en küçük bir açık vermemesi bir zorunluluktur. Çünkü umulmadık bir zamanda yapılacak bir hatayı bütün çete büyük bir bedelle ödeyebilir. Bu da genellikle öldürülerek ortadan kaldırılmaları durumudur. Bir zeybek çetesi bu ağları gerektiği gibi oluşturmadı mı ya da bu ağlar çözüldü mü, etkili olması ve uzun süreli yaşam şansı bulması sınırlı, hatta olanaksızdır. Nitekim ünlü Çakırcalı çetesi böyle bir çözülme sonucu Karıncalı dağda çevrilmiş ve çıkan çatışmada Çakırcalı Mehmet Efe, 1911 yılının 17-18 Kasım (4 Teşrin-i sani 1327) gecesi kör bir kurşunla vurularak öldürülmüştür.
Güçlü ve etkili zeybek çetelerinde ise bu ağların alabildiğine geniş, sağlam, tutarlı ve düzenli olduğunu görüyoruz. Çakırcalı çetesi de uzun yıllar ancak böyle etkili olabilmiştir. Bu konulardaki en küçük bir hatayı hiçbir zeybek çetesi bağışlamaz. Bu neden bu ağ içinde bulunanlar hata yapmazlar. Hata yaptıklarında ise, bunun bedelini yaşamlarıyla ödeyeceklerini bilirler. Buna karşılık zeybekler de bu yapı içinde yer alanları her açıdan en iyi biçimde korur. Onlara zarar verenleri en ağır şekilde cezalandırır.
Ağları sıkı olan zeybek çetesi günün birinde, herhangi bir sebeple dağılsa ya da ortadan kalksa bile, hiçbir çevrenin bu ağı çözmeye, ağ içinde bulunanların işlevini belirlemeye kolaylıkla gücü yetmez. Bu sırlar ölünceye kadar bu yapı içinde yer alanlarda bir “giz” olarak kalır.
Zeybekler her zaman, her yerde tedbirli olmak zorundadır.
Tedbir, zeybekleri ayakta tutan en önemli öğelerden biridir. Zeybeği yaşatanın en azından yarısı yiğitlik, cesaret ve halkla karşılıklı korumaya dayanan ilişkiler ise, en azında yarsı da kurnazlık, uyanıklık ve tedbirdir. Her an olabilecek her duruma karşı hazırlıklı ve gerekli önlemleri almış olmaktır.
İstemleri dışında girdikleri çatışmalarda ve düştükleri pusularda ya da gerekli gördükleri durumlarda zeybekler, kaçma, kurtulma, şaşırtma, püskürtme, yarma ve oyalama taktiklerini başarıyla uygular. Zaten bu konularda başarılı olamayan zeybeklerin yaşama şansı yoktur. Zeybekler arasında şaşırtma ve kaçıp kurtulmaya “silkme”, oyalamaya yönelik atışlara “yığdırma”, havaya yapılan atışlara “dikleme”, püskürtme ve yarmaya yönelik atışlara “çalımlı” denir. Bu atış, karşı tarafa baskı uygulamak amacıyla seri halde ve topluca yapılır.
Zeybekler sık olmasa bile, “tedbirsiz davranır zaptiyan takipçisine yakalanırsa bile göz açtırmayan bir çatışmaya girerlerdi. Durum zor ise, birbirini kollayarak ateşe devam eder, değişik yönlere dağılarak, daha önceden belirledikleri menzillerde buluşurlardı. Dağlarda Yörükler, kırlarda çiftçiler, köylerde yataklar bunları korur, saklardı.
Zeybeklerin nerede konaklayacaklarını, nereden, ne zaman geçeceklerini kendilerinden başka kimse bilmezdi. Bir gün Teke Yarımadası’nda, Toroslar’da, bir hafta sonra Murat dağlarında, Bozdoğan’da görünürlerdi. Beşparmak dağlarından Madran’a, oradan Meğri (Fethiye) Körfezi’ne birkaç günde gelirlerdi. Dağları, geçitleri, su başlarını, hangi dağda hangi Yörüklerin konakladıklarını, köylerde hangi evde ne tip silah olduğunu, zenginleri, ihtiyaç sahibi olanları çok iyi bilirlerdi.
