Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Baştan söyleyeyim islam kültürü ve arap kültürü aynı şey değildir. Ve bana arap kültürünü onaylamıyor diye dinsiz diyecekler varsa bunun öbür dünyasını düşünüp öyle yaftalasınlar. Allah bilir imanın kimde olduğunu!

Şimdi konuya gireyim.
Efendim Türk Kültürünün islamlaşmaya başladığı çağdan itibaren özellikle şovenist bir yönetim anlayışı içinde olan emeviler başta olmak üzere bütün araplar tarafından arap olmayan müslümanlara bir arap kültürü empoze edilmeye çalışılmıştır. En çok acem, Türk ve kuzey afrikadaki berberi ve diğer göçer toplumlar üzerinde etkisini göstermiştir bu kültürel empoze ve asimilasyon politikası. Bunun bir çok nedeni var. En önemlilerinden bir tanesi tarihi boyunca hiç devletleşememiş ve kültürel birlik yaşayamamış olan bedevi arapların birleşme ve devletleşmeyle elde ettikleri gücü kaybetme korkusudur.
Devlet yönetimi ve askeri gücü eline alan arap yöneticiler toplumlara islam kültürü diyerek arap kültürünü çok sistematik bir şekilde empoze etmeye başlamışlardır.
Öncelikli olarak arap giyim kuşamının belli başlı ilkelerini islam kültürü diye göstermişlerdir. Kuranda açıkça kadın ve erkek eşit denilmesine rağmen ataerkil bir toplum olan araplarda kadının ikinci planda olmasından mütehasıp islam kültüründe varmış gibi kadınlar ikinci plana ittirilmiştir. Bu en çok Türk kültürüne zarar vermiştir. Orta asya Türklüğü ataerkile yakın bir anaerkil yapıdayken ataerkil bir yapıya kaymıştır. Kadınların devlet yönettiği, evde, işte ve her yerde eşit olan kadın birden ikinci plana itildi. Bunda özellikle Tuğrul ve Selçuk Beğlerin adına hutbe okutulmasından itibaren Türklerde araplara karşı oluşan kavm-i necip bakışının etkisi çok büyüktür. Kavm-i Necip diye baktıkların arapların olumlu ve olumsuz bütün davranışları alınıp Türk davranışları atılmış silinmeye çalışılmıştır.
Bunun içindir ki Cengiz Han Orta Asya steplerinden çıkıp geldiğinde hiç bir savaşı kaybetmemiştir. Çünkü islamın arap kültüründen daha çok bir din olarak benimseyen Orta Asya Türklüğü kendi özünden daha az şey kaybetmiştir. Bunun için Timur Yıldırım'ı Ankara'da yenmiştir.
Özellikle Yavuz devrinden sonra daha bir hız kazanan bu olay cumhuriyetin ilanından sonra hızını kessede günümüzde etkisini sürdürmektedir.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Türkülüğün Kültür krizi : Atlantis’ten gelen orta Asya’da. Pasifik okyanusunda Mu_Uygur İmparatorluğunu kuran Türkler, tarih çağlarından sonra birçok imparatorluk ve devlet kurmuşlardır. Büyük bir teşkilat ve kuruculuk, önderlik vasfına sahip olan Türk’ler Orta Asya’dan sonra 3 kıtaya yayılarak birikim ve kültürlerini gittikleri ülkelere taşımışlardır. Türkler 7.yy da Göktürk alfabesini kullanıyorlardı. Daha sonra 24 harfli Uygur Türk alfabesini kullanmaya başladılar. Göktürk alfabesi ile Orhun kitabesini anıtlaştırdılar. Kendi yazıları ile destanlar yazdılar.



10.yy dan sonra Türklerin İslam la yakın teması, Türklerin tarihinde büyük gelişmelere sebep oldu. 670-740 arası 70 yıl sürecinde Emevi’ler döneminde İslamlaştırmak bahanesiyle; Araplar tarafından Türk yurdu orta Asya Seyhun, Ceyhun nehirleri arası Semerkant, Buhara, Curcan, Talkan ve Horasan Kafkaslar yağmalanmıştır.Arap çöllerinden getirilen 10.000lerce Arap aşireti, yağmaladıkları Türk’lerin, evlerine yerleştirilmiş Arazileri ellerinden alınmıştır. Arap’lar 10.000lerce Türk’ü esir ederek Horasan’da esir pazarında satmışlardır.Araplar kadınları cariye çocukları köle yaptılar.Arap zulmü bu kadarla kalmadı; 100.000lerce Türk’ü de katlettiler, soy kırım yaptılar.Türk düşmanı Araplar, Türk’leri zorla İslam yapamadılar fakat Türklerin ana yurdunda Türkçe yi yasaklayarak Türk kültürüne en büyük darbeyi vurdular.Türkler i aşağıladılar. Ancak Abbasiler zamanında Türkler kendi istekleri ile İslam’ı kabul ettiler.Geniş açıklamaları ileri sayfalarda bulacaksınız.



Abbasiler döneminde Arap ordusunda gönüllü görev alan Türkler İslam’ın yayılmasında, genişleme sürecinde büyük etken oldu. İslam ülkelerinin sınırlarını Kafkaslar, Anadolu ve Orta Asya’ya kadar taşıdılar. Arapları, İslam’ı şana şöhrete götürdüler.

Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra Bedevi örf ve hurafesinin etkisinde kaldılar. Manevi değerlerini, Türk kültür ve benliğini de yitirmeye başladılar. Emperyalist Arap asimilasyonu, Türk kimliğini unutturdu Türklük aşağılandı.Ümmetçilik kültürü sahiplenildi. ”Kültürünü kaybeden uluslar yok olmaya mahkumdur.”



Türklük en büyük darbeyi Ortadoğu İran Horasan’da hüküm süren büyük Selçuklu Devleti zamanında yedi. Alpaslan ve Melik şah’ın veziri nizamiye medreselerinin kurucusu, fanatik Fars ve Bedevi hayranı Arap milliyetçisi Nizam-ül mülk Türk dilini yasaklayarak işe başladı.



Katı şer-i kurallarla devlet yönetiminde söz sahibi olan Nizam-ül mülk Türk kadınını yönetimden uzaklaştırdı. Kadını erkeğin kölesi, hizmetçisi haline getirerek eve kapattı ve örtündürdü. Devlet dairelerinde Türkçe yi yasakladı. Mezhep ve tarikatçılığı körükleyerek Türk halkını hasım Alevi, Sünni çatışmasına soktu. Dilini, kültürünü kaybeden Türklük kavgalı parçalara bölündü. Ümmetçi, bedevi ihaneti Büyük Selçuklu Devletini yok etti.Türk ulusu en büyük ihaneti düşmanlarından değil, yönetenlerinden gördü.Nizam ül mülk Türk ulusunu ümmetçiliğe boğdurdu.



11.yy da Süleyman Şah tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devletinde de Türklük ve Türk kültürü dışlandı. Arap hurafe objeleri dine mal edilerek sahiplenildi. Din adına cehalet ve beşeri zafiyetlerle Türklüklerini de unutan Selçuklular ümmetçi Bedevi Arap kültürünü yücelttiler. Türkler adeta kendilerine örflerine ihanet ettiler. Kendi alfabelerini, dillerini Arap dili ve alfabesine kurban ettiler. Yazması ve okunması zor ilkel Arapça aşiret yazısı Türk halkını cehalete mahkum etmiş, geri kalmışlığın en büyük sebebi olmuştur. Kendini ve kültürünü yenileyemeyen, Türklüğe,Türk diline, Türk kültürüne ihanet eden Anadolu Selçukluları da yok oldular.



Anadolu Selçuklularından sonra Anadolu’da kurulan 3 kıtaya egemen olan Osmanlı İmparatorluğu’ da 16. yy dan sonra milli Türk kültür ve kimliğini, Bedevi Arap kültürünün kurbanı etmiştir.Osmanlı imparatorluğu yönetimini, Şeyhlerin, dervişlerin, molla ve Şeyhülislamın yönetimine bırakarak çöküş dönemine girmiştir.”Başkalarının atına binen çabuk iner”



Yavuz Sultan Selim’in mezhep çatışmalarına Türk halkını sokması ile alevi, Sünni çatışmaları Türk halkını perişan etmiştir. ‘’Bu konu Osmanlı nereden nereye de açıklanmıştır’’.

Türklüğe düşmanları değil yönetenlerin ihaneti, ümmet tebaa yapanların gafleti en büyük kötülüğü yapmıştır. Hala vehhabi bedevi, el_kaide hayranı gafiller, şeriatçı, ümmetçi yerli mollalar Türklüğü, ortaçağ karanlığına götürmeye çalışmaktadır.



Geri kalmışlıktan kurtulmanın yolu çağdaşlaşmaktır.

Evrensel hukuk, demokrasi, insan hakları, laik devlet çağdaşlaşmanın güvencesidir.



Laik devlet, dinler arası mezhep çatışmalarına, radikal din sömürüsüne karşı, demokrasi ve insan haklarının barışın teminatıdır.



Yenilenmek çalışmak üretmekle toplumlar demokrasi ve evrensel hukuk düzeni içinde ancak geri kalmışlıktan kurtulabilir.



Teokratik yaşamda, gasp, soygun, katliam, kavga ve terörizm vardır. Türklerin geri kalmışlığının nedeni; yönetenlerinin Türkün asalet ve kültürünü yenilenmeye, çağdaşlığa karşı Bedevi kültürüne boğdurmaları olmuştur.



İslam-i terör örgütleri dünyaya dehşet ve vahşet saçmaya devam etmektedir. Araplar hep Türklere kötü örnek oldular.Üretmeyi yapmayı değil, saldırganlığın yağmacılığın kötü örneği oldular.

Araplar, zulmü soygunu, yağmayı kahramanlık saydılar.

Sürekli cihat ilanı ile Türk düşmanlığı yapan Araplar 10.000lerce Türk askerini katletmiş, bedevi etkileşmeleri Türk ulusunun bin yılını karartmış bulunmaktadır.



Türkler ve ihanete uğratılan Türk dili :



Milletler, dilleri çökertilerek yok edilir. Bulgarlar, Macarlar, Finliler,Hazar Türkleri, dillerini kaybettiklerinden, Türklüklerini de kaybetmişlerdir.



Türk : Türk, güç, kuvvet, erk anlamındadır. Türk, Türk dilini, çeşitli lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimsedir. Türkler Asya ve Doğu Avrupa da yaşarlar.

Türk dili çok zengin bir dildir. Türkçe de 75 bin kelime ve deyim vardır. Dilbilimci Kaşgarlı Mahmut, yalnız divan-ı luga-ti Türk’te 7500 Türkçe sözcük belirlemiştir. Uygur metinlerinde Türk kuvvetli eş anlamlı ’’erk’’ olarak tanımlanmıştır. Oğuz, Türk Uygur ve Tatar gibi adlar Türk boylarıdır.



İlk Türk anadili, Büyük Hun İmparatorluğu zamanındaki 2. yy a kadar konuşulan eski Türkçe’dir. Eski Türkçe’de Göktürk alfabesi, Göktürk Orhun yazıtları ve 24 harfli Uygur Türkçe’si metinleri ile belgelenmiş bulunmaktadır.



10.yy da Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi ile, Arap harfleri alınarak Türkçe’ye en büyük darbe vurulmuştur. Yazılması ve öğrenilmesi zor, ‘’yunanca, İbrani’ce, Keldani’ce, Süryani’ce, Kopt’ça’’, karışımı ilkel aşiret Arap dili ve yazısına,Türk dili ve yazısı din uğruna kurban edilmiştir. Türk’çe yi Arap ve Farsça’ya kurban edenler Türkleri yönetenler olmuştur.

Çağ dışı Arap alfabesi Türklerin cahil kalmasının en büyük sebebi olmuştur.



Arap Emperyalist milliyetçiliği ve Arapça, Farsça, Türklüğü ve Türkçe’yi sabote etmiştir.



Doğu Türkçe’si, Orta Asya’da Türklerin müşterek Türkçe sidir. Batı Türkçe’si Oğuz Türkçe sidir. Yazı dili olarak kullanılmıştır. Birde Kıpçakların kullandığı kuzey Türkçe’si vardır. 15. yy a kadar kullanılmıştır. Kıpçakça ve Oğuzca batı Türkçe’si ile birleşmiştir. Çağatay Türkçe’si 15. yy da edebiyat dili olarak kullanılmıştır. Özbek, yazı dili ve kırım ve Kazan Türkçe’leri etkileşerek gelişmiştir.

Batı Türkçe’sinin gelişmesi Azeri ve Osmanlı Türkçe’sini etkilemiştir.



13. yy dan 1908 e kadar Türk dil kolları, Çağatay öncesi Çağatayca, Kıpçak Türkçe’si ,Kazan Türkçe’si kolları aktif ve etkin Türk dili olmayı başarmıştır.

Büyük Selçuklularda, Nizam-ül Mülk zamanında ve Anadolu Selçukluları devleti 2. Gıyasettin Keyhüsrev döneminde, Arapça, Farsça yazı dili olarak resmen kabul edilmiştir. Türk dili kamuda yasaklanarak, Türk diline en büyük hıyanet yapılmıştır.

Anadolu Türk beylikleri döneminde bu ihanete son veren Karaman oğlu Mehmet bey fermanı ile Türkçe resmi dil olarak ilan edilmiştir.



10. yy dan itibaren Arap ve Fars hayranı Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletini yönetenler, Türklüklerini dahi inkar eder duruma düşmüşlerdir. Karaman oğlu Mehmet beyin, Türkçe’den başka dil konuşulmayacak fermanı ile Türkçe’ye sahip çıkılmış, Türkçe’nin tekrar resmi dil ilan edilmesi, Türk dilini ihanetten kurtarmıştır.

16. yy dan itibaren şeriat hukukunun esiri olan Osmanlı, Türkçe’yi, %50 Arapça, %30 Farsça içeren Osmanlı’ca karanlığına gömmüştür.



Arap ve Farsça’yı edebiyat dili yapan Osmanlılarda, halkın %93ü Osmanlıca’yı bilmiyordu. Halk ve Osmanlı yöneticileri yabancılaşmıştı.Türk dilinden, kültüründen, ilimden ve bilimden yoksun kalan Osmanlı, kendini yenileyemediğinden yok olmaktan kurtulamadı.



Dünyada, çeşitli Türk lehçeleri ile konuşan 200 milyon Türk bulunmaktadır.



Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk,Türklüğü çağdaşlığa taşıyan devrimleri gerçekleştirmiş ve tevhidi tedrisat kanununu(öğretim birliği yasası) gerçekleştirerek Türk diline saygınlık kazandırmıştır.



Atatürk, 1928 de okuması, yazması kolay Türk alfabesi devrimini yapmış, 1932 de Türk dil ve tarih kurumunu kurarak dilimizi, Arap aşiret ve Fars kültür emperyalizminden kurtarmayı başarmıştır. Türk dili resmi, saygın edebiyat ve kültür dili olmuştur. Arap’ça, Fars’ça, Osmanlı’ca divan edebiyatı kelimeler ve deyimler Türkçe’den ayıklanarak atılmış, Türkçe bu günkü güzelliğine kavuşmuş bulunmaktadır.Türk ulusuna güzel dil Türk çe yakışır!



Günümüzde halen Osmanlıca karanlığından siyasi çıkar sağlamayı uman, çağdaş eğitime karşı çıkanlar, Osmanlıca sosyal bilimler lisesi kurma gayretindedirler. Genel liselere karşın Kemalizm’i yıkmak, tevhidi tedrisat kanununu ve devrim yasalarını aşındırmak; Türk dilini, Türk milliyetçiliğini yok etmek;Osmanlıca’yı ve Arapça’yı diriltmek isteyenler de Milliyetçi Arap emperyalizmi de en büyük sorun olmaya devam etmektedir.

Geçmişte hep ihanete uğrayan Türklük, Türk dili ve kültürü yok edilememiştir.



Türklük, Türk ulusu,Türk kültürü ve dili, gelecekte daha güçlü olacak, sonsuza kadar yaşayacaktır.





İslamlaştırmak bahanesi ile Arapların katlettiği 100 binlerce Türk ve Arapların yağmaladığı Türk yurdu orta Asya :



Orta Asya’da

Türk katliamı : Arapların Türkleri zorla Müslümanlaştırmaları 670 yılında başlamış.

740 yılına kadar devam etmiştir.

‘’Zekeriya Kitapçı yeni İslam tarihi ve Türkler’’

Araplar İslam öncesinde vahşi çölde, bedevi,yoksul, Perişan, huzursuz ve ilkel bir aşiret hayatı yaşıyorlardı. İslam’ın ilk devirlerinden itibaren Arap mücahit gazilerin, askerlerin aldığı yüksek maaş ve ganimetlerle yaşantıları bir anda değişmiş, servete , zenginliğe kavuşmuşlardır. Sefalet içinde yaşayan Araplar, zengin olmak, yoksulluktan kurtulmak, ganimetten pay almak için Medine’ye kafileler halinde gelmeye başladılar. Arap göçü aileleri ile beraber, Arabistan dışına Emeviler devrinde de devam etmiştir. Arap göçü İran’a, Türkistan’ın Buhara, Baykent, Semerkant, Curcan, Talkan ve Orta Asya şehirlerine devam etmiştir. Türk illerinde, Türkler kılıçtan geçirilerek evleri, arazileri ellerinden alınmış yerlerine 10.binlerce Arap aşiretleri yerleştirilmiştir. Türklerin malları Araplara ganimet, karıları, kızları cariye ve esir edilmişlerdir. 10 binlerce Türk esir, Horasanda esir pazarlarında 300-500 dirheme satılmışlardır. Katliama iştirak eden Arap askerleri 2400 dirhem (gümüş para) maaş veya 7-8 esir alıyorlardı. Ayrıca yağmadan, ganimetten de pay alıyorlardı. 3-5 keçi veya 1-2 deveden başka bir şeye sahip olmayan Bedeviler servete zenginliğe kavuştular. Türk yurdu Orta Asya ve Kafkasya’yı 70 yıl yağmaladılar. Türklerin, malını, mülkünü, değerli birikimlerini gasp ettiler ve yağmaladılar. İpek yolundan deve kervanları ile Arap valileri ve halife hazinesine (beytülmal-e) Türk illerinin servetini yıllarca taşıdılar. Bütün bu soygun, gasp ve yağmalamayı İslam, din ve Allah diye yapıyorlardı. Orta Asya Türk illerinde milliyetçi Arap emperyalizmi Türkçe’yi yasaklamış, Türk kimliğini, kültürünü İslamlaştırmak bahanesi ile baskı, zulüm ve katliamla yok etmek istemişlerdir.



Muaviye zamanında Araplar, evvela 2700 kişilik bir ordu ile Fergana’ya saldırdılar. Daha sonra Horasan’ı işgal ettiler. 673 de Buhara’yı yağmaladılar.

Kibaç Hatun yönetimindeki Semerkat’a saldıran Araplar, gasp, soygun, katliam yaptılar. Semerkant’ı yağmaladılar. Esir aldıkları Türk gençlerini Horasan’da esir pazarlarında sattılar.



Türklerin asimilasyonu Abdül melik ve Haccac döneminde devam etti. Türk beyliklerinin birlik olamayışları, Soyguncu,Gaspçı Arapların işini kolaylaştırıyordu. Yağmadan, soygundan, ganimetten pay almak Arap askerlerinin cesaret ve iştahını kabartıyordu.



Haccac Irak genel valisi, Kuteybe Horasan valisi iken.; 705 yılında Türk yurdu Baykent’e saldıran Horasan valisi Kuteybe, Türkleri haraca bağlar; Büyük bir katliam yapar. Türk kadınlarını, çocuklarını esir alır. Arabistan’dan getirttiği on binlerce Arap aşiretlerini Türklerin evlerine yerleştirir. Türklerin arazileri evleri ellerinden alınır. Yağmaladığı her şey Arap’a helal ve ganimettir. Daha sonra Kuteybe Buhara’ya saldırır, Türkler direnir. Savaş çok kanlı olur. Kuteybe her Türk’ün başı için askerlerine 100 dirhem vaat eder. Araplar binlerce Türk’ü kılıçtan geçirir. Kadınlar, kızlar köle ve cariye yapılır, Türk kadınlarına tecavüz edilir. Horasanda satmak için binlerce köle Türk götürülür. Buhara vergi ve haraca bağlanır.

Baskı ve zulüm yapılarak katliama devam edilir. Buhara’ya on binlerce Arap ailesi Bedevileri getirilerek yerleştirilir.



Bazı Türk beylikleri, canlarını, mallarını, Arap vahşetinden kurtarmak için antlaşma yaparlar fakat Kuteybe, kalleşlik yapar, hepsini teker, teker yok eder.

Buhara’dan sonra Talkan Şehrine saldıran Araplar, 40bin Türk’ü kılıçtan geçirir, şehri yağmalar. Kadınları, kızları esir ve cariye yapar. Cesetleri yolun iki yanındaki ağaçlara asarak Arap vahşetini İslam adına yaparlar. Daha sonra Kes ve Nesef şehrinde aynı katliam ve yağmaları yapan Araplar, gasp ve soyguna devam ederler. Bundan sonra Faryap’ı yağmalayan Araplar katliamlarını sürdürürler.



Kuteybe Tarhan beyi ile anlaşır fakat hile ile Tarhan’a saldırır 700 Türk’ün başlarını kestirir ve bu cani kuran da ki ayetlerin emrini yerine getirdiğini söyler.

Kuteybe Harzem’de 4 bin Türk’ü esir alır ve öldürür. Halk isyan eder Kuteybe’de Harzem’i yakar ve şehirdeki Türklerin tamamını katleder.



Harzemden sonra Kuteybe Semerkant’ı kuşatır. Semerkant emiri Gurek bey Araplara 30 bin Türk gencini köle olarak vermek mecburiyetinde kalır.



Curcan katliamı. Katili Kuteybe 716 da ölür. İbn-i Mühellef Horasan valisi olur. Dağıstan’ı işgal ederek yağmalar, 14 bin Türk’ü öldürür. Curcan 300 bin dirhem karşılığında Araplara teslim olur, fakat Curcan halkı ayaklanır Arap askerlerini öldürür. Yezit büyük bir kuvvetle Curcan’ı kuşatır.7 ay savaşır. Curcan Arapların eline geçer. Türkleri katleden Araplar, Türkleri Curcan’da da Ağaçlara asar. Öldürdüğü Türklerim kanını nehre akıtır. Su değirmenleri kanlı akan bu sularla çalışarak bu vahşeti yapan Araplar un öğütür. Kaynaklarda, Talkan katliamında öldürülen Türklerin sayısı kadar(40 bin ) Türk’ün Curcan’da da Araplar tarafından katledildiği kaydedilmektedir.Emeviler orta çağdan bu yana Araplar, Türklerin hep baş belası olur.



