Zeybek, Efeliğin Tarihçesi Ve Ünlü Efeler

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu






Zeybek Sözcüğünün Kökeni


Zeybek sözcüğünün kökeni konusunda bilim adamları ve araştırmacılar arasında bir çok zıt fikir yer almaktadır. Bugün için eldeki verilerle sorunu çözümlemek doğrultusunda bir görüş birliğine varmak da olası görünmemektedir.

Onur Akdoğu zeybek kavramının eski Türkçede koruyucu zırh anlamına gelen “say”, sağlam ve sıkı anlamına gelen “bek” sözcüklerinin birleşmesinden doğan bir kavram olduğunu söylemektedir.Zeybek sözcüğü için; “Güçlü, kuvvetli koruyucu anlamında kullanılmış saybek kelimesinin yüzyıllar içinde önce saybak, daha sonra seybek, seybak, zeybak ve Zeybek olarak değişim sonucu ortaya çıkmıştır.” Demektedir.

Dr. Tahir Kutsi, Bizanslı tarihçi Parhimeres’i tanık göstererek Zeybek sözcüğünün Türkçe kökenli olduğunu savunmaktadır. Bizanslı tarihçinin belirttiğine göre Aydın, Salmpakis Mantahias adındaki bir komutan eliyle Türklerine eline geçmiştir. Bu komutan da Gazi Menteşe’dir “Salmpakis” unvanıyla anılmaktadır. Salmpakis ise “Saybak”tır. Rum alfabesinde “B” harfi olmaması dolayısıyla aradaki “B” harfi “MP” harfleriyle gösterilmekte dir ve yine aradaki “L” harfi de yumuşaktır, “Y” gibi söylenmektedir. Saybak sözcüğü de yiğitlik, mertlik ifade eder. Bu sözcük, zamanla yumuşayıp incelerek “Zeybek” olmuştur. Ayrıca araştırmacı, Orta Asya’da ve Türkistan’da Zeybek, Saybak, Seybek adında köyler bulunduğunu, sözcüğün Ege Bölgesi’nde “yiğit” özü sözü doğru, kişiliğine inanılan, sözüne güvenilen kişi” anlamı taşdığını belirtmektedir.

Cemil Demirsipahi ise “Türk Halk Oyunları” adlı eserinde sözcüğün kaynağının bilinmediğini söyleyerek Dr. Tahir Kutsi’nin düşüncelerine katılmaktadır. Ayrıca Arapların da bu sözcüğe sahiplendiklerini belirtir. Yazara göre Araplar, Mısır’da oluşturulan askeri fırkalardan bazılarının Bursa yöresindeki Türklerden oluştuğuna; bu askerlere toplu davranışlarında atak olmaları nedeniyle “Civa gibi” anlamında “Zeybeki” dendiğine ve bu sözcüğün zamanla Zeybek şekliğini aldığına inandığıklarını belirtmektedir.

İsmail Özboyacı, Zeybek sözcüğünün Türkçe’den Yunanca’ya geçmiş öz Türkçe bir sözcük olduğunu belirtmektedir.

Mahmut Ragıp Gazimihal’e göre, zeybek sözcüğü “salbak” ya da bunun diğer bir söylenişi olan “saypak” sözcüklerinden türemiştir.Bununla bağlantılı olarak kaynaklarda geçen “salmpakis” sözcüğünün aslında “salpak” ve dolayısıyla zeybek olduğunu savunur. Zeybek sözcüğünün Türkçe bir sözcük ve aynı zamanda Kırgızlar arasında da bir oyun adı olduğunu; ayrıca Doğu Türkistan ve Afganistan’ın Badahşan kentinde “Zeybek” adında birer köy bulunduğunu belirtir.

Halil Oğultürk; Mahmut Ragıp Gazimihal’in düşüncelerini aktararak bu düşüncelere katıldığını, ayrıca Hüseyin Hilmi Bayındır’ın Zeybek sözcüğü üzerindeki incelemesini de aktararak “Zeybek” sözcüğünün Oğuz Türklerine ilişkin olduğunu belirtir.

Hüseyin Hilmi Bayındır ise, bu sözün anlayışlılık anlamına gelen “sağ” ve sağlam anlamına gelen “bek” sözlerinin birleşiminden oluştuğunu iddia eder. Hüseyin Hilmi Bayındır’a göre; Divanü lügat it - türk’de “Bekneğ” sözcüğündeki “Bek” hecesinin “Sağlam” anlamında olduğu yazılmaktadır. Yine Divanü lügat it – türk’de “Sağ” sözcüğü Oğuzca’da “Zeybeklik, anlayışlılık” anlamına gelmektedir. Divanü lügat it - türk’de “S” harfinin kimi zaman Türk dilinde “Z” okunduğu söylenmtekdir. Zeybek sözünde “Sağlam” anlamında bir “Bek” sözünün bulunması “Zeybek” adının birleşik ad olduğunu anlatmaktadır. “Bek” anlamı olan sağlam sözünü doğrulayarak bir ek ad olması şarttır. “Bek” sözü bir insan için kullanıldığına göre de ek sözü, insanın niteliğini iyi yönünde anlatan söz olması gerekmektedir. Yani “Bek” sözü ile ancak “anlayışlılık, akıllılık” anlatan “Zağ” sözü ile birleşik ad olabilir ve Zağ-Bek şeklini alır. Bunu Türk dilinin yapısı zorunlu kılmaktadır. “Başta gelen kalın anca yumuşak hece, sonda gelen ince ancak sert heceye uydurularak okunur” kuralına göre “Zağ” hecesi kendisinden sonra gelen sert, ince “Bek” hecesine uydurulara “Zeğ” olmuş “Bek”le birlikte “anlayışlı, akıllı, sağlam, anlayışlı adam anlamında” “Zeğbek” olarak Avrupa tarih kitaplarına geçmiş ve çağımıza değin Bozdağ, Dalgalı köylerinde yaşamıştır. Sonraları sözcüğün ortasındaki “Ğ” söylendiği gibi yazılma kuralına uyularak “Y”ye dönmüştür.

Sabahattin Türkoğlu, Anadolu’ya gelen ilk Türklerde asker ve orduya “Sü” dendiğini, “Sü-Bek” sözcüğünün “Subay” anlamına geldiğini, “S” harfinin yumuşayarak “Z”ye dönüştüğünü ve “Zübek” biçimini aldığını, zamanla bu sözcüğün de “Ziybek-Zeybek” biçimini aldığını belirtmiştir.

Şeref Üsküp ise, bu sözcüğün, civa anlamına gelen Arapça “zibak” sözcüğünün “ziybak” sözcüğüne dönüşmesinden türediğini söyler.

Halikarnas Balıkçısı, Lydiaca “obekkos”, “to bekkos” ve “ibakhi” sözcüklerinin zeybek sözcüğüne dönüştüğünü söylemektedir.

Enver Behnan Şapolyo ise, bağlantısını nasıl kurabildiyse zeybek sözcüğünün hudut bekçileri olduğunu söylediği, “sekban ve seymenden geldiği anlaşılmaktadır” demektedir.

Zeybek kavramının ortaya çıkışı çobanlıkla ilgili görünmektedir...”Zeybeklerin çoğunluğunun çobanlıktan yetişme..., çobanların yanlarında birkaç yakın arkadaşları olur, zeybek çetesi kuracakları zaman bu kişileri bulup konuşurlar.Bu kişiler de genellikle çobandırlar. Zeybeklerin ilk mesleği çobanlık...Çoban tipine bakıldığında, zeybeğin sosyal rolü ve taşıdığı özelliklerle büyük ölçüde örtüştüğü görülmektedir” gibi belirlemeler yapılmaktadır.

Haydar Avcı’ya göre; sorundaki tıkanma, halk diline uzak oluş ve yabancılıktan kaynaklanmaktadır.Bugün Anadolu’nun birçok yöresinde halk dilinde halen kullanılan bir sözcük vardır.Bu sözcük “zağmak” sözcüğüdür ki çeşitli anlamlara gelmektedir.

Zağmak: 1. Kaçmak, koşmak. ( Söğüt, Çal, Denizli – Üçem, Bala, Ankara – Göl, Çubuk, Ankara – Güvenç, Konya. )
2. Düşmek. ( Zile, Tokat – Bor, Niğde. )
3. Hızla fırlamak, akarcasına kayıp gitmek. ( Eğridir köyleri, Isparta – Söğüt, Bilecik – Alaşehir, Manisa – Çankırı – Mersin köyleri, İçel – Afşin, Maraş – Çarşamba, Samsun – Şarkışla, Koyulhisar, Sivas – Bor, Niğde – Yozgat. )
4. Saldırmak. ( Kumdanlı, Yalvaç, Isparta. )
5. Hareket etmek, hızla bir yere gitmek, gidiş, yerinde duramamak, kaçarak kurtulmak.
( Ankara, Kalecik ilçesi, Alevi – Türkmen köyleri. )
6. Yaman, atik, çevik, bir şekilde hareket etmek. ( Isparta, Keçiborlu, Kılıççı kasabası ve köyleri. )

Ayrıca Ankara yöresi köylerinde “zağ” sözcüğü hızla git, durma, seğirt, savuş, hareket et anlamında kullanılan bir sözcüktür.

Şimdi bu açıklamaların “zeybek” kavramıyla ne ilgisi var denilebilir. Kısaca bunu açıklayalım. Bildiğindi gibi “bek”, “bak”, “pek”, “pak” ekleri Türkçede kavram yaratmak amacıyla kullanılan eklerdir. Söz gelimi kaymak fiilini ele alacak olursak, burada “kay” köküne “pak” eki eklenerek “kaypak” kavramı türetilmiştir ki, anlam olarak ikiyüzlülüğü, tutarsızlığı, dönekliği, güvenilmezliği anlatmaktadır. ”Zağ” köküne ise, “bek” ya da “bak” eki eklendiğinde ise “zağbek” veya “zağbak” kavramları ortaya çıkar ki, bu da sürekli kaçan, belli bir yerde kalıcı olarak durmayan, yeri geldiğinde saldırı durumunda olan, bir yere, özellikle sığınılacak ve savunulacak yerlere kaçarak kendini savunan gibi çeşitli anlamları içerir ki, bu anlamlarda zeybekliğin yapısı ve konumuyla bütünüyle örtüşmektedir.

Bu kavramın yüzyıllar boyunca halk ağzında, yöresel söyleyişlere ve dilin akıcılığına uydurularak “zeğbek”, “zeybek” şekline dönüşmüş olabileceğini de rahatlıkla düşünebiliriz. Söz gelimi Ege Bölgesi telafuzuyla Orta Anadalu, Kuzeybatı Anadolu telafuzuyla Güneybatı Anadolu telafuzunun aynı olduğunu söyleyebilir miyiz ? Dolayısıyla bu kavramların da bölgeler arası konuşma dilinde böyle küçük değişikliğe uğraması bize göre doğal bir durumdur. Bu tür değişimleri, başka sözcük ve kavramların kullanımında da görebiliriz.

Zeybeklerin de bir yerde duramayan, belli ve kalıcı bir mekanı bulunmayan, barınmak ve korunmak amacıyla sürekli kaçış, yani hareket halinde olan, ulaşılması zor ve sarp yerlere, özellikle dağlara giden topluluklar olduğu düşünülürse, bu kavramın pekala bu sözcükten açıkladığımız biçimde türetildiği neden söylenmesin ?

Ayrıca kaynaklarda zeybek kavramının “ele avuca sığmaz kişi” anlamına geldiği de belirtilmektedir ki, bu da yukarıda ki düşüncelerimizi doğrular niteliktedir.

Biliyoruz ki, zeybeklik geleneği içinde dağa giden, dağlara çıkan kişiye “zeybek oldu” denilmektedir. Zağmak sözcüğünün anlamlarıyla bir arada düşünüldüğünde, bu anlam ve aktarım, savlarımızı bütünüyle desteklemektedir.

Ayrıca zağbek ve zeybek kavramlarında olduğu gibi seymen kavramının da Ankara’nın çeşitli yörelerinde sağmen, samen, seymen, seyman şekilllerinde kullanıldığı görülmektedir. Yine buna benzer bir biçimde “bey” kavramı da halk dilinde beğ, bağ, ba, beg biçimlerinde kullanılabilmektedir. Çoğu zaman halk “beyim” kavramının “beğim” biçiminde telafuz eder ki, dildeki bu tür değişimler yukarıdaki düşüncelerimizi önemli ölçüde onaylamaktadır. Halk dilinde “y” harfinin “ğ” ve “g” harflerine, “g” ve “ğ” harflerinin “y” harfine dönüştüğü çok sık görülen bir durumdur. Aynı durum “zağbek” kavramı için de geçerlidir.

Yine bu şekilde dildeki yöresel değişim sonucu zeybek bölgesi olan Ankara dolaylarında zeybek kavramının çeşitli şekillerde değişikliğe uğradığını, “zibek”, “ziybek” gibi söyleniş biçimlerine rastlanıldığını ve bu şekilde halk arasında kullanıldığını belirtmekte yarar görüyoruz.