Efenin gönderdiği kızanlar yataklar vasıtasıyla son haberler getirirdi. Durum görüşülür, bazen korkunç planlar kurulurdu. Bu planlar tereddütsüz uygulanırdı. Takip ve baskınlarda karanlık saatler seçilirdi. Ay ışığı olmayan geceler, en uygun gecelerdi. İz kaybetmede, “şaşırtma” taktiği” güdülürd. Aksi istikametlerde ateş yakılır, söndürülür; kendilerinden yiyecek parçaları, yiyecek artıkları özellikle bırakılırdı. Her an ihtiyatlı hareket etmek zorunda olduklarından, ayak seslerini ayırt etmekte bile ustaydılar. Yatarken, düğünlerde iken, mola verdiklerinde, otururken, her ne şekilde olursa olsun içlerinden biri veya ikisi nöbet tutardı.
Zeybekler herhangi bir çatışmadan sıyrılıp kaçmak istedikleri zaman “üçleme” yaparlar. Bu, sacayağı çeklinde üç kola ayrılarak, karşı tarafı üç koldan sıkı bir ateş altına alarak kaçışı temin etmektir. Özellikle Çakırcalı bu konuda çok ustadır.
Bunların dışında, yukarıda değinildiği gibi zeybekler, ayağına inanılmaz çabuktur. Çok hızlı kavrama, değerlendirme ve hareket yetenekleri vardır. Bu durum mücadelelerinde kendilerini başarılı kılmıştır.
Bu kurallara uyan zeybekler uzun süre dağlarda tutunarak direnebilmiş, uymayan ise ya pusuya düşürülerek yakalanmış ya da herhangi bir çatışma ve gaflet anında vurularak yok edilmiştir.
Sözgelimi uzun yıllar Osmanlı güçlerine karşı dişe diş bir mücadele içerisinde zeybeklik yaşamını sürdüren ve on beş yıl boyunca Osmanlı ordularına kafa tutan “Çakırcalı Mehmet Efe’nin bu kadar yıl dağlarda dolaşabilmesinin ve bir türlü ele geçmemesinin en büyük sebebi, bu aşırı derecede ihtiyatkârlığı olmuştu. Geçtiği yolları daima değiştirir, dağ başında, bir geçitten geçmeden evvel orada pusu kurulu olduğunu farz ederek ona göre davranırdı. Bir efenin ihtiyatlı davranmazsa ne kadar cesur olursa olsun, her zaman bir kurşunla öbür dünyayı boylayabileceğini pek güzel bilirdi.”
Her zaman tedbirli olan ve her türlü olasılığı göz önüne alarak ona göre hazırlıklı davranan zeybekler, bir pusu kuracağı, ya da bir çiftliğe baskın yapacağı zaman, daha önceden uzun uzadıya düşünür; en akla gelmeyecek olasılıkları hesaplar; ona göre harekete geçerlerdi. Öfkelerine, anlık duygu ve kızgınlıklarına göre iş yapmazlardı. “Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır” diyerek her olayın ince ince hesabını yaparlardı.
Çakırcalı Mehmet Efe, bu denli ince hesaplı ve ustalıkla hareket ettiği için her defasında başarılı olurdu. “Bunca müsademelere (çatışmalara) girdiği halde kendisine bir şey olmaması, hakkında “Vücuduna kurşun işlemez” kanaatini uyandırmıştı. Birçok köylüler buna inanıyorlar ve Çakırcalı Efe’yi bir nevi “ermiş” adam addediyorlardı.
Aslında burada ilginç, ilginç olduğu kadar da önemli bir davranış biçimi söz konusudur. Halkın egemenlere, güçlü olan, kendi üzerinde baskı yönetimi kuran yöneticilere karşı, kendinden yana olan, kendini savunan, koruyan, egemenleri sindiren “kahraman”lara gereksinimi vardır. Bu tür “kahraman”lar en büyük dayanaklarından birisidir.
Bu nedenle erdemli isyancılığına temsilcisi durumunda olan zeybekleri her durumda sahiplenir; elinden gelen her türlü desteği sunar. Bu bağlamda, Çakırcalı Mehmet Efe’nin halk tarafından “ermiş” mertebesine yükseltilmesinde şaşılacak bir yan yoktur. Çünkü artık Çakırcalı, onlar için “halkın hak arayan kahramanı”dır.