717 yılından sonra Araplar kendi aralarında çatışmalara girer, katliamlar olur ve Arapların Türk katliamında duraklama dönemi başlar.



720 ler den sonra Türkler Arap vahşetine karşı birleşmeye başlarlar. Hakan Sulu Gök Türklerin başına geçer. Arapları Türklerin ana yurdundan atmak için mücadeleye başlar fakat 739 da Türkler arası ihanetler devam eder. Arap işbirlikçilerce Hakan sulu öldürülür, Türk ordusu dağılır.Türk’lerin Arap katliamları ile zayıf düşmesi, Çinlileri cesaretlendirir. Çinliler doğu Türkistan’dan sonra batı Türkistan’a saldırıya geçerler.Çin saldırıları 750 yılına kadar devam eder.Abbasi’lerin Arap yönetimine gelmesi ile Arap gasp ve soygunundan kurtulan Türk’ler, Talaş meydan savaşında ,Çinlileri yenerek batı Türkistan’ı kurtarır.



Türklerin ana yurdunda 100 binlerce Türk’ü katleden Arapların aralarındaki ganimet kavgaları Türk katliamlarını yavaşlatır. Yağmadan, baskından, katliamdan kurtulan Türkler son Emevi Arap valisi İbn-i seyyar zamanında İslam’a ısınmaya başlar. Emperyalist Arap milliyetçisi Emeviler 750 de yıkılır. Abbasiler yönetime geçer. Abbasiler Türk soykırımını durdurur. Türklere fazla ayırım yapmaz. Türklerde Abbasilere yardımcı olurlar ve İslamiyet’i kabul etmeye başlarlar.



11.yy dan itibaren Horosan’da kurulan Büyük Selçuklu egemenliği, Türklere yapılan Arap zulmünü sona erdirir. Orta Asya ve orta doğu da yüksek karakterli, kin tutmayan, affedici, barışçı Türk ulusunun egemenliği başlar.

(geçmişini bilmeyen toplumların geleceği karanlık olur)



Çağdaşlığın, uygarlığın önderi Atatürk :



Taassubun, tabunun kurbanı olan Türklük ; Atatürk’ün dehası sayesinde karanlıktan aydınlığa çıkmıştır.



Atatürk, Yüce Türk Ulusu’nu Bedevi tebaası haline getiren gaflet ve hıyaneti yaşatan Osmanlı’dan kurtarmış, tekrar Türk Ulusu kimliğini Türklüğe kazandırmıştır.Türklük ümmet, tebaa köleliğinden kurtulmuş, Türk Ulusu olmuştur.

Türk toplumu Atatürk’ün önderliğinde demokratik laik devlet yönetimini kabullenmiş, evrensel hukuku benimsemiş, kadın erkek eşitliği ilke ve devrimleri ile çağdaş bir toplum olarak dünya devletleri arasında hak ettiği yeri almıştır.



Atatürk’ün ilke ve inkılapları ile Türk kadını da toplumda saygın bir yer kazanmış, siyasette, eğitimde ve iş hayatında erkek ile yan yana, çalışması sağlanmıştır.



Geçmişte Türk kültürünü Bedevi kültürüne kurban edenlerin işbirlikçileri, bu günde Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını hiçe saysalar da, Atatürk’ün izinden ayrılmayan bu toplum kadını ve erkeği ile onlara gereken dersi verecektir .Atatürk ün deyimi ile “Ne mutlu Türküm diyene!”



Türkiye Cumhuriyeti : (1923) Cumhuriyeti kuran Atatürk, felsefi, pozitif bilim çağına yaraşan inkılapları yapmış, köhne orta çağ (Teolojik) ümmetçi, tebaa dönemini kapatmıştır.



Atatürk etik felsefesini Türk insanına rehber etmiştir.



Olgular ve çağdaş tanımlamalar:



Devlet : Türk Devleti hukukla yönetilir. Devletin anayasası hukukla belirlenir. Devlet şekli laik demokratik Cumhuriyettir. Kadın erkek eşittir. Kadın,

erkek ayırımı yapılamaz. Yönetimi Demokrasidir. Türk halkı kendini yönetir.



Kılık Kıyafet : Çağdaş olmalıdır. İlkel çağdışı, bedevi, çöl örtün kapan çarşaf, peçe, türban, Arap paçavrası, Türk kadınının kıyafeti giysisi olamaz !

Türk kadını, aklı, kültürü, kişiliği ve saygınlığı ile kendini korur. Koruyuculara ihtiyacı yoktur.Türk kadınına çağdaşlık yaraşır.



İnsan hakları ve kadın hakları karşıtı şeriatçı, gerici, din ticareti yapan sömürücüler, çağdışı türban paçavrasını simge yaparak Türk kadını nı kullanmaktadırlar.



Din: Bireyle Allah arasında inanç, evrimle gelişen mecaz yoludur.İnsanlar inandığı gibi yaşamalıdır. Dini siyasi amaçla kullanmak en büyük ahlaksızlıktır.



Laiklik : Dini ve devlet işlerini birbirine karıştırmamaktır. Dinin siyasete karıştırıldığı ülkelerde toplumlar huzursuz, kavgalı, sefalet ve yokluk içinde bulunmaktadır.Demokrasi insan hakları uygarlığın en temel öğesidir.

Laiklik, kadın özgürlüğünün, demokrasinin ve insan haklarının teminatıdır.



Kanun : Lafsıyla veya ruhuyla temas ettiği bütün meselelerde geçerlidir. Hakkında, kanuni bir hüküm bulunmayan bir meselede hakim örf ve adete göre, örf ve adet dahi yoksa, kendisi kanun koyucusu olsaydı nasıl hükmedecek idiyse öyle hükmeder.



İnsan hakları Beyannamesi : insan hakları beyannamesini 1948’de İslam ülkeleri arasında yalnız Türkiye Cumhuriyeti imzalamıştır. Teokratik ülkelerin hiç biri demokrasiden yoksun oldukları için imzalayamamışlardır.



Evrensel hukuk : Akla ve mantığa uyan çağdaş hukuk sistemidir, uygarlığın teminatıdır.





Teolojik hukuk algılamaları ve yaptırım objeleri :



Şeriat : Ortaçağ teolojik devlet hukuk sistemidir.



Bedevi hukuk : Bedevi Kültürü Baskın, soygun, yağma, katliam, cinayet, iftira, ele geçirilen mal ganimet. helal…



İslam-i terör örgütleri, canlı bombaları nasıl yönlendiriyor :



Cihat ilan etmek : İslam karşıtları ile Allah’ın askerleri olarak savaşmak.

İslam-i teröristin öldürdüğü düşman cehenneme gider. Ölen terörist şehit olur;

sonsuz cennet yaşamına kavuşur. Huriler teröristi cennette beklemektedir.

Katliamdan başarı ile dönen terörist Gazilikle onurlandırılır. Ele geçirilen mal ganimettir, ganimet helaldir.

H. Murat ÇELİK
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Emevi Halifeliği zamanında Araplar ile Türkler ilk defa temasa geçmişlerdir. Türklerin İslâmiyet'le ilk tanışmaları Emevi dönemiyle başlar. Ancak Emevi yönetiminin tutumu sebebiyle, Türk toplulukları arasında İslâmiyet fazla yayılmamıştır. Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle X. yüzyılda hız kazanmıştır. Henüz 900 tarihlerinde İtil ( Volga) çevresinde bulunan Bulgar Türkleri arasında Müslümanlığa çok büyük ilgi vardı. Nitekim İtil Bulgarları hükümdarı Almış Han, 920 'de Abbasi halifesine müracaat ederek din âlimleri ve mimarlar göndermesini rica etmişti. Aynı tarihlerde Önce Karluk, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni, Oğuzlar ise Selçuklu Devleti' ni kurmuşlardır. Türkler İslâmiyet'i kılıç zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir. Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi, eski Türk inancı ve anlayışı ile İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır.

* Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir. Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet'teki gibi tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı (Tengri) diyorlardı.
* Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı.
* İslâmiyet'te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu.
* İslâmiyet'teki gaza ve cihât ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için yaptıkları savaşlar benzer mahiyettedir. İslâm anlayışına göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir. Türklerde ise aynı şekilde yağma geleneği vardır.
* İslâmiyet'in telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir.
* Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi. Ancak bu dinler halk arasında değil daha çok idareci kesimde kabul görmüştü. Buna rağmen İslâmiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamışlardır. İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır.


Anadalar, bu gün bilinen kayıtlara göre Türk ulusu 10.yüzyıldan bu yana müslümanlığı seçmiştir. 1000 yıl sonra bu gün bunun doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmak ne kadar anlamsızdır. Ama bu gün tartışmamız gereken, sonuçlandırmamız gereken çok önemli bir konu var. Öyle ki bu tartışma yüz yılı aşkın bir süredir Türk milletinin içerisine sokulan bir nifak. Öyle ki bizi ne olduruyor ne öldürüyor. Din, Osmanlının son döneminden bu yana Türk milliyetçileri ile, Türkçüler ile, Atatürkçüler ile Türk ulusunun arasına konulan bir duvardır.

Andalar, din toplumları bölmek için, insanlar arasına nifak sokmak için tarih boyunca emperyalistler tarafından kullanılagelen bir oluşumdur. 1.haçlı seferinden bu yana hep bu argüman kullanılmıştır.

Önceki iletimde söyledim. Din insan ile tanrı arasında kurulan bir köprüdür. Bu köprüden sadece o kişi geçer, istediği gibi geçer, bildiği gibi geçer, hoşuna gittiği gibi geçer. Başkalarına ise halt etmek düşer.

Ama unutmamamız gereken gerçek şudur. Anadolu coğrafyası içerisinde 75 milyon insan yaşıyor. Bu 75 milyon insanın % 90'ı müslüman, yani 67,5 milyon müslüman yaşıyor bu ülkede. Bu insanların da % 90'ı ne ümmetçiliği bilir ne din istismarını. Bunlar benim anam, senin baban, onun dedesi, bunun nenesi. Köyünde, kasabasında, şehrinde yaşar bu insanlar. Sadece akşam yiyecekleri ekmeklerini düşünürler, eşlerini, ailelerini çocuklarını, önümüzdeki yazı, kışı, çocuğun ayakkabısını, odunu-kömürü düşünürler. Ve sorulduğunda elhamdüllillah Müslümanım derler. Bir ömür para biriktirir, ölmeden önce hacca giderler. Bunların bir çoğu AB yi, ABD yi bilmez. Emperyalizmi, masonluğu, ümmetçiliği, bölücülüğü bilmezler. Bu kitleleri harekete geçirmek için kullanılabilecek iki temel unsur "vatanın fiili işgali" ve "dinin elden gitmesi"dir. Çanakkale savaşı böyle verilmemiş midir? İnsanları metrekareye 6000 merminin atıldığı bir ortama başka hangi güç sorgusuz olarak atabilir. Yunan gavuru ülkemizi işgal etmese idi Kurtuluş Savaşımız verilebilir miydi sanıyorsunuz.

Şimdi iki elinizi başınızın arasına koyup 5 dakika düşünün. bu 67,5 milyon insanı reddedebilir misiniz, bu 67,5 milyon insana rağmen bir mücadele başlatabilir misiniz?

Din olgusu, din istismarcılarının elindeki boş bir silahtır. Biz ne zaman din olgusunu karşımıza alarak bir şeylere kalkıştığımızda din istismarcılarının elindeki ve bize çevrilmiş olan bu boş silahı kendi ellerimizle dolduruyoruz.

Bence bizim bu 67,5 milyon insan ile yakınlaşmamız, onların desteğini arkamızda hisstmemiz ve tüm gücümüzü gerçek düşmanlar ile mücadele etmeye harcamamız gereklidir.

NOT: Ben ya da biz ümmetçi değiliz, din istismarcısı da değiliz, en azından halk tabiri ile mutaassıp ya da dindar bile değiliz. Ama amacımız başarı ise mevcut durum tespitini doğru yapmamız gerekir. Başımızı kuma gömerek hiç bir hedefe ulaşamayız. Sevgili andalarımıza Mustafa Kemal Atatürk'ün kaleme aldığı Nutuk'un "Milli Sır" bölümünü yeniden okumalarını öneriyorum.


Bırakın 67 milyon insanı Tüm Türkistanın yüzde 90'ı Müslüman. Hristiyan olarak Gagavuz soydaşlarımız ve Tuva Türkü gibi Kamcı(Şamanist)soydaşlarımız var azınlıkta.Ama sorun şu .Bir kişi Türkçüyüm diyorsa onun için öncelik soydur.
Yani bir savaş çıkmış düşünün Müslüman araplarla Şamanist bir Türk boyu savaşıyor.Hangisine destek verirsiniz.
Eğer yanıtınız Şamanist Türklerse o zaman siz Türkçüsünüz.
Ama yok araplara yardım ederseniz kusura bakmayın bunun adı ümmetçiliktir.
Ümetçiliği ad olarak bilmeyenler olsada, anadoluda eylemsel olarak yaşayanlar var sadece adını bilmiyorlar ama söz konusu filistin oldumu gözyaşı dökenler Doğu Türkistandan kabarsız(habersiz)

Birinci konu Arap - Türk savaşında ibre kayıtsız şartsız Türk tarafındadır. İnsan ile tanrı arasındaki mevzuların milletler arasındaki ilişkilere indirgenmesi önce o insan ile tanrı arasındaki gerçek bir ilişkinin olmadığını ve takiye yapıldığını gösterir. Çünkü tanrı ile ilişkisi olmayanlar kendilerini dürüstçe Ateist olarak beyan ediyorlar zaten.

İkinci konu ümmetçiliği eylemsel olarak yaşayan insan sayısı gerçek anlamda iletimde bahsettiğim % 10 luk gurubun içerisindedir ve toplam ile kıyaslarsan etkisiz eleman niteliği gösterir. Bu konunun gerçek boyutlarını yüz yüze tartışmalarda aktarabilirim ancak, burada mümkün değil. Çünkü insan psikolojisi ve toplum sosyolojisinin konusu bu. Çok küçük bir örnek; " 60 yaşında bir erişkin, çocuklarını büyütmüş, adını yazmaktan öte okur yazarlığı ve sosyalitesi de yok. Dükkanı tarlayı çocuklara devir etmiş, yani vakitte çok akşama kadar, geçmek bilmiyor bir türlü. Eee, evin karşısında da bir cami var, git 5 vakit namaz kıl, kime ne zararı var. Hem de öte dünyaya yatırım yapmış olursun ". Şimdi bu amca ümmetçi mi? Çevrende bunlardan kaç tane var hiç dikkat ettin mi?

Üçüncü konu Filistin-Doğu Türkistan karşılaştırılması. Konunun insani boyutunu alırsan yani kundaktaki bebeklerin kurşunlanma görüntülerini, ben insanım diyen herkesin içi acır. İster Filistinli olsun, ister Doğu Türkistanlı, ister Eskimo farketmez. Siyasi boyutuna bakarsan da Filistinle Doğu Türkistan'ın farkı yok. Çünkü her iki toplum da yıllardır gelen vurdu, giden vurdu tarjedisini oynuyorlar. Bence Doğu Türkistan'ın bir avantajı var, en azından onlar Türk, yani bizim kandaşımız, eğer biz titrer ve kendimize dönebilirsek onların da umudu olabiliriz. Oysa Filistinlilerin böyle bir umudu da yok, çünkü onlar Arap yani Yahudilerin yatak arkadaşı..

"Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. ( Bu sayı kimi tarihcilere göre 50 kimine göre de 80’ dir... ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü....( Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir )"

" Bakara suresi 193’ü .... “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın...” yada “8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah''ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” . ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer.. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar.. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek nekadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..

Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.. "


Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.."


"Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünselerde bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..
( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam''ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. )
Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarınıda ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar."



"Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.. "

"Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.. Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir..

9 Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. "

"
Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

"Bu olay, Ziya Kitapçı''nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;
Bu harblerden birinde, et-Taberi''nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe''ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman''ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. ( Sayfa 314 ) "


Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamıyacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlasmaya göre,

1.Semerkant Araplara hersene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır.. "

"Büyük Katliam.. ( Curcan Katliamı )

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptiğı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..
Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..
717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719 da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..
Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını istersede, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıkarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

1. Bölüm:
Türk Milletinin Cumhuriyet dönemindeki nadir fikir adamlarından Hüseyin Nihal Atsız’ın 4 Mayıs 1941 yılında oğlu Yağmur Atsız’a hitaben yazdığı vasiyetnamede belirttiği Türk Milletinin kadim, yakın ve yarınki düşmanları bugüne kadar zaman zaman tartışılmıştır. Kimileri dar görüşlülük demişler kimileri ırkçılık demişlerdir. Ancak dünyadaki milletler mücadelesinde bir gerçek olan bu düşmanları göz ardı etmek ise iyi niyetlilikten öte saflık olur.

Nedir Atsız’ın vasiyeti önce onu hatırlayalım:

“ Yağmur Oğlum!
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Bu kadar düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı Yardımcın olsun !”

Şimdi bu vasiyetnameyi okuyanların bir kısmı düşmanlık fobisi olarak görebilir, ırkçı diyebilir veya kısmen katılabilir kısmen abartma diyebilirler. Ancak sayılan bu milletlerle Türk Milletinin durumunu tahlil etmek gerekir.

Yahudilerin bütün milletlerin düşmanı olduğu gerçeğine katılmayabilir misiniz? Azınlık olarak bulundukları ülkelerin tamamında gizli örgütlenmeleri ile ekmeğini yediği ülkelere bunların kötülük ettikleri veya o ülkeleri istekleri doğrultusunda yönetmeye kalktıkları yalan mı?

Göktürklerden ve hatta Hunlardan bu yana Çinlilerin Türk Milletinin düşmanı olduğunu gizleyelim mi, görmemezlikten mi gelelim? Orhun abidelerindeki nasihatı silelim, göç destanın sebeplerini hatırlamayalım, bugüne kadar Doğu Türkistan’daki katliamları unutalım ve hatta günümüzün iktadırının yaptığı gibi Devlet Nişanıyla ödüllendirelim. Böyle daha mı iyi olur?

Acemlerin asırlardır Doğu ve Batı Türklüğü arasında bir hançer gibi bulunduğunu bilmiyor muyuz? 34 milyon Azeri 3 milyon civarındaki Türkmen, Kaşgay ve Halaç Türklüğüne Türkçe eğitim veren bir tek okul açılmazken 400 000 Ermeniye 12 okul açtıracak kadar dost (!), Karabağ savaşında Aras köprüsünden Ermenistan’a her türlü yardımı yapan müslüman (!) Acemleri bağrımıza basalım onlar da Nizamü’lmülk’ten bu yana yaptıkları düşmanlıklara devam etsinler ne dersiniz?

Yunanlıları “aramızda bir deniz\ kıyısında iki kardeş millet” olarak romantik duygularla görelim onlar da PKK ve diğer her türlü melaneti yapsınlar daha mı iyi olur?

Bulgarların yüzbinlerce Türk’ü daha bundan 15 yıl evvel evlerinden köylerinden sürdüklerini unutalım mı? 75 000 nüfuslu Kırcaali’de bugün 25 000 kişi yaşamaktadır bunları hiç görmeyelim. Almanlar’ın Orta Asya ve Kafkaslar’daki menfaatlerine karışmayalım. İtalyanlar gemilerini edip de fora gelsinler bizim yeşil Bosfor’a İstiklâl Harbindeki gibi işgal kuvveti olarak yurdumuza girsinler ne mahsuru var!

İngilizler, Fransızlar yurdumuzdan koparılcak toprakları Ermenilere ve PKK’ya peşkeş çeksinler ne olacak değil mi?

Araplar 11 milyonluk Türk nüfusu zamanında 3 milyon Türk askerinin kanına girdi ne yapalım olur böyle şeyler mi diyelim?

Sırplar, Hırvatlar Balkanlarda yaşayan Türkleri katletsinler ne olacak zaten bu Türklerin orada ne işi vardı, böyle mi düşünelim. Endülüs’ü unutalım Transilvanya’da yaşayan Hunların torunları Sekellere yapılan katilamları hiç bilmeyelim o zaman İspanyollarla, Portekizlilerle ve Romenlerle armız iyi olur.

Ermeniler eski dostumuzdur, Karabağ, Hocali tarihte kaldı hele hele İstikâl Harbindeki hainliklerini biz çoktan unuttuk hatta onları biz soy kırımına tabii tuttuk mu diyelim?

Medlerden geldiklerini kıçı kırık bir kavim olduklarını iddia eden Kürtler’in sebep olduğu 30 000 şehidimizin daha kanları bile kurumadı biz bunlardan özür dileyelim, sizleri üzdük alın nereyi istiyorsanız diyelim her halde daha güzel olur!

Çerkez ve Abazalar’ı Rusların elinden kurtardık analarını Rusların altından alıp namuslarına sahip çıktık, yurt verdik ev verdik aş verdik ama onlar Büyük Adige diye yanıp tutuşuyorlar yıllardır içten içe Türk düşmanlığı yapıyorlar ne yapalım dünya halidir diye aldırış etmeyelim.

Arnavutların biraz hürriyetlerine kavuştuklarında Sırpların bile dokunmadıkları Türkçe eğitim haklarını Türklerin ellerinden aldıklarını ise hiç bilmeyelim daha iyi olur!

Lezgilerin, Azerbaycan’ın kuzeyinde müstakil bir devlet kurma isteklerinden dolayı Azerbaycan’da sebep oldukları karışıkları ve ihanetlerini Ruslar aldatmıştır abisi bunlar yapmaz mı diyelim? Gürcülerin sınırlarını Samsun’dan başlattıklarını hiç öğrenmeyelim.

Çeçenler’in Mohaçkale’de Kumuk Türklerinin evlerini, iş yerlerini Vahabilik adına yağmaladıklarını ise dünyaya duyurmayalım. Şimdi beyler eğri oturup doğru konuşalım büyük fikir adamı Atsız’ın bu vasiyetini bütün Türk gençliğine vasiyet etmek gerekir mi gerekmez mi?