Zeybek Yemini


Kızanlıktan zeybekliğe geçiş, özel bir törenle gerçekleşir. Zeybek kültüründe kutsal sayılan tehnel ağacına (Defne) sapladıkları bir yatağan (Büyük bıçak pala) önünde, aşağıda özetini verdiğimiz zeybek yemini edilir. Kızanlar bu yeminin ardından yatağanın altından üç kez geçerek, zeybekliğe ilk adımı atarlar. (Burada ilgine olan Apollon ile peri kızı Defnenin mitolojik öyküsünü bilirlermiş gibi, bu ağaca kutsal saymalarıdır. Batı Anadolu'da, halk arasında bu ağaca 'Ölüm Ağacı' denir ve bu ağacın yetiştiği dağlara da, 'Ölüm Dağı' adı verilir).

Efe: Kızanlar,bu dağların sahibi kim ?
Kızanlar: Erimiz!

Efe: Yiğidi kim?
Kızanlar: Efemiz!

Efe: Susuz derelerde kavak biter mi ?
Kızanlar: Bitmez!

Efe: Bitkisiz diyarlarda duman tüter mi ?
Kızanlar: Tütmez!

Efe: Yiğit kime derler ?
Kızanlar: sozunun erine, efesiyle ölene.

Efe: Korkak kime derler ?
Kızanlar: Sözünden dönup, aman dileyene.

Efe: İnsan dünyaya niçin gelir ?
Kızanlar: Ölmek için!

Efe: Doğup ta ölmekten kuşkulanan bebeler?...
Kızanlar: Dertlenip.hortlamaya !...

Efe: adem kusagina bel baglanir mi ?
Kizanlar: Baglanirsa aglanir.

Efe:seytana bel baglanir mi ?
Kizanlar:yardimcimizdir , baglanir

Efe: Var yemezlere acımak mı yoksa dayak mı haktır ?
Kızanlar: Dayak haktır.

Efe: Yiğitlerde ne yoktur ?
Kızanlar: Merhamet.

Efe: Korkaklar zeytini nerde düğerler?
Kızanlar: Ağaç dibekte.

Efe: Yiğitler yağı nerde kavururlar ?
Kızanlar: Zalim göbeğinde.

Efe: Sözünde durmayan kahpe bacının öz kızanı olsun mu ?
Kızanlar: Olsun!

Efe: Su dualı yatağan böğrüne batsın mı?
Kızanlar: Batsın!

Efe: Doğru söylediğinize Nasuh tövbesi olsun mu ?
Kızanlar: Olsun!

Efeliğin ve zeybekliğin tarihçesi ne kitaplara sığar ne de internet sayfalarına...
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Zeybeklikte Töre ve Törenler

[FONT=andale mono,times]Zeybeklikte Töre ve Törenler
Ali Haydar Avcı
a) Geçiş Süreci ve Zeybeklik

Zeybeklik olgusunun bünyesinde bulunan töre ve törenlerin yeterince anlaşılabilmesi için geçiş süreçlerine ilişkin kısa bir değini sanırım yararlı olacaktır.

Toplumlarda, bireyler ve toplumun çeşitli kesimleri kendilerini anlatacak, kimliklerini ortaya koyacak, istemlerini sunacak, kısacası benliklerini ve özgürlüklerini yaşayacak düzeni bulamazlarsa bir şekilde kendilerini tanımlayabilecekleri koşulları yaratırlar. Bu durum yeni bir süreçtir. Daha doğrusu yeni koşullara geçişin, yeni bir kimlik oluşturmanın sürecidir. Yeterince gelişmemiş, üretim ilişkileri, toplumsal denge ve değerleri, düşünce ve davranış sistemleri yerine oturmamış, diğer bir deyimle çelişkilerin daha derinden yaşandığı, yapısal değişim geçiren geri toplumlarda bu durum çok daha açık, çok daha belirgin bir şekilde görülür. İnceleme konumuz olan ve tarih boyunca birçok toplumda çeşitli biçim ve boyutlarda ortaya çıkan başkaldırı olayı da, yeni bir süreçte kendini tanımlamanın ve yeni bir ortama geçişin parçasıdır. Burada bir konuyu da gözden ırak tutmamak gerekir. Bir olgu olarak başkaldırı, her zaman, her yerde aynı biçimlerde ortaya çıkmaz. Koşullara, zamana ve zemine göre değişik şekiller gösterebilir. Yaşanan sürece, toplumsa değişim ve gereksinimlere uygun olarak bu şekil kendiliğinden ortaya çıkar. Toplumsal çelişkilerin derinleştiği, merkezi otoritenin olmadığı ya da çok zayıf olduğu, yani yönetim boşluğunun bulunduğu koşullarda geçişlerin boyutları çarpıcı bir şekilde gözlemlenebilir.

Kimliğin belirlenmesi ve kişilik oluşumu, bireyin konumu ve toplumsal işlevi bakımından geçişler önemlidir. Geçişleri sağlamak için geçiş ayinleri ve törenler yapıldığı da bilinen ve yaygın bir durumdur. Bu geçiş ayinleri ve törenlerin örneklerine Anadolu’da olduğu gibi dünyanın birçok yerinde değişik toplumlarda, değişik şekillerde rastlamak mümkündür.

Özellikle dar ve kapalı direnç grupları ve toplumlar ve bu tür toplumların ortaya çıkardığı ve yapılanmalarda geçişlerin kendine özgü özellikleri vardır. Bunların başında çoğunlukla töre ve törenler ve geçişe ilişkin birtakım uygulama ve geleneklerin oluşu gelir.

Geçiş süreçlerine ilişkin töre ve törenler, yeni bir kişilik ve kimlik oluşturmak, yeni duruma kişiliği uyarlamak amacıyla ortaya çıkan uygulamaların bütününü içerir.

Birey açısından törenlerle birlikte yaşanan geçişin anlamı ve belirleyici temel unsurları şunlardır:

1. Yeni durumu içselleştirmek, konumunu kaygı ve kuşkulardan uzak, ikirciksiz ve sağlam bir şekilde özümlemek;

2. Eski kişiliğini değiştirerek yeni bir kişiliğe dönüştürmek, diğer bir deyimle yeni bir kimlik oluşturmak;

3. Yeni kimliğe ilişkin davranış kuralları belirlemek, öngörülen kuralları öğrenmek ve kurallara uymaya çalışmak, birçok geçiş süreçlerinde ortaya çıkan yemin törenlerinde olduğu gibi yeni kimlik ve kişiliğin gereklerinin yerine getirileceğinin, buyruklara kayıtsız koşulsuz uyulacağının sözünü vermek;

4. Geçiş süreci ve sonrasında öncülere, yol gösterici ve yöneticilere uyum ve boyun eğişi sağlamak, onların yönlendirmelerini kabullenmek;

5. Yeni konumla birlikte yeni sorumluluklar ve görevler üstlenmek.

Bütün bunlardan, yeni yapı içerisindeki yaşam biçimi ve davranış kurallarına uyarak yer alınan toplumda sağlam ve etkin bir yer edinme, dayanışma, korunma ve kollanma gereksinimi giderme çabası hemen göze çarpmaktadır.

Geçiş yapılan, gereklerine bağlı kalınacağına ilişkin onay verilen kültür ve yaşam biçiminin, beklentilerine, öngörü ve davranış kalıplarına uygun biçimde yanıt vermek, gelenek, görenek ve töreleriyle uyumlu olmak bir zorunluluktur.

Geçiş süreci sonunda geçiş yapan kişi ve çevrelerin durumu, öncü ve yol göstericiler tarafından onaylanır. Geçiş döneminde kişinin yeni konumu belirlenir. Bu durum çeşitli uygulama ve törenlerle kutsanır. Yeni bir yaşama geçiş yapan ve yeni bir ortama katılan birey kutlanır. Tehlikelerden, kendisini çevreleyen olumsuz koşullardan etkilenmemesi, yaşamında başarılı olması, yürüdüğü yolda engel bulunmaması, kötülüklerden uzak kalması için dilek ve öğütlerde bulunulur.

Geçiş dönemine ilişkin işlem ve törensel uygulamalar, sürekli göz önünde bulundurulması gereken yeni döneme özgü tutum, davranış, uygulama ve kalıplar, gerek tören sırası, gerek tören sonrası görsel ve işitsel bağlamda belirli bir düzen içerisinde ilgili çevrelere sunulur.

Geçiş süreçlerine ilişkin uygulamalar kimi ayrıntılar dışında temel unsurlar bakımından evrenseldir. Genellikle doğrudan katılarak, belirli töre ve törenler dahilinde bu geçişler yapılır. Fakat toplumların gelişmişliğine, üretim ilişkilerine, toplumsal koşullarına, coğrafya ve kültürel şekillenmelerine özgü birtakım yerel farklılıklar da gözlemlenebilir. Bu farklılık ve ayrımlar geçiş sürecinin özünü değiştirmez.

Anadolu’nun Batı coğrafyasında ortaya çıkan ve köklü bir geleneğe sahip olan zeybeklik kurumu da bünyesinde buna benzer geçiş unsurlarını taşıyan bir yapıdır. Zeybeklikteki kızanlık durumu ve törensel uygulamaları, eski kişiliği değiştirerek yeni bir kişilikle ortaya çıkmanın, yeni bir kimlikle bütünleşmenin ön adımıdır. Yapılan tüm uygulamalar bu doğrultuda sürecin bütün gerekleri ve gelenekleriyle örtüşür. Efeliğe ve kızanlığa ilişkin geçiş törenlerini bu bağlamda değerlendirmenin kanımızca yararı vardır.

[FONT=andale mono,times]b) Zeybekler Topluluğunun Genel Yapısı

Genel anlamda “zeybeklik coğrafyası” diyebileceğimiz Batı Anadolu’da haksızlığa boyun eğmeyen ve “yoksul yandaşı savaşçılar” olarak görülen zeybekler, baskıya, haksızlık ve zorbalığa başkaldıran, yani adaletsizliğe “hayır” diyen kişilerdir. Baskı, dizginsiz sömürü ve kuşatılmışlık içerisinde bunalma, koşulların düzeleceğine ilişkin umutların tükenmesi, insanda isyan duygularını körükler ve geliştirir. Kendi deyimleriyle “düşküne el veren” dağlara çıkmak, kendince koşulları yaratanlarla çatışmaya girmek bir tutku haline gelir. Yine kendi deyimleriyle, “Dara düşen ya dağa yaslanır, ya beğe yaslanır.” Zeybek olmaya karar verenler beylere yaslanamayacağına göre, geriye bir tek seçenekleri kalmaktadır. Dağlara yaslanmak… Eski bir atasözünün söylediği gibi “Kurt bunalırsa köye iner, kul bunalırsa dağa çıkar.” Bunun anlamı bir yerde bağından boşanma, geleneksel yaşamın dışına çıkmadır.

Birey zincirlerini kopardıkça eylem çizgisinin yönelimini yüzde yüz doğru belirleyemese bile özgürleşir. Bu anlamda, bir bakıma zeybekler dağ başlarının “özgür yoldaşlar topluluğu”dur. Diğer bir deyimle “zeybekle birliği”ne bir çeşit yoldaşlığa dayanan birliktelikler denilebilir. Bu birliktelik içerisinde yer alanlar sevinç ve tasada ortaktır. Acılar, sıkıntı ve bunalımlar hep birlikte göğüslemeye çalışırlar.

Bu bağlamda ortaya çıkan güçlü bir zeybek çetesi altı kısımdan oluşur. Bunlar;
1. Efe,
2. Başzeybek ya da başkızan,
3. Kızanlar ya da yaygın deyimle zeybekler,
4. Yardımcı ya da muavin çeteler,
5. Haberci ve istihbarat ağı,
6. Yatak ve barınma ağı.

Efe, bir çetenin başı, yani yöneticisidir. Çeteyi tek başına çekip çevirir, yönetir, yönlendirir. Çetede bulunan hiçbir zeybek ve kızan onun bilgisi ve istemi dışında hiçbir eyleme girişemez, ondan habersiz hiçbir iş yapamaz. Efenin söylediği sözün, yürüdüğü yolun dışına çıkılamaz.

Batı Anadolu’da halkın algılamasına göre efe, mertliği herkes tarafından kabul edilmiş, “yerine göre bıçağının ekmeğiyle geçinen ve solumadan ölen kabadayı”dır. Bir kişi bir kez efe oldu mu, artık dağları ve isyan yaşamını bırakarak düze inse de, yahut kızanlarını yitirip yalnız kalması sonucu bir başka çeteye girse de yine efedir. Yaşamı boyunca efe olarak kalır, efe olarak anılır ve saygınlık görür.