[FONT=andale mono,times]
c) Efelik Töreni
Bir efenin ölümünde zeybekliğe özgü yas töreni düzenlenir. Bu oldukça ilginç bir törendir. Efe dağda ölürse yüksekçe bir kayanın üzerine yatırılır. Baş ve ayak uçlarına ardıç, çam veya meşe ağacından büyük ateşler yakılır.
Zeybekler, belirli bir süre bağlamayla hüzünlü, yas ezgileri çalarak, ağıtlar yakarak, deyişler söyleyerek bu kutsal ölünün çevresinde bu törene özgü zeybek oyununu oynarlar. Bu, başka yerlerde oynanmayan “yas zeybeği” denilen bir çeşit yas oyunudur. Tören sırasında kızanlar oynamazlar. Yalnızca baş kesip, yani başlarını önlerine eğip töreni izlemekle yetinirler. Gerekiyorsa törenle ilgili verilen görevleri yerine getirirler.
Tören bitiminde efenin ölüsü başkaları tarafından bulanamayacak, yalnızca kendilerinin bildiği bir gömütlüğe, büyük bir kaya dibine ya da kendilerince uygun buldukları başka bir yere gömülür. Buralar genellikle dağ başlarıdır. Gömütün yitip gitmemesi için başucuna ardış ya da dur benzeri bir ağaç dikilir. Böylece kızanları tarafından efeye karşı son görevleri yerine getirilmiş olur.
Efenin ölümünden sonra isteyen zeybek çeteden ayrılabilir, isterse yeni bir çete oluşturabilir. Bütün bu olay ve töresel uygulamaların bitiminden sonra, sıra yeni efenin seçimine gelmiştir. Yiğitliği, mertliği, korkusuzluğu, güzel ahlâkı, yardımseverliği, düşkünleri koruması ve yetenekleriyle ünlenen, bir çeteyi yönetebilecek, çekip çevirebilecek, gerekli disiplini sağlayabilecek, yeterli birikime sahip, saygın ve sevilen birisi ancak efe seçilebilir. Efenin oğlu varsa, bu niteliklere sahipse efe olabilir. Zeybekler arasında ilk seçenek odur. Hak öncelikle ona tanınır. Eğer efenin böyle bir oğlu yoksa genellikle bu niteliklere sahip başzeybek efe seçilir.
Zeybeklerin kendi aralarında bir seçim yapılacaksa bu genellikle dağ başında, bir kaya dibinde, bir mağara önünde, bir konalgada ya da bir sığınakta olur. Efe seçimi yapıldıktan sonra ya da zeybek ve kızanların kendi aralarında kararlaştırdıkları ve efe olmasını uygun gördükleri veya istedikleri kişinin önüne sırayla silahlarını koyarlar. Sonra uzanıp elini öperek başlarına götürür ve geri çekilirler. Bu davranışları kendilerine bu kişinin baş olmasını, yani efelik yapmasını istedikleri ve efeliğini onayladıkları anlamına gelmektedir.
Bu durumun ardından zeybekler adına çetedeki herkesin saydığı ve sevdiği, en yaşlı ve en deneyimli bir zeybek sözcü olarak öne çıkar;
- Bundan geri bizim efemizsin. Bozatlı Hızır yardımcın olsun. Düşmanın mat, dostların şad, bıçağın kesin, yolun açık olsun, der.
Yeni efe ise bütün kızanlarına göz gezdirerek;
- Demek iş başa düştü kızanlar. Var olun, sağ olun. Tanrı dosta düşmana karşı yüzümüzü karı çıkarmasın, namerde muhtaç etmesin, yazımızı kış eylemesin. Erenler, erler gözcümüz, bekçimiz olsun, der.
Bu konuşmadan sonra sözcü zeybek;
- Efem müsaaden var mı? Diye sorar.
Efe, başını sallar. Bu izin üzerine zeybek tüfeğini yerden alır, dağların doruklarına ve yamaçlara doğru beş el kurşun sıkar. Ardından bu zeybeğin söylemesi ve yine efenin izniyle diğer kızanlar da yamaçlara doğru beş el kurşun sıkarlar. Bundan geri artık, yeni efenin efelik süreci başlamıştır.