Bir Türk ata sözü şöyle der; “Yılan eğri akar büğrü akar, deliğine geldi mi dosdoğru akar

Hiç değilse yılanlar kadar milletimize ve ülkemize sahip çıkalım.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Orta Asya'dan batıya doğru yönelen Türkler buralara hakim olmuş,devletler kurmuş,buralardaki kavimlerin bir nevi yozlaşmasını hiçbir milletde görülmeyen hoşgörüyle önlemiştir.Orta Asya'dan kuzey afrikalara kadar hüküm sürmüş buralarda duran bütün kavimlerden ihanet görmüştür.Deyimi yerindeyse tarihsel olarak tam bir ihanet çemberi içinde yeralmıştır ve asla bir millete ihaneti olmamıştır,çünkü kanında yoktur.İşte bu ihanet çemberinin en büyük halkalarından biri olan araplar ilk hedefimiz olacak.
Şüphe yoktur ki Türk ırkı'nın tarih sahnesinde en çok etkileşimde olduğu kavimlerden birisi de araplardır.İslam diniyle adını dünya tarihine anca duyurabilen araplar,bunu kullanarak dünyaya eşi görülmemiş zalimlikler ve dünyayı derinden etkileyecek ihanetler yapmıştır.Bu zalimlikleri ve ihanetleri en çok gören ırksa Türk ırkı'dır.
''Araplar islamı yaymak amacıyla arabistan çıkmış ve islamı dünyaya büyük devletleriyle yaymıştır''.Bu bize öğretilmeye çalışılan bir cümledir ve gerçek tarihle alakası yoktur.Arabistanın karnını doyuramıyacağını anlayan araplar,eşi görülmemiş bir vahşilikle kendinden zengin devletlere,kavimlere,şehirlere saldırmıştır.Erkeklerini kılıçtan geçirmiş,kızlarını analarını kendisine cariye yapmış,mallarını gasp etmiş,evlerini şehirlerini talan etmiş,soykırımlar,katliamlar yapmıştır.Bunları yaptıkları milletler farsiler ve Türkler olmuştur ama en çok Türklere yapmıştırlar.Bahsettiğimiz gibi zengin Türk şehirlerini yıkmışlar,yağmalamışlar,güzel Türk kızlarını ve analarını kendilerine cariya yapmışlar,Türk erkeklerini kılıçtan geçirip bazılarını pazarda satmışlar,dünyanın en büyük katliamlarından birini yapmışlardır.Ancak daha sonra bu ders kitaplarında ''Türkler akın akın islama geçti''olarak geçmiş ve Türk Gençliği uyutulmaya çalışılmıştır.
Yukarıda bahsetdiğimiz islam hoşgörüsüyle islama geçen Türkler,arap zulmunu ve ihanetini müslüman olduktan sonrada görmüştür.Üstün kimliği sayesinde kendisine bunları yapan arapların ilk başta askeri koruyucusu olmuş daha sonra onları yönetir olmuştur.Buna karşı arap ihaneti daima sürmüştür.Türk kanatlarının altında yüzyıllardır yaşayan araplar,en son ve en büyük ihanetini 1.Dünya Savaşı'nda yapmıştır.Din kardeşliği altında kardeş gösterilmeye çalışılan araplar savaşın kırılma noktasında bırakın din kardeşini kendi tabirleriyle bir gavurla,islam düşmanlarıyla,kafirlerle,kendini sömürenlerle savaşmayıp yardım etmiş,kendinin korumacılığını yapan,dinlerini koruyup dünyaya yayan,himayesi altında bulunan Türklere yardım etmeyip onlarla savaşmıştır.Dünya tarihini ve savaşın gidişatını değiştirecek bir savaşta kaybetmemize sebep olmuşlardır.Bunu dünya yüzyılın ihaneti olarak kabul etmiştir.Ancak yine ne yazık ki sanki bütün bunlar olmamış gibi din kardeşliği savsatasıyla araplara bir sevgi uyandırılmaya çalışılmış yine bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.Şeriyatçı ve ümmetçi yapı hariç herkes araplara karşı nefreti vardır ve bu tarihsel nefrettir doğrudur.
Biz Türkçüler arapları sevmeyeceğimiz açık ve net.Önemli olan bu nefretin neden olduğunu bilmek ve yaymaktır.Tarihsel ihanetler bir sonucu gösterir ki o da şaşmaz bir gerçek olan ÜSTÜN TÜRK IRKIDIR.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı”nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;
Bu harblerden birinde, et-Taberi”nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe”ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman”ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlaşmaya göre,

1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..
Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..
717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719’da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..
Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..

Hakan Sulu”nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi

Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin, Türklere yardım göndermez.. Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720 yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek, Semerkant’a doğru yürür.. Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine yürür.. Sulu’nun üzerine geldiğini ögrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır..
Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürsede başarılı olamaz.. Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn Abdurrahman geçer..Araplar Semerkant’a çekilir..Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler.. Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.. Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun da yerine Halid ibni Abdullah geçer..

Hakan Sulu”nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin ihaneti

Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan önderi, Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.. Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştığı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür..
Bu gelişmenin birazda Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür.. Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.. Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.. Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.. Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır.. Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur..

Kur-Sul”un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması

Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır. 739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsada, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.. Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.. Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur.. Nasır,bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..

Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir.
749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar. Arap topraklarında başlayan iç savaş, Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.. Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyetin evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam”ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.
Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir. Araplar arası kavgada azat edimiş köleler de belli bir önem kazanırlar..
Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri köleleri kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında kölelerin durumu belirsizdir.. Köleler eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslamın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Müslüman Araplar Türklere Neden Saldırmıştır

Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam”a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..
Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı”nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.

Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı

a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği

Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu”nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya”ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine”ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani”nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.
Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran”a değil, Türkistan”ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara”ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan”ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.

b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı

Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır..Nitekim, el-Mesudi”nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri”nin Fütuhu”l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır.

Taberi Anlatımları

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)

Kuteybe dedi: - Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler.hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(Syf-347)
Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)

Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi: Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(Syf-353)

Kuteybe’nin Havarizem Şehrine Gitmesi Haberi

Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı. Yine işitse ki bir kişinin güzel kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez,çekip alırdı. Hiç kimse men edemezdi. Ve Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem, derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış idi. Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takatı kalmadı. El altından Kuteybe’ye adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.

Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim,dedi. Lakin bu haberi hiç kimseye bildirmedi. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vaktı idi. Kuteybe kavmine Segat gazasına varırız diye bildirdi. Çaygan’ın adamını geri gönderdi. Havarizad’e haber verdiler ki Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten eminsiniz,zira Kuteybe segad’a gidermiş. Ve bizde iş’e meşkul olalım dedi. Bilmedi ki Kuteybe kendi üzerine gelir. Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinet-ül Fil ki Havarizem’in ulu ve muazzam şehridir. Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir. Ondan ulusu yoktur. Kuteybe çıkıp geldi. Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular. Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi. Ve Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi. Havarizad anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır. Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal bulamadı. İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi. Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi. Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam gönderip aman diledi.

Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol.Havarizad dedi: -İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek demektir. Belki ölmek muti olmaktan iyidir, dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip sonunda tutuldu.Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi: Kendini nasıl görürsün.
Havarizad dedi: -Ey emir, beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim aramda bir hüküm zahir ola. İmdi fırsat senin oldu,bana ne öğünmek gerek, ne dilersen et. Bunun üzerine Kuteybe buyurdu. Dışarı çıkıp boynunu vurdular. Çaygan dedi: -Ey emir, henüz gönlüm şifa bulmadı.
Kuteybe dedi: -Daha ne dilersin?
Çaygan Dedi: -Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
Kuteybe dedi: -İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim. Çaygan da hepsini tutup getirdi. Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş idi ki: Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan aldı.

Çaygan Kuteybe’den yardım diledi. Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi. Ve Çaygan’ı gayet incitirdi. Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi. Ve Abdurrahman varıp muharebe etti ve o meliki öldürdü. Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)

-Şaş askeri bize gece baskın etmek dilermiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda durun.Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz. Ola ki bir fetih edesiniz, dedi. Muslih b.Müslim’i bunlara kumandan tayin etti. Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti. Bir bölüğünü yolun sağ yanına, bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu. Gece yarısı geçince Şaş askeri çıkıp geldiler. Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular.Ve o iki bölük gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler. Gazilerde Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı. Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu.Onların ortalarında bir melikzadeleri vardı.Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı. Öyle bir çaldıkı başı top gibi havaya uçtu. Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar. Müslümanlar ardına düşüp onları hesapsız kırdılar. Onlardan kurtulan pek az oldu. Ve onların ekserisi Melikzadeler idi. Ziynetli ve silahlı kimselerdi. Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.

Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi: -Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki Arapların kuvveti ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler. Yoksa harbe arapları gönder. Gör ki biz de neler ederiz,dedi. Kuteybe bu sözü işitip gazaba geldi ve münadilere çağırttı. Müslüman mübarizleri toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar. Ve Müslümanlar o yıkılan yerden hücum ettikçe kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse mecal vermez öldürürdü. Müslümanlarda silahşörler çok idi. Kuteybe onları çağırtıp dedi ki: Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm. O silahşörlerden biri ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı. Derhal düştü. O kişi Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı.(Syf-351-352)
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları ;

1- 100.000′in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000′in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek
24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları
kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş ,
”Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.


8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-Bu tarihi gerçekler “islam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte , bahsedilmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir

Araplar, İslami temalı bilgisayar oyunlarını geliştirerek, sanal alemde Batı'yla ve İsrailliler'le savaşıyor. Çocuklara yönelik bir oyunda da Mustafa Kemal Atatürk'ü, ''cami kapatan, tesettürü ve Arapça'yı yasaklayan lider!'' olarak tanımlıyor.
21 Ağustos 2005 Pazar 10:31
Araplar, İslami temalı bilgisayar oyunlarını geliştirerek, sanal alemde Batı'yla ve İsrailliler'le savaşıyor. Çocuklara yönelik bir oyunda da Mustafa Kemal Atatürk'ü, ''cami kapatan, tesettürü ve Arapça'yı yasaklayan lider!'' olarak tanımlıyor.
The Independent gazetesine göre, oyun piyasasında İslamcı şirketlerce hazırlanmış çok sayıda oyun bulunuyor. En gözdesi ise Kuvvet-ül Hassa (Özel Küvetler). Oyunda amaç, bir Hizbullah militanı olarak Filistin caddelerinde İsrailli askerlerle savaşmak. İslami örgütler tarafından hazırlanan oyunlar arasında Atatürk düşmanlığı yapanlar da bulunuyor. Innovative Minds (Yenilikçi Akıllar) isimli grup tarafından sunulan oyunlarda Atatürk, ''İslamiyet düşmanı lider'' olarak tanıtılıyor. 5 ile 7 yaşındaki çocukları hedef alan oyunun amacı cami inşa etmek. Çocuklar sorulara doğru yanıt verdikçe, temele yeni bir taş ekleniyor ve cami tamamlanıyor. İşte çocukların beynini yıkayan sorulardan biri: ''Türkiye'de Arapça'nın konuşulmasını ve tesettürü yasaklayan İslam düşmanı Mustafa Kemal, İstanbul'daki Ayasofya Camii'sini de kapattı. Yandakilerden hangisi Ayasofya'dır?''
(VATAN)
Dikkat edilecek olursa Türklüğü ilgilendirmesi gereken bu konuda bir başka unsur daha dikkatlerimizden kaçmıyor.
Din konusu !
Otağımızda hatta pekçok Türkçü Otağlarda pekçok başlık altında konular ister istemez farkında olmadan -din - konusuna da geliveriyor.
Din söz konusu olunca -sanal alemde dahi -her bir Türk kandaşımız yakın tarihlerden gelerek adeta alışkanlık - töre - haline getirilen inanış ve uygulamalarına ters gelen açıklamalara anında tepki gösterebilmekteler .
Otağımızda bir başlık altında Tonyukuk Andamın da açıkladığı gibi Türkiyemizde 1969 yılında bugün bile milliyetçi olduğu iddia edilen mhp nin Türklük ,milliyetçilik kavramlarından uzaklaşarak din etkisinde kalması tercihini hatta mezhep seçimini de yapması sonucu alevi Kandaşlarımızın çeşitli saldırılara maruz kalması sonucunu doğurmasına yol açtığını gözlemledik.
Bugün diyanet işleri başkanlığı resmi bir kurum olarak sünni eğitim üzerine görüşlerini ve uygulamalarını açıklamakta beis görmez iken diğer taraftan alevi kandaşlarımız gibi başka inanışlarda olanları da adeta dışlar gibi tavır takınmaları arap ! etkisi altında kalındığı gerçeğini ne yazık ki gizleyemiyor.
Türkçü Otağlarda arap ve dini inanışları ve görüşlerini açıklamaları eleştirilebilirken , Alevi Kandaşlarımızın görüşlerini açıklamaları kendi inanış biçimlerini alenen açıklamaları nedense eleştirilemiyor !
ülkü ocakları ve mhp nasıl sünni inanış biçimlerini savunurken karşı çıkıyorsak yine aynı Türkçü Otağlarda alevi kandaşlarımızın da kendi inanışlarını savunmalarına da şahsen ben karşı çıkıyorum.

TÜRKLER TEK TANRIYA İNANIRLARKEN araplar putlara tapıyorlardı !

Türk e Tanrının tek olduğunu anlatmaya kalkmasınlar..
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Atsız Beğ'den bir alıntı

Alıntı:
Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna göre, Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki, Türklerin dini müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak, için mutlaka müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bu günkü Türkler arasında birkaç yüzbin şaman, birkaçyüzbin hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk (Karayımlar)de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. Zaten, hıristiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye’de yerleşenleri, çoğunlukla müslüman olmuşlardır. Onlar bunu, Türklüğün vazgeçilmez bir şartı saydıkları için yapmışlardır.

Öyle görünüyorki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu şaman ve hıristiyan Türkler müslüman olacaklardır. Onun için onları şimdiden zorlamaya bir mecburiyet yoktur.

Eskiden Türkler arasında bir ayrılık konusunda sünnetlik-şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılmaz. Bunların hepsi müslüman Türktür ve müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları, artık Türkler arasında ikilik doğuramaz.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Yedinci yüzyılda ortaya çıkan Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet haline geçme savaşıdır. Aynı dili konuştukları halde birbirine düşman boylar ve uruklar durumunda dağınık bir hayat yaşayan kalabalık bir kavim, bir iç veya dış etki ile birlik kurma yoluna elbet gidecekti.

Peygamberin ortaya koyduğu esaslar her şeyden önce bunu sağlamış, bilgisizlik, ahlâksızlık ve pislik içinde yuvarlanan Araplara yüksek bir din ve ahlâk şuuru ile milli birlik düşüncesini aşılamaya çalışmıştır.

Peygamber hayatta oldukça kudretli ve sempatik şahsiyeti, konuşmaktaki üstün kabiliyeti sayesinde bunu sağlamış, bazı sağlam arkadaşları da kendisini destekleyerek güçlü bir birliğin temellerini atar gibi olmuşlardır.

Fakat en yakın arkadaşları arasındaki birlik ve dayanışma bile ancak görünüşte idi. Arapların yüzyıllar boyunca devlet kuramamaktan doğan bölücülükleri, aile ve şahıs menfaatını her şeyden üstün tutan ayırıcı tabiatları, dedikoduculukta son dereceyi bulan ahlâksızlıkları Peygamberin ölümünden sonra hemen kendisini göstermiş, hatta onun sağlığında bile akrabası ve damadı Ali ile, Peygamberin evdeşlerinden Ayşe hakkındaki dedikodular büyük sarsıntılara yol açmıştı. Ayrılık ve bozgunculuk Peygamberin ölümüyle ve ilk önce onun en yakın arkadaşları arasında başlamış devlet başkanlığı ihtiraslarının doğurduğu kavgalar, Müslümanlığı parçalayarak mezhep savaşlarına yol açmış ve yirminci yüzyıla kadar Müslümanlar, birbirini tekfir eden ayrı gruplar halinde bir ölüm dirim savaşı yapmışlardır.

Arapların devlet kurmaktaki kabiliyetsizliğinin ve siyasi ahlâksızlığının en kesin tanığı, peygamberden sonra Arap devletinin başına geçip “Hulefâ-i Raşidin” (Ergin ve üstün halifeler) adını alan (yıl: 632-661) ve hepsi de, daha hayatlarında Peygamber tarafından Cennetle müjdelenen dört kişiden üçünün (Ömer, Osman, Ali) suikastlerle öldürülmesidir ki böyle bir rezalet, Bizans’tan başka hiçbir devletin tarihinde gösterilemez.

Buna rağmen Arapların, iki büyük düşman devletten İran’ı ortadan kaldırıp Bizans’ın güney ülkelerini almalarında olağanüstü hiçbir şey yoktur. İran – Bizans arasında yüzyıllardır süren savaş ikisini de yıpratmış, ayırıcı İran’ın doğudan Türkler eliyle yediği darbeler bu devleti ölüm haline getirmişti. Yeni bir inanç ve ülkü ile çölden fırlayan Araplar için kaybedilecek bir şey olmadığı gibi, ölürlerse Cennete gitmek, kalırlarsa yağma ve çapul yapmak gibi çekici özellikler de iştahlarını arttırıyordu.

Araplar, görünüşte büyük bir devlet kurmuş olmalarına rağmen, doğuda İran ve İspanya’da Vizigot devleti gibi iki yorgun ve bitkin devletten başka hiçbir devleti ortadan kaldıramamışlar ve rasladıkları ilk ciddi kuvvet olan Franklar önünde durmaya mecbur kalmışlardır. (732)

Abbasilerin hakimiyeti tamamen nazari idi. Halife olmaları dolayısıyla bütün Müslüman devletler sözde ona bağlı bulunuyor, gerçekte ise halifelerin görevi güçle iktidara gelen şu veya bu hanedanın meşru olduğunu tasdikten ibaret kalıyordu.

Onuncu yüzyıl ortalarında millet halinde Müslüman olan Türkler, İranlılar tarafından islamiyeti ortadan kaldırmak için hazırlanan büyük ihtilali suya düşürmekle, farkında olmadan bu dini kurtardıkları gibi, onbirinci yüzyılın ortasından Kurtuluş Savaşının sonuna kadar da tek başlarına İslam dünyasının önderi ve savunucusu olmuşlardır.

Günümüzde Pakistan gibi büyük bir İslam Devletinin doğması da büyük Türk İmparatoru Gazneli Mahmud’un Hindistan’a yaptığı akınların sonucu, yani Türklerin Müslümanlığa bir hizmetidir.



***

Müslümanlığı tek başlarına birçok millete karşı savunmalarından mıdır, yoksa manasını anlamadıkları Kur’ana kayıtsız şartsız inanmaktan mıdır nedir Türkler islamiyeti, taassupla kabul eden tek millet olmuştur. Müslüman ve Hırıstiyan Araplar arasında bir dayanışma olduğu gibi Türklerden çok sonra Müslüman olan Arnavutların Hıristiyan soydaşlarıyla din savaşı yaptığı görülmemiştir. Boşnaklar yani Müslüman Sırp veya Hırvatlar da Ortodoks Sırp ve Katolik Hırvatlarla din çatışması olmadan yaşamışlardı.

Türklere gelince iş değişmiştir. Onuncu yüzyılda Müslüman olur olmaz ilk iş olarak Budist Uygurlarla vuruşmaya başlayan Karahanlılar’ın bu âdeti tarih boyunca süregelmiş, bu kadarla da kalmayarak Sünnilik, Şiîlik davası, Türkleri iki ordu halinde asırlarca çarpıştırarak hem milli enerjinin boşuna harcanmasına, hem de siyasi Türk birliğinin gerçekleşmesine engel olmuştur.

Dini taassubun dünyanın her köşesinde yerini müsamahaya bıraktığı günümüzde bile Hıristiyan, Şamanî ve Musevî Türkler, hatta Şiî-Alevi Türkleri bizden saymayacak kadar gözü dönmüş sözde aydın mütaassıplar aramızda hiç de az değildir.


***

Bugünün medeni insanı için din, fertlerin kanaat ve inancı meselesidir. Dinî partilerin kurulduğu, din üniversitelerinin bulunduğu ülkelerde bile fertlerin her türlü dinî inancı saygı görür. İnancın mantığı olmaz. Herkes, her istediği şeye inanmakta hürdür.

İsa’nın dini hem kardeşlik, hem de barış dini olduğu halde Hıristiyan milletler yüzyıllardır birbirleri ile boğuşmaktan vazgeçmemişlerdir. Nazarî Müslüman kardeşliği de kanlı savaşlara en ufak bir etki yapamamıştır. Çünkü yüzyılların getirdiği gelenekler dinden daha kuvvetlidir ve tarihi mukadderat korkunç bir şeydir.

Böyle olduğu halde bizdeki din mütaassıpları bugün hâlâ İslam kardeşliği kurulabileceği kuruntusu içinde esrimiş (sarhoşlaşmış) , kendi geçmişlerini, büyüklerini inkâr sapıklığına düşmüşlerdir.

Onlar için mühim dava Ali-Muaviye davası, Hüseyin’in öldürülmesi olayıdır. Arapça resmi dil olmalıdır. Türkçe zaten dil değildir. Mete, Atila, Çengiz, Hülegü kafirdir. Kan içici zalimlerdir. Şeriattan başka kanun olmamalıdır. Çocuklara Demir, Taş, Kaya gibi iptidaî adlar, hele Arslan, Pars, Bozkurt, Doğan gibi hayvan isimleri vermek dinsizliktir. İslamî adlar verilmelidir. Türkleri İslamiyet adam etmiştir. Ancak İslamiyet sayesinde büyük devletler kurabilmişizdir. V.b…

Artık bu hezeyanlardan kurtulmanın, kendimize dönmenin çağı gelmiştir. Ali-Muaviye kavgası, Hüseyin’in öldürülmesi bizim için mesele bile değildir. Bu, Arapların iç işi, bizim için de yabancı tarihlerin bin bir konusundan herhangi birisidir. Bizim için Hüseyin’in Kerbela’daki ölümü değil, Kür Şad’ın Çin’deki, Genç Osman’ın İstanbul’daki ve Osman Batur’un Altaylardaki ölümü daha ilgi çekici, daha acıklı ve daha şanlıdır.

Bizim için Endülüs’ün düşmesi değil, Kazan’ın, Kırım’ın, Türkistan ve Azerbaycan’ın kaybı meseledir.

Mete, Atila, Çengiz ve Hülegü yasa yapıcı ve düzen kurucu birer kahramandır. Bunların topyekün yaptıkları tahribat Halife Ömer’in İran ve Mısır’da yaptıkları yanında hiç kalır. Çünkü bunlar karşı koyan, ihanet eden ve savaşla alınan şehirleri yıkıyorlardı. Ömer ise kâfir eseridir diye İran’ın medeniyet eserlerini yıktırmış ve Koca İskenderiye Kütüphanesini yaktırmıştır.