Başzeybek ise; efenin birinci derecede yardımcısıdır. Çetede efeden sonra gelen insandır. Onun olmadığı yerde çeteyi o yönetir ve yönlendirir. Kızanlar, efeye iletilmesini istedikleri istemlerini, söyleyeceklerini, gereksinim ve sorunlarını başzeybeğe söylerler. Başzeybek ise, bu konuları uygun biçimde efeye iletir. Efeler her türlü sıkıntıya, üzüntüye, baskı ve yıkıma, sabır ve dirençle dayanır. Serini verir, hiçbir zaman sırrını vermez. İçinden geçeni, yaşadığı fırtınaları kimseye sezdirmez. Her zaman, her yerde iradesine hâkim olmak zorundadır.

Zeybek, efe ve başzeybekten sonra çetenin bütün üyelerine toplum tarafından verilen isimdir. Genel olarak zeybekler, çetenin en etkili, eylemli ve efenin güvenini kazanmış, yardımcılığını üstlenmiş kişilerdir. Sözlüklerde zeybek kavramı genel olarak “efenin buyruğu altında bulunan genç” şeklinde açıklanmaktadır.

Zeybekler, efenin yol göstericiliği doğrultusunda hareket ederler. Efelik töresine göre, efeden hiçbir şey soramazlar. Ona akıl vermeye, yol göstermeye kalkışmazlar. Herhangi bir tartışmaya girişmezler, hüküm yürütmezler. Bunun tersi bir durum çekişme ve çatışmalara, çetenin bölünüp parçalanmasına yol açar. Törelerine göre efe “öl” dese ölür, “kal” dese kalırlar.

Efenin yol göstericiliği ve buyrukları doğrultusunda hiçbir eylemden çekinmezler. Efenin sözünün üstüne söz, izinin üstüne iz olmaz. Dileğinin ve eyleminin üstüne kimse tartışamaz. Bu durum, zeybekliğin değişmez kuralıdır. Araştırmalarımızda bu kuralı bozan bir örneğe rastlamadık.

Çete içerisinde dışarıdan bakıldığında açık bir şekilde görüşmese bile belli bir düzen, belli bir örgütlük söz konusudur. Aşağı yukarı herkesin belirlenmiş bir görevi vardır. Sözgelimi, zeybeklerden biri kalınan yerdeki çevre ve yatma işlerini düzenlemeden; diğeri yeme, içme işleriyle ilgili konularda; diğeri gözetleme ve keşif işlerinden; bir başkası haber götürüp getirme ve konaklama işlerinden sorumlu olabilir. Bu düzen içerisinde herkes işini aksatmaksızın yerine getirir.

Kızan, çeteye yeni giren ya da başzeybek ve zeybeklerden sonraki çete üyelerine verilen addır. Bunlar hem efenin, hem yeri geldiğinde zeybeklerin yönlendirmesine göre hareket ederler. Çetenin günlük işlerini bunlar görür. Köy, kasaba ve şehirlerle ilişkileri genellikle bunlar yürütürler. Çetenin günlük gereksinimlerini bunlar sağlar.

Efe, bir yere elçi göndereceği zaman kızanlarından uygun birini seçerek gönderir. Kızanların içinde güzel saz çalan, deyiş türkü söyleyenler de bulunur.

Zeybekler arasında bağlama ve cura taşımak, türkü çalıp söylemek eski bir zeybek geleneğidir. Dönemin tanıklarına göre, “çete halinde dolaşan zeybekler, mutlak olarak sırtlarında üç telli bağlama taşırlardı.

Dağların bu sergüzeştçi adamları, yaylalarda, yalçın kayalar üstünde, bayırlarda, ormanlarda veya dere kenarlarında topluca otururlar, bağlamalarını çalarlar; oynarlar; eğlenirler; kendilerini avundururlardı. Sık sık da türkü düzerlerdi.

Kütahya-Gediz bölgesinden, 19. yüzyılın ünlü efelerinden İslamoğlu’nun da çok güzel cura ve bağlama çaldığı, deyiş ve türküler söylediği bilinmektedir.

Hatta deyişlerinden birinde “Ben sazımın tellerinden hız aldım”, bir başka deyişinde ise “Gönül aşksız, dağlar sazsız olmuyor” demektedir.

“Toylandadır deli gönül toylanda / Hep çirkinler güzel olur bayramda…” sözlerinin, İslamoğlu’nun sürekli söylediği türkülerden birinin dizeleri olduğu da söylenmektedir.

Yine ünlü Çakırcalı Mehmet çetesinden Çoban Memed’in de yanında sürekli bağlamasını gezdirdiği, gayet güzel saz ve cura çaldığı, çok yanık ve güzel türküler söylediği de bilinmektedir.

Bir baskın dolayısıyla 8 Zilhicce 1321 (21 Şubat 1906) tarihli bir belgede zeybeklerden bahsedilirken önce giyimlerinin tanımı yapılmakta, sonra zeybeklerden birinin arkasındaki Yörük çantasında (bu, büyük bir olasılıkla adına dağarcık denilen, daha çok konar-göçerlerin ve çobanların kullandığı, ağzı büzgülü, omuza ve sırta takılabilen ve deriden yapılan çanta olmalı) bir de bağlama diye tabir olunan bir çalgının bulunduğu belirtilmektedir.

Bunlardan da anlaşılacağı gibi genel olarak yanında bağlaması ve curası bulunmayan bir zeybek çetesi düşünülemez. İşte bu saz çalan, deyiş ve türkü söyleyen kızanlar ve zeybekler, hem çetenin kederden uzak, keyifli günler geçirmesini sağlar, hem gerginlik ve sıkıntının azalmasına yardımcı olurlar.

Halk tarafından çete üyelerinin tamamına birden “zeybek”, çeteye de topluca “zeybek çetesi” denir. Bununla birlikte örgütlenmeleri içerisinde görev ve işbölümü açısından yukarıda değindiğimiz gibi bir yapılanma söz konusudur. Görev bölümü ve kimin ne iş yapacağı, kendi gelenek ve göreneklerine göre efe ve efenin bulunmadığı yerde başzeybek tarafından belirlenir.

Yardımcı ya da muavin çeteler ise, asıl ana çeteye yardımcı olmak, korunma ve haberleşme işlerini düzenlemek; takip kuvvetlerinin dikkatini dağıtarak yönünü şaşırtmak; ulaşılamayan noktalarda bu çeteler eliyle eylemde bulunmak; yiyecek, giyecek, silah, mühimmat gibi çeşitli türde lojistik destekler sağlamak amacıyla oluşturulan çetelerdir. Düzde bulunduğu gibi efe, gerekli görürse dağa da çıkar. Çoğunlukla ana çeteden ayrı olarak gezerler. Gerekli buyrukları efeden alırlar.

Efe, muavin çetedeki kızanları da ana çetedeki kızanlar gibi gözetir, korur, kollar. Her açıdan gerekli yardımlarda bulunur. Bu davranışlar sanıyorum karşılıklı güven oluşumunun en önemli parçalarından biridir.

Haberci ve istihbarat ağı, çetenin haberleşme (bilgi götürüp getirme), bilgi edinme, gözetleme, ön araştırma ve inceleme işlerini yürütür. Çete açısından yaşamsal öneme sahiptir.

Yatak ve barınma ağı ise yeme içme, mühimmat gibi gereksinimlerin giderildiği, çetenin sığındığı, barındığı, dara düştükçe gizlendiği yerlerdir. Bütün bu kesimlerin alabildiğine güvenilir olması, en küçük bir açık vermemesi bir zorunluluktur. Çünkü umulmadık bir zamanda yapılacak bir hatayı bütün çete büyük bir bedelle ödeyebilir. Bu da genellikle öldürülerek ortadan kaldırılmaları durumudur. Bir zeybek çetesi bu ağları gerektiği gibi oluşturmadı mı ya da bu ağlar çözüldü mü, etkili olması ve uzun süreli yaşam şansı bulması sınırlı, hatta olanaksızdır. Nitekim ünlü Çakırcalı çetesi böyle bir çözülme sonucu Karıncalı dağda çevrilmiş ve çıkan çatışmada Çakırcalı Mehmet Efe, 1911 yılının 17-18 Kasım (4 Teşrin-i sani 1327) gecesi kör bir kurşunla vurularak öldürülmüştür.

Güçlü ve etkili zeybek çetelerinde ise bu ağların alabildiğine geniş, sağlam, tutarlı ve düzenli olduğunu görüyoruz. Çakırcalı çetesi de uzun yıllar ancak böyle etkili olabilmiştir. Bu konulardaki en küçük bir hatayı hiçbir zeybek çetesi bağışlamaz. Bu neden bu ağ içinde bulunanlar hata yapmazlar. Hata yaptıklarında ise, bunun bedelini yaşamlarıyla ödeyeceklerini bilirler. Buna karşılık zeybekler de bu yapı içinde yer alanları her açıdan en iyi biçimde korur. Onlara zarar verenleri en ağır şekilde cezalandırır.

Ağları sıkı olan zeybek çetesi günün birinde, herhangi bir sebeple dağılsa ya da ortadan kalksa bile, hiçbir çevrenin bu ağı çözmeye, ağ içinde bulunanların işlevini belirlemeye kolaylıkla gücü yetmez. Bu sırlar ölünceye kadar bu yapı içinde yer alanlarda bir “giz” olarak kalır.

Zeybekler her zaman, her yerde tedbirli olmak zorundadır.
Tedbir, zeybekleri ayakta tutan en önemli öğelerden biridir. Zeybeği yaşatanın en azından yarısı yiğitlik, cesaret ve halkla karşılıklı korumaya dayanan ilişkiler ise, en azında yarsı da kurnazlık, uyanıklık ve tedbirdir. Her an olabilecek her duruma karşı hazırlıklı ve gerekli önlemleri almış olmaktır.

İstemleri dışında girdikleri çatışmalarda ve düştükleri pusularda ya da gerekli gördükleri durumlarda zeybekler, kaçma, kurtulma, şaşırtma, püskürtme, yarma ve oyalama taktiklerini başarıyla uygular. Zaten bu konularda başarılı olamayan zeybeklerin yaşama şansı yoktur. Zeybekler arasında şaşırtma ve kaçıp kurtulmaya “silkme”, oyalamaya yönelik atışlara “yığdırma”, havaya yapılan atışlara “dikleme”, püskürtme ve yarmaya yönelik atışlara “çalımlı” denir. Bu atış, karşı tarafa baskı uygulamak amacıyla seri halde ve topluca yapılır.

Zeybekler sık olmasa bile, “tedbirsiz davranır zaptiyan takipçisine yakalanırsa bile göz açtırmayan bir çatışmaya girerlerdi. Durum zor ise, birbirini kollayarak ateşe devam eder, değişik yönlere dağılarak, daha önceden belirledikleri menzillerde buluşurlardı. Dağlarda Yörükler, kırlarda çiftçiler, köylerde yataklar bunları korur, saklardı.

Zeybeklerin nerede konaklayacaklarını, nereden, ne zaman geçeceklerini kendilerinden başka kimse bilmezdi. Bir gün Teke Yarımadası’nda, Toroslar’da, bir hafta sonra Murat dağlarında, Bozdoğan’da görünürlerdi. Beşparmak dağlarından Madran’a, oradan Meğri (Fethiye) Körfezi’ne birkaç günde gelirlerdi. Dağları, geçitleri, su başlarını, hangi dağda hangi Yörüklerin konakladıklarını, köylerde hangi evde ne tip silah olduğunu, zenginleri, ihtiyaç sahibi olanları çok iyi bilirlerdi.

Efenin gönderdiği kızanlar yataklar vasıtasıyla son haberler getirirdi. Durum görüşülür, bazen korkunç planlar kurulurdu. Bu planlar tereddütsüz uygulanırdı. Takip ve baskınlarda karanlık saatler seçilirdi. Ay ışığı olmayan geceler, en uygun gecelerdi. İz kaybetmede, “şaşırtma” taktiği” güdülürd. Aksi istikametlerde ateş yakılır, söndürülür; kendilerinden yiyecek parçaları, yiyecek artıkları özellikle bırakılırdı. Her an ihtiyatlı hareket etmek zorunda olduklarından, ayak seslerini ayırt etmekte bile ustaydılar. Yatarken, düğünlerde iken, mola verdiklerinde, otururken, her ne şekilde olursa olsun içlerinden biri veya ikisi nöbet tutardı.

Zeybekler herhangi bir çatışmadan sıyrılıp kaçmak istedikleri zaman “üçleme” yaparlar. Bu, sacayağı çeklinde üç kola ayrılarak, karşı tarafı üç koldan sıkı bir ateş altına alarak kaçışı temin etmektir. Özellikle Çakırcalı bu konuda çok ustadır.

Bunların dışında, yukarıda değinildiği gibi zeybekler, ayağına inanılmaz çabuktur. Çok hızlı kavrama, değerlendirme ve hareket yetenekleri vardır. Bu durum mücadelelerinde kendilerini başarılı kılmıştır.

Bu kurallara uyan zeybekler uzun süre dağlarda tutunarak direnebilmiş, uymayan ise ya pusuya düşürülerek yakalanmış ya da herhangi bir çatışma ve gaflet anında vurularak yok edilmiştir.