Zeybeklik tarihinde Aydın ihtilalini gerçekleştiren Atçalı Kel Mehmet Efe ile birlikte gelmiş geçmiş en ünlü efelerden biri olan Çakırcalı Mehmet efenin, efelik seçimi de yukarıda anlattığımıza benzer şekilde yapılmıştır. Yöresel araştırmalarına dayanarak hazırladığı belgeselde olayı Yaşar Kemal şöyle aktarmaktadır:
Hacı Mustafa başını kaldırdı, Çoban’a baktı. Çoban uyur gibi kımıldamadan yatıyordu. Gülümsedi. Yüksek sesle:
- Bu köpoğlu da bir Pınarbaşı bulmasın, eli ayağı kesilir, ya yatar böyle, ya kaval çalar, ya da türkü söyler.
Çoban ağır ağır, gülümseyerek doğruldu.
Mustafa:
- Çoban, gel buraya, dedi. İşimiz var. Sonra gene gider yatarsın. Ulan kara dinli, uyku senin anan mı?
Çoban gülümseyerek geldi, başında durdu.
Hacı Mustafa sordu:
- Tüfeğin dolu mu?
Çoban dolu dercesine başını salladı. Gülümsüyordu.
Hacı da bu sırada tüfeğinden kurşunları boşalttı, geri doldurdu. Çakırcalı hareketlerini merakla kolluyordu.
Hacı durdu, tüfeğini sıvazladı. Götürdü Çakırcalı’nın önüne koydu. Sonra elini aldı, öptü, başına götürdü.
- Sen bizim efemizsin. Hızır yardımcın olsun. Düşmanın kör, dostun yeğin olsun, dedi.
Sonra önünden çekildi. Çoban Memed’e baktı. Çoban’da vardı, Çakırcalı’nın önüne tüfeğini uzattı. Elini aldı, öptü, çekildi.
Çakırcalı’nın gözleri dolmuştu. Ayağa kalktı.
- Demek Hacı, iş başa düştü.
Hacı başını salladı.
Çakırcalı:
- Sağ olun, var olun, dedi. Allah yüzümüzü kara çıkarmasın dosta düşmana karşı.
Bundan sonra artık efelik töresince hareket edeceklerdi. Hacı akıldanelikten vazgeçip kızan oluyordu. Efelik yöresince hiçbir kızan efeye hiçbir sual soramaz, ne yapalım, nereye gidelim, bu oldu, bu olmadı diyemezdi. Efe bir şey soracak olursa, o zaman cevap verilirdi. Efenin sözünden hiçbir kızan çıkamaz, hiçbir hareketine itiraz edemezdi. Törenin dışına çıkan, en küçük bir itirazda bulunan kızan haklı da olsa kurşunu yerdi. Çetede tek hakim efeydi. Sözünün üstüne söz, dileğinin üstüne dilek olmazdı.
- Efem, müsaade eder misin? Dedi.
Çakırcalı bir göz işaretiyle “evet” dedi.
Hacı dağların yamacına beş kurşun salladı. Sonra:
- Efem Çoban’a da müsaade et.
Çoban’da beş kurşun salladı. Arkalarından Çakırcalı’da. Dağlar yankılandı. Dağlar güm güm ötüyordu. Çakırcalı’nın ablak suratı kıpkırmızı kesilmiştir.
O gece pınarın başında yatılar. Oysa Hacı Mustafa Yörük çadırlarına gitmek istiyordu. Bir türlü teklifini yapamadı. Yapamazdı. Artık her şeyi efe düşünecek, her şeye o karar verecekti. Burada da belirtildiği gibi efe seçimi yapıldıktan sonra, çetenin her türlü sorumluluğunu efe üstlenir. Kararlar ona bırakılır.
Eğer efenin oğlu babasının yerine efe olmak istiyorsa ya da böyle bir eğilimi varsa –ki böyle bir durum önceden bilinir- genellikle tören bitiminden ve ölü gömüldükten sonra zeybekler ve kızanlar efenin köyünde, köy meydanında ya da uygun bir yerde toplanırlar. Efenin oğlu meydana çıkar. Babasının yiğitliğini, kahramanlıklarını, mertliğini, yeteneklerini anlatır. Kendisinin de babasının yerine aday olduğunu söyler.
- Burası er meydanı, isteyen çıksın boy ölçüşelim, diyerek ortaya çıkar.