Şaman dininde olan Hülegü Han ölürken Hıristiyan evdeşi Dokuz Hatun’un ruhunun dinlenmesi için dua edilmesine izin istemsi üzerine, dua yerine yoksullara sadaka verilmesini, vergilerin indirilmesini istemiştir.

Bu muhteşem cevabı hangi Arap halifesi verebilmiştir?

İslam birliği taraftarlarına göre Türkler, Müslüman bir millet oldukları için müslümanca adlar almalıdır. Türklerin İslam olmazdan önce kullandıkları adları almak yanlıştır, Müslümanlığa aykırıdır. Dünyada bundan daha yanlış ve iptidai düşünce olamaz. İslam adları denen adlar Arap adlarıdır. Bunların hemen hepsi de İslamlıktan önceki zamandanberi Araplar arasında kullanılmaktadır. Yani küfür ve cahiliyet zamanından kalmadır. Anlamı bilinmeyen kelimeleri çocuklarımıza takmakta maddi veya manevi hiçbir kazancımız yoktur. Aksine, milli ruh bakımından kaybımız vardır. Hele Müslüman adları arasında Yahudilerden Araplara geçen Musa, İsa, Süleyman, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Harun, Davud gibi adlar bizim Türkçe adlarımızla ölçüştürülebilir mi?

Hayvan adıdır diye Bozkurt’a, Alparslana’a, Ertuğrul’a itiraz edenler Muaviye’nin “Uluyan Dişi Köpek” ve Osman’ın “Yılan Yavrusu” demek olmasına ne buyururlar?

Araplarda yalnız şahısların değil, boyların da hayvan adı aldığı vardır. Mesela bir kabilenin adı “Beni Kelb” yani “İtoğullarıdır”

Kadın adları da öyledir: Ayşe “Yaşar”, Fatma “sütten kesilmiş”, Hatice “Vaktinden önce doğmuş”, Zeynep “tombul” demektir.

Hele Türkler’in islamiyetten sonra büyük devlet kurabildikleri iddiası ile sadece gülünçtür. Çin seddinden Avrupa ortasına kadar uzanan büyük ve şanlı Kun Devleti yedi yüzyıl sürmüş; Çin’den Doğu ve Batı Roma’dan haraç almıştır. Basit bir barbar topluluğu ne bu kadar uzun yaşayabilir, ne de bu büyük ve medeni devletleri vergiye bağlıyabilirdi.

Kora’dan Kırım’a kadar iki asır süren ve adı sanı Çinlilerin, İranlıların, Arapların ve Batı Romanın hatırasında büyük bir iz bırakan teşkilatlı ve demircilik üstadı Gök Türklerle maddi medeniyet alanında Uygurlardan ve içinde kalabalık Müslüman Türklerin bulunmasına rağmen islami karakterde bir devlet olmayan, tarihin en büyük imparatorluğu, Çengiz Han Devletinden uzun boylu konuşmaya lüzum yok. Bu kadar sözden maksat, Türklerin büyük devlet ve medeniyet kurmak için Müslüman olmaya ihtiyaçları bulunmadığının tesbitidir.

Tarihi gerçek şudur ki: Türkler Müslümanlık sayesinde değil, Müslümanlık Türkler sayesinde yükselmiş ve yaşamıştır.

İslam birliği taraftarlarının mesele haline getirdikleri konulardan biri de selamlaşma işidir. Bunlar “günaydın”ı kabul etmiyorlar. “Selamünaleyküm” diyorlar ve bunun Müslümanlar arasında manevi bir bağ olduğunu ileri sürüyorlar.

Müslümanlar arasında manevi bağ selamlaşma ile olacaksa bütün Müslümanların Türkçe selamı kabullenmeleri mantık ve ahlak icabıdır. Çünkü islamiyeti koruyan, yaşatan ve yüceltenler sadece Türkler olmuştur. Selçukluların Haçlılara karşı o destanî savunması olmasaydı kalabalık, mutaassıp ve gözüpek Haçlı orduları yer yüzünde bir tek Müslüman bırakmazdı. Osmanlılar ise Haçlıları yalnız durdurmakla kalmamış taarruza geçerek yüzyıllarca Hıristiyanlığın ortasında tek başına Müslümanlığı temsil etmiştir.

Bunları bir tarafa bırakalım: Balkan Savaşında topyekün ihanet eden Arnavutlar, Birinci Cihan Savaşında topyekün ihanet eden Araplar Müslüman değil miydiler?

İngiliz casusu Lavrens’in altınlarını alınca, Medine’yi savunan Türk askerlerine karşı İngilizlerle birlikte saldıranlar Müslüman Araplar değil miydi? Bu Arapların başında Peygamber soyundan gelen Şerif ailesi, yani sonradan Irak ve Ürdün tahtlarına geçen adamlar bulunmuyor muydu?

Bugünkü nesiller, tarih kitaplarında okumadıkları için bilmezler: Birinci Cihan Savaşının sonunda Türk ordusu Suriye cephesinde bozulunca Türk esirlerini öldürenler, altın yuttuklarını sanarak öldürdükleri ve bazen diri Türklerin karnını deşenler hep bu din kardeşimiz Araplardı. Daha acıklısı da, İslam halifesi olan Türk padişahına ihanet eden Şerif ailesinin fertleri Şam’a girerken, bu Araplar, Türk tutsaklarını, Anadolu evlatlarını, koyun keser gibi boğazlıyarak Peygamber soyundan gelen şeflerine kurban etmişlerdi.

Bütün bu vahşet Arap Milliyetçiliği adına yapılıyordu. Arapları kendilerinden asla farklı tutmayan, Peygamber soyudur diye bilakis onlara üstün değer Türklere karşı bu cinayetler sırf kıral olmak ihtirasıyla gözü dönen adamlar, İngiliz altınlarıyla satın alınmış dindaşlarımız Araplar tarafından yapılıyordu.

Bugün ise Arap dünyasında Türk düşmanlığı umumileşmiştir. Arap milliyetçiliği, kendilerinden Filistini koparan Yahudilere ve Araplar Yahudilerden dayak yerken kendilerine yardım etmeyen Türklere düşmanlık düşüncesi üzerinde kurulmuştur. Okullarında Türk düşmanlığı aşılanmaktadır. Beş altı arap devleti birden bir avuç Yahudiye yenildiklerini unutarak bizden Hatay’ı almak hülyası peşindedirler. Nasıl kuzeyden iktisadi yönlü Moskof emperyalizmi olan komünizm geliyorsa, güneyden Mısırdan da dini yönlü Arap emperyalizmi olan Nurculuk gelmektedir.

Türklük bakımından komünizmle nurculuğun hiçbir farkı yoktur. İkisi de Türk Milletini ve kültürünü yok etmek için uğraşmaktadırlar. Biri Arapçılık davasıdır. Bunun farkında olmayan binlerce şuursuz Türk bu iki düşman ülkünün kucağına kurtarıcı diye atılmaktadır. Kıbrıs’ta Türkleri yok etmek için çalışan Rumlara Müslüman Mısır’ın silah yardımı yaptığı radyo tarafından resmen açıklanmıştır. Buna rağmen hala İslam kardeşliği ve İslam birliği kuruntusu peşinde koşan beyinsizler varsa, gerçek Türkler, o gibilerin kasıtlı veya kasıtsız millet haini olduğunu bilmelidir.

Millet ve vatan haini olmak için mutlaka askeri sırları çalarak para ile düşmana satmak icab etmez. Kendi milletinin düşmanlarına hayranlık beslemek, onların davasını gütmek, kendi kültür ve mazisini inkar etmek de hainliktir.

İslam birliği ve kardeşliği kuruntudur. Dinin baş unsur olduğu çağlarda bile gerçekleşmemiştir. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve düşmanlık girdikten sonra asla gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslam Birliği değil, Adalar Denizinden Altayların ötesine kadar Türk Birliği olacaktır.


NİHÂL ATSIZ, Ötüken Dergisi, 17 Nisan 1964, Sayı: 4
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu

Osmanlı Devleti, Ortadoğu’yu egemenliği altına aldıktan sonra, bölgenin siyasal, sosyal, kültürel ve tarihî özelliklerini göz önünde bulundurarak, aşırı merkeziyetçi olmayan bir yaklaşımla yönetti. Özellikle Türkler, Araplara “kavm-i necib” gözüyle baktılar.
1- Din kardeşliğine dayalı statüko 19. yüzyıla kadar korundu. Ancak, Fransız Devrimi’nden sonra Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgal ederek Suriye’ye yönelmesi statükonun değişmesine ve Ortadoğu’nun dış kaynaklı bir sosyal değişime uğramaya başlamasına yol açtı. Napolyon yayınladığı bildirilerde Fransız Devrim ideolojisinin ilkelerini ve İslâmî terminolojiyi birlikte kullandı.
2- Bildirilerdeki söylem, Mısır siyasal eliti ve aydınları üzerinde etkili oldu ve bir modernleşme paradigmasının gündeme gelmesine zemin hazırladı. Arap uyanışına tekabül eden bu paradigma, Osmanlı karşıtı bir söylemin üretilmesini doğurdu.

3-19. yüzyıl boyunca başta İngiltere ve Fransa olmak üzere sömürgeci devletlerin müdahalelerde bulunması, Batılı siyasal düşüncelerin sızması, Batılı eğitim sistemiyle yetişen bir kuşağın yetişmesi, artan bir hızda ticari etkileşimin gerçekleşmesi, Arap dili ve edebiyatının ihya edilmesi, matbaanın kullanılması ve gazetelerin yayınlanmaya başlaması gibi etkenler Arap milliyetçiliğinin oluşumunu hızlandırdı.

4-Bu süreçte misyonerler kilit rol oynadı. Zira bölgede, Fransız Cizvit ve Lazaristlerinin, Amerikan Protestanlarının ve Rus Ortodokslarının misyonerlik faaliyetleri ve okulları vardı. Özellikle Protestanların bir kolu olan Amerikan Presbiteryenlerinin 1866’da Beyrut’ta kurduğu Suriye Protestan Koleji (daha sonraları Beyrut Amerikan Üniversitesi’ne dönüştü) Amerikan liberalizminin Arap dünyasına taşınmasında önemli rol oynadı.

5-Ünlü Arap aydını Reşid Rıza, misyonerleri Batılılar tarafından “Müslüman topraklarının barışçıl bir biçimde kuşatılması ve fethi” için kullanılan bir orduya benzetti. Gerçekten de Kardinal Lavigerie ve misyonerleri Suriye’deki faaliyetleriyle Fransa’ya “bir ordunun, bir donanmanın yapacağı hizmetten fazlasını yaptılar.”

6-Arap milliyetçiliği, 19. yüzyılın sonlarına kadar siyasî ya da ayrılıkçı olmaktan daha çok, kültürel bir nitelik taşımıştı. Ancak bazı Batılıların, bölgenin Müslüman ve Hristiyan Arap aydınlarının ortaklaşa kurdukları örgütlerle hızla siyasallaştı.
7- Padişah II. Abdülhamit döneminde kurulan bazı örgütler ve bu örgütlerin yayınları sonucu Suriye’de, Türk karşıtlığı bir ivme kazandı.

8-Osmanlının bu çalkantılı döneminde II. Abdülhamit’in yönetimine karşı geliştirilen muhalefet hareketine bazı Arap aydınları da katıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin erken dönemlerinde Emin Arslan liderliğinde Keşf-ül-nikap, daha sonraları ise Halil Ganem’in Türkiye-el-Fettat adlı gazetesinin etrafında toplanan Türk-Suriye Cemiyeti üyeleri, Suriye bölgesindeki sosyal, kültürel ve dinî farklılıkların giderilmesine öncelik vermekle birlikte, Osmanlıcı bir projeye sıcak yaklaşmışlardı. Anayasal bir meşruti düzende reform yapılmasını arzulamışlardı
9- Bazı Arap aydınları Meşrutiyet’in ikinci kez ilanını desteklediler. Ne var ki 20. yüzyıla girerken, Arap milliyetçi hareketi azımsanmayacak bir mesafe almıştı. Bu nedenle II. Meşrutiyet döneminde açık ve gizli birçok Arap örgütü kuruldu.

10-Türk-Arap ilişkilerindeki kırılganlık ve şüpheler, dış politikada art arda başarısızlıklara uğranılması, Trablusgarb ve Balkan Savaşları sonucunda büyük miktarda toprak kaybedilmesi, İttihat ve Terakki Cemiyet tarafından merkeziyetçi ve Türkleştirme politikası uygulanması gibi etkenlerden dolayı arttı.

11-I. Dünya Savaşı’nın çıkması ve İngiltere ile Fransa’nın Ortadoğu’nun siyasi haritasını değiştirmeye yönelik çabalarına hız vermesi 400 yıllık beraberliğin sonunu getirdi. Savaşın ilk yıllarında Arapların bir bölümü hilafet ve saltanata sadık kalmalarına rağmen, etkili olan diğer Arap ileri gelenleri ise kendi devletlerinin kurulması anının geldiğini düşündüler
12- Bu durum Osmanlı imajını daha da sarstı.

13- Halifenin 14 Kasım 1914’te yayınladığı cihad fetvasına sırt çevrildi. Bazı İngiliz diplomat ve ajanlarıyla haberleşen Şerif Hüseyin ve oğulları, 10 Haziran 1916’da İttihat ve Terakki yönetiminin merkeziyetçi ve modernist olduğunu öne sürerek, Büyük Arap Ayaklanmasını başlattılar

14- Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’ın ayaklanmadan bir gün önce Cemal Paşa’ya gönderdiği tehditkâr bir notta, öteden beri ifade edilen Arap talepleri tekrarlandıktan sonra, ne islâmla ne de Araplıkla ilgisi bulunan bir dava için kendilerini kurban etmeyeceklerini ve bundan sonra “Arap Ümmeti” ve “Türk Ümmeti” arasında bir ilişki olmayacağını bildirdi.

15- İngiliz güçleriyle birlikte hareket ederek Osmanlı askerlerini arkadan vuran ayaklanmacı Arapların bu tutumu, cephede kendilerini İngilizlere karşı Araplar da dahil olmak üzere bütün Müslümanların koruyucusu olarak gören subaylar tarafından ihanet olarak nitelendirildi. Bu subaylar özellikle uçsuz-bucaksız çöllerde yaralı askerlerin öldürülmesini affetmediler.

Türk kamuoyu ise, ayaklanmacı Arapların Müslümanların lideri halifeye sırtlarını dönmesine, yabancı askerlerin kutsal topraklara girilmesine yardımcı olunmasını ve on binlerce Türk askerinin çölde ölümüne yol açılmasının şokunu uzun süre üzerinden atamadı.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Türkiye'de "milliyetçilik" ; sonunda Türk ulusunu kendi yurdunda dinsel bir topluluğa dönüştürme amacı güden "ümmetçilik" tuzağına düştü!.. Milliyetçi olduklarını söyleyenler öngörüsüz değerlendirmelerle son dönemde Türkiye'yi üç kez zora soktular!.. 57'nci hükümeti sonlandıran ve Türkiye'yi "siyasal İslam" iktidarına mahkûm eden bu dar görüşlülük; 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde de egemen oldu!.. Son adımda ise Türk ulusunu ortaçağ karanlığına götüren toplumsal bir ayrışmanın zeminini oluşturdu!.. Tarihin gerçekleri unutuldu!..

ÇARPITILMIŞ TARİH

Türkler Arapların putlara taptığı dönemde Orta Asya'da, Tanrı bilincinde Şaman inancında yaşamaktaydılar!.. İslamiyetin yayılma süreci başında (MS. 632) Arap ordularının saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yüz yılı aşkın bir mücadele sonunda bölge tümüyle Arapların istilasına uğradı!.. Türkler teslim oldular (MS. 751)!.. Arap tarihçi İbn-i Dahak vahşeti şöyle anlatıyordu: "Katledilmeyen çocuk, ırzına geçilmeyen kadın kalmamıştı!.. Türkler diri diri yakılmıştı!.."

Ne acıdır ki, tarihin bu en büyük "Türk soykırımı" sistemli çabalarla unutturuldu!.. Kılıçla katledilen Türklerin İslamı gönüllü olarak kabul ettikleri yalanı uyduruldu!.. Sonradan bu gerçeği ifade eden "milliyetçiler" de "ümmetçiler" tarafından susturuldu!..

YOK EDİLEN KİMLİK

Türkler çokuluslu Osmanlı İmparatorluğu döneminde yönetim kademelerinden uzaklaştırıldı!.. "Türk kimliği" yıkıma uğratıldı!.. Tüm coğrafyada Türkler; "etrak-ı bi idrak" yani "aptal Türk" olarak anılmaya başlandı!.. İmparatorluk topraklarında diğer uluslar, kimliklerini koruyarak yaşarlarken Türkler, İslamiyetin ulusçuluğu reddeden, ümmetçiliği esas alan anlayışı içinde kimliklerinden arındırıldılar!.. "Türk'üm" diyemedikleri için, yalnızca "Müslümanım" demek zorunda kaldılar!..

I. Dünya Savaşı'nda Filistin cephesinde, ihtiyat zabiti olarak görev yapan Falih Rıfkı Atay, "Zeytin Dağı" adlı eserinde şöyle diyordu: "Suriye, Filistin ve Hicaz'da, 'Türk müsünüz' sorusunun birçok defalar cevabı 'estağfurullah'dı!.."

Zaten Osmanlı hanedan mensupları da kendilerini "Türk" görmüyorlardı!.. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç' in belirlemesiyle; "Türk Osmanlı idi ama, Osmanlı Türk değildi!.."

ULUS MİLLİYETÇİLİĞİ

"Türkiye Cumhuriyeti" kurulduğunda Atatürk , yeni devleti kuran halkı "Türk ulusu" olarak tanımladı!.. Ona bir ulusal kimlik kazandırdı. "Yurtseverlik" temelinde "ulus bilinci" geliştirmek için, eylem ve söylemlerinde Türk ulusunu yüceltti!..

Atatürk bugün kimilerinin "ecdat" olarak gördüğü ve "laf söyletmem" dediği Osmanoğulları'nın Türklükle ilişkisini şöyle açıklıyordu:

"Anadolu-Rumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı Hanedanı değil!.. Biz hanedan soylu değiliz!.."

"Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara artık yeter diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor!.."

SOY MİLLİYETÇİLİĞİ

II. Dünya Savaşı yıllarında (1939-1945) Türkiye'de, "ulus milliyetçiliği" dışında, yeni bir milliyetçilik anlayışı gelişti. Bu anlayış 1900'lü yılların başlarında ortaya çıkan, Orta Asya kaynaklı "Türkçü-Turancı" milliyetçilik anlayışıydı!.. Başka ulusların, özellikle de Çinliler ve Rusların egemenliği altında yaşayan Türklerin özgürlüğünü ve birlikteliğini savunuyordu. Savaştan Almanların galip çıkması halinde Sovyet yönetimindeki bütün Türklerin özgürlüğe kavuşacağını öngörüyordu!.. Ama umulan olmadı!..

Savaş sonrasında Türkiye demokrasiye geçti!.. Yeni dönemde güç kazanan karşıdevrim; ideolojik zemin arayışına girişti!.. Altyapı oluşturmak üzere dine yöneldi!.. Türkiye Sovyet tehdidine karşı NATO'ya ve Müslüman ülkelerin oluşturduğu "yeşil kuşak" içine sokuldu!..

TÜRK-İSLAM SENTEZİ MİLLİYETÇİLİĞİ

"Komünizm" karşıtlığı,Türkiye'de önce "milliyetçi-mukaddesatçı" ideolojiyi; sonra da "Türk-İslam Sentezi" ni doğurdu!.. Bu sentez doğası gereği birlikteliği mümkün olmayan iki öğretinin alaşımıydı!.. Ulus kimliğini reddeden "ümmetçilik" le bu kimliği savunan "milliyetçilik" yapay bir beraberlik içine sokuldu!.. Aslında yapılan, iki öğretinin birbirinden ayrılmaz olduğunu beyinlere çivileme amacını güdüyordu!.. Ardında ise "ulusal kimlik bilinci" ni yok etmeye kararlı güçler duruyordu!..

"Milliyetçiler", "Türk- İslam Sentezi" nin kendilerini yok edecek bir tuzak olduğunu yıllar yılı fark edemediler!.. "Ümmetçiler" in Arap milliyetçiliğine hizmet eden, İslam şeriatçıları olduklarını göremediler!.. Ulusal kimliği (Türk kimliğini) kabullenmeyen ümmetçilerin karşısında direnç gösteremediler!.. Ve ümmetçiler, milliyetçilerin sırtında yol katederek bugünlere geldiler!..

ABD DAYATMASI

Sovyetler sonrasında (1991) dünya egemenliği amaçlayan ABD, Ortadoğu ülkelerinde "ulusal kimlik bilinci" ni yok etmeye yöneldi!.. Yeni bir proje üretti!.. "Büyük Ortadoğu" adı verilen geniş bir coğrafyada yeni bir İslam anlayışı -"ılımlı İslam"- geliştirdi!.. Model olarak da Türkiye'yi seçti!..

Sonuçta Türkiye'de "ulusal kimlik bilinci" nden arındırılmış yeni nesillerin yetiştirilmesi için yeni olanaklar yaratıldı!.. Dinsel kuralların geçerli olduğu bir yaşam tarzı topluma dayatıldı. Bu yolda ümmetçilere en büyük desteği de milliyetçiler sağladı!..

Aslında iki grup arasında derin bir anlayış farkı vardı. Bu fark "Türk milliyetçisi" Nihal Atsız' la, "şeriat ümmetçisi" Mehmet Akif' in düşünce yapısındaki fark kadardı!.. Bugün coşku içinde okuduğumuz "İstiklal Marşı" mızın, 10 kıtalık tüm metnine "Hakk", "ezan", "cennet", "iman" gibi sözcükleri ustalıkla yerleştirmiş, ama bir tek "Türk" sözcüğü için yer bulamamış ümmetçi Mehmet Akif'in yeni ardılları, onun; "Türk Arapsız yaşayamaz. Kim ki 'yaşar' der delidir!.. Arabın Türk ise, hem sağ gözü hem sağ elidir!.." dizelerinde belirttiği yoldan giderlerken, beraberlerindeki "milliyetçiler" gerçekleri göremediler!.. Vasiyetinde (4 Mayıs 1941) Arapları "yeni düşman" , Amerikalıları "yarınki düşman" olarak niteleyen Türk milliyetçisi Nihal Atsız'ın yolunu terk ettiler!.. "Ulusçuluk güden, ulusu için savaşan ve ölen bizden değildir" diyen ümmetçilerin peşine düştüler!..