Sözgelimi uzun yıllar Osmanlı güçlerine karşı dişe diş bir mücadele içerisinde zeybeklik yaşamını sürdüren ve on beş yıl boyunca Osmanlı ordularına kafa tutan “Çakırcalı Mehmet Efe’nin bu kadar yıl dağlarda dolaşabilmesinin ve bir türlü ele geçmemesinin en büyük sebebi, bu aşırı derecede ihtiyatkârlığı olmuştu. Geçtiği yolları daima değiştirir, dağ başında, bir geçitten geçmeden evvel orada pusu kurulu olduğunu farz ederek ona göre davranırdı. Bir efenin ihtiyatlı davranmazsa ne kadar cesur olursa olsun, her zaman bir kurşunla öbür dünyayı boylayabileceğini pek güzel bilirdi.”

Her zaman tedbirli olan ve her türlü olasılığı göz önüne alarak ona göre hazırlıklı davranan zeybekler, bir pusu kuracağı, ya da bir çiftliğe baskın yapacağı zaman, daha önceden uzun uzadıya düşünür; en akla gelmeyecek olasılıkları hesaplar; ona göre harekete geçerlerdi. Öfkelerine, anlık duygu ve kızgınlıklarına göre iş yapmazlardı. “Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır” diyerek her olayın ince ince hesabını yaparlardı.

Çakırcalı Mehmet Efe, bu denli ince hesaplı ve ustalıkla hareket ettiği için her defasında başarılı olurdu. “Bunca müsademelere (çatışmalara) girdiği halde kendisine bir şey olmaması, hakkında “Vücuduna kurşun işlemez” kanaatini uyandırmıştı. Birçok köylüler buna inanıyorlar ve Çakırcalı Efe’yi bir nevi “ermiş” adam addediyorlardı.

Aslında burada ilginç, ilginç olduğu kadar da önemli bir davranış biçimi söz konusudur. Halkın egemenlere, güçlü olan, kendi üzerinde baskı yönetimi kuran yöneticilere karşı, kendinden yana olan, kendini savunan, koruyan, egemenleri sindiren “kahraman”lara gereksinimi vardır. Bu tür “kahraman”lar en büyük dayanaklarından birisidir.

Bu nedenle erdemli isyancılığına temsilcisi durumunda olan zeybekleri her durumda sahiplenir; elinden gelen her türlü desteği sunar. Bu bağlamda, Çakırcalı Mehmet Efe’nin halk tarafından “ermiş” mertebesine yükseltilmesinde şaşılacak bir yan yoktur. Çünkü artık Çakırcalı, onlar için “halkın hak arayan kahramanı”dır.

[FONT=andale mono,times]c) Efelik Töreni

Bir efenin ölümünde zeybekliğe özgü yas töreni düzenlenir. Bu oldukça ilginç bir törendir. Efe dağda ölürse yüksekçe bir kayanın üzerine yatırılır. Baş ve ayak uçlarına ardıç, çam veya meşe ağacından büyük ateşler yakılır.

Zeybekler, belirli bir süre bağlamayla hüzünlü, yas ezgileri çalarak, ağıtlar yakarak, deyişler söyleyerek bu kutsal ölünün çevresinde bu törene özgü zeybek oyununu oynarlar. Bu, başka yerlerde oynanmayan “yas zeybeği” denilen bir çeşit yas oyunudur. Tören sırasında kızanlar oynamazlar. Yalnızca baş kesip, yani başlarını önlerine eğip töreni izlemekle yetinirler. Gerekiyorsa törenle ilgili verilen görevleri yerine getirirler.

Tören bitiminde efenin ölüsü başkaları tarafından bulanamayacak, yalnızca kendilerinin bildiği bir gömütlüğe, büyük bir kaya dibine ya da kendilerince uygun buldukları başka bir yere gömülür. Buralar genellikle dağ başlarıdır. Gömütün yitip gitmemesi için başucuna ardış ya da dur benzeri bir ağaç dikilir. Böylece kızanları tarafından efeye karşı son görevleri yerine getirilmiş olur.

Efenin ölümünden sonra isteyen zeybek çeteden ayrılabilir, isterse yeni bir çete oluşturabilir. Bütün bu olay ve töresel uygulamaların bitiminden sonra, sıra yeni efenin seçimine gelmiştir. Yiğitliği, mertliği, korkusuzluğu, güzel ahlâkı, yardımseverliği, düşkünleri koruması ve yetenekleriyle ünlenen, bir çeteyi yönetebilecek, çekip çevirebilecek, gerekli disiplini sağlayabilecek, yeterli birikime sahip, saygın ve sevilen birisi ancak efe seçilebilir. Efenin oğlu varsa, bu niteliklere sahipse efe olabilir. Zeybekler arasında ilk seçenek odur. Hak öncelikle ona tanınır. Eğer efenin böyle bir oğlu yoksa genellikle bu niteliklere sahip başzeybek efe seçilir.

Zeybeklerin kendi aralarında bir seçim yapılacaksa bu genellikle dağ başında, bir kaya dibinde, bir mağara önünde, bir konalgada ya da bir sığınakta olur. Efe seçimi yapıldıktan sonra ya da zeybek ve kızanların kendi aralarında kararlaştırdıkları ve efe olmasını uygun gördükleri veya istedikleri kişinin önüne sırayla silahlarını koyarlar. Sonra uzanıp elini öperek başlarına götürür ve geri çekilirler. Bu davranışları kendilerine bu kişinin baş olmasını, yani efelik yapmasını istedikleri ve efeliğini onayladıkları anlamına gelmektedir.

Bu durumun ardından zeybekler adına çetedeki herkesin saydığı ve sevdiği, en yaşlı ve en deneyimli bir zeybek sözcü olarak öne çıkar;
- Bundan geri bizim efemizsin. Bozatlı Hızır yardımcın olsun. Düşmanın mat, dostların şad, bıçağın kesin, yolun açık olsun, der.
Yeni efe ise bütün kızanlarına göz gezdirerek;
- Demek iş başa düştü kızanlar. Var olun, sağ olun. Tanrı dosta düşmana karşı yüzümüzü karı çıkarmasın, namerde muhtaç etmesin, yazımızı kış eylemesin. Erenler, erler gözcümüz, bekçimiz olsun, der.
Bu konuşmadan sonra sözcü zeybek;
- Efem müsaaden var mı? Diye sorar.
Efe, başını sallar. Bu izin üzerine zeybek tüfeğini yerden alır, dağların doruklarına ve yamaçlara doğru beş el kurşun sıkar. Ardından bu zeybeğin söylemesi ve yine efenin izniyle diğer kızanlar da yamaçlara doğru beş el kurşun sıkarlar. Bundan geri artık, yeni efenin efelik süreci başlamıştır.

Zeybeklik tarihinde Aydın ihtilalini gerçekleştiren Atçalı Kel Mehmet Efe ile birlikte gelmiş geçmiş en ünlü efelerden biri olan Çakırcalı Mehmet efenin, efelik seçimi de yukarıda anlattığımıza benzer şekilde yapılmıştır. Yöresel araştırmalarına dayanarak hazırladığı belgeselde olayı Yaşar Kemal şöyle aktarmaktadır:

Hacı Mustafa başını kaldırdı, Çoban’a baktı. Çoban uyur gibi kımıldamadan yatıyordu. Gülümsedi. Yüksek sesle:
- Bu köpoğlu da bir Pınarbaşı bulmasın, eli ayağı kesilir, ya yatar böyle, ya kaval çalar, ya da türkü söyler.
Çoban ağır ağır, gülümseyerek doğruldu.
Mustafa:
- Çoban, gel buraya, dedi. İşimiz var. Sonra gene gider yatarsın. Ulan kara dinli, uyku senin anan mı?
Çoban gülümseyerek geldi, başında durdu.
Hacı Mustafa sordu:
- Tüfeğin dolu mu?
Çoban dolu dercesine başını salladı. Gülümsüyordu.
Hacı da bu sırada tüfeğinden kurşunları boşalttı, geri doldurdu. Çakırcalı hareketlerini merakla kolluyordu.

Hacı durdu, tüfeğini sıvazladı. Götürdü Çakırcalı’nın önüne koydu. Sonra elini aldı, öptü, başına götürdü.

- Sen bizim efemizsin. Hızır yardımcın olsun. Düşmanın kör, dostun yeğin olsun, dedi.

Sonra önünden çekildi. Çoban Memed’e baktı. Çoban’da vardı, Çakırcalı’nın önüne tüfeğini uzattı. Elini aldı, öptü, çekildi.

Çakırcalı’nın gözleri dolmuştu. Ayağa kalktı.
- Demek Hacı, iş başa düştü.
Hacı başını salladı.
Çakırcalı:
- Sağ olun, var olun, dedi. Allah yüzümüzü kara çıkarmasın dosta düşmana karşı.

Bundan sonra artık efelik töresince hareket edeceklerdi. Hacı akıldanelikten vazgeçip kızan oluyordu. Efelik yöresince hiçbir kızan efeye hiçbir sual soramaz, ne yapalım, nereye gidelim, bu oldu, bu olmadı diyemezdi. Efe bir şey soracak olursa, o zaman cevap verilirdi. Efenin sözünden hiçbir kızan çıkamaz, hiçbir hareketine itiraz edemezdi. Törenin dışına çıkan, en küçük bir itirazda bulunan kızan haklı da olsa kurşunu yerdi. Çetede tek hakim efeydi. Sözünün üstüne söz, dileğinin üstüne dilek olmazdı.

- Efem, müsaade eder misin? Dedi.
Çakırcalı bir göz işaretiyle “evet” dedi.
Hacı dağların yamacına beş kurşun salladı. Sonra:
- Efem Çoban’a da müsaade et.
Çoban’da beş kurşun salladı. Arkalarından Çakırcalı’da. Dağlar yankılandı. Dağlar güm güm ötüyordu. Çakırcalı’nın ablak suratı kıpkırmızı kesilmiştir.

O gece pınarın başında yatılar. Oysa Hacı Mustafa Yörük çadırlarına gitmek istiyordu. Bir türlü teklifini yapamadı. Yapamazdı. Artık her şeyi efe düşünecek, her şeye o karar verecekti. Burada da belirtildiği gibi efe seçimi yapıldıktan sonra, çetenin her türlü sorumluluğunu efe üstlenir. Kararlar ona bırakılır.

Eğer efenin oğlu babasının yerine efe olmak istiyorsa ya da böyle bir eğilimi varsa –ki böyle bir durum önceden bilinir- genellikle tören bitiminden ve ölü gömüldükten sonra zeybekler ve kızanlar efenin köyünde, köy meydanında ya da uygun bir yerde toplanırlar. Efenin oğlu meydana çıkar. Babasının yiğitliğini, kahramanlıklarını, mertliğini, yeteneklerini anlatır. Kendisinin de babasının yerine aday olduğunu söyler.

- Burası er meydanı, isteyen çıksın boy ölçüşelim, diyerek ortaya çıkar.
Eğer kızan ve zeybekler seslenmezlerse, bu herhangi bir karşı çıkışın olmadığı, efeliğinin onaylandığı, anlamına gelir. Bunun üzerine yeni efe babasının bütün eşyalarını meydana getirerek yığar. Babasından kalan parayı da ortaya koyar.
- Babama ait bütün mallar ve paralar sizindir, der.

Geriye çekilir. Zeybek kızanlara bakar. Bunu üzerine, zeybeklik töresine göre, bütün zeybek ve kızanlar bu malları ve isterlerse alır, kendi aralarında paylaşırlar, isterlerse yeni efelerine “babalık mirası” olarak bırakırlar.

Bu törenin bitiminden sonra, silahlarını önüne koyarak yeni efenin elini öperler. El öpümü sonrası efenin işaretiyle herkes silahını geri alır. Böylelikle efelik töreni bitmiş olur.

Bundan sonra yeni efe uygun bir günde ziyafet verir. Bağlama ve üç telli curalar zeybek ezgileri çalar, türlü türlü zeybek oyunları oynanır. Böylece yeni efenin efeliğinin kutlaması yapılır.

Çoğu zaman koşullar elverişliyse, bu kutlamalar sonrası bir de düğün töreni düzenlenir. Yeni efe yoksul bir dul kadının ya da yoksul, kimsesiz bir kızın bütün masraflarını karşılayarak evlenmesini sağlar. Bu düğünle birlikte, efelik de yeniden kutlanır. Daha yolun başında bu tür cömertçe davranışlarda bulunan efelerin şanı, şöhreti bir anda yaygınlaşır. Halk böyle efelere saygıyla, sevgiyle yaklaşır.

Bu aşamadan sonra, bir efe dağda da olsa, düzde de olsa efedir. Zeybek de aynı şekilde nerde olursa olsun zeybektir.

Bir kez efe ve zeybek olunduktan sonra, artık o kişinin yaşamı sona erinceye kadar öylece kalır. Efelik ve zyebeklik halka göre onurlu, erdemli bir iştir. Bu nedenle belirli nitelik ve yeteneklere sahip olmadan zeybek olunamayacağı düşünülür. Buna sahip olanların da bir şekilde bunu kanıtlamaları gerekir. Halk böylesine işlevler yüklediği “efelik” ve zeybeklik her kula müyesser dağa çıkıp eşkıyalık yapması gerekmez.”