Eğer kızan ve zeybekler seslenmezlerse, bu herhangi bir karşı çıkışın olmadığı, efeliğinin onaylandığı, anlamına gelir. Bunun üzerine yeni efe babasının bütün eşyalarını meydana getirerek yığar. Babasından kalan parayı da ortaya koyar.
- Babama ait bütün mallar ve paralar sizindir, der.
Geriye çekilir. Zeybek kızanlara bakar. Bunu üzerine, zeybeklik töresine göre, bütün zeybek ve kızanlar bu malları ve isterlerse alır, kendi aralarında paylaşırlar, isterlerse yeni efelerine “babalık mirası” olarak bırakırlar.
Bu törenin bitiminden sonra, silahlarını önüne koyarak yeni efenin elini öperler. El öpümü sonrası efenin işaretiyle herkes silahını geri alır. Böylelikle efelik töreni bitmiş olur.
Bundan sonra yeni efe uygun bir günde ziyafet verir. Bağlama ve üç telli curalar zeybek ezgileri çalar, türlü türlü zeybek oyunları oynanır. Böylece yeni efenin efeliğinin kutlaması yapılır.
Çoğu zaman koşullar elverişliyse, bu kutlamalar sonrası bir de düğün töreni düzenlenir. Yeni efe yoksul bir dul kadının ya da yoksul, kimsesiz bir kızın bütün masraflarını karşılayarak evlenmesini sağlar. Bu düğünle birlikte, efelik de yeniden kutlanır. Daha yolun başında bu tür cömertçe davranışlarda bulunan efelerin şanı, şöhreti bir anda yaygınlaşır. Halk böyle efelere saygıyla, sevgiyle yaklaşır.
Bu aşamadan sonra, bir efe dağda da olsa, düzde de olsa efedir. Zeybek de aynı şekilde nerde olursa olsun zeybektir.
Bir kez efe ve zeybek olunduktan sonra, artık o kişinin yaşamı sona erinceye kadar öylece kalır. Efelik ve zyebeklik halka göre onurlu, erdemli bir iştir. Bu nedenle belirli nitelik ve yeteneklere sahip olmadan zeybek olunamayacağı düşünülür. Buna sahip olanların da bir şekilde bunu kanıtlamaları gerekir. Halk böylesine işlevler yüklediği “efelik” ve zeybeklik her kula müyesser dağa çıkıp eşkıyalık yapması gerekmez.”
Bu niteliklere ve halkın olayı algılayış biçimine bakınca, efelik ve zeybekliğin Batı Anadolu’da bu denli yaygın oluşunun nedenlerinin bir bölümünü kendiliğinden anlaşılır. Görüşmektedir ki, zeybeklik kişiyi saygın ve etkin kılmaktadır.
Olağan durumlarda, efelik töresine göre bir kimse dağa çıkmak istedi mi, tanınmış efelere başvuru, el öperek izin ister. Efe isterse onu zeybek olarak yanına alır ya da belirli yerlerde kendi başına efelik yaparak dolaşmasına izin verir. Yeni efe kesinlikle bu kuralların dışına çıkamaz. Kendisine izin verilen bölgenin sınırlarını aşmamak için gerekli özeni gösterir.
Fakat seyrek de olsa bu kuralları aşan efe ve zeybeklere de rastlanmaktadır. Sözgelimi Çakırcalı Mehmet Efe dağa çıkarken hiç kimseden izin istememiş, hiçbir efenin elini öperek iznini almamıştır. Çünkü onun özel bir durumu vardır.
Bir kez Çakırcalı Ahmet Efe gibi yöresinde çok tanınmış, etkili, yanında birçok zeybek yetiştirmiş bir efenin oğludur. Üstelik babası düze inmişken kendi deyimleriyle “Osmanlı” tarafından tuzağa düşürülmüş, dost bildiği ve güvendiği yöneticiler tarafından arkadan vurularak öldürülmüştür.
Bu nedenle onun öcünü almak istemesi doğaldır. Ayrıca dağa çıkmadan önce yıllarca, zeybeklikle ilgili babasının eski kızanlarından ve yakın çevresinden muazzam bir eğitim almış, bu alanda en iyi şekilde yetiştirilmiştir. Yani oldukça donanımlıdır. Yanında babasının kızanlarından olan, “dağ kanunlar” konusunda oldukça bilgili ve deneyimli Hacı Mustafa adında bir zeybek vardır. Bundan dolayı kimseden izin almadan dağa çıkması doğal görüşmüş, hiçbir efe de bu davranışından dolayı gocunmamıştır.