GELİNEN NOKTA

Ümmetçilerin Türklere bakış açısını ortaya koyan İslam önderlerinin bir söylemi çok anlamlıdır: "O insanlar ki tepsi gibi düz yüzlü, elmacık kemikleri çıkık, burunları basık, gözleri çekiktirler (Türkler); onlar yeryüzünden yok edilmedikçe İslam sâlâh bulmayacaktır!.."

Bugünün dünyasında bunun bir yolu kalmıştır. O da Türklerin Araplaştırılmasıdır!..

Türk-İslam sentezi milliyetçileri; bugün "Ya Allah bismillah Allahü'ekber" diye peşlerinden koştukları ümmetçilerin, gün gelecek kendilerine "Ben Türk'üm" dedirtmeyeceklerini anladıkları an, iş işten çoktan geçmiş olacaktır!.. Unutulmamalıdır ki, ümmetçiler için yalnızca bir değer vardır; o da "İslam" dır!.. Bunu "milliyetçiler" akıllarından hiç çıkarmamalıdır!.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Guntay Gencalp Beğ'in Yazdığı bir makalesi:
(Azerbaycan Türkçesi ile yazılmıştır anlayamayan arkadaş olursa Türkçe çevirisinde yardım ederim)

Neden Turk-islam tarihinde Turk dili ve kimligi asagilanmistir:
ürk tarixinə ümumi olaraq baxdığımızda ulusal kimlik açısından bir tək Göytürklər dönəminin milli heysiyətinə bütün türk-islam tarixi eşit deyildir. Göytürklər zamanında xaqan öz xalqına “ey türk ulusu!” deyə xitab edir, lakin bütün türk-islam tarixində bu şəkildə bir xitabətə rastlanmamaqdayıq. Türk-islam tarixində türklər ərəb-fars milliyətçiliyi mərkəzli islam anlayışına yem edilmişlər. Hətta bu gün varlıqları ilə öyündüyümüz Kitabi Dədə Qorqud kimi yapıtların da tarixdə qalması türk dövlətlərinin istəkləri üzərinə olmamışdır. Qərb ölkələrində bilimə olan sayqının baş qaldırısı ilə bəzi əsərlərimiz tarixdə qalmışdır. Çünkü Səlcuq dövlətinin “Türk köpəklər şəhərə girdiklərində farsca hürürlər”, Osmanlı yobazlarının “Ətraki bi idrak-idraksız türklər”, Səfəvi qatilliyinin “Erməni və gürcü sevərlik” projeləri türk kimliyinin yüksəlişinə daima əngəl olmuşdur. Türk-islam tarixində türkcənin yerini XIV əsr tarixçisi Aşıq Paşazadə bu misralarla müəyyən edir:

“Türk dilinə kimsənə baxmaz idi

Türklərə hərgiz könül axmaz idi”

Lakin Aşıq Paşazadə də sadəcə mövcud gerçəkliyi söyləmiş və türkçəni aşağılayan ideolojinin nədən ibarət olduğu haqda heç bir şey söyləməmişdir. Böyük ehtimala görə Aşıq Paşazadə canından qorxduğu üçün bu gedişatın arxasındakı ideolojiyə toxunmamışdır. Çünkü peyqəmbər adına saxta hədis uydurub türkcəni aşağılayıb ərəbçilik edən qurumların əlində siyasi, hərbi və iqtisadi güc mövcud idi. Bu qurumlar ərəb milliyətçiliyi mərkəzli islam anlayışına qarşı çıxan insanları məhv etmək üçün bütün imkanlara sahib idilər.

Əgər Ziya Göyalp “Türkçülük ideyası Rusiya istilasında olan türklərdə doğdu”- deyirsə, bunun tarixi səbəbi vardır. Çünkü Rus dövlətinin “Cənnətin dili ərəb dilidir” kimi politikası yox idi. Bu üzdən də türkçələr Rusiyada mədəniyət dili olmağa özən göstərdi. Rəsulzadə, tarixdəki bu qorxunc antitürk sürəci bu şəkildə anladar: “Türklər milli sitəmi öz cinsindən, öz soyundan gördükləri üçün nəfsi müdafiə (özünü qoruma) duyğusunu itirmişlər.” Əslində nə Rəsulzadə, nə Ziya Göyalp olayların nədən bu şəkildə gəlişməsinin səbəblərini dərinlikləri ilə anlaya və anlada bilməmişlər. Böyük ehtimala görə ya o zamankı bilgi əksikliyi, ya da onların din məsələsinə gerçək sekular zehniyətdən baxa bilməmələri buna əngəl olmuşdur. Çünkü gerçək olan budur ki, 1000 illik din mərkəzli dövlət anlayışına qarşı dərin sekular təcrübə mövcud deyildi. Sekularizmin siyasi, hüquqi, fəlsəfi anlamları onlar üçün sadəcə bir xəbərdən ibarət idi. Onların bildikləri dillərdə sekularizmin məzmunu haqqında geniş bilgi yox idi. Heç bir türkçədə, hətta ərəbcədə və farscada da sekularizm haqqında qısacıq bilgi də mövcud deyildi. Fransada oxuyan Osmanlı gəncləri də bu dəfə fransızca yazırdılar, çünkü Osmanlı dili deyə saxta bir dil heç bir modern ədəbi və fəlsəfi əsərlərin yazılması üçün uyğun deyildi, digər tərəfdən də Osmanlı ölkəsində kitab oxuma kültürü yox idi, kitab oxunmayan ölkədə sənət adamı təqdir görməz, təqdirin olmadığı yerdə də təqdim olmaz. Göyalp və Rəsulzadə kimi o zamanın böyük şəxsiyətləri türklərin nədən kəndi dillərinə bu qədər sayqısız davrandıqlarının səbəbini ya bilmişlər, ancaq mövcud dini basqıya görə yazmamış, yaza bilməmişlər, ya da ümumiyətlə olayın tarixi, sosiolojik tərəfindən xəbərsiz olmuşlar. Mənim qənaətimə görə ikinci amil daha keçərlidir. Yəni onlar da bu hadisənin fəlsəfəsini dərinliyi ilə bilməmişlər. Durum böylə isə bu sualın cavabını olayların arxasında duran ideolojiləri analiz edərək necə tapa bilərik?

***

Türk-islam tarixi bilgi axarı oluşdurmamışdır. Türk-islam tarixi inanc axarından ibarətdir, həm də mahiyəti bəlli olmayan inanc. Türklər islama bilgi planında iman gətirməmişlər. Çünkü ərəb dilini bilməmişlər və ərəb dilindən də heç bir önəmli əsər nə Türkcəyə tərcümə edilmiş, nə də önəmli bir əsər və dini təfsir türk dilində yazılmışdır. Bu hadisənin ən zəif səbəbi Türklərin şəhər həyatından məhrum olmaları olmuşdur. Türklərin yaşadığı coğrafiyalar xaos iqlimindən ibarət olmuşdur və illik ortalama yağmurun miqdarı 15-35 cm arasında olmuşdur. Bu miqdar Avropada 150-200cm arasındadır. Xaos coğrafiyasının quraqlığından yoğrulan özəlliklər şüurlara yansımışdır. Türklərin bilgi planında islama iman gətirməmələri istər-istəməz kor-koranə inancı doğurmuşdur. Bu kor-koranə inancdan faydalanan ərəb milliyətçiliyi mərkəzli islam anlayışı və Səfəvi qatilliyindən başlayaraq fars milliyətçiliyi mərkəz islam anlayışı türk dilini və türk ulusunu öz amacları doğrultusunda kullanmışlar. Siyasiləşən heç bir inancda xoşgörü olmamışdır. Özəlliklə Əməvi, Abbasi, Osmanlı, Səfəvi imperatorluqlarının siyasi ideologiyası halına gələn islam şiddət və savaş inancı şəklinə dönüşmüşdür. Bu üzdən də şeyx-ül islamların fətvaları ilə davranan bu dövlətlər islam adı altında ortaya çıxan fətvaları həyata keçirməkdə çox qəddar və qatilcə davranırdılar. Bu baxımdan bəşərin ən bədbəxt və qanlı tarixi inanclar arası savaşlarda tökülən qanlardan ibarət olmuşdur.

Hz. Məhəmməd peyqəmbər vəfat etdikdən sonra islam bir çox məzhəblərə bölünmüşdür. Lakin qənimət uğruna gedən savaşlar, savaşlar və qəsbkarlıqlar yolu ilə zənginləşmək hədəfi keçici olsa da bu məzhəbləri birləşdirə bilmişdir. Nə zaman ki, qənimət və zənginləşmə uğruna gedən savaşlar durmuşsa məzhəblərin bir-birini parçalaması olayı ortaya çıxmışdır. Hətta bu gün də məsələn 21 ərəb dövlətinin olması təsadüfi deyildir, çünkü güclənən batı qarşısında qənimət uğruna cəhad fəlsəfəsi tarixə gömülmüşdür.

Peyqəmbərin vəfatından sonra ərəb müsəlmanlar Quranın siyasi işlər üçün yetərli olmadığı qənaətinə vardıqları üçün, peyqəmbərin də davranış və söyləmklərindən (hədislərindən) faydalanmaq fikrinə düşdülər. Elə bu zamandan etibarən də peyqəmbər adına minlərcə hədis uyduruldu. Xarici siyasətində mevalilik (sahibi olan) prinsiplə davranan ərəb dövlətləri ərəb olmayanlara ikinci dərəcəli insan kimi baxırdılar. Onlara mevali deyirdilər. Yəni özlərini onların vəlisi (sahibi) sayırdılar. Ərəblər bu siyasətlərinə tanrısal məşruiyət (leqallıq) qazandırmaq üçün peyqəmbər adına uydurulan hədislərə ehtiyac duyurdular. Ərəb milliyətçiliyi mərkəzli siyasi islam millətlərin dillərini silib onları ərəbləşdirmək üçün inandırıcı hədislər uydurmağı bəlli qurumlar vasitəsi ilə gerçəkləşdirdilər. Özəlliklə bu ortamda Türklərin asimilasionu nəzərdə tutulurdu, çünkü həm ən təhlükəli ulus türklər idi, həm savaşqanlıq istedadları dolayısı ilə ərəb milliyətçiliyi mərkəzli siyasi islama yararlı olacaq ən uyğun millət də türklər idi. Ərəblər bu siyasətlərində çətinliklə rastlanmırdılar, çünkü kor-koranə islama inanan türklər peyqəmbər adına uydurulan hədislərə çox rahat inanırdılar. Türklər, hətta ərəblərin söyüşlərini də bəzən quran ayəsi və hədis olaraq sanmışlar. Çünkü ərəb dilinin qazandığı saxta qüdsiyyət bu imkanı və psikologiyanı yaratmışdı. (yeri gəlmişkən bu durumu anladan bir gülməcəni demək tam yerində olar: Bir gün bir türk həccə Məkkəyə gedir. Şeytana daş atma mərasimində bir ərəbin əlindən daş çıxıb dəyir ağ kəfənə bürünmüş başı dibdən qırxılmış türkün başına. Türk dönüb ərəbə əsəbi şəkildə ağzından çıxıan söyüşləri deyir. Ərəb də eyni şəkildə türkə ən çirkin söyüşləri verir. Bu zaman türk heyrət içində dönüb arxadaşına deyir ki: Siz bu geri zəkalı ərəbə baxın! Mən bunun var-yoxunu söyürəm, o da mənə Quran oxuyur!) İştə bu şəkildə ərəb dilinin tarixdə qazandığı “müqəddəs” statusundan dolayı ərəb dilində söylənən islama aid olmayan ərəb kültürü də türklər tərəfindən qəbul görmüşdür. Bu üzdən də tarix boyu türklər heç bir zaman müsəlman ola bilməmişlər, çünkü ərəbcəni anlaya bilməmişlər. İslam türklər üçün bir inşa deyil, bir xəbərdən ibarət olmuşdur. Bu xəbərin də məzmununu ərəb kimliyi doldurmuşdur.

Türk dilinə başladılan saldırı belə bir ortamda meydana çıxmışdır. Ərəb milliyətçiliyi peyqəmbər adına “cənnətdə konuşulan dil ərəbcə olacaqdır” deyə hədis uydurmuşdur. Heç bir araşdırma aparmadan, bu hədisin doğruluğuna şübhə etməyi heç ağlına gətirməyən türklər də dərhal öz adlarını ərəbləşdirməyə başlamışlar. Türk dilini də ərəb dilinin sayəsində cənnət dili etmə inancı türkcənin sürətli şəkildə ərəbləşməsinə yol açmışdır. Hətta Osmanlı yobazlığının uydurduğu osmanlıca adında saxta dil də bu inanc əsasında ortaya çıxmışdır. Bilindiyi kimi osmanlıcanın mərkəzində duran ərəb dilidir. Daha doğrusu osmanlıca türkcədən və farscadan etkilənmiş ərəb dilidir. Tarixə gömüldükləri ana qədər islamı anlamayan, sadəcə ərəb qafalı şeyx-ül islamların fətvaları üzərinə türkləri tarixə gömməyə çalışan Osmanlı yobazlığı bir kərə də olsun hədislərin üzərinə araşdırma yapdırmağı ağlına gətirmədi. Bir halda ki, peyqəmbərin “görsəniz mənim söylədiklərimlə Quran arasında ziddiyət var, mənim söylədiyimi unudun”- dediyi bir çox mötəbər qaynaqlarda keçmişdir. Peyqəmbərin adına söylənən ərəbcənin cənnət dili olacağı hədisi də Quranla tam ziddiyət təşkil edir. Çünkü Quranda bir neçə yerdə o cümlədən Hücərat surəsinin 13-cü ayəsində digər millətlərin varlığı Tanrısal iradə əsasında olduğu vurğulanır. Millətləri fərqləndirən isə yalnız onların dilidir. Ayrıca Quranın heç bir yerində cənnətin dilinin ərəbcə olacağı haqda bilgi mövcud deyildir. Ən önəmlisi isə Quran israrla söyləyir ki, peyqəmbər hər şeyi bilmir, hər şeyi bilən Tanrıdır. Hətta Quranda Tanrı peyqəmbərə xitabən deyir ki: “Səndən ruh haqqında sual soruşsalar, de ki, bu haqda mənə bilgi verilməmişdir.” Peyqəmbər özü də israrla “Mən də sizin kimi bir insanam” deyirdi. Əgər durum belədirsə peyqəmbər cənnət dilinin ərəbcə olacağını hardan bilmişdir? Əgər bu bilgi ona Tanrı qatından verilmişsə, o zaman Quranda da keçməli idi, çünkü peyqəmbərə Tanrı tərəfindən verilən bütün bilgilər ayələr şəklində Quranda mövcuddur. Cənnət-cəhənnəm mövzusunun həm də ruhla ilgili olduğu bəlidir, çünkü diriş olacaqsa cismən və ruhən olmalıdır. Əgər ruh haqqında peyqəmbərə bilgi verilməmişsə, o zaman peyqəmbər cənnətdəki ruhların danışacaqları dilin ərəbcə olacağını hardan bilmişdir. Bu kimi suallarla bu hədisin saxta olduğunu bəlli etmək mümkündür. Ancaq siyasi islam bəlli zamanlarda “hikmətdən sual olunmaz!” adı altında belə sual edənlərin başlarını qoparmış, düşüncələri susdurmuşdur. Bu kimi saxta hədislərin etkisi altında qalan Osmanlı yobazı Sultan Həmid XX əsrin başlarında Seyid Cəmaləddin Əfqaninin təlqinləri ilə ərəbcəni dövlət dili olaraq duyurmaq istəyirdi. Ancaq artıq türkçülər güclənmişdilər və bu kimi yobazlığa “dəf ol!” deyəcək gücdə idilər. Osmanlı sarayından bir yarpaq türkçə əsər miras qalmadı. Bu kimi saxta hədisləri uyduranlar, hətta Adəmin də ərəbcə konuşduğu haqda rəvayətlər nəql edib, türkləri inandıra bilmişdilər. Bu gün Türkiyədə bir cərəyan olaraq davam edən Osmanlı heyranlığı irtica yenə də bu saxta hədisilərin etkisi altında qalaraq həm Türk Dil Qurumu ilə alay edirlər, həm də osmanlıcalıq propaqandası yapırlar. Ancaq bütün bu yobazlıq və saxtakarlıqlar Atatürk adında böyük bir iradə, fövqəl-insan tərəfindən tarixin məzarlığına gömülmüşdür.

***

Türk dilinin ikinci sıxışdırılma evrəsi Səfəvi dövlətinin quruluşu ilə başlamışdır. Nədənsə Quzey Azərbaycanda heç bir qaynağa dayanmayaraq Səfəvi zamanında Türkcənin dövlət dili olduğu inancı ortaya atılmışdır. Böyük ehtimala görə bu yalanı uyduran rus stratejistləri olmuşdur. Çünkü ruslar Səfəviliyin türklüyü və islamın bütünlüyünü parçlayan ən etkili amil olduğunu yaxşı bilmiş olmalılar ki, bu yalanı uydursunlar. Klasik dövlət türlərində ana yasa din kökənli idi və orada dövlətin rəsmi dilinin nə olduğuna heç bir mərhələdə deyinilməmişdir. Səfəvi dövlətinin quruluşunda azərilərin nəinki rolu olmamış, hətta Şah İsmayılın törətdiyi qətlamlara Azərbaycan daha çox dirənmişdir. Bu səbəbdən də Azərbaycanın Şirvan məntəqəsində sözün gerçək anlamında Şah İsmayıl soyqırım törətmişdir. Səfəvi dövlətinin quruluşu ilə azəricənin üzərinə fars milliyətçiliyi mərkəzli dərin ideoloji sərmayə yatırıldı. Səfəvi ideologiyası azəricənin bağlarını Anadolu və türküstanla qopardı. Beləliklə də azəricənin iç dünya görüşü fars dili yönümlü olaraq dəyişməyə başladı. İşin çox maraqlı tərəfi budur ki, bugünkü Azərbaycan ədəbi dili Səfəvi ideologiyasının toxunmadığı Şirvan bölgəsi əsas alınaraq yapılanmışdır. Şirvan, Şah İsmayılın və onun qatil törəmələrinin şiələşdirmə politikasına təslim olmadı. Səfəviliyin tam qalib oldduğu Güney Azərbaycanda isə türk dili demək olar ki, çokmüş içi boşaldılmışdır.

Şah İsmayılın şair olduğu da şübhəlidir. Çünkü tarixi verilərin verdiyi bilgilərə görə İsmayıl 5 yaşından Gilanın (türklərin yaşamadığı ormanlıqlar) yaşamışdır. Yəni tam 10 il fars bölgəsində yaşayan İsmayıl Türk dilini bu qədər dərinliyi ilə fars mühitində necə öyrənmişdir. Türkiyədə “Xətailər” adında kitabı oxuduğum zaman gördüm ki, 500-ə yaxın Xatai adında şair olmuş. Anlaşılan budur ki, o zamankı Qızılbaş ozanlarının şeirlərini Xatai adına çıxıb, sonra da bu şeirlərin sahibləri ozanları məhv etmişlər. Çünkü Şah İsmayl başına tac qoyarkən 12 cümlədən ibarət olan bir andiçmə mətnini oxuyur. 14 yaşında bir uşağın fars milliyətçiliyi mərkəzli bu qədər geniş bilgi içərən teksti yaza bilməsi inanılır deyildir. Fars milliyətçiliyi mərkəzli şiə Şah İsmayılı yetişdiridiyi kimi o andiçmə mətnini də yazıb ona oxutmuşlar.

Səfəvi dövlətinin quruluşu ilə Azərbaycan Türkcəsinin bağları Türküstan və Anadoludan qopub və fars dili qarşısında savunmasız qaldı. Səfəviyət bir gələnək halına gəlib hər tərəfi sardıqdan sonra farscanın çiçəklənmə və türkçənin çökmə sürəci başlamışdır. Bu sürəc bugün də bütün sürəti ilə davam etməkdədir.

Fiqh (islam hüququ) kitabı yox idi siyasiləşən Ələviliyin. Bu üzdən də Şiələşən Ələvilik Səfəvi sarayından sürətlə uzaqlaşdırılıdı və Livanda acından ölən Məclisi kimi şiə fəqihləri (şiə alimlər) Şah İsmayılın dəvəti üzərinə Təbrizə dəvət edilib Azərbaycan xalqının hesabına zəngin din xadimlərinə, feodallara dönüşdülər. Ayrıca onların islamla ilişkisi olmayan yazdıqları risalələrlə Azərbaycan xalqının zehniyəti qaranlıqlara gömülürdü. Hələ də Səfəvilər tərəfindən qaranlıqlara gömülmüş bu zehniyətlər aydınlanmamışlar. Səfəvi cəhaləti dilimizə elə zərbə vurmuşdur ki, bu gün Güney Azərbaycanda milli haqlarımızı savunan insanlar belə, öz ana dillərində bir mənsur mətn yaza bilmirlər. Çünkü Səfəvilərlə dəyişən dil içi dünya görüşü fars kimi düşünməyi və fars kimi yazmağı türklərdə bir alışqanlıq halına gətirmişdir. Anlaşıldığı kimi Səfəvilik sadəcə islamı saxtalaşdırıb, sapdıraraq onu zəncirvurma, başyarma, sinəvurma ilə məhdudlaşdırmamış, həm də türk dilinin öz kökü və öz yapısı üzərində gəlişməsini əngəlləyən bir fars milliyətçili projesi kimi ortaya çıxmış və nəticələnmişdir.

Əmir Teymur bütün xatirələrini Türk dilində yazmışdı. Əmir Teymur zamanından başlayaraq türk dilində yazma gələnəyi Türküstanda yerinə oturmuşdu. Bu gələnəyin ən ərdəmli bilim adamı Əlişir Nəvai olmuşdur. Nəvai müqayisəli dilçilik elmi əsasında türkcənin farscadan nə qədər üstün olduğunu elmi metodlarla isbatlamışdı. Şah İsmayıl Səfəvi Türküstanda türkcə yazma ənənəsinə son verdi və Əmir Teymur zamanından o dönəmə qədər yazılmış əsərləri Sünni ədəbiyatıdır deyə, yasaqladı. Hətta Mövlana Cəlaləddin Ruminin əsərləri farsca olmasına baxmayaraq Səfəvilər dönəmində yasaqlanmışdı. Anlaşıldığı kimi Səfəvilik islam, türk və insanlıq tarixində qorxunc cəhalət və yalanlar dönəmi kimi ortaya çıxmış, türk ulusunun varlığına və bağrına qılınc kimi saplanmışdır. Sünni Osmanlının antitezi olan şiə Səfəvilik mahiyət etibarı ilə hər ikisi də türkcənin düşmənləri olmuşlar. Osmnalılıq türkcəni ərəbləşdirərərk və Səfəvilik isə türkcəni farslaşdıraraq “cənnət” dili etmək istəmişlər. Çünkü fars milliyətçiliyi mərkəzli islam anlayışı varlığı şübhəli olan Səlman Farsi kimi şəxslərin timsalında cənnət dilinin farsca olacağı ilə bağlı hədislər uydurmuşlar.