Bu niteliklere ve halkın olayı algılayış biçimine bakınca, efelik ve zeybekliğin Batı Anadolu’da bu denli yaygın oluşunun nedenlerinin bir bölümünü kendiliğinden anlaşılır. Görüşmektedir ki, zeybeklik kişiyi saygın ve etkin kılmaktadır.

Olağan durumlarda, efelik töresine göre bir kimse dağa çıkmak istedi mi, tanınmış efelere başvuru, el öperek izin ister. Efe isterse onu zeybek olarak yanına alır ya da belirli yerlerde kendi başına efelik yaparak dolaşmasına izin verir. Yeni efe kesinlikle bu kuralların dışına çıkamaz. Kendisine izin verilen bölgenin sınırlarını aşmamak için gerekli özeni gösterir.

Fakat seyrek de olsa bu kuralları aşan efe ve zeybeklere de rastlanmaktadır. Sözgelimi Çakırcalı Mehmet Efe dağa çıkarken hiç kimseden izin istememiş, hiçbir efenin elini öperek iznini almamıştır. Çünkü onun özel bir durumu vardır.

Bir kez Çakırcalı Ahmet Efe gibi yöresinde çok tanınmış, etkili, yanında birçok zeybek yetiştirmiş bir efenin oğludur. Üstelik babası düze inmişken kendi deyimleriyle “Osmanlı” tarafından tuzağa düşürülmüş, dost bildiği ve güvendiği yöneticiler tarafından arkadan vurularak öldürülmüştür.

Bu nedenle onun öcünü almak istemesi doğaldır. Ayrıca dağa çıkmadan önce yıllarca, zeybeklikle ilgili babasının eski kızanlarından ve yakın çevresinden muazzam bir eğitim almış, bu alanda en iyi şekilde yetiştirilmiştir. Yani oldukça donanımlıdır. Yanında babasının kızanlarından olan, “dağ kanunlar” konusunda oldukça bilgili ve deneyimli Hacı Mustafa adında bir zeybek vardır. Bundan dolayı kimseden izin almadan dağa çıkması doğal görüşmüş, hiçbir efe de bu davranışından dolayı gocunmamıştır.

Ayrıca zeybeklik yasalarına göre, bir efe, efe olamayanlarca yapılan kalleşlik ve kötülüğe diğer efeler kesinlikle tahammül etmezler, kesinlikle bağışlamazlar. Ne yapar, ne eder, günün birinde hesabını sorarak kötülüğü karşılıksız bırakmazlar. Bu tür olayların, bugün onun, yarın kendilerinin başına gelebileceğini düşünürler. Zeybekler arasında dayanışmanın ve karşılıklı kollamanın ilginç bir örneği olan bu töre, yazılı olmayan bir dağlar yasasıdır. Dolayısıyla Osmanlı yöneticilerinin ikiyüzlülüğü ve kalleşliğine karşı böyle bir çıkış onlar için ayrıca sevindirici olmuştur.

Bununla birlikte her efenin kendine özgü etkinlik alanları ve adlarıyla anılan dağlar vardır. Sözgelimi, Çakırcalı Mehmet Efe Bozdağ ve Karıncalı dağla; Demirci Mehmet Efe Bozdoğan, Nazdilli dağları; Yörük Ali Efe Aydın dağları; Masudlu Mestan Efe, Kıllıoğlu Hüseyin ve Kozalaklı Mehmet Efeler Mardan dağları; Çavdarlı Murat Zeybek Beşparmak dağlarıyla anılırlar. Bu dağlar, bu efelerin etkinlik kurduğu, sözlerinin geçtiği, korunaklı, güvenli alanlardır. Bu efeler çoğunlukla bu dağları mekan tutmuşlardır. Buralarda mağara ve sığınak gibi kendilerini savunabilecekleri, saklanabilecekleri yalnızca kendileri tarafından bilinen özel yerleri vardır.

Bu dağları karış karış, delik delik bilirler. Her koyakta, her kayanın, her çalının dibinde neler vardır, haberleri olur. Yeterince bilmedikleri alanlarda savunmada zorluk çekebileceklerini, kolayca pusuya düşeceklerini ve gafil avlanabileceklerini düşünürler.

Dolayısıyla hiçbir efe, diğer efenin alanına kolay kolay girmek istemez. Böyle bir durum kanlı bıçaklı çatışmaların sebebi haline gelir. Zorunlu geçişler olsa bile fazla kalınmaz, başka alanlara gidilir.

Çakırcalı’da zeybekliğe başladığında baba mirası gibi, babasının gezdiği dağlar olan, en iyi bildiği, güvenebileceği kesimlerin bulunduğu Bozdağ ve Karıncalı dağa çıkmıştı. Zaten Osmanlının zeybek kıyımıyla bir süre boşalan bu dağlar bir efeyi de bekliyordu.

[FONT=andale mono,times]ç) Efe Düğünü

Efeler evlenecekleri zaman düğünleri de oldukça görkemli olur. Geleneksel olarak efeler öyle her kadınla evlenmezler. Kadında belli nitelik ve yetenekler aranır. Bu amaçla, aracılar eliyle öncelikle ön araştırma ve soruşturmalar yapılır. Bunu yapanlar genellikle işbilir, uyanık, eskilerin deyimiyle “Osmanlı” kadınlardır.

Öncelikle efenin evleneceği kadının güzelliği, görgülü, yiğit, eline çabuk, ağırbaşlı ve olgun olması önemlidir. Ayrıca konuklara karşı saygı terbiyesi alıp almadığına, konuk ağırlama, sofra düzme, ev çekip çevirme ve el becerilerinin olup olmadığına bakılır.

Efeler böylesine seçkin, yiğit ve becerikli kadınlarla evlenirler. Böylesi kadınlarla evlenmek efenin şanını yüceltir, toplum içinde saygınlığını artırır. Çünkü ata sözüdür; kendi aralarında, “Kadın vardır vezir eder, kadın vardır rezil eder”, “Gül dalından odun olmaz, görgüsüz yerden kadın olmaz” derler. Bu durum, efelerin bu tür değer ve sözlere önem verdiğini gösterir.

Düğünün başlangıç gününe “bayrak kaldırma”, düğünü çekip çeviren kişiye “bayraktar” denilir. Ayrıca bir de gençler arasından düğün töreni için çeşitli işlerde görevlendirilmek üzere “efe başı” seçilir.

Düğün evinin çatı ya da damına “bayrak dikme” geleneği vardır. Bayrağın rengi kırmızıdır. Efenin evinin damına da bayrak dikilir. Ayrıca bayrak sopasının ucuna kırmızı bir elma konulur ve renkli kuş tüylerinden yapılmış “tozak” bağlanır. Gençler bu elmayı ve tozağı düşürmek için kıyasıya yarış yaparlar.

Efe düğünü kalabalık bir toplumla yapılır. Düğüne eski, yeni bütün efe ve zeybekler, bölgenin önde gelenler, çevredeki diğer sayın kişiler çağrılır.

Düğün başlamadan günler öncesi konuklara “okuntu” denilen çağrılar gider. Bunlar genellikle elma, havlı mendil, peşkir, okuntu şekeri, kulaklı kaşık gibi hediyelerdir. Konuklar düğün evine Çarşamba gününden itibaren gelirler.

Düğün günü konuklar, gelişlerini duyurmak ve düğünü kutlamak amacıyla uzaklardan silah atarak düğün yerine giderler. Bu silah atmalara düğün yerinde de devam edilir. Geliş esnasında bayraktar, davul zurna eşliğinde, gelen düğüncüleri karşılar. Düğüncüler konuk edilecekleri evlere buyur edilir. Konuklar burada en iyi şekilde ağırlanırlar. Bu gelişlere “bayrak sırası” denir. Gelenler dönem ve koşullarına göre önemli sayılacak armağanlar getirir. Bunlar koç, halı, zili, at, silah ya da benzeri ağır hediyelerdir. Düğün üç, ya da beş gün sürer. Günler boyu yenilir, içilir, eğlenilir.

Düğün sırasında karakucak köy güreşleri yapılır. Kazanan güreşçiye efe tarafından armağanlar verilir. Geceleri ise oyun meydanlarında çoğunlukla büyük, çıralı ağaç kütükleri yanar. Efe başı, konukların durumu ve oyun alanının düzeniyle yakından ilgilidir. Akşam yemeği yenildikten sonra konuklar çalgılarla oyun yerine getirilir. Buralar daha önceden aydınlatılmıştır. Efe başı işaret vererek davullara “nöbet” vurdurur. Bundan sonra oyuna çıkış ezgileri başlar. Öncelikle efe, arkasından diğerleri birer birer oyuna kalkarlar.

Zeybekler, cura ve bağlama eşliğinde ateş çevresinde dönerek zeybek oyunları oynarlar. Ayrıca cura ve bağlama dışında davul zurna eşliğinde de zeybek oyunları oynarlar. Bu durumda zurnalar genellikle ikiye ayrılır. Bunlar ince ve kaba zurnalardır. Biri makam tutar, diğeri ezgiyi vurur. Bu şekilde düzenli ve uyumlu bir biçimde oyunlar oynanır.

Zeybek oyunları oynamak, düğünlerde vazgeçilemeyen geleneklerdendir. Oyunlar sırasında kimse kimseye saygısızlık yapamaz. Oyunu yarıda kesemez. Biri oynarken başkası, bizzat oynayan tarafından davet edilmedikçe oyuna giremez. Bayraktar, efe başı, oyunları yöneten ve “yasakçı” denilen yaşlı zeybek konuklara eşlik derecede davranır. Yoksa tatsızlıkların ve istenmeyen kırgınlıkların doğmasına sebep olunur.

Bu eğlence ve sevinç gösterileri, “Gelin babasının evinde değil, kocasının evinde gerek” diyerek, silah ata ata görkemli bir kalabalık eşliğinde, gelinin at üstünde getirilmesi ile birlikte son bulur. Bu aşamada davul zurna düğünün son bulduğunu Köroğlu havası çalarak bütün düğüncüler duyurur. Düğün bitimi sonrası konuklar, efeye mutluluk ve iyi dileklerini bildirirler, sonra efe başı ve bayraktar tarafından saygılı bir şekilde uğurlanarak yolcu edilirler.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Yörük Ali Efe

Yörük Ali Efe


1896 yılında Aydın İli Sultanhisar İlçesi Kavaklı köyünde dünyaya gelmiştir. “Sarıtekeli” adındaki bir Yörük aşiretine mensuptur.

1916’da askere alınan Yörük Ali, İzmir’de 5. Depo Alayına sevk edilir. Gerekli eğitimden sonra Kafkas cephesine gönderileceği sırada kaçar. Ardından Alanyalı Molla Ahmet adındaki bir efenin çetesine katılır. Bir çatışma sırasında Molla Ahmet vurulup ölünce Yörük Ali çete elemanları tarafından Efe seçilir. Yunanlıların İzmir’i işgali üzerine adamlarıyla Nazilli cephesinde silahlı direnişe katılır. Gitgide genişleyen güçlerine “Milli Aydın Alayı” adı, kendisine de “Milis Albayı” rütbesi verilir.

Yörük Ali Efe, 1920 Kasımında alayıyla birlikte düzenli ordu birliklerine katılır ve Menderes havalisi kumandanlığı yapar. Savaştan sonra İstiklal madalyasıyla ödüllendirilir. 1957 yılında yine doğduğu köyde ölür. Özellikle Ulusal Mücadelede gösterdiği başarılar, halkın gönlünde bir yer edinmesini sağladı, adına türküler ve oyunlar düzenlendi.

“Milli Mücadeleye katıldığı sırada Yörük Ali Efe 23 yaşında bir delikanlı idi. Orta boylu, vücudunun üst kısmı aşağı kısmından daha uzun, kalın kemikli, geniş omuzlu, çıkık şakaklı, ablak çehreli, ela ve çekik gözlü, beyaz tenli, yüksekçe ve göze çarpacak derede uzun burunlu, sağlam yapılı bir Yörük olan Ali Efe, Kuvayi Milliyenin Çerkez Ethemn ve Demirci Efeden sonra en önemli kişisidir.

Bu Zeybeklerin yanı sıra, adına türkü yakılmış, oyun düzenlenmiş, ancak hakkında yeterli bilgi edinilemeyen birçok Zeybek vardır. 1672’de Sultanhisar’da düzenlenen bir ayaklanmaya katılarak Aydın ve çevresinde eşkıyalık yapan “Kadıoğlu”; 1873’de Çakırcalı Ahmet, Parmaksız Arap, Yörük Osman, Bakırlı Efe gibi ünlü Zeybeklerle birlikte Milas’ın Güllük iskelesini basıp yabancılardan oluşan kırk kişiyi dağa kaldıran “Koca Arap”; kızının tecavüze uğrayıp öldürülmesi sonucu mahkemede kendi aleykine çalışan avukatı öldürerek uzunb süre Muğla taraflarında eşkıyalık yapan “Kerimoğlu”; XIX. Yüzyılda Aydın taraflarında eşkıyalık yaparken bir çatışma sonucu öldürülen “Sinanoğlu” bunlardan yalnız bir kaçıdır.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Sepetçioğlu Osman Efe

[FONT=andale mono,times]Sepetçioğlu Osman Efe

II. Mahmut döneminde, Kastamonu ilinin Araç ilçesi, Boyalı bucağı, Yukarı Afşar köyünde doğmuştur. “Sepetçi” lakabını, babası Sepetçi Mehmet Pehlivan’dan almıştır.