Ayrıca zeybeklik yasalarına göre, bir efe, efe olamayanlarca yapılan kalleşlik ve kötülüğe diğer efeler kesinlikle tahammül etmezler, kesinlikle bağışlamazlar. Ne yapar, ne eder, günün birinde hesabını sorarak kötülüğü karşılıksız bırakmazlar. Bu tür olayların, bugün onun, yarın kendilerinin başına gelebileceğini düşünürler. Zeybekler arasında dayanışmanın ve karşılıklı kollamanın ilginç bir örneği olan bu töre, yazılı olmayan bir dağlar yasasıdır. Dolayısıyla Osmanlı yöneticilerinin ikiyüzlülüğü ve kalleşliğine karşı böyle bir çıkış onlar için ayrıca sevindirici olmuştur.
Bununla birlikte her efenin kendine özgü etkinlik alanları ve adlarıyla anılan dağlar vardır. Sözgelimi, Çakırcalı Mehmet Efe Bozdağ ve Karıncalı dağla; Demirci Mehmet Efe Bozdoğan, Nazdilli dağları; Yörük Ali Efe Aydın dağları; Masudlu Mestan Efe, Kıllıoğlu Hüseyin ve Kozalaklı Mehmet Efeler Mardan dağları; Çavdarlı Murat Zeybek Beşparmak dağlarıyla anılırlar. Bu dağlar, bu efelerin etkinlik kurduğu, sözlerinin geçtiği, korunaklı, güvenli alanlardır. Bu efeler çoğunlukla bu dağları mekan tutmuşlardır. Buralarda mağara ve sığınak gibi kendilerini savunabilecekleri, saklanabilecekleri yalnızca kendileri tarafından bilinen özel yerleri vardır.
Bu dağları karış karış, delik delik bilirler. Her koyakta, her kayanın, her çalının dibinde neler vardır, haberleri olur. Yeterince bilmedikleri alanlarda savunmada zorluk çekebileceklerini, kolayca pusuya düşeceklerini ve gafil avlanabileceklerini düşünürler.
Dolayısıyla hiçbir efe, diğer efenin alanına kolay kolay girmek istemez. Böyle bir durum kanlı bıçaklı çatışmaların sebebi haline gelir. Zorunlu geçişler olsa bile fazla kalınmaz, başka alanlara gidilir.
Çakırcalı’da zeybekliğe başladığında baba mirası gibi, babasının gezdiği dağlar olan, en iyi bildiği, güvenebileceği kesimlerin bulunduğu Bozdağ ve Karıncalı dağa çıkmıştı. Zaten Osmanlının zeybek kıyımıyla bir süre boşalan bu dağlar bir efeyi de bekliyordu.
[FONT=andale mono,times]
ç) Efe Düğünü
Efeler evlenecekleri zaman düğünleri de oldukça görkemli olur. Geleneksel olarak efeler öyle her kadınla evlenmezler. Kadında belli nitelik ve yetenekler aranır. Bu amaçla, aracılar eliyle öncelikle ön araştırma ve soruşturmalar yapılır. Bunu yapanlar genellikle işbilir, uyanık, eskilerin deyimiyle “Osmanlı” kadınlardır.
Öncelikle efenin evleneceği kadının güzelliği, görgülü, yiğit, eline çabuk, ağırbaşlı ve olgun olması önemlidir. Ayrıca konuklara karşı saygı terbiyesi alıp almadığına, konuk ağırlama, sofra düzme, ev çekip çevirme ve el becerilerinin olup olmadığına bakılır.
Efeler böylesine seçkin, yiğit ve becerikli kadınlarla evlenirler. Böylesi kadınlarla evlenmek efenin şanını yüceltir, toplum içinde saygınlığını artırır. Çünkü ata sözüdür; kendi aralarında, “Kadın vardır vezir eder, kadın vardır rezil eder”, “Gül dalından odun olmaz, görgüsüz yerden kadın olmaz” derler. Bu durum, efelerin bu tür değer ve sözlere önem verdiğini gösterir.