***

Bugün türk dilinin gəlişməsi qarşısında sadəcə, fars şovinizmi və digər bu kimi əngəllər mövcud deyildir. Osmanlıcılıq, Səfəviçilik kimi etkənklərdən tarixdənm qaynaqlanan ən böyük əngəllərdir. Bu əngəllər həm türkcələrin yazqısını, həm də türk insanının zehnini qorxunc qaranlıqlara gömməkdədir. Bu nədənlə də Türkçələrin gəlişməsi və türk insanının aydınlanması üçün bu qaranlıq tarixlə qürur duymaq yerinə onunla bilgi planında savaşmaq və günümüzə, həyatımıza müdaxilə etməsini əngəlləmək lazımdır.

18.03.2008
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

İNSANLIK NEREDEN NEREYE ?
NASIL GELDİ BU GÜNE !

1. Bölüm – ÖNSÖZ -

Kozmos’ta evrim: (oluşum) devam etmektedir.
Evrenin bir parçası olan Dünyamızda evrimi yaşamakta, aktivitesini devam ettirmektedir.

Dünya’da bilimsel, pozitif dönemi yaşayan toplumlar ileri gitmeyi, daha çok refah düzeyini yakalamayı başarmış, teolojik tabuları yıkmış bulunmaktadır.

Bilimden uzak yaşayan toplumlar,ilkel kültürler ise yenilenmeyi başaramadıklarından dağılmış veya yok olmuşlardır. İnsanlık bu gününü, inkişafını, kendilerini bilime adayan, bilim adamları (filozoflara) borçludur.

Toplum yaşam kültürünün gelişmesi sayesinde bireyin hür iradesi, insanlığı karanlıktan, hurafeden, teolojik kadercilikten aydınlığa çıkmayı başarmıştır.

Tabular felsefi sorgulamayı yasaklamakta, kadını, erkeğin gündüz ücretsiz hizmetçisi, gece oyuncağı haline getirmektedir. Bu toplumlar kadının yaratıcı, akılcı, üretken iş gücünden yoksun kalmaktadır.

Aydınlık yarınlar, iyinin, güzelin, zarafetin, barışın, merhametin timsali çağdaşlığı özümsemiş, bilgili kişilikli annelerin eseri olacaktır.
Çağdaş anneler, çağdaş nesiller yetiştirecektir…

Nereden nereye, nasıl geldik bu güne zaman tünelinde, teolojik dönem inanç objeleri, insanlığın geçirdiği evrelerdeki safhalara değinilmekte, her düşünce ve algılamaya saygı duyulmaktadır.

Nerden Nereye Nasıl Geldik Bu Güne
Zaman tünelindeki gezinti.serüveninde geçmişin ötesinden geleceğe ilginç saptamalar bulacaksınız.



1.BÖLÜM
Geçmişin ötesinde evren (kozmos)
nasıl ve ne zaman oluştu ?

Kozmos’ta Big-Bang : Büyük patlama - evrenin oluşumu On beş milyar yıl önce başladı. Evrim (Oluşum) devam ediyor.

Kozmosta Evrim : Evrende evrim (Oluşum) devam etmektedir. Yalnız Samanyolu Gök adasında milyarlarca gök cismi (Yıldız) olduğu tahmin edilmektedir.

Tales : (M.Ö.600) Güneş ve Ay tutulmasını izah edebilmiştir.

Demokritos Lukresyus Epikurus : (M.Ö.460) Atomlar uzayda sürekli hareket ederler. Basınç ve etkileşmeleri sonucu birleşerek evreni ve evrendeki şeyleri oluştururlar.
Ağır hareketli atomlar toprağı, hızlı hareketli atomlar suyu ve hafif hızlı atomlar havayı oluştururlar. Güneş, ay ve yıldızlar atomların çarpışması sonunda uzaya serpilen kitle yığınlardır.

Atom : Proton ve nötrondan oluşur. Proton pozitif, Nötron negatif enerji yüklüdür. Güneş, ay ve yıldızlar atomların çarpışması sonunda uzaya serpilen, evrimle yoğunlaşan kitle yığınlardır. Bunlara gök cisimleri diyoruz. Gök cisimleri tözünde enerji yüklü olup kendi merkezi etrafında dönerler.
Ayrıca aktivitesi ve enerjisi az olan, aktivitesi fazla olana tabi olur (uydusu olur). Onun etrafında bir yörüngede dönerler. Ayın dünyanın uydusu olduğu gibi. Dünyamızda güneşin uydularından biridir.

Atom Santrali Güneş : Güneş, çok büyük doğal enerji kaynağı atom santralıdır. Hızlı atomların çarpışmaları, etkileşmeleri güneşteki füzyonu devamlı kılmaktadır. Atomlar devamlı kendilerini yenilemekte ve. Füzyon olgusu, güneşin enerji ve ışığını, devamlı hale getirmektedir. Dünyamıza ışık ve enerji veren güneş doğal bir atom santralı gibi çalışmaktadır.
Dünyamız aktivitesini güneşten aldığı ışık ve enerji sayesinde devam ettirmektedir. Kendi ekseni etrafında 27 derece eğimle, 24 saatte bir dönmekte, dünyamızda gece ve gündüz oluşmaktadır. Dünyamız 147-152 milyon km. uzaklıkta elips bir yörüngedeki güneşin çevresinde 365 günde güneşin bir uydusu olarak dönmektedir.
Dünyanın güneş etrafında bir defa dönüşüyle dört
mevsim oluşmaktadır.

Dünyanın oluşumu, yapısı, konumu ve evrimi ?

Dünya : Güneşten 147-152 milyon km. uzaklıkta, elips bir yörüngededir.

Dünyanın yaşı : (5-6) milyar yıl olarak tahmin ediliyor.

Dünyanın çapı : (12.6) bin Km.dir

Dünya’nın katmanları:

1- Yer küre - Taş küre ; Kaya ve topraktan oluşmaktadır.

2- Magma; plastik, magnezyum, demir, alüminyumdan oluşmakta.

3- Çekirdek; Sıvı demir, kükürtten oluşmaktadır.

4- İç Çekirdek; Saf katı demirden meydana gelmektedir..

Katmanların oluşum ve verileri:

Yer küre : Derinlik 30 Km., sıcaklık 1000 derecedir.

Taş küre : Derinlik 30-2900 Km., sıcaklık 3700 derecedir.

Magma : Derinlik 2900-5200 Km., sıcaklık 4300 derecedir.

İç çekirdek; Derinlik 5200-6300 Km., sıcaklık 5000 derecedir.

Dünyada hayat : 14 Milyon yıl önce başladı.

Kıyamet deprem, fay hatları, yok olma teorileri:

Kıyamet : Yok olma demektir. Gök cisimleri aktivitesini sürdürdüğü müddetçe var olacaktır.

Gökcisimleri aktivitesini, cevherindeki (töz’ündeki) enerjiyi yenilemesi ile devam ettirmektedir. Cevherini yitiren gök cismi (yıldız) kendi ekseni etrafında ve tabi olduğu daha büyük bir yıldızın etrafındaki dolanım düzeni aktivitesini kaybeder. Yörüngesinde meydana gelen sapmalar, gök cismini yörüngesinden saptırır. Yörüngesinden sapan yıldız patlar veya uydusu olduğu yıldıza, uzayda başka bir gök cismine çarparak parçalanır, uzaya saçılır.

Demokritas’a göre bu Kıyamettir. (Yok olmadır). Dünyamıza düşen meteorlar, göktaşları bunlardır.Evren’de her gün sayısız gök cismi yok olmakta, Kıyamet –kopmaktadır.

Epikurus-Lukresyus-Demokritas’a göre dünyamızda bir gök cismi (Yıldızdır), güneş sisteminin bir parçasıdır. Dünyamız magma ve iç çekirdeğindeki 5000 derecelik enerjisiyle aktivitesini devam ettirmektedir.

Kıyamet (yok olma) nasıl olacak?

1- Pişme teorisi ; sera gazları yer yüzeyinin ısısını yükselterek
yaşamı yok edecek.
2- Donma teorisi : Dünyanın yeni bir büyük buzul çağına girmesi
ile her şey donarak yok olacaktır.
3- Kül olma teorisi: Güneş termonükleer enerjisinde meydana
gelecek sıcaklık 5 milyar yıl içinde Dünyayı yakıp kül edecek.
4- Kuantum dalgalanması: kozmik çöküntü yaratıp ,güneş ve
yıldızların hareketi, ışık hızına ulaşarak evrendeki düzen
bozulacak. Bütün gök cisimleri birbirine girecektir. Evrende
çok küçük bir gök cismi olan Dünyamızda yok olacaktır.
5- Evrende aktivitesini kaybederek parçalanan, bir gök cisminden
ayrılan kitlenin ( gök taşının) dünyaya çarparak yok
edebileceği olası görülmektedir.

Aktivitesini kaybeden dünyamızda gelecekte yok olacaktır.

Deprem : Dünyanın çekirdeğindeki (Töz’ündeki) çok güçlü manyetik alan yer çekimini meydana getirmektedir. Bundan dolayı cisimler yere doğru düşerler. Magmadaki ultra yüksek sıcak enerji, sıkışan gazların tepkimesiyle, yer küreyi, deprem - gerilim dalgaları ile sıkıştırmaktadır. Küresel içten sıkıştırma yer kabuğuna deprem olarak yansımaktadır.
Yer kürenin yumuşak satıhları olan (Fay) hatlarından sıkışan enerji boşalmaktadır.
Depremler, yer kürede tektonik oluşumlar yaratmakta, deprem dalgaları yer kabuğunda yıkıntı, hasar mal ve can kaybına sebep olmaktadır.
Depremlerin sürekliliği, dünyanın canlılığını ve aktivitesinin küresel devam ettiğini göstermektedir.

Fay Hattı : Tazyike (Basınca) direnci az olan satıhlardır. Dünyamız Hint Okyanusu’ndan ArapYarımadası’na doğru küresel bir baskıyla büzüşmektedir. Bu tektonik olay, Arap Yarımadası’ndan Anadolu’ya ulaşmaktadır. Anadolu’nun her yıl Ege Denizi’ne doğru 2-3 cm. kaydığı hesap edilmektedir. Anadolu kuzeye-Kara denize doğru her yıl 1 cm. kaymaktadır. 100 milyon yıl sonra Anadolu ile Yunanistan’ın coğrafi olarak birleşeceği olası görülmektedir.
Sina Yarımadası’ndan, Anadolu’da Erzincan Havzasına ulaşan küresel etkileşme, Erzincan’dan Batı Anadolu’ya , Karadeniz Fay hattından devam etmekte, Gölcükten Marmara Denizi’ne ulaşmaktadır.
Marmara fay hattı Marmara’dan Saros Körfezi’ne, Saros Körfezi’nden devamla Amerika’da Kaliforniya’ya ulaşmaktadır.
Erzincan Havzası’ndan fay hattı doğuya doğru devam ederek Japonya’ya kadar devam etmektedir. Hint Okyanusu’ndan Kuzey batıya doğru küresel büzüşme Akdeniz’i de batıda Cebelitarık’tan, Atlas Okyanusuna doğru sıkıştırmaktadır. Milyonlarca yıllar sonra EVRİM (Oluşum) Anadolu, Mısır ve Yunanistan’la Avrupa’nın, Afrika ile bütünleşeceği tahmin ve tasavvur edilmektedir.Karadeniz’in, bir iç deniz veya göl olacağı var sayılmaktadır
Kozmosta devam eden evrim dünyamızda da devam etmektedir.

İnsanlığı yönlendirenler, bu güne taşıyanlar

Filozof : Sorunlar üzerinde düşünen, araştıran. Gerçeğe ulaşmaya çalışan, sorgulayan, nedenini araştıran, dünyamızı aydınlatan, insanlığı bu güne getiren bilge insandır.

Dünyada modern insanın (homospiens) gelişim, felsefi kavram objelerinin evrimi :

Felsefe : Müspet ilimleri inceleyen, nedenini sorgulayan, akıl yolu ile öğrenmeye, düşünce ve deneye dayanan ilim ve bilim dalıdır.

Ontoloji : Varlık felsefesi, Kant ve Hegel’e göre, varlığın ilkelerini araştıran ilim dalı varlık bilimidir.

Ahlak Felsefesi : Etik felsefesi, davranış, eylem, ahlaksal oluşumu araştıran, inceleyen felsefe dalıdır.

Comte’ye göre : İnsan düşüncesi 3 dönem geçirmiştir.
1- Teolojik dönem
2- Metafizik dönem
3 - Pozitif dönem

1 - Teolojik dönemde olgular tanrısal güçlerle açıklanır.
2 - Metafizik dönemde doğa üstü gizli güçler, ruhsal korku, etkilenmeler, kaos yaşam dönemidir.
3 - Pozitif dönem, Düşünsel yorum deneysel bilim ve olgular evrensel yasaların etkinleşmesi, Teolojik-Metafizik öğelerden insanlığın arındırıldığı dönemdir.


Felsefi tanımlamalar:

Fatalizm : Kadercilik, alın yazısı, doğuştan varolan alın yazısının değiştirilemeyeceği dünya görüşüdür.

Materyalizm : Evrende cevherin (Töz’ün) maddeden, bütün varlığın maddeden türediğini öne süren görüştür.

Diyalektik : Hegel’e göre, düşüncenin (Tez-Antitez-Sentez) aşamasında çelişkilerden arındırılarak gelişmesidir.

Rasyanolizm
(akılcılık) : Platen, Herakletios, Sokrates’e göre doğruyu duyularla değil akılla düşünme gücüyle bulan öğreti dalıdır.

Mantık : Düşüncelerde doğru, yanlış, iyi, kötü yargılar ve akıl yürütme türü, yargılar arası doğru ilişkiler düzeni ilkelerini bulma bilimidir.

Kopernik, Biruni, Batlanyus ; Dünyanın, güneşin çevresinde ve kendi ekseni üzerinde dolaşan güneş sistemini açıklığa kavuşturmuştur.
Kepler, Galile,16 yy da Nevton 17.yy da doğa yasalarını Açıkladılar.Yeniçağın bilim yaratıcılarından oldular.
Descartes-Bacen Felsefi araştırmaları bilgi felsefesinin kurallarını pekiştirdiler. Einstein 20.yy.’ da uzay, zaman, kitle kavramların (Göreceli) Birbirlerini etkileşimci olduğunu ve bilim felsefesi bilgi dalını oluşturdular.

Bilim felsefesi : Bilim üstüne düşünmek, bilim mantığı yapmak. Atom santralı enerji üretir, insanların yaşamını kolaylaştırır.
Atom bombası, insan varlığını tehlikeye sokar, yok eder.
Sokrates, Protagoras, Aristotelas, Anaxagoras, orta çağda buluş ve düşünceleri ile metafizik tasarımlara karşı geldiklerinden, dine karşı gelmekle suçlanarak, Sokrates’e ölüm cezası verilmiştir. İtalyan astronom Bruno Hıristiyanlığa karşı olmakla suçlanarak yakılmıştır. İtalyan Galile, Kopernik kuramını (Güneş sistemi) yalanlamaya zorlanarak yemin ettirilmiş,ancak hayatını kurtarabilmiştir.

Formel İlimler : Doğada bulunmayan, düşünce objelerini konu alan mantık gurubunda olan, duyularla algılanamayan bilimlerdir. Matematik bilimler bu guruba girer.

Pitagoras-Platan M.Ö.500 Matematik. Bilimleri kuramlarını ve
Aristotales Geometri bilimlerinin temelini kurdular.

İdealizm : Varolan her şeyi düşünceye bağlayan, düşünce harici varlığın kabul edilmezliği felsefe öğretisidir.

Mistik hayal gücü:
1- Eleştirel düşünceden yoksun, pozitif zekadan mahrum ilkel tasarım ahret komisyonculuğu yapar.
2- Mistik inanç ve iç güdüler, korku, dehşet, kuşkular içinde evrenin bilinmezlikleri; doğa hakkındaki bilgisizlikler evrimle dinlere egemen olmuştur.Din gerçeği vahiyci mecaz yoludur.

Dünyada yenilenme Rönesans’la başladı:

Rönesans:
(1453 - 1789) : Filozoflar orta çağda din taassubunu, etkisini kırmak, akıl ve düşünce özgürlüğüne kavuşturmak için mücadele ettiler. Yenilenmeyi başardılar. Rönesans la Hıristiyan alemi dini tabuyu yıktı Protestanlık felsefi düşünceyi getirdi.Protestanlık kilise tabusuna karşı kurulan bir yenilenme mezhebidir.
Protestanlıkla, Hıristiyan alemi, ilimde ve bilimde ileri gittiler.
Makedonyalı İskender’in, Yunanistan’a egemen oluşundan sonra,
seferleriyle Yunan kültürü, Anadolu, İran, Mezopotamya, Mısır
kültürleriyle etkileşmiş, bundan Helenizm akımı doğmuştur.

İslam felsefesi : Yunan, İran, Süryani, Hint eserlerinin Abbasi Halifesi Mansur ( 8.yy da) tarafından çevirisi ile başlamış, Harun Reşit zamanında devam etmiştir.

Harazmi : Harazmi Aritmetik, İbn_i Sina Tıp hekimlik yasasını çıkarmıştır.

Bruni : (10.yy) Astronomi ve Coğrafya bilimlerinde büyük başarılar göstermişlerdir.

Kaşgarlı Mahmut : Türk Dili bilgini, Eseri Divani Lügati Türk’te 7.500 Türkçe sözcük belirlemiştir.

İbni Haldun : Mukaddimesinde fikir ve düşünceye dayalı tespitleriyle ünlü olup,Arapları, uygarlığı tahrip eden Bedeviler, Türkleri kahramanlıkları nedeniyle İslam’ın kurtarıcısı olarak göstermiştir.

Arap dili : Yunanca, İbrani’ce, Süryanice, Keldanice, Koptça, Farsça karışımı yedi ayrı lehçeyle konuşulan bir aşiret dilidir.

Gazali : Mistik düşünceye sahip,kadın aşağılayıcısı. (Kadın aklen, dinen eksik, dun yaratık, kadın kötü, düzenbaz, şeytan, faziletsiz yaratık) yakıştırmasının ateşli savunucusu fatalitik şeriatçılardan- dır.

Eski medeniyetler :

Mu Atlantis Kıtası : M.Ö. 11.500 yıl önce Atlas okyanusunda batık kıtada kurulan (Mu Atlantis Uygarlığı) ileri yer çekimini arındıran bir teknolojiye sahip oldukları ve Atlantis ten Mısır’a (M.Ö. 4.500) de gelenlerin piramitleri yaptıkları rivayet ediliyor.

Sümerler Medeniyeti : M.Ö. 7000) Mezopotamya’da kurulan en eski medeniyettir. Gılgamış destanı Sümer’lere aittir.

Sümer Tabletleri (M.Ö.4000) Pişirilmiş toprak tabletler üzerine yazılmış en eski çivi yazısıdır. En eski uygarlık yazısı, 10 Tanrıdan, Gök tanrısı (Marduk)’tan, Aruru’dan bahsediyor.Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ a göre, Sümer tabletlerinde, Sümerlerin kökeninin Türkler olduğu, tespit edilmiş bulunmaktadır.

Meksika Maya Medeniyeti : (M.Ö.3000) Bu güne kadar gelen tapınakları var.Güneş, Ay ve yıldız’lara tapınıyorlardı.
Yıldız kültleri (Tapınma) Sabii Din özelliğinde idi. Güneşe tapınma; Güneş tapınağı 4 köşe, Ay tapınağı 5 köşe,Yıldız tapınağı 6 köşe yapılmış. Tapınakların yapım özelliği Mısır piramitleri mimari özelliğinde olup,
2-3 bin kişilik ayin avluları var.Sabii dini özelliğinde olan bu tapınaklar hakkında incelemelerde bulunan,

T.C. Meksika büyük elçisi Tahsin Mayatepek 1937’de
Atatürk’e geniş kapsamlı rapor ve bilgi göndermiştir.

Mısır Piramitleri : (M.Ö.4500) Firavunlar tarafından yaptırılmış, rivayete göre 60-70 tonluk kesme taşlar yapılara, Atlantis’ten gelen, ustalarca, yer çekiminden arındırılarak (etkisizleştirilerek) yapıldığı, Atlantis ustalarının çalıştırıldığı söylencesi var.

Mısır Medeniyeti : Hiyeroglif yazısı Mısır’lılar tarafından (M.Ö.3000-3500) papirüs yapraklarına yazılmış, kralları firavunlardır. Mu uygarlığından gelen Tamiller Mısır’lıların atası olduğu varsayılmaktadır.

Babil Hükümdarı Nemrut : (M.Ö.2100) Bu günkü Nemrut dağı ismini oradan almıştır.

Antik çağdan kalan heykel ve kalıntılar hakkında çeşitli rivayetler vardır. Mısır krallarına verilen firavun unvanı gibi Babil krallarına da Nemrut dendiği anlaşılmaktadır.

Nemrut’un İbrahim Peygamber’i yaktırdığı mantık dışı Urfa’daki Balıklı Göl masalı gerçeği yansıtmamaktadır.
(İlhan Arsel Şeriattan kıssalar.)

İbrahim peygamberin (M.Ö. 1825 -2000) yaşadığı dönemde, kummagene Babil krallığı Hüküm sürüyordu. Kummagene kralı 4. Antiokhos’tu. Anadolu ve orta doğuya Romalılar, doğuda Persler hakimdi. Daha sonra Kummagene krallığı Asur kralı Sargon’a geçer.
Çok tanrılı teolojik antik çağ inanışına göre Babil kralı Antiokhos, heykellerini yaptırdığı Tanrılar ve tanrıçaların heykelleri,Nemrut dağında yapılan kazılarla gün ışığına çıkarılmış bulunmaktadır.
Taht kaidelerine yazılmış tanrılar ve Kummagene krallarına ait yazıtlar mevcuttur.önceleri,değerli sedir ağaçlarının bulunduğu bu bölgede, Türk petrol, petrol sondajları yapmaktadır.