Babasından kalma sepetçilik mesleğini yapmaktayken, eşkıyalıkla geçinen, Kastamonu ve çevresini haraca kesen Zileli Rüstem ve adamları dükkanını basarak kendisinden haraç sepet isterler. Osman da yoksul bir esnaf olduğunu ve parasız sepet veremeyeceğini söyleyince Rüstem ile kavgaya tutuşurlar ve Rüstem’i orada öldürür. Bu olayın ardından dağa çıkar. Sepetçioğlu Osman Efe adıyla nam salar. Bu arada gıyabında mahkemesi yapılır ve Kadıi Sepetçioğlu’nun nefs-i müdafaa nedeniyle Rüstem’i öldürdüğünü söyler ve Osman beraat eder. Köpekçioğlu Osman Efe ve 14 arkadaşı by müjdeyi vermek için Sepetçioğlu’nu arayıp bulurlar. Bir ara Araç’ın Huruşveren köyündeki bir düğüne güreşmek amacıyla gelir. Güreşler sırasında köyün ağası Tahmiscioğlu Mustafa Bey’in kızı Afet ile aralarında bir yakınlık doğar, birbirlerine aşık olurlar. Mustafa Bey, durumu hisseder ancak bu durumdan mutlu olur ve Osman’ı oğulluğu olarak koruması altına alır.

Mustafa Bey, eski bir yeniçeri artığıdır ve Osmanlı’nın yeniçeriliği ortadan kaldırmasından dolayı Osmanlı’ya karşı Efe’yi kullanmak ister. Efe bu isteğe karşı çıkaran ağasının tepkisini toplar. Bunun üzerine sevgilisi Afet ile Gülpü dağlarına çıkar. Buradan da İstanbul’a geçmeyi düşünmektedir. Ancak Mustafa Bey, Kastamonu Valisi’ne Sepetçioğlu’nun bir eşkıya olduğu ve Padişaha karşı bir başkaldırı düzenlemek amacıyla dağa çıktığını ve İstanbul’a Padişahı tahttan indirmek için gideceğini bildirir. Bu durum saraya da bildirilir. Hakkında yakalanıp İstanbul’a götürülmesi yönünde ferman çıkarılır. Zaptiyeler tarafından Gülpü dağlarında sıkıştırılmasına rağmen buradan kaçmayı başarır. Ancak sevgilisi Afet yakalanarak Kastamonu Cezaevine kapatılır.

Sepetçioğlu çevresine topladığı 60 kadar Zeybek ile Kastamonu Cezaevi’ni basarak Afet’i kurtarır. Ancak, Kışlaönü’nde 1500 asker tarafından etrafı kuşatılır ve burada çıkan çatışma sonucu yakalanır ve İstanbul’a götürülür. Bu sırada Tahmiscioğlu Mustafa Bey baş kaldırarak Kastamonu ve Sinop’u ele geçirir. Bunun üzerine II. Mahmut asıl başkaldırıyı öğrenir ve Sepetçioğlu’nu bağışlar. Sepetçioğlu’ndan Cide’de asker toplayarak Tahmiscioğlu güçlerini vurmasını ister. Osmanlı ordusuyla Sepetçioğlu güçleri birleşerek Tahmiscioğlu başkaldırısını bastırırlar. Bunun üzerine padişah tarafından ödüllendirilir. Kendisine çeşitli hediyelerle birlikte bir de ev verilir ve Kastamonu’nun sayılı varlıklıları arasında ölümüne kadar mutlu bir yaşam sürdürür.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Kamalı Zeybek Mustafa Efe

[FONT=andale mono,times]Kamalı Zeybek Mustafa Efe

1873’de Ödemiş’in Kışla köyünde doğmuştur. Babası, Kocahasanoğulları’ndan Deli Veli’dir. Kamalı lakabını, çocuk yaşlarındayken babasının hediye ettiği bir kamayı sürekli yanında taşımasından dolayı aldığı söylenmektedir. Ancak özellikle Zeybeklik yaptığı dönemlerde düşmanlarına ileteceği mesajları bir kama ile yapmasından dolayı bu lakabı aldığı da söylenmektedir.

Çakırcalı Mehmet Efe, kızanlarından birine sevdiği kızı kaçırman isterken yanlışlıkla Kamalı’nın karısını çakırır. Bu olayın ardından Kamalı, Çakırcalı’nın bulunduğu köye tek başına baskın yaparak Çakırcalı’nın iki adamını öldürür ve sonra da babasının çocukluk arkadaşlarından olan Köseoğlu’nun çetesine kızan olarak girer. Bu sırada Köseoğlu ve çetesine af çıkar ve düze inmekte olan çete, Çakırcalı’nın kurduğu pusu sonucu imha edilir. Bu olaydan yalnızca Kamalı Zeybek kurtulur.

Efesinin bu biçimde öldürülmesini hazmedemeyen Kamalı, yeniden dağa çıkarak kendi başına bir çete kurar. Çeteye ilk olarak yeğeni Kurucaovalı İsmail katılır. Gökdeli Mehmet, Kargalı Ali, Semitli Mehmet, Arap Beşir gibi kızanların katılımıyla çete büyür. Bu çetenin en büyük hedefi Çakırcalı Mehmet Efe çetesidir. Ellerine geçen her fırsatta bu çete ile çatışmaya girerler. Kamalı ile karşı karşıya gelmemek için çaba harcayan Çakırcalı ise, zaman zaman yönetim tarafından bağışlanması nedeniyle zaptiye güçlerinin de desteğiyle Kamalı’nın takibine çıkar.

Gün geçtikçe büyüyen çete, özellikle çevrede Türk köylerine baskınlar yapıp buraları talan eden Rum eşkıyalara da göz açtırmıyor, ilk fırsatta bu çeteleri imha ediyordu. Bunlardan Giritli Kaptan Hrisyo, İzmir’in Kokluca köyünde (şimdiki adı Altındağ) üslenmiş olan Koklucalı Vasil çeteleri başlıcalarıdır. Kamalı’nın Rum eşkıyalara karşı aldığı bu tavır, Rum azınlıkların büyük tepkisini topluyor ve Osmanlı yönetimini de zor durumda bırakıyordu. Bunun üzerine Kamalı çetesine yönetimden af çıkar. Ancak af sırasında düze inmekte olan çete, Birgi taraflarında verdiği bir molada Çakırcalı’nın tuzağına düşer. Kamalı Zeybek Mustafa Efe ve birçok kızan bu pusu sonucu öldürülür.

Kamalı Zeybek Mustafa Efe, halk tarafından oldukça sevilirdi. Ölümü; özellikle Çakırcalı tarafından yörenin tabiriyle “kancıklanarak” öldürülmesi halk arasında büyük üzüntü yaratmış, ardından ağıtlar yakılmıştır. Çakırcalı üzerine yakılan “İzmir’in Kavakları” adlı türkünün adlı türkünün ezgisiyle söylenen Kamalı üzerine yakılmış sözleri şöyledir;

Mustafa derler adıma
Şeker uymaz tadıma
Beni vuran bir Hacı (yar fidan boylum)
Ermesin Muradına

Aradılar buldular
Bahçıvanda vurdular
Kamalının naaşını (yar fidan boylum)
Bir hasıra sardılar

Kamalı dağdan insene
Mor fesini giysene
Kamalı Zeybek vurulmuş (yar fidan boylum)
Ben vuruldum desene
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
İslamoğlu Mustafa Efe

[FONT=andale mono,times]İslamoğlu Mustafa Efe

İslamoğlu, Kütahya’nın Gediz İlçesi, Şaphane bucağı Türgün mahallesinde doğmuştur. Asıl adı Mustafa’dır. İslamoğlu lakabı, İslamoğulları adındaki bir sülaleden gelmesinden dolayıdır.

Söylentiye göre Mustafai köyde gerçekleşen bir hırsızlık olayının kendi üzerine yüklenmesiyle hapse atılır. Haksızlığa iftiraya uğramanın acısıyla hapishaneden çıkar çıkmaz silahlanıp dağa çıkar. Kısa bir süre sonra peşine düşen zaptiyeler tarafından bağışlanacağına inandırılan Mustafa teslim olur, ancak yeniden hapsedilir. Karşılaştığı bu kötü işlem karşısında 1853 yılında üç arkadaşıyla birlikte hapishanenin duvarını delerek kaçıp dağa çıkar. Varlıklı kişilerden haraç alır, büyük çiftlikleri ve varlıklı kervanları basarak elde ettiği kazançları yoksullara dağıtır. Kısa zamanda hemen tüm Ege taraflarında büyük bir üne sahip olur ve “İslamoğlu” namıyla anılmaya başlanır. Uzun süre dağlarda eşkıyalık yaptıktan sonra eşkıyalıktan vazgeçerek düze iner ve Gediz’in Orhanlar köyünde bir ev yaptırır. 1867 yılında müfrezeler tarafından kuşatılır ve teslim olması istenirse de buna yanaşmaz ve çatışma çıkar. Kendisine ihanet eden Gökçe adındaki bir köylünün attığı kurşunla yaralanır ve çatışma sonucu aldığı kurşun yaralarıyla ölür.

Halk türkülerinden anlaşıldığı kadarıyla ki halk türkülerinde sözü edilecek kadar olsa gerek oldukça uzun saçlı olan İslamoğlu’nun aynı zamanda iyi saz çaldığı ve iyi bir halk ozanı olduğu da rivayet edilmektedir.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
İnce Mehmet Efe

[FONT=andale mono,times]İnce Mehmet Efe

Bugün TRT Türk Halk Müziği repertuarına bakıldığında adına en çok türkü yakılan Zeybeklerden biri “İnce Mehmet Efe”dir. Ancak türkülere bu denli konu edilen “İnce Mehmet” adlı efenin kesin kimliği hakkında yeterince bilgi elde edilememiştir.

Belirlenebildiği kadarıyla Efe bölgesinde İnce Mehmet adında iki Zeybek yaşamıştır. Bunlardan birincisi, yaklaşık 1870’li yıllarda baş kaldırarak dağa çıkan ve 1906 yılında vurularak öldürülün Aydın ve İzmir başta olmak üzere hemen tüm Ege’de nam salmış, İzmir – Ödemiş’in Kaymakçı köyünden İnce Mehmet; diğeri ise 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Afyon, Dinar ve çevresinde yaşayan, yörede Koca Mustafa efenin vuruluşuna kadar birlikte gezen İnce Mehmet. Halk türkülerine bu denli konu edilen kişi, türkülerin yoğunluk kazandığı bölgeden anlaşıldığı kadarıyla büyük ihtimalle Ödemiş – Kaymakçılı İnce Mehmet’tir.

İnce Mehmet, Aydın mutasarrıfı Ragıp Paşa ve Aydın’ın saygın eşrafından Kadızade Edhem Efendi tarafından hazırlanan af projesiyle Iıç Abdülhamit Ege’de 18 yıllık eşkıyalık geçmişi vardır. Bir süre düzde kalan İnce Mehmet, 1900 yılında çetesini toplayarak yeniden dağa çıkar. Halk türkülerinden de anlaşıldığı kadarıyla İnce Mehmet Efe’nin çetesi, diğer Zeybek çetelerine göre çok daha güçlüydü ve yeri geldiğinde bu Zeybek çetelerini kendi etrafında toparlama gücüne de sahipti.

Alaşehir eşrafından Mütevellizade Akif ve Reşit beylerine aracılığıyla 1902 yılında yeniden bağışlanıp yüze inen İnce Mehmet, 16 Ağusyos 1322 (29Ağustos 1906) tarihli Ahenk gazetesinin anlatımıyla “... hükümet-i seniyyeye arz-i istiman ederek mazar-ı afv-ı ali-i padişahi olmuş iken hamir*i hilkatı şekavetle yoğrulmuş olduğu cihetle hayatına muadil olan nimet-i uzma-yı afvın kadir ve kıymetini takdir etmeyip mukteza-yı yeniden izhar ile...” silahlanarak dağa çıkmış ve 1906 yılında Akhisar taraflarında yönetim güçleriyle girdiği bir çatışma sonucu öldürülmüştür. Ancak İnce Mehmet Efe, diğer efelere göre halkın gönlünde çok ayrı bir yer edinmiş olsa gerek ki, hakkında en çok türkü yakılan efe olma özelliğini taşımaktadır. Adına yakılan bu türküler de küçük bir mahalde değil, aksine oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır.