Düğünün başlangıç gününe “bayrak kaldırma”, düğünü çekip çeviren kişiye “bayraktar” denilir. Ayrıca bir de gençler arasından düğün töreni için çeşitli işlerde görevlendirilmek üzere “efe başı” seçilir.
Düğün evinin çatı ya da damına “bayrak dikme” geleneği vardır. Bayrağın rengi kırmızıdır. Efenin evinin damına da bayrak dikilir. Ayrıca bayrak sopasının ucuna kırmızı bir elma konulur ve renkli kuş tüylerinden yapılmış “tozak” bağlanır. Gençler bu elmayı ve tozağı düşürmek için kıyasıya yarış yaparlar.
Efe düğünü kalabalık bir toplumla yapılır. Düğüne eski, yeni bütün efe ve zeybekler, bölgenin önde gelenler, çevredeki diğer sayın kişiler çağrılır.
Düğün başlamadan günler öncesi konuklara “okuntu” denilen çağrılar gider. Bunlar genellikle elma, havlı mendil, peşkir, okuntu şekeri, kulaklı kaşık gibi hediyelerdir. Konuklar düğün evine Çarşamba gününden itibaren gelirler.
Düğün günü konuklar, gelişlerini duyurmak ve düğünü kutlamak amacıyla uzaklardan silah atarak düğün yerine giderler. Bu silah atmalara düğün yerinde de devam edilir. Geliş esnasında bayraktar, davul zurna eşliğinde, gelen düğüncüleri karşılar. Düğüncüler konuk edilecekleri evlere buyur edilir. Konuklar burada en iyi şekilde ağırlanırlar. Bu gelişlere “bayrak sırası” denir. Gelenler dönem ve koşullarına göre önemli sayılacak armağanlar getirir. Bunlar koç, halı, zili, at, silah ya da benzeri ağır hediyelerdir. Düğün üç, ya da beş gün sürer. Günler boyu yenilir, içilir, eğlenilir.
Düğün sırasında karakucak köy güreşleri yapılır. Kazanan güreşçiye efe tarafından armağanlar verilir. Geceleri ise oyun meydanlarında çoğunlukla büyük, çıralı ağaç kütükleri yanar. Efe başı, konukların durumu ve oyun alanının düzeniyle yakından ilgilidir. Akşam yemeği yenildikten sonra konuklar çalgılarla oyun yerine getirilir. Buralar daha önceden aydınlatılmıştır. Efe başı işaret vererek davullara “nöbet” vurdurur. Bundan sonra oyuna çıkış ezgileri başlar. Öncelikle efe, arkasından diğerleri birer birer oyuna kalkarlar.
Zeybekler, cura ve bağlama eşliğinde ateş çevresinde dönerek zeybek oyunları oynarlar. Ayrıca cura ve bağlama dışında davul zurna eşliğinde de zeybek oyunları oynarlar. Bu durumda zurnalar genellikle ikiye ayrılır. Bunlar ince ve kaba zurnalardır. Biri makam tutar, diğeri ezgiyi vurur. Bu şekilde düzenli ve uyumlu bir biçimde oyunlar oynanır.
Zeybek oyunları oynamak, düğünlerde vazgeçilemeyen geleneklerdendir. Oyunlar sırasında kimse kimseye saygısızlık yapamaz. Oyunu yarıda kesemez. Biri oynarken başkası, bizzat oynayan tarafından davet edilmedikçe oyuna giremez. Bayraktar, efe başı, oyunları yöneten ve “yasakçı” denilen yaşlı zeybek konuklara eşlik derecede davranır. Yoksa tatsızlıkların ve istenmeyen kırgınlıkların doğmasına sebep olunur.
Bu eğlence ve sevinç gösterileri, “Gelin babasının evinde değil, kocasının evinde gerek” diyerek, silah ata ata görkemli bir kalabalık eşliğinde, gelinin at üstünde getirilmesi ile birlikte son bulur. Bu aşamada davul zurna düğünün son bulduğunu Köroğlu havası çalarak bütün düğüncüler duyurur. Düğün bitimi sonrası konuklar, efeye mutluluk ve iyi dileklerini bildirirler, sonra efe başı ve bayraktar tarafından saygılı bir şekilde uğurlanarak yolcu edilirler.