Teolojik çağda kavramlar,
Dini oluşumların evrimi ve peygamberler :

Peygamberlik : Sabii Dininden peygamberlik diğer dinlere, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’a geçmiştir. İmanın 6 şartı: Yahudilikten İslam’a geçmiştir. Sünnet: Eski Mısırdan Yahudiliğe, Yahudilikten de İslam a geçmiştir.

Sabii Dini : Peygamberleri Şit ve İdris peygamberlerdir. (M.Ö.3500) Mezopotamya’da, Orta Asya ve Meksika’da, bilinen en eski dindir. Kaynağı Mezopotamya Sümerlerden Aruru-Marduk’tan etkileşen dindir.

Sabii Dininde İbadet : Güneş’e, Ay’a ve Yıldızlara tapınmadır. mabetleri güneş tapınağını (4) köşeli,Ay tapınağını (5) köşeli ve Yıldız tapınağını,
msn_demon.gif
köşeli yapmışlar, Tapınakların üst kısımları açık. İbadet usulleri: (5) vakit namaz kılıyorlar, abdest alıyorlar, güneşin doğuş ve batışına göre oruç tutuyor, ezan okuyor, secde ediyor, bayram yapıyor, kurban kesiyorlar. İslam’dan önce Ortadoğu ve Arap yarımadasında Sabii dininde olanlara, Hanif deniyordu. Hanif bir Sabii mezhebi idi.

Sabii Dili : Süryancadır.

Tevrat ve Yahudi Peygamberlerinden kıssalar :

İbrahim Peygamber: ( M.Ö.1825-2000) Keldaniler’den Terah’ın oğludur. gençliğinde,Mezopotamya’da en eski din olan Sabii Dini Hanif mezhebinden Sabi dini puta taparı idi. (Sabii dini, (güneşe tapanlar) Kabe Haniflerin Güneş tapınağı olarak (4) köşe yapılmıştır. İbrahim Peygamber gece yıldız görür, bu benim tanrım der. Sonra ayı görür, daha aydınlatıcı olduğu için tanrım bu der. Sabah olur güneşi görür. Güneşe tanrım der. Sabii ler gibi güneşe tapan puta tapar olur.Daha sonrada, Allah’a tanrım der. İbrahim Peygamber Şam kırsalında yaşarken kıtlık olur. Karısı Sera’yla Mısır’a gider.
Karısı Sera’yı Firavun Ramses’e kardeşim diye tanıtır ve satar.
Bir zaman sonra Fravun durumu öğrenir. Mihrini vererek kovar ve Sera’ya Hacer’i köle (cariye) olarak verir. İbrahim’e de deve, keçi, eşek ve koyun verir.
İbrahim zenginleşmiş sürüsünü ve karısı Sera’yı ve Hacer’i alır. Ürdün’e gelir.Ürdün’de Sera’yı Ürdün Melik’i,Abu melike , kardeşim diye tanıtarak satar.Durumu öğrenen Melik’te pişman olur.mihrine karşılık at, deve,keçi,eşek,koyun verir. .Firavundan aldığından fazlasını verir. İyice zenginleşen İbrahim Şam’a gelir. Şam kırsalında bir çiftliğe yerleşir. Hacer’le yatar. İsmail adında bir oğlu olur. Sera’yla yatar İshak adında oğlu olur.
İshak İsrail oğullarının atası olur. İsmail’de arapların atası olur. Sera Hacer’i ve oğlu İsmail’i mal ortağı olur diye kıskanır. Götürüp çöle azat etmesini ister. İbrahim Hacer’le oğlu İsmail’i zemzem kuyusunun bulunduğu yere, Kabe yakınına getirir ve azat eder. Su ve yiyeceği bitince, İsmail ağlamaya başlar. Hacer Safa ve Merve Tepeleri arasında 7 defa gider, gelir.Yardım edecek yok mu? diye seslenir.Hızır yardım eder Zemzem kuyusunun bulunduğu yeri tekmeler. Su çıka (Şimdiki zemzem suyu). Hacer ve İsmail kurtulur.Kıssa devam eder…
Kabe civarı kalabalıklaşır. Bir aşiret gelip yerleşmiştir.İsmail evlenir. Hacer ölmüştür. İbrahim, İsmail’i ziyarete gelir bulamaz. Karısına İsmail’e söyleyin evin eşiğini değiştirsin der.İsmail bundan karısını boşaması anlamını çıkarır. Karısını boşar. İsmail yeniden evlenir.İbrahim tekrar ziyaret eder. İsmail’i yine bulamaz.Karısı baban geldi. Evin eşiğine sahip olmanı söyledi der.İsmail babasının yaşantılarından memnun kaldığı anlamını çıkarır.ve maval böylece uzar gider…

Tevrat : Yahudiliğin kutsal kitabıdır. Keldani lerden Terah’ın oğlu (M.Ö.1825-2000) İbrahim peygamber’in soyundan bir kabilenin yaşam öyküsüdür. kutsala dönüştürülmüştür.
İbrahim Peygamberin karısı Sera’dan olan oğlu İshak Peygamber Yahudilerin atası olur. İshak’ın oğlu Yakup’la başlayan serüven; Yakup’un oğlu Yusuf’un bir kuyuya atılması ve Mısır’da Firavun’un vezirine satılması kıssaları… Yusuf’un falcılığı Sayesindeki kerametleri (yedi yıl bolluk - yedi yıl kıtlık) kıssaları. Yusuf’un kardeşleri ve babası Yakup’un Mısır’a göç etmeleri .Mısır’da çoğalan Yahudi soyunun Firavunu Endişelendirmesi; Yahudilere Firavunun zulmü, Musa Peygamberin, Yahudilere İşkence eden bir Firavun, askerini öldürmesi ve Musa peygamberin korkarak kaçıp Osırus tapınağına sığınması ile tapınakta osırus papazlarından sihir öğrenmesi ve öğrendiği sihirlerle firavun, Ramses’i tehdit etmesi, rivayete göre, çekirge haşarat yağdırması, Asasını atıp yılan yapması gibi bir çok kıssa.anlatılmaktadır.

Musa kavmini toplar, bal ve yağın bol olduğu bu günkü İsrail’e gitmek üzere kardeşi Harun’la yola çıkar, Kızıldeniz’e gelir. Firavun ve askerleri de Musa ve adamlarını takip eder. Musa, Kızıldeniz’e asasını vurur. Kızıldeniz yol olur.Musa ve adamları geçer. Arkadan gelen Firavun ve firavun askerleri Kızıl deniz kapanınca boğulur.Musa Sina yarımadasında Sarbel Ovasına ulaşır. Kabilesini Harun Peygamberin gözetiminde bırakır.Tanrı ile görüşmek için Sarbel kayalıklarına gider. Sarbel sırlar mağarası dönüşünde kabilesinde fesat çıkar.Altından yaptıkları buzağıya taptıklarını görür. Kıssa böylece devam eder.

Neticede Musa peygamber, kavmiyle palestine gelir. Gerçek
yaşam başlar.İsrail oğulları çoğalırlar, yerleşik yaşama geçerler, zengin ve mutlu olurlar.

Davut Peygamber : İsrail oğulları zenginleşir, yağ ve bal ülkesi palestinde, Davut Peygamber’in, 100 karısı, 300 cariyesi ve bir çok malı olur.Davut peygamber Kumandanı Uriyenin karısıyla aşk yaşar. Kumandan’ı Uriye’yi düşmanlarının en ön yakınına gönderir. Çarpışmada ölüm haberini bildirirler ve Davut peygamber Uriye’nin karısını alır. Meşhur 99 koyun masalındaki bir koyun u daha alarak karılarını 100 eder. Davut peygamberin karısı olan Uriye’den Süleyman Peygamber doğar.

Süleyman Peygamber : İsrail oğulları iyice zenginlenmiş bolluğa kavuşmuştur. Süleyman Peygamber’in 300 karısı, 700 cariyesi vardır. Çadır yerleşim birimleri saray mekanlara dönüşmüştür. Bu günkü Kudüs Mabedi Fenikelilerden alınan kereste ile yaptırılmış. Hatta şeytanlardan ustalar bile çalıştırılmıştır.Süleyman Peygamber’in kuş ve hayvanlarla konuştuğu, Saba Melikesini tahtı ile şeytanlara getirttiği masalı uzar gider…

İsa peygamber : Meryem Yusuf’la nişanlı idi. Yusuf’la evlenmeden Meryem kutsal ruhtan hamile kaldı. Çocuğun adını İsa koydular. Doğumu Hıristiyanlar tarafından Miladi yıl başı olarak kabul edildi. İsa’nın ilk dört öğrencisi Matta, Yuhanna, Markos, Luka İsa’nın öğrettiklerini ölümünden sonra (havarileri) yazdılar.

İncil : 11.inci yy - 9.uncu yy - 7.inci yy - 5.inci yy - 3.üncü yy olmak üzere İncil’in beş yazılımı vardır.

Hz. Muhammed : 571 yılında Mekke’de doğdu. 610 yılında peygamber oldu. 632 yılında vefat etti.

Kur‘anı Kerim : Peygamberin sağlığında kemik, ağaç deri üzerine yazılmıştır. ilk 3 yazılımı yakılmıştır. Kur’ anı Kerim, Halife Osman tarafından birleştirilerek yazıldı Kuranın ilk nüshaları Mervan tarafından yakılmış.Osman’ın çoğalttığı nüshalarda bu gün bulunmamaktadır. Libya Kur-an yazılımları bulunmaktadır.

Teolojik dönemde olgular ve yaradılış kıssaları :

Adem’in Yaradılışı : Tüm yer yüzünden avuç, avuç topladığı topraktan çamur yapan tanrı, Çamurdan Adem’in heykelini yapar. Burnuna hayat üfürüğünü üfler.Adem can olur. Artan çamurdan da hurma ağacı yaratılmıştır.Adem’e uyku veren Allah O’nun kaburga kemiğinden de Havva’yı yaratır.

Tanrının melekleri Adem’e secde ederler. İblis (Şeytan) secde etmeyi reddeder.Tanrıya beni ateşten, Adem’i topraktan yarattın, ben daha üstünüm der.ve Lanetlenir.
Allah şeytan’a cehenneme konulacağını söyler.Şeytan diriliş gününe kadar mühlet ister.Tanrı kabul eder. İblis, Allah’a -Ben kullarını azdıracağım! der. Allah’ta hepsini cehenneme atacağını söyler.
Adem ile Havva’yı Allah Ürdün’de tarif edilen cennetine koyar.Cennette her türlü meyveden yiyebileceklerini söyler.Yalnız ortadaki yasak ağaca yaklaşmayın der. Şeytan Adem ile Havva’yı kandırır. Yasak olanı yerler ve böylece cennetten kovulurlar.
Aynı kıssalar Tevrat’ta da bulunmaktadır.

Yaradılış : (Sümer-Tevrat-İncil-Şamanizm ve Kurana göre)Tanrı dünyayı dört günde yaratmış:
Cuma günü : Ademi yaratmış. Cumartesi : Yer yüzünü (Toprağı) dümdüz biçimiyle yaratmıştır. Pazar günü dağları, Pazartesi Ağaçları, Salı günü kötü olanı, Çarşamba ışığı, Perşembe Hayvanları yaratmıştır.
Tanrı iki günde de gökleri (Evreni) yaratmıştır.

Sabii lik ; İslam’ın ibadet kaynağı ve Kabe :

Sabiilik : Dinlerin en eskisidir. Yıldız, güneş ve ay tapınışıdır

Kabe : M.Ö.2500-3500 yıl önce Arap yarımadasında yaşayan Sabii‘ler tarafından dört köşe, güneş tapınağı olarak yapılmış ve Sabii’ler tarafından tapınak ve Hac yeri olarak kullanılmıştır. Sabii’lerin kıbleleri Kabe’dir.

Arap yazarı Edip Yüksel, Hz.Muhammed’in 40 yaşına kadar Kureyş Aşireti gibi Sabii olduğunu, İslam’ın ibadet şeklini Sabiilikten aldığını ifade etmektedir.

Turan Dursun ve İlhan Arsel, belgelerle sabii dininden olan ibadetlerin; namaz, oruç, ezan, abdest, bayram, boy abdesti ve kurban kesmenin, Sümer kaynaklı olan Sabii dininden alınma olduğu anlatılmaktadır.

Tevrat kaynaklı kıssalar, İncil’den alıntı ve söylenceler Arap coğrafyasında İç içe yaşayan Sabii_Hanif, Yahudi, Hıristiyan, Arap aşiret örf ve hurafeleri İslam’a aktarılmış bulunmaktadır.

İslam’ın ibadet Kaynağı : Güneş kültü (Güneş tapımı) Turan Dursun’ un “DİN BU” adlı dört ciltlik kitaplarındaki belgelere göre, Tahsin Mayatek’ in Meksika büyük elçiliğini yaptığı dönemde Atatürk’e gönderdiği raporlara göre, Sabii Dini’nde ibadetler güneş ve ay tapışlıdır. İslam i ibadetin kaynağı,Sabii dini kaynağından alınmıştır.

Kendini yenileyemeyen devletler:

Roma
İmparatorluğu : (M.Ö.27 - M.S. 476) En eski devlet düzenini Romalılar kurdular. Avrupa’da ve Anadolu’da, Suriye Mezopotamya’da etkinliklerini sürdürdüler.

(M.S.395) yılında Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye bölündüler.Doğu Roma İmparatorluğu, merkezi İstanbul olan Bizans oldu. Hıristiyanlığın Kudüs’te İsa ile ortaya çıkışında Orta Doğu, Roma İmparatorluğu toprağı bulunuyordu.

Osmanlı
İmparatorluğu : (1299)’da Osman Gazi tarafından Söğüt’te kurulan beylik, Anadolu Selçuklu devletinin yıkılışıyla, Anadolu’da kurulan Türk beyliklerinin de, zamanla Osmanlılara katılmaları ile (Karaman Oğulları, Germiyan oğulları, Saruhan Oğulları, Menteşe Oğulları, Canik Oğulları, Aydın Oğulları vs.) Asya, Avrupa, Afrika Kıtalarına yayılarak bir dünya İmparatorluğu olmuştur. 4,5 milyon Km2’lik bir coğrafyada 600 yıl hüküm süren Osmanlı Türk devleti, üç kıt’a da egemen olmuştur. Osmanlı devleti 16.yy dan itibaren. Arap. İslam. Fars kültürünün etkisiyle, kendi öz Türk kültüründen uzaklaşmıştır. Arap-İslam kültürü Osmanlıyı asimle (kendine benzetme) etmiştir.
Türkçe ve Türk kültürünü yaşatmak, ancak halkın anane ve geleneği ile sınırlı kalmıştır.

Arap-İslam emperyalizmi, Anadolu halkını mezhepler, tarikatlar çekişmesine, halkın birbirine düşürülmesine sebep olmuştur. En büyük sorun alevi-Sünni çekişmesi olmuştur. Devletin Sünni tarafı olması, tebaasını Alevi-Sünni çatışmasına götürmüştür.Türk halkı, din ve mezhep çatışmasından perişan edilmiştir.Alevi’ler baskı zulüm ve katliama uğrayarak evlerini yurtlarını terk etmişlerdir.

Türk Safavi Devleti : İran’da 16.yy. Türk Safavi Devleti’yle mücadeleye giren Yavuz Sultan selim 1514’de Şah İsmail’i yenmiş, Alevi-Sünni çatışmalarını daha da arttırmıştır. Anadolu’da kargaşa dönemi yaşanmış Sünni olmayan alevi halk, kırsala, mağaralara, dağlara sığınmak evini yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştır.Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden sonra, Suriye, Mısır seferiyle, son İslam-Memluk devletini yıkmış, böylece Osmanlı İmparatorluğu bütün Arap İslam ülkelerine egemen olmuştur. Mısır, Suriye, Filistin, Medine, Mekke, Yemen, Tunus, Libya, Cezayir, Fas, Osmanlı ülkesi olmuştur. İslam halifeliği de Osmanlıya geçmiştir.
16.yy.dan itibaren Hilafeti alan Osmanlı ülkesi, şeriat hukuku (Mecelle) ile yönetilen bir ülke olmuştur.

Osmanlı Devleti bilimsel hukuku bırakmış, şeyhülislam ve molaların fetvaları, şer’i kanunlarla devleti yönetmeye başlamışlardır.

Osmanlı donanması 1538’de Preveze de haçlı donanmasını yenmiş, Avrupa’ya Akdeniz’i yasak bir deniz haline getirmiştir. Akdeniz’e egemen olan Osmanlı Avrupa’ya, Süveyş yolunu, ipek yolunu kapatmıştır.

Türklere karşı birleşen haçlılar, daha önceki haçlı,seferleri, Anadolu ve Kudüs seferleriyle başarısızlığa uğrayarak netice alamamıştır.Türklerin savaş üstünlüğü Avrupa’yı ilme ve bilime yöneltmiştir.Ticaret yolları kapanan Avrupa, ilim ve bilim yolunu seçerek sanayi’de atılım yapmayı başarmıştır.Avrupa kalkınmasını ileri gitmesini. Türklere borçludur. Avrupa akıl ve bilim yolunda ilerleye dursun, Osmanlı 16.yy.dan itibaren Bedevi ortaçağ kültürünün etkisine girmiştir., Osmanlı felsefeden, bilimden yoksun, Teolojik, Metafizik kaos dönemini yaşamaktadır.

Avrupa 1789’da Rönesans’ı gerçekleştirmiştir. Teknolojide atılım yapan Avrupa , motorlu makineler ve buhar makinelerini yaptı. Buhar makinelerini yaparak, gemilerde kullanmayı başaran Avrupa, uzun yol gemileriyle Afrika’nın güneyinden, Ümit Burnu’ndan dolanarak uzak doğuya kadar gitmeyi başardılar.

Avrupalılar gittikleri uzak ülkeleri müstemleke yaptılar.ve tüm zenginliklerini ülkelerine taşıdılar.Arap Bedevi emperyalizmine teslim olan Osmanlı kendini yenileyemedi.Sanayileşmek için hiçbir çaba sarf etmedi.Sanayileşmek Avrupa’ya üstünlük sağladı. Sanayi’den üretimden yoksun kalan Osmanlı İmparatorluğu, üstünlüğü Avrupa’ya kaptırmış oldu.İlimden bilimden uzaklaşan, sanayileşmek, üretmek bilincinden yoksun kalan, bedevi aidiyeti ile Türklüğünü dahi inkar eder oldu. Sanayiden üretimden yoksun kalmak, çöküşü kaosu hızlandırdı. Arapça Farsça ağırlıklı Osmanlıca’yı Türk halkının %93’ü konuşamıyordu. Türkçe halkın kendi arasında konuştuğu bir dil olarak kalmıştı.

Osmanlı, nereden nereye : Tarih yazan, devletler kuran. Türklük Osmanlı’nın gaflet ve hıyanetiyle orta çağın metafizik ve teolojik karanlığına gömülmüştür. Protestanlık yenilenme demektir. Hıristiyanlık dinde de tabuyu yıkmıştır.Kilise ağırlıklı mezhep çatışmalarını geride bırakmıştır.

Sanayi ve bilimde ileri giden Pozitif dönemi yaşayan Avrupa ileri giderken, Osmanlı çöküş ve kaos dönemini yaşamaktadır.İmparatorluk yokluk ve sefalet içinde,. yenilgilerle topraklarını kaybetmekte, sefalet Osmanlı’nın kaderi haline gelmektedir.. Nihayet beklenen sona gelinmiş.
Duyumu umumiye (Osmanlı’ya borç verme) akdiyle, hasım Avrupa’ya avuç açmak mecburiyetinde kalınmıştır.
Arap milliyetçi, kaderci emperyalizmi 600 yıllık koca Osmanlı’yı yok etmiştir. Kendi benliğinden, ilimden, bilimden uzaklaşan Osmanlı, Türklüğü perişan etmiştir.Yüce Türk ulusu, Bedevi Arap emperyalizmine kurban edilmiştir.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Geri kalmışlığın nedeni, sorgulanan geçmiş ve çözümler :

1_Teolojik dönemi yaşamaya devam eden ülkelerde, kadınların eğitimsiz ve cahil bırakılması, sindirilen annenin iyi bir nesil yetiştirememesi. Kadının yaratıcı iş gücünden yoksun bırakılması ve kadınların pasifize edilmesi.
Teolojik ülkelerde bilimsel kitap sayısı, dünya ortalamasının %1 i kadardır. Teoloji kitap sayısı dünya ortalamasının 3 katı bulunmaktadır.

2_Demokrasi ve insan hakları kavramı göz ardı edilerek, felsefi sorgulamanın yasak ve tabunun kadercilik anlayışının devam ettirilmesi. Halen aşiret toplum düzeyinde, mollaların çağdışı fetvaları ile yönlendirilmesi.

3_Faiz haram kuramı ile sermayenin üretime katkısının zorlaştırılması. Ve halkın tasarrufa özendirilmemesi.

4_Krallar veya kukla yönetimlerinin ülkelerinin kaynaklarını israf ve yok etmeleri.

5_Teokratik ülkelerde, genellikle doğal kaynakların verdiği rehavet ve uyuşukluk devam etmektedir. Çalışmak üretmek,ileri gitmenin, refaha ulaşmanın yolu olduğu bilinci oluşmamış ve bu ülkelerde yaşayanlar Tembelliği kaderciliği, sefaleti benimsemiş
bulunmaktadır.
Demokrasilerde eleştiri esastır. Eleştiriler toplumları olgunlaştırır.
Uygarca yapılan eleştiri ve sorgulamalar dostluğu, barışı, hoşgörüyü, başarıyı, kalkınmayı getirir.

Demokratik laik devletlerde halk yöneticilerini seçer. İnsan hakları kavramı evrensel hukuk, seçme ve seçilme hakkı parlamenter ilkeler çağdaşlığı getirir; din sömürüsünü ve tabuları engeller.

Teolojik objeler, fatalizm, pozitif dünya görüşü ile çelişki içinde bulunmaktadır.
Kadercilik doğuştan var olan alın yazısının değiştirilemeyeceği, fatalizmin esasını teşkil etmektedir. Fatalizmde ve teokratik rejimlerde felsefi sorgulama yoktur. Yönetim toplumun değil, egemen, baskıcı kral ve kuklalarının elindedir. Hak isteme ve hak arama çok kısıtlıdır. Toplum sahipsiz ve kaderine terk edilmiştir. Bütün teolojik ülkeler zulüm ve yoksulluk içinde yaşamakta, hızlı nüfus artışı, düşük üretkenlik, bilimsel çağdaş eğitimden yoksun kendi kaderine terk edilmiş bulunmaktadır.