İnce Mehmet’in belki de en önemli özelliği, usta yazar Yaşar Kemal’in “İnce Memed” adlı romanına “isim babası” olmasıdır. Çünkü romanın konusu her ne kadar Adana’da geçiyor ve kahramanı “İnce Memed” adlı kişiye yine bu yörenin yetiştirdiği bir eşkıya olarak anlatılıyorsa da konu, Ege bölgesi eşkıyalarından ve bunlarla ilgili anlatılan efsanelerden alınmıştır. Çünkü Yaşar Kemal’in “Çakırcalı Efe” adlı eserinde de görüldüğü üzere yazar, Zeybeklerle ilgili olarak Ege bölgesinde çok uzun süre araştırmalar yapmış, geçmişte Zeybeklerle ilişkisi olmuş çeşitli kişilerle görüşerek önemli bilgier edinmiş, edindiği bu bilgier ilerdeki kimi çalışmalarına maeryal oluşturmuştur. Başta “İnce Memed” olmak üzere “Çakırcalı Efe” adlı romanlar da bu materyallerin ürünleridir. Çünkü, “Çakırcalı Efe”de olduğu gibi “İnce Memed” adlı romanın da ana temasını oluşturan hemen tüm olaylar Ege bölgesi eşkıyaları tarafından yaşanmıştır. Romanın kahramanı, Ege Zeybeklerinin birçoğunda olduğu gibi bir ağanın kıyımından dolayı zor anlar yaşamıştır. Aynı zamanda, normal koşullarda birlikte olması çok güç olan bir kızı sevmiştir. Sevdiği kız başkasıyla evlendirilmek istenmiş ve kahraman da damat adayını öldürmüş, dağa çıkmıştır. Yoksulun yanında, varlıklının ve kıyıcının karşısında olması nedeniyle halkın da desteğini almıştır. Yönetim güçleriyle birçok çatışmaya girmiş, ancak çeşitli biçimlerde sıyrılmayı başarmıştır. Bütün bu olaylar sırasında, kahramanın sevdiği kız herhangi bir olaydan dolayı tutuklanarak hapsedilir. Kahraman da hapishaneyi basar ve sevgilisini kaçırır. Bütün bu olayların sonunda da kahraman, çıkan bir çatışma sonucu ortadan kaybolur, yani “Sırra kadem basar.” İnce Memed romanı ve Ege Zeybeklerinin yaşamları veya halk arasında anlatılan hikayeleri arasındaki bu denli benzerlik, romanın konusunu ve adını Ege Zeybeklerinden aldığı düşüncesini pekiştirmektedir.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Gökçen Hüseyin Efe

[FONT=andale mono,times]Gökçen Hüseyin Efe

1891 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. Küçük yaştayken, aynı zamanda akrabası da olan Çakırcalı Mehmet Efe’nin kızanı oldu. 1912 yılında, Çakırcalı’nın bir çatışma sonucu yönetim güçlerince öldürülmesi üzerine kendi çetesini kurdu. Tire taraflarındaki Gümce dağı sırtlarında uzun süre eşkıyalık yaptı. 1914 yılında Mahmut Celalay (Bayar) Bey aracılığı ve İzmir valisi Rahmi Bey ile Jandarma yüzbaşı Edip (Sarı Efe) Bey’in onaylarıyla bağışlanarak kızanlarıyla birlikte düzen indir. 29 Mayıs 1919’da Tire’nin düşman işgaline uğraması üzerine yeniden kızanlarını toplayarak Ulusal Mücadeleye katıldı. İlk olarak, Fata’daki jandarma karakoluyla ilkokulu karargah olarak kullanan Yunan birliklerine başarılı bir baskın düzenledi. Yerli Rumlar ve Yunanlılara karşı büyük başarılar elde etti. Poslu Mestan ve Mürselli İsmail Efelerle birleşerek Torbalı – Ödemiş tren yolunun geçtiği Küçük Menderes üzerindeki köprüleri havaya uçurarak Yunan güçlerinin Anadolu içlerine ilerleyişini bir süre engellemeyi başardı. Yunan işgalindeki Ödemiş’e baskın düzenleyeceği sırada hastalandı. Bunu haber alan Yunan güçleri, Efe’nin bulunduğu siperi yoğun top atışına tutarak saldırıya geçtiler. Çarpışmayı bir süre yattığı yerden idare eden Efe, iyileştikten sonra arkadaşlarına katıldı. Ancak çatışmanın bir anında yaraladığı Yunanlılar tarafından süngülenerek öldürüldü.
(16 Kasım 1919)

Türk halkı, vatanı uğruna şehit düşen bu kahramanı unutmadı, adına türküler yaktı. Yönetim ise onun onuruna, savunurken şehit düştüğü Fata bucağının adını Gökçen olarak değiştirdi.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Demirci Mehmet Efe

[FONT=andale mono,times]Demirci Mehmet Efe

1885 yılında Aydın – Nazilli’nin Pirlibey köyünde doğmuştur. “Demirci” lakabını mesleği olan demircilikten almıştır.

Babası gibi demircilik yaparken, I. Dünya savaşı sırasında askere alınır ve İzmir’de 5. Depo Alayına verilir. Bu sırada bir Ermeni subayının kendisine hakaret etmesi üzerine askerden kaçarak dağa çıkar ve Gökdeli adındaki Ödemişli bir efenin çetesine katılarak eşkıyalığa başlar. Zamanla kendi çetesini kuran Demirci Mehmet, çevresinde topladığı 200 kişiyle Aydın, Denizli, Ödemiş taraflarında “Demirci Mehmet Efe” adıyla nam salar. I. Dünya Savaşı boyunca bu bölgede eşkıyalık yapar ve asayiş güçlerini bir hayli uğraştırır.

Demirci Mehmet Efe, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine adamlarıyla birlikte 10 Temmuz’da Kuvayı Milliye güçlerine katılarak Umurlu’daki cephe komutanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey’in emrine girer. Yunanlılara karşı yapılan Fata ve Adagide baskınlarında etkili rol oynar. Bu arada Kuvayı Milliye adına para yardımı sağlamak ve civardaki Rum vatandaşların Eğridir’e sürgün edilmeleri işleriyle uğraşmak amacıyla en güvendiği adamlarından Sökeli Ali Efe’yi Denizli’ye gönderir. Ancak Rumların sürgün edilmesini istemeyen Mevki Komutanı Albay Tevfik’in de desteğiyle Denizli eşrafı Sökeli Ali Efe’yi pusuya düşürerek öldürür.

Demirci Mehmet Efe, Sökeli Ali Efe’nin öldürülmesi üzerine büyük bir öfkeyle Denizli’yi basar. Hatta bu konuyla ilgili bir de rivayet vardır. Demirci Mehmet Efe, öç almak amacıyla Denizli’ye geldiğinde bütün kenti ateşe vermeyi ve ayırım yapmadan bütün halkı kurşuna dizmeyi düşünmektedir. Bu konuda da yemin etmiştir. Ancak bu durumdan haberdar olan Sarayköylü Bektaşi şeyhi Tahir Efendi, Demirci ile konuşarak yapmak istediğinin hakkın rızasına uymadığını, bu işten vazgeçmesini ister. Ancak Demirci, şehri yakmaya ve Denizlileri cezalandırmaya yemin ettiğini, yemininden dönemeyeceğini belirtince Tahir Efendi “Oğlum, şeriatta zorluk yoktur. Her şeyin kolayı bulunur. Suçluların arasında masumlar da çoktur, bunlar da arada yanar. Oysa Denizli’nin mezarlığı da kenti sayılır. Orada bulunanlar kentte bulunanlardan çoktur. Yalnızca mezarlığı ateşe verirsen yeminin yine yerine gelmiş olur.” Diyerek Demirci’yi ikna eder ve mezarlık yakılır. Bu arada Demirci Efe, Albay Tevfik’i öldürür. Sökeli Ali Efe ve arkadaşlarını öldürmekten şüpheli 200 kişi yakalanır ve Demirci Efe’ye getirilir. Buradaki Sökeli Ali Efe’nin yanında bulunup da ölümden kurtulan birkaç Zeybek kendilerini pusuya düşüren kişileri tek tek seçer ve yaklaşık 60 kişi bir avluda toplanarak boğazlanır. Bunların arasında Mutasarrıf vekili Kadı Kahraman Seyfi de vardır. Bu olayın ardından acımazlığıyla da ün salmıştır.

Demirci Mehmet Efe, 5 Ekim 1919’da buyruğundaki düzenli güçlerle, saldırıya geçen Yunan güçlerini Aydın cephesinde durdurur ve Aydın cephesi Umum Kuvayı Milliye Komutanlığına atanır. 22 Haziran 1920’de Yunanlıların Ulusal güçlere saldırması üzerine Isparta – Eğridir dağlarına çekilir. Bu arada TBMM yönetimine karşı tavır alan Çerkez Ethem ve Galip Hoca, Efe’ye birleşme teklifinde bulunurlarsa da Efe, ne bu teklifi, ne de dağdan inmeyi kabul etmez. Bunun üzerine Refet (Bele) Bey komutasındaki bir birlik efenin karargahını basar. Ancak efe bu baskından kurtulursa da adamar teslim olurlar. Daha sonra Ulusal Mücadeledeki başarılarından dolayı, herhangi bir eylemde bulunmaması koşuluyla bağışlanarak köyünde yaşamasına izin verilir.

Demirci Mehmet Efe Denizli’de halka sert davranması nedeniyle sürekli kendisine karşı bir saldırı bulunulacağından korkardı. Uzun yıllar sonra dahi kalabalık yerlere girerken yanında adamları bulunur, orta yerde oturmaz, sırtını duvara vererek otururdu. Gittiği yerlerde de aşırı oyalanmaz, hemen bulunduğu ortamı terk ederdi.
Efelik yaptığı dönemlerde kendisine Zeybek, kızan olmak için gelenlere “Dinine düşkün olanlar, Yörük Ali’nin yanına gitsin” diyerek geri göndermesi dini inançlarının da güçlü olmadığını göstermektedir.

Demirci Mehmet Efe, 1959 yılında yine doğduğu köyde öldü. Özellike eşkıyalık zamanlarında halka karşı sert yaklaşımı gereği olsa gerek Demirci Mehmet Efe hakkında yakılmış türküye rastlanılmamıştır.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Çakırcalı (Çakıcı) Mehmet Efe

[FONT=andale mono,times]Çakırcalı (Çakıcı) Mehmet Efe

1872 yılında İzmir – Ödemiş’in Ayasuluğ köyünde dünyaya geldi. Annesi Hatice, babası eski Zeybeklerden Çakırcalı Ahmet Efedir. Baba – oğul her iki zeybeğin de kullandıkları “Çakırcalı” lakabının, birtakım kaynaklarda mensup oldukları bir Yörük aşiretinden gelme olduğu belirtiliyorsa da yapılan araştırmalar sonucu bunun oldukça düşük bir olasılık olduğu ortaya çıkmaktadır. Çakırcalı’nın torunu Salih Çakırca ile yapılan bir söyleşide dedelerinin Afyon’un Dazkırı taraflarından geldiklerini belirtmiştir. Evliya Çelebi de 1082’de (1671) Kütahya’yı anlatırken Afyon taraflarında “Çakırca” diye bir kazanın varlığından bahseder. Bir cinayet işleyerek kaçıp Ödemiş – Ayasuluk’a yerleşen Çakırcalı Mehmet Efe’nin dedesi Kara Mahmut, büyük bir ihtimalle Evliya Çelebi’nin de adını belirttiği Afyon taraflarındaki Çakırca kazasından göçmüştür ve oğlu Ahmet Efe olsun, torunu Mehmet Efe olsun her ikisinin de “Çakırcalı” lakabını bu kazadan alma olasılıkları oldukça yüksektir.

Babası eşkıyalığı bırakmış, düze inmiş, kendi halinde bir köylü olarak yaşarken bu durumdaki eski Zeybeklerin yeniden dağa çıkmalarını önlemek amacıyla verilen gizlice öldürülmeleriyle ilgili bir emir doğrultusunda zaptiye çavuşu Boşnak Hasan tarafından öldürülür.

Babasının öldürüldüğünde Mehmet, henüz 11 yaşındadır. Uzun süre ayıngacılık (tütün kaçakçılığı) yaparak yaşamını sürdürür. Bu işte en büyük yardımcısı, babası Ahmet Efe’ye de yardım ve yataklık yapmış olan Hacı (Eşkıya) Mustafa’dır. Bir zaman sonra Hacı Eşkıya’nın geçmişte kendisini bırakarak başka bir gençle kaçan karısını ve kaçtığı genci Ödemiş’teki evinde öldürür. Kısa bir süre sonra da babasını da tuzağa düşürerek öldüren Boşnak Hasan Çavuş tarafından yakalanarak hapse atılır. Ancak delil yetersizliğinden dolayı mahkemede beraat eder ve kısa bir süre sonra serbest kalır.

Çakırcalı’nın bir gün başına bela olacağını bilen Hasan Çavuş’un yıllar önce işlenen bir hırsızlık olayını da Çakırcalı’ya mal edip takibe düşmesi ve Çakırcalı’nın köyüne baskın düzenleyerek annesi ve diğer akrabalarına türlü hakaretlerle işkence yapması Çakırcalı’yı çileden çıkarır. Bütün bu olaylar ve babasının da öcünü almak amacıyla Çakırcalı, yanında Hacı Mustada, Çoban Mehmet, Harmnlıoğlu Ahmet, Koca Mehmet, Arap Mercan, Kara Ali gibi yiğitlerle dağa çıkar ve “Çakırcalı Mehmet Efe dağa çıktı, Osmanlı gelip de yakalasın” diye Osmanlı’ya haber salar.

Halk arasında ün kazanmış, desten olmuş diğer bir çok efe gibi o da varlıklı kişilerden aldığı paraları kendisine yataklık yapanlara ve yoksullara dağıttı. Çevredeki bir çok varlılık kişiyi köprü, çeşme gibi yararlı işler yapmaya zorladı. Bu sayede halkın gözünde kısa bir sürede yüceldi. Çakırcalı, bir ara peşine düşmüş olan Hasan Çavuş ile Mülazım Hüsnü Efendi’yi bir pusuda öldürdü. Bunun yanı sıra bölgede “Çalıkakıcı” olarak adlandırılan, sürekli halka karşı acımasızlık yapan ve yönetime çalışan birtakım Türk, Rum, Arnavut çetelerine karşı büyük mücadeleler vererek bir çoğunu ortadan kaldırdı. Hatta, kendi adını kullanarak köy ve obaları basan, talan edip kadınlara ve kızlara sarkıntılık eden dokuz kişil bir Arnavut çetesinin adı ile ilgili tüm çalışmalarda anlatılmasına rağmen ilgili Arnavut çetesinin adı ile ilgili bir açıklama yapılmamıştır. Ancaki büyük bir ihtimalle bu çete Salihli, Alaşehir taraflarında iğren. Boyutlarda eşkıyalık yapan “Arnavut Köy Bayram” çetesidir. Çünkü bu çetenin yaptıkları hakkında basında 1900 ve Eylül 1901 tarihi arasında çeşitli haber alınamamıştır. Ünü Osmanlı ve sınırlarını aşarak Avrupa’ya kadar yayıldı. Avrupa’dan bir çok gazeteci gelerek kendisiyle röportajlar yaptı, gazetelerde dizi yazılar çıktı.




Çakırcalı Efe ile baş edemeyen Osmanlı kendsine çeşitli defalar af çıkarttı. Her seferinde de “Kırserdarlığı” görevi ve belirli miktarda maaş bağlanalarak, silahlarıyla birlikte çete elemanlarının da yanında kalmasına izin verilerek ödüllendirildi. Ancak efe her seferinde bir bahane bularak yeniden dağa çıktı. Kendisine rakip olarak gördüğü bir çok Zeybek çetesini ortadan kaldırmıştır. Bunların en ünlülerinden birisi de “Kamalı Mehmet Efe” çetesidir. Halk arasında yakılan türkülere bakıldığında, Kamalı Mehmet Efe’nin diğer Zeybeklere oranla halk tarafından pek sevilmediği ve Çakırcalı’nın Kamalı’ya karşı zaferinin kıvanç yarattığı düşünülebilir ise de Kamalı’nın ölümü gerçekte halk arasında büyük üzüntü yaratmıştır. Hatta bu olay sonucu Çakırcalı halk tarafından büyük tepki toplamıştır. Çünkü Çakırcalı, daha önceleri Poslu Mehmet, Köseoğlu (Köseli Mehmet) gibi dönemin sevilen efelerini öldürdüğü gibi Kamalı Zeybeği de yörenin deyimiyle “kancıklayarak” öldürmüştür. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Çakırcalı, dönemin en güçlü efesidir.

Çakırcalı’nın, kendisine tehlike oluşturacağını düşündüğü veya ortadan kaldırmasıyla birlikte hükümet tarafından bağışlanacağına inandığı herhangi bir Zeybek çetesini ortadan kaldırmaması olanaksız gibidir. Hata Köseli Mehmet’in ölümünü duyan Şair Eşref, bu olay üzerine şu dörtlüğü söylemiştir:

Biz Tevarihte emsalini çok gördük
Eden elbette bulur ettini çok gitmez
Eşkıya seyf-, hüdadan serini kurtaramaz
Çünkü affetse hükümet, Çakıcı affetmez

1912 yılındai Nazilli yakınlarındaki Karıncalı dağ mevkiinde yönetim güçlerince girdiği bir çatışma sonucu, kafası ve elleri kesilmiş, göğsünün derisi yüüzlmüş bir halde bulunmuştur. Bu durum, öldükten sonra tanınmaması için efenin kendi istediği doğrultusunda kızanları tarafından gerçekleştirilmiştir.

Çakırcalı, kimi rivayetlere göre sağ kolu Hacı Mustafa tarafından kazayla, kimine göre Sinan adındaki bir kızanı tarafından, kimine göre de müfreze komutanı Yüzbaşı Şükrü Bey’in kardeşi Osman tarafından vurularak öldürülür. Çakırcalı’nın ölümüyle sonuçlanan çatışmada görevli Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, Vali Nazım Paşa’ya, bu durumu belirit bir de rapor yazar:

Vali Nazım Paşa Hazretlerine,
Şaki – i şerir Çakıcı melhununun naşı maktuludur. Cesetin Çakıcı’ya ait olduğuna dair delil sol kürek kemiği üzerindeki, evvelce Balabanlı köyünde soyunurken gördüğüm badem şeklindeki benidir.

Bu şakiyi yok edene ve başını getirene yönetimce vaat edilen 4000 altına sahip çıkmak isteyen birçok kimse vardır. Çakıcı, serseri bir kurşunla vurulmuştur, bilesiniz. Vurdum diyenlerin iddiası varit değildir. Hatta müfrezelerimiz bu bapda hizmeti sevk etmemişlerdir. Çakıcı’nın başının, ellerinin kesilip alınması, göğüs dersinin yüzülmesi hayli bir zamana tevakkuf edeceğinden ve çete bunlara yapacak kadar müsait zaman bulabilmeleri, müsademenin na ehil ellerde kaldığını gösterir.





Anzavur Ahmet Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey, Alioğlu çiftliğinden kaçtıkları malumaten arz olunur.

İmza:
Bayındırlı Mülazım
Mehmet Efendi



Ancak Bayındırlı Mehmet Efendi, aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra, 1950 yıllarında yazar Murat Sertoğlu’na Çakırcalı’nın “Yarım Arap” adı verilen bir Manisalı asker tarafından vurulduğunu söylemiştir. Bu olayı bunca zaman saklamasına neden olarak da, Yarım Arap’ın bu olayın duyulması ile birlikte Çakırcalı’nın adamları tarafından öç alınmasından korktuğunu ve kendisine söz verdirdiğini söylemiştir.

Çakırcalı Mehmet Efe’nin ölümü halk arasında büyük üzüntü yaratmış, ağıtlar yakılmıştır. Mezarı Nazilli yakınlarında bir yol kenarında iken 1947 yılında buradan alınarak Ödemiş’in Kayaköyü mezarlığına taşınmıştır.

Çakırcalı Mehmet Efe Osmanlı tarihinin, belki de dünyanın en büyük eşkıyalarından biridir. 15 yıllık eşkıyalığı boyunca 1081 kişiyi öldürdüğü rivayet edilmiştir. Öldürdüğü kişilerin (kafasını veya diğer çeşitli uzuvlarını kesmek, diri diri yakmak... gibi) öldürülüş biçimlerinden dolayı acımasızlığıyla da ün saldı. Bu acımasızlığından dolayı halk arasında seveni olduğu gibi sevmeyeni, düşmanı da vardı. Hatta kendisine, halk tarafından “Kargış” niteliğinden türküler dahi yakıldı.

Diğer çete resilerinin aksine, son derece az adam barındıran Çakırcalı’nın yanındaki adam sayısı olağan üstü durumlar hariç sekiz kişiyi geçmemiştir. Yıllarca sonra aynı bölgede cesareti ve yiğitliğiyle büyük bir üne sahip olan “Gökçen Efe”de Çakırcalı’nın yanında uzun süre kızanlık yapmıştır. Çok iyi de silah kullanabilen efe, bu sayede girdiği seksen kadar çatışmadan sağ salim kurtulmayı başarmıştır.

Çakırcalı Efe’nin diğer bir önemli özelliği ise, kızanlarından farklı olarak son derece yalın bir giysi ve dindar bir kişiliğe sahip olmasından dolayı dizlerinin görünmemesi için diz çakşırı yerine potur giymesidir.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Atçalı Kel Mehmet Efe

[FONT=andale mono,times]Atçalı Kel Mehmet Efe

Aydın’ın Sultanhisar ilçesine bağlı bir bucak ola8n Atça’da, Atça’lı Hasan Ağa adındaki yoksul bir köylünün oğlu olarak dünyaya geldi. Çok küçükken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu veya büyük bir ihtimalle doğuştan başının kel olması nedeniyle “Kel” lakabı takılmıştır. Çiftliklerde ırgatlık yaparak yaşamını sürdürmekteyken Atça’nın varlıklı kişilerinden olan Şerif Hüseyin’in kızı Fatma’ya sevdalanır. Kızı istediklerinde de büyük bir hakaretle karşılaşıp üstüne üstlük de ağanın adamları tarafından dövülünce birkça kişiyi yaralayarak dağa çıkar. Devletle veya çevredeki varlıklı kişilerle çeşitli sorunları olan birçok kişide yanına katılır. Zamanla Aydın ve çevresinde “Atçalı Kel Mehmet Efe” adıyla nam salar. Bu arada sevdiği kızın babası, kızını bir başkasıyla evlendirmek istediğinde damat adayını dağa kaldırarak yüklü fidye alır ve kızın evlenmesini önler. Bunun yanı sıra kızını vermemekle ve kendisine düşman olmakla birlikte sevdiği kızın babasını düştüğü hapisten kaçırır. Yönetim güçleriyle girdiği birçok çatışmadan sağ salim kurtarmayı başarır. Aydın bölgesinde vali ve diğer devlet ileri gelenlerinin baskısından bıkan köylülerden de destek görerek gücünü her geçen gün artırır. Kapatılan Yençeri ocağı askerlerinin de katılması sonucu sayısı binleri aşan büyük bir güce sahip olur ve Aydın çevresinde büyük bir ayaklanma başlatır. Bu ayaklanmayı bastırmak isteyen İzmir intisap nazırı İlyaszade’yi yenerek 1828’de Aydın’ı ele geçirir. Ardından, çok kısa bir süre içerisinde Menderes vadisinin tüm orta çığırını, Tire, Bayındır, Birgi, Ödemiş, Turgutlu ve Salihli’yi egemenliği altına alır.

Aydınlılar, Kütahya, Manisa ve Denizli’nin kimi ilçeleri onun düşüncelerini sevinçle karşılayıp ona kapılarını açmışlardı. Ona karşı Aydın mütesellimi ve adamlarının dışında kimse silah kullanmamıştı. O veya adamları, bu yerlere birer kurtarıcı olarak girmişlerdi.

Kel Mehmet, kendisini Aydın’a vali atamasının ardından ilk iş olarak eski düzeni kökünden yıkmışi kötü idareci ve ayandan kişileri kaçırmıştır. Halkın canı, malı, ırzı teminat altına alınmış, gezi hürriyetini tesis etmiştir. Daha sonra mültezimlerin, zabitlerin halka kanun dışı yükledikleri vergileri azaltmış, hatta tümden kaldırmıştır. İstanbul’a başlılığını bildirerek yıllarca tahsil edilemeyen vergileri toplayarak göndermiştir. Yönetimden serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştiriliğ daha eşitlikçi kanunların yapılmasını, askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiştir. Kendisine “Vali-i Vilayet, Hademe-i Devlet Atçalı Kel Mehmet” ünvanını vererek bu adla para dahi bastırmıştır.

1829’da Aydın devlet güçleri tarafından geri alındı. Nazilli taraflarına kaçan Efe, Nazilli’nin Tepecik köyünde devlet güçleriyle girdiği bir çatışma sonucu 10 Haziran 1830’da yakalanarak öldürüldü. Turnalı Ali ve Palabıyıkoğlu adındaki adamları ile birlikte başı kesilerek İstanbul’a gönderildi.

Atçalı Kel Mehmet, çok kısa süre içinde yaptığı işlerle adeta Osmanlı’nın kıyımından bıkan halk için bir kurtarıcı olarak görülmüş, halkın gönlünde büyük bir yer edinmiştir. Osmanlı’ya bağlılığını bildirmesine ve başardığı işlere rağmen öldürülmesi ise halk arasında büük üzüntü doğurmuş, Osmanlı’ya “Kahpe Osman” lakabını taktırmıştır.
 
Üst