Bütün Arap ülkelerinin toplam milli geliri 2000 yılı Dünya bankası istatistiği verilerine göre 530 milyar dolardır. İspanya’nın yıllık milli geliri bundan 64 milyar dolar daha fazladır, Türkiye’nin 2000 yılı milli geliri satın alma paritesine göre 460 milyar dolardır. Kayıtsız ekonomi ile Türkiye milli geliri 700 milyar doları bulmaktadır. Eski maliye bakanlarından Ekrem pak demirliye göre Türkiye nin kişi başına yıllık milli geliri 12 bin dolardır. İç ve dış gerici engellemelere rağmen laiklik ve demokrasi sayesinde Türkiye ekonomisi dünyanın 16. büyük ekonomisi olmayı başarmıştır.
Totaliter, teokratik, kendini yenileyemeyen ülkelerden hiçbiri kalkınarak refaha kavuşmuş değildir.Tembellik, yokluk ve sefalet içinde bulunmaktadırlar.

Geri kalmışlığın en büyük nedenlerinden biri de bilimsel eğitim ve sanayileşme evresini kaçırmış olmalarıdır. Sanayileşen ülkelerin sadece fakir alıcıları durumunda kalmaları, piyasa rekabetinden yoksun kalmalarıdır.

Çağdışı, demokrasiden yoksun yönetimler tembel, kaderci, hazır yiyen, çalışıp üretmeden ; sofrasında bereket umuduna kaderini bağlayan kitleler oluşturmuşlardır.
Gelişmenin sırrı, çağdaşlaşmak, demokrasi, insan hakları kavramı, laik demokratik devlet, kaderci değil çalışan üreten bireyin hür iradesi ile toplum bilinci yaratmak ve kadının yaratıcı, üretken, çalışkan, yapıcı iş gücünden yararlanmaktır.
Geri kalmış ülkelerde siyasal demografik yapının geleceği için çağdaş bilimsel felsefi eğitim esas alınmalıdır.Vahiyci eğitim usulleri terk edilmelidir.Kadercilik din, siyaset yönetim objelerini birbirinden ayırtmak, bilimsel eğitime ve üretken teknik meslek okullarına öncelik vermek gerekmektedir.

16. yy dan itibaren hilafeti alan Osmanlı devleti, şeriat hukuku (mecelle) ile şeyhülislam ve mollaların fetvaları, şer-i kanunlarla yönetilen bir ülke olmuştur.

İslam ülkelerini ve şöhretini 400 yıl zirveye ulaştıran Osmanlı imparatorluğu, kaderci, bedevi Arap kültürünün kurbanı olmuştur.
Kendini yenileyemeyen, sanayiden, ilimden, bilimden yoksun kalan Osmanlı imparatorluğu, koruyucusu olduğu Arap ülkelerini de geri kalmışlıktan kaderci tembellikten kurtaramamıştır. Koruyucusu olduğu İslam alemini şan-a, şöhrete kavuşturan Osmanlı imparatorluğu, sonunda Araplar tarafından hep ihanete uğramıştır.

Emperyalist devletler, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlarla birlik olan Araplar Osmanlı’yı arkadan vurmuşlardır. Filistin’de ve Medine’de İngilizlerle tuzağa düşürdükleri Osmanlı 3. kol ordusu askerlerinin karnını yarıp, Arap çöllerinde 10.000lerce Türk askerlerini katletmişlerdir.

İhaneti yaşayan Osmanlı imparatorluğu 1918 de yıkılmıştır. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı, İslam ülkelerini korumasız ve başsız kendi kaderleri ile baş başa bırakmıştır.
Osmanlı’ya karşı güç birliği yapan emperyalist devletler İngilizler Fransızlar zengin petrol yataklarını 1933 de Amerikalılar 1945 de çıkarmaya başlamışlardır. Petrol gelirini sömüren emperyalist devletler, bedevilere verdikleri ile ekonomik bir rahatlama sağlamışlardır. Petrol geliri kralların ve despot yöneticilerin elinde ,halka intikal etmediğinden ,halkın geri kalmışlığı devam etmektedir. Despot yöneticiler, emperyalist iş birlikçiler Araplarda huzursuzluk kaynağı olmuştur. Arap milliyetçisi, halife özentisi Suudi destekli Usame Bin Ladin, Hizbullah terör örgütleri ve İran molla destekli Hamas terör örgütleri emperyal güçlere karşı cihat ilan ederek katliamlara girişmişlerdir.

Fundemental ( kökten dinci ) Arap cinayet örgütleri, Türkiye’de yandaş, bedevi borazanını çalan şeriatçı yerli mollalarla iş birliği yaparak bir çok Türk aydınını katletmişlerdir. Temenni edilir ki insanlık bu intikamcı, terör vahşetinden daha çok zarar ve huzursuzluk görmeden kurtulacaktır.

Yerli mollalar faiz haram diyerek Avrupa da ki Türk işçilerinin, Anadolu’nun masum insanlarının trilyonlarca paralarını finans kurumlarında toplayarak kar payı vaadi ile dolandırmışlardır.
Demokratik laik devlet, kadın erkek eşitliği, insan hakları kavramına saygı, hür seçim, parlamenter yönetim, çok çalışmak, üretmek Fundamental teolojik ülkeleri geri kalmışlıktan kurtaracak, refaha barışa kavuşturacaktır.aksi halde bu tembel, kaderci ülkelerin sonları daha da karanlık olacaktır.

Ekonominin dinamiği, Özel sektör olacaktır:

Ekonomi Politika : Geri kalmış toplumların, refaha ve huzura kavuşmaları,zenginleşmeleri ancak demokratik rejim içinde olur. Kalkınma bireyin hür iradesi, Girişimci hür teşebbüs ve piyasa ekonomisi rekabetiyle mümkün olmak-
tadır.
Devletin özel sektörü desteklemesi, yol gösterici olması gerekmektedir.Özel sektörün başarısı, için mesleki teknik okullara ağırlık verilerek üretken,mühendis,nitelikli eleman yetiştirilmelidir.Avrupa da teknik meslek okullarının eğitimdeki oranı %65dir.Türk iyede ise İHL. Dahil %35 olup sanayide kalkınmamız mümkün değildir.Teknik meslek okulları ihmal edilmemelidir.
Kalkınma, sanayi tesis ve işletmeciliği üretimle mümkündür.
Devlet sanayiden el çekmelidir. Devletin asli görevi, savunma, sağlık,milli eğitim ve alt yapı hizmetleri olmalıdır.Devlet işletmeleri ekonomik değil,zarar etmektedir. Devlete ait işletmeler özel sektöre devredilerek özelleştirilmelidir.

Dünyada büyük ekonomileri yaratanlar, Holdingler ve özel şirketlerdir. 50 üretici holding şirket dev Japon ekonomisine, 20 sanayi şirketi G. Kore ekonomisine öncülük etmektedir.Bu şirketler milyonlarca insana iş gücü yaratarak üretim yapmakta, ülkelerine döviz kazandırmaktadırlar. Özel sektör Anadolu Kaplanları, gelecek için ülkemize üretim ve kalkınma dinamiği olacaktır Devletin kalifiye eleman yetiştirecek meslek teknik okullarına ağırlık vermesi gerekmektedir.Dünyada devletçilikle kalkınan, zenginleşen bir ülke yoktur.

Geçmişten bu güne Faiz :7.yy. da Anadolu ve Ortadoğu, Bizans İmparatorluğu egemenliğinde bulunuyordu.
Bu ülkelerde ticaret çok gelişmişti.Her yerde Bizans parası kullanıyordu.

Suriye ve Arabistan’da, Yahudiler ticarette çok ileri gitmişlerdi.Her türlü emtia, para veya takasla “malı,mal ile değiştirmek” ticaret yapılıyordu. Aşiret düzeni yaşayan bu ülkelerde ve Araplarda ne para, nede Banka vardı.Kurulan panayırlarda, genellikle takas yapılırdı. Para gerektiğinde mal emanet edilir, faizle Yahudilerden borç alınırdı.Bu sistem Orta çağ boyunca devam etti. Fakat Yahudi tüccarların keyfi faizciliği, Huzursuzluk kaynağı oluyordu. Bu haksız ve keyfi devam eden faizcilik, İslamcılar ‘ı da rahatsız ediyordu. O zamanki toplum yaşantısına göre İslam Doğru olanı yaptı ve faizi yasakladı. Faiz haram ilan edildi.
Zamanla çağdaşlaşan Dünya da,her şey değişti. Ekonomi para politikalar oluştu. Devlet kontrolünde, Bankalar yasası ile özel ve devlet bankaları kuruldu. Parada Devlet ve yasa gözetiminde, emtia gibi alınır, satılır oldu.Faiz haram kuramı da çağ dışı kaldı. Halen bankaların verdiği faiz haramdır diye, din istismarı yapan soyguncular, İslam’ı finans kuruluşlarında, yurt dışındaki Türk işçilerini ve yurt içindeki insanlarımızın trilyonlarını toplayarak dolandırmışlardır. Çağımızda faiz haram kuramı dolandırıcılık aracı olarak kullanılmaktadır. Faiz haram kavramı çağdaş bankacılık ve Devlet güvencesinde anlamını yitirmiş bulunmaktadır. Bankalar tasarrufu teşvik eder. Paraya ihtiyacı olan üretici Bankalardan kredi ile para alır; bu parayı ticarette üretmek için işinde kullanır kazanır ve karşılığında bir fazladan para öder; bunun adı faiz olup, haram olamaz.Yasal olan haram olmaz Parasını kullanamayan tasarruf sahibi de kazanmış olur. Çağımız yenilenme çağıdır.Akıl çağı bilim çağı çalışmak üretmek gerekmektedir.

Tasarruflar çoğalarak sermaye piyasasını oluşturur.Çoğalan sermayede ekonominin dinamiği olur ve ülkeler kazanır kalkınır.


TERÖR PLATFORMU ORTADOĞUDA:

IRAK :Irak 1534 yılında, Kanuni Sultan Süleyman tarafından fetih edildi.

1918 de Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına kadar 384 yıl Osmanlı İmparatorluğunun bir eyaleti olarak kaldı. Emperyalist devletlerin oyunu ile San-Remo konferansında Irak İngilizlere verildi.

Bu günkü Irak, 1920 de İngiliz politik müdahalesi neticesinde Irak yönetimine devir edildi.

Misak-ı milli hudutlarımız içinde bulunan, Musul ve Kerkük’te Türkiye’den koparıldı.

Irak’ta Osmanlı yönetiminde huzur içinde yaşayan Araplar, Türkmenler, Asuriler ve Kürtler Saddam’ın baskısı ile sindirilmiş fakat etnik hasım guruplar oluşturmuşlardır.

Dünya petrol rezervlerinin % 60 ı Irakta bulunmaktadır. Stratejik önemi, gelecekteki enerji ihtiyacı emperyalist devletlerin iştahını kabartarak, Ortadoğu ve Irak Amerika’nın ilgi alanı olmuştur.

11 eylül 2001 de El-Kaide usame Bin-Ladin terörist Arap örgütlerinin uçak kaçırarak Amerika’da dünya ticaret merkezi ikiz kulelerine çarpmaları ve yaklaşık 4000-5000 kişinin ölümüne sebep olması bütün dünyada dehşet ve yankı uyandırmış bulunmaktadır.

Terörle bütün dünyada mücadele kararı alan Amerika, evvela Afganistan’ı işgal ederek Orta Asya enerji yataklarını kontrolüne almıştır. Daha sonra esas hedefi olan Ortadoğu’nun enerji kaynağı, deposu Irak’ı hedef seçerek, terör ve kitle imha silahları var bahanesi ile Saddam’ı devirmek Ortadoğu’ya demokrasi getirmek söylemi ile Irak’ı işgal etmiştir. Fakat halen aşiret düzeyinde, teolojik toplum faşist, baskıcı Saddam rejimi ile sindirilen bir ülkede demokrasi kısa zamanda bir hayaldir. Amerika’nın işi hayli zordur.

Demokrasi ancak laik devlet, insan haklarına saygı, hukuk devleti, parlamenter sistem, hür seçme ve seçilme hakkı ile uzun vadede gerçekleşebilir. Irak aşiret toplumları için bu çok zor görülmektedir.

Amerika Irak’ta çıkardığı yangını söndürmeye Türkiye yi ortak etmek istemektedir. Bunda başarı sağlamış, Irak’a asker göndermeye Türkiye’yi mecbur etmiştir. Amerika Kürt ve PKK kartını oynamaktadır. İşine geldiği gibi terörü algılamakta, Türkiye’nin zararına çalışan, kuzey Irak’ta Kürt devleti kurmak isteyen Kürt’lere destek olmaktadır. Amerika’dan cesaret, silah ve maddi destek alan Kürt aşiretleri Türkmenler ve Araplar tarafından kaygı ile izlenmektedir. Ayrı devlet kurmak isteyen Kürtler bölgede huzursuzluk kaynağı olmuşlardır. Kuzey Irak’ta, bir Kürt devletinin kurulması emperyal devletleri ve Amerikalıların çıkarları ile örtüşmektedir. Başta Kürt aşiretleri ve Şi-i Araplar, Türk askerinin Irak’a gitmesine karşı çıkmaktadırlar.

Türkiye’nin yardımı olmadan Amerika’nın Irak bataklığından çıkması mümkün görülmemektedir. Gelecek günler Türkiye’nin Ortadoğu ve Irakta oynayacağı rolün büyüklüğünü gösterecektir.

Amerika Irak’ta işgali gerçekleştirmiş fakat asayişi temin edememiştir. Amerika’nın Irak’tan ve Ortadoğu’dan yakın zamanda çekilmesi olası görülmemektedir. Terör bahanesinin arkasında, Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının kontrolü ve paylaşımı vardır. Uzun vadede Amerika Türkiye’ye komşu olacak ve Türkiye ile iş birliği yapmak mecburiyetinde kalacaktır. Türkiye Ortadoğu politikasını, Amerika ile iş birliği ve bölge ülkeleri ile yakın diyalog esasına göre kurmalıdır. Irak’ta Türkmenleri desteklemeye devam etmelidir. İsrail’e Amerikan desteği devam edecektir.

Irak’tan sonraki Amerika’nın hedefi Suriye ve İran olacaktır. Türkiye AB ye girmekle daha güçlü bir konuma gelecektir. Gelecekte irticacı, teokratik, bedevi, karanlık, gerici emperyalizmi ile mücadele etmek Türkiye’nin sorunu olmaya devam edecektir.
Türk eğitim sistemini çökertme taktiği:
Türkiye’nin yıllık imam ihtiyacı 5.000 iken, mesleki formasyonu olmayan, üretimden yoksun imam hatip okulları her yıl 25.000 mezun vermektedir.2003 yılına kadar İHL den mezun olanların sayısı 511000 dir.İhtiyaç fazlası bu gençlerimiz işsiz kalmışlardır. Bunu daha da arttırmaya çalışan ümmetçi teokratik yönlendirmeyi yapanlar, dini siyasete alet edenler,tevhidi tedrisat kanununa karşı çıkanlar sorgulanmaktadır.Türkiye çağdaş eğitimden uzaklaştırılarak çökertilmek istenmektedir. Bu işsiz gençlerimizin mesleki teknik okullara yönlendirilmesi, üretken iş gücü yaratılması gerekmektedir.
Bir imam hatip okulu 7 çağdaş eğitim veren lisenin maliyetine mal olmaktadır.

İslam la demokrasiyi bağdaştıran Türkiye teokratik ülkelere iyi bir örnek teşkil etmektedir.

Fundamental, (kökten dinci) teokratik Arap ülkelerinin geri kalmışlıktan, terörden, karanlıktan kurtulabilmeleri için Türkiye’nin laik, demokratik hukuk devleti birikiminden yararlanmaları gerekmektedir.

1916 da emperyalist devletler ve İngiliz casusu Lawrens ile iş birliği yapan Osmanlı İmparatorluğunun Mekke emiri Şerif Hüseyin Türkleri dinsizlikle suçlayarak iftira atmış ve cihat ilan etmiştir. İngiliz’lerden maddi destek alan Şerif Hüseyin daha sonra krallığını ve hilafetini ilan ederek Osmanlı’ya isyan etmiştir. İftiracı Şerif Hüseyin 1924 de krallığını İbn-i Suud’a devir etmiştir. Bu günkü Suudi’ler onların devamıdır.

Arap çöllerinde Filistin Şeri-a da ve Medine de Türk askerini dinsizlikle itham edip iftira atan on binlerce Türk askerini katleden Arapların kurtarıcısı gelecekte yine ihanet ettikleri Türkler olacak, onları karanlık dünyalarından, aydınlığa çıkaracaktır. İftiracı Arap mollalarının kinci, bedevi, Türk düşmanlığı bu günde devam etmektedir. Türk askeri Irak’a giderken tarihi Arap, iftira, kin ve Türk düşmanlığı bedevi milliyetçi asimilesi unutulmamalıdır.

Türk askeri Irak’a henüz gönderilmeden, Arapların atası batini tarikatının ünlü suikastçısı, Hasan Sabbah’ın bu günkü canlı bombacı, suikastçı torunları, Türkiye’nin Bağdat büyükelçiliğine bomba yüklü araçla çarparak, yıkım, hasar, ölüm ve yaralanmalar gerçekleştirmişlerdir.

Ortadoğu ve Irak bataklığında, Amerika’nın etkinliği her geçen gün daha zorlaşmaktadır. Amerika’nın Irak’taki kargaşa ve terör olaylarında başarısızlığı Ortadoğu, Türkiye ve AB. Ülkelerini, Amerika ekonomisini etkileyecektir.

Irak’ta egemen, sağlıklı bir yerel yönetim kurulmasının gecikmesi, fundemental terörü daha da artırabilir.

Şi_i mollaların iftira fetvaları ve Kürt aşiretlerinin kışkırtmaları Türk düşmanlığı Türkiye’yi tahrik etmektedir. Türkiye Ortadoğu ve Irak’ta yeni oluşumlara göre çok duyarlı, aktif hareket etmek mecburiyetindedir. Türk ulusu Arapları, katliam ve ihanetlerine rağmen, 400 yıl sulh ve sükun içinde yaşattı; şöhretlerini artırdı.fakat Araplar buna karşılık en büyük ihaneti yaptılar Osmanlı imparatorluğunu arkadan vurdular.Araplar bu günkü Filistin’de ve Irak’ta çektikleri zulümlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun ah ını çektiklerini unutmasınlar.Edene eden bulunur.Osmanlı İmparatorluğu .koruyuculuğunu Araplar daha çok arayacaklardır.

İnsanlık Nereden Nereye ? Nasıl Gelebildi Bu Güne !

İnsanlık çok zor, karanlık, uzun ve zorlu yollar aşarak akılla, ilimle ve bilimle yılmadan çalışarak gelebildi bu güne !...

Kaynaklar:

1-Felsefe ve Doğa Bilimleri-Özlem Doğan

2-Felsefenin A.B.C.si Simavi Yayınları-Sözer Önay

3-Felsefe Prof. Dr.Ahmet Aslan 1997

4-Uzay Bilim Hawking-Ramazan Kara Kale

5-Evren’in Sırları ve İnsan-(İ.T.Ü.)Tahsin Armay

6-Tübitak Bilim Teknik Yayınları

7-Thema Larousse Tematik Ansiklopedi

8-İst.Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri
Dr. Yüksel Karataş-Selçuk Bilir

9-Darvin ve Molekül’ler (Bilim ve Teknik-2001)

10-Nuh Tufanı, Pitman-Walter-Simanschuster 1998

11-Uygur Mu ve Mu Atlantis İmparatorluğu
İngiliz Churc Word-William Niven

12- Sosyoloji (toplumbilimi) Erkal Mustafa

13-Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ-Tevrat-İncil Kur’an-ın
Sümer’deki Kökeni

14-Tevrat
15-İncil
16-Kur’an-ı Kerim

17-İlhan Arsel Şeriattan Kıssalar 1-2 cilt

18-İlhan Arsel Şeriat ve Kadın

19-Turan Dursun Tabu Can Çekişiyor.Din Bu 1-2-3-4 cilt

20- Bernard lewis İslam’ın krizi 2003

21-Anadolu’nun Dünya Tarihinde Yeri Prof. Dr. Ekrem Akurgal

22-Anadolu Medeniyetleri ( Osmanlı Tarihi )

23- Ortaçağ tarihi PRF.Mükremin Yinanç

24- Küreselleşen İslam ( oliver Roy ) 2003

25-Yeni İslam tarihi ve Türkler Zekeriya Kitapçı

26-Tarih-i taberi- cilt 3

27- dil ve din – Cengiz Özakıncı

28- İslamiyet gerçekleri org Erdoğan Aydın
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Eyvallah kandaşım. Türk kültürüne islam dini diyerek arap kültürünün aşılanmasından tiksiniyorum artık. Bir grup yobaz ise hala bedevi arap kültürünü islam dini diye yaşamaya çalışıyor... Sadece acıyarak Türklüklülerine lanet etmek geliyor içimden!

Ne diyor Mete Han Türklük duasında... Namussuz bir tek Türk yaratacağına dünyayı yık Tanrım!

Herkese Türkçe bir yaşam dileğiyle esenlikler.
 

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Sana katılıyorum...

Ancak islam dinide Türkler'in milli dini olmuştur. Atsız'da bu konuda hem fikirdir. Yozlaşmamız bir gerçek bunu görmemek ve kabul etmemek çöldeki bedeviyle aynı kabtan yemek yemekten farksız.Bize kalan ise, arap kültürünün din haricindeki bize gelen günümüzde inanç adı altında sürdürdüğümüz arap kökenli gelenek ve göreneklerden kurtulmamız gerekir.
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Elleri yukarıya açıp dua edenlerin Türklerin Şaman geleneklerine söğmesi bana en çok koyanlardan birisidir. Atsız Beğden bahsettiğiniz konu hakkındaki alıntıda da belirttiği gibi islam milli bir dindir. Ama Türk birliği için, Turan için bütün Türklerin islamlaşmasına bekleyemeyiz. Silkinip özümüze dönmek zorundayız. Bu gün Kerkükte, Suriyede Türkmen nüfus Türklüğünden daha ziyade mezhebine sahip çıkmaya çalışıyor. İranda var olan 40 milyonu aşan Türk nüfusnun sadece Tebriz dolayı ve Türkmen nüfusu Türklüğünün farkındadır. Geriye kalanı şiiyim demektedir. Ama buna karşın musevi olan Karaim Türkleri, ortadoks olan Gagavuz Türkleri inadına Türklüğüne sahip çıkmaktadır. Buradan çıkaracağımız sonuç dinden daha çok milli bilincin korunması gerekliliğidir.
 
Üst