Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Fatih Deste

New member
Katılım
19 Haz 2009
Mesajlar
55
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Konum
Sakarya
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Başbuğ Atatürk'ün "Lâiklik" ilkesinin, benim gözümde bambaşka bir anlamı ve önemi vardır. Din; vicdanda kalmıştır. Din ve ibadet hürriyeti vardır.

Türk Birliği ve Turan diye bahsettiğimiz; yer yüzünde yaşayan bütün Türkler'in tek bir çatı altında birleşmesidir.

Bu kutsal ideoloji, ülkücü kesim tarafından sadece "Müslüman Türkler'in tek bir çatı altında toplanması" anlamına geliyormuş gibi yorumlanmaktadır. Bunun en güzel örneği ise; Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin "Bin yılda karıldı bü ülkenin harcı" diye başlayan reklam panolarıdır. Üzülerek söylüyorum ki; şanlı Türk Tarihi'nin Selçuklu Devleti'nde başladığını düşünmek kadar iğrenç bir durum olamaz. Hele İslâmiyet dışındaki dinlere inanan soydaşlarımızı "Türk değil" gibi yorumlamak ise ayrıca büyük bir yanlıştır.

Oysa Turan; yer yüzünde yaşayan bütün Türkler'in bir araya gelmesidir.

Benim Türk Birliği düşünceme göre ise; din, vicdanda kalmalıdır. Örneğin; Müslüman olan bir Türk ile Gök Tanrı'ya inanan bir Türk yok senin dinin böyle, yok senin dinin böyle gibi tartışmalara girmemelidir. En tehlikeli bölücülük, dinî bölücülüktür.

Shaman Türk kandaşım, çok anlamlı ve çok önemli bir konuya değinmişsiniz. İslâmiyet; Türkiye'de bir "evrensel din" diye değil, bir "Arap dini" olarak yaşanılmakta (günümüzde bunun temeli Adnan Menderes'in, ezanları Arapça'ya çevirmesinden başlamaktadır) ve Araplar'da gördüğümüz her şeyi "İslâmiyet'in emri" imiş gibi algılayan ve yaşayan bir milletimiz vardır. Dinin farklı yorumlanması konusuna hiç girmiyorum. Çünkü söylenecek söz bırakmamışsınız, sağolun.

Sonuç olarak, din; Tanrı ile kul arasında kalmalıdır. Eğer ki Tanrı ile kul arasına üçüncü bir şahıs girerse; o din, din olmaktan çıkar ve birileri tarafından kullanılan bir araç hâline gelir.

Ben de Turancı'yım. Ama kafatasçı da değilim, sentezci de değilim. Her türlü sentezciliğe karşı olduğum ve yukarıda da belirttiğim gibi dinin, vicdanda kalmasından yanayım.

Bir kişi, isterse oduna tapsın. Ama bu dilinde değil, içinde olsun.
 

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Hedef, Amaç, Ülkümüz
Kızılelma'dır.
Türk Milliyetçiliği tarih boyu vardı, İslamiyetten önce de vardı, halen yaşıyor ve tarihin sonuna kadar var olacak.
Değerli kardeşim Şaman-Türk derleme tarzındaki nefis, çok yönlü, detaylı inceleme yazınız için sağolun.
 
Son düzenleme:

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Türklerin İslam’a girişiyle birlikte Türk kültüründe çok büyük değişimler yaşanmaya başlamıştır. Kültürün en önemli öğesi ve taşıyıcısı olan dildeki değişimler ise bu değişimlerin en bariz olanlarındandır. İslamlaşmadan kısa bir süre sonra Türkler, Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Uygur ve Gök Türk alfabeleri terkedilmiştir. Arap alfabesiyle birlikte Türk diline öncelikle dinsel alanda olmak üzere pek çok Arapça ve Farsça sözcük girmeye başlamıştır. Zamanla Türk dili tanınamayacak dereceye gelmiş, Arap ve Fars diline ait söz ve dilbilgisi kurallarıyla boğulmuştur. Özellikle Arap dilinin kutsal, tanrısal bir dil olduğu teması bağnaz din bilginleri tarafından işlenmiş, bu bağlamda bir sürü uydurma hadislerle, bu kültürel cinayete İslam’ın peygamberi Hazreti Muhammed de ortak edilmek istenmiştir. Peygambere mal edilen hadislerle cennet dilinin Arapça olduğu, Allah’ın son kutsal kitabını Arap dilinde indirmek suretiyle Arap diline kutsiyet verdiği fikri Türkler arasında yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla İslamlaşma adı altında tam bir Arap ırkçılığı yayılmış ve bunun tabii bir yansıması olarak da Arap kültür emperyalizmi yaşanmıştır. Bu süreçte Gazneliler Devleti, Seçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti vb. Türklerce kurulan kimi devletlerin resmi dil olarak Arapça ve Farsçayı kullandıkları malumdur. Dolayısıyla Türk dilinin devlet erkinden dışlandığı, aşağılandığı hazin bir dönem Türklüğün kaderi haline gelmiştir. ( İranlı yazar ve bir dönem Türkiye’de kültür ateşeliği yapan Muhammed Emin Riyahi, “Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı” adında bir kitap kaleme almış, Seçukluların kültürel anlamda Fars olduklarını, dolayısıyla kurdukları devletin Fars devleti sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca kitapta Osmanlı padişahlarının önemli bir kısmının ve diğer elitlerin Farsça hayranı olduklarından, Farsça şiirlerle dolu divanları bulunduğundan övgüyle bahsedilmektedir. Sözkonusu kitap, İnsan Yayınları tarafından, Mehmet Kanar’ın çevirisiyle 1995 yılında yayımlanmıştır. )

Egemen Sünni İslam anlayışını benimseyen Türk seçkinlerinin bu dönemde halklarına iyice yabancılaştıkları; Türk isimlerini bırakıp Arap ve Fars isimleri aldıkları, Türklüğü ve Türkçeyi hakir gördükleri bilinmektedir. Ancak bu ağır zulüm karşısında ayağa kalkıp Türk dilini ve Türklüğün öz saygısını korumaya çalışan Türk bilginleri, Türk ozanları da tarih sahnesine çıkmaya başlamıştır. Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmud, Edip Ahmet Yükneki, Yusuf Has Hacib, Ali Şir Nevai vb. Türk bilgin ve uluları yarattıları yapıtlarla Türk dilinin Arap ve Fars dili karşısında yok olup gitmesine ve Türklerin İslamlaşmayla birlikte asimile olup Araplaşmasına ve Farslaşmasına engel olmaya çalışmışlardır. Nitekim Anadolu Alevi/Bektaşilerinin pirlerinden ve ilk Türk mutasavvıflardan olan Hoca Ahmet Yesevi / Pir – i Türkistan şöyle demiştir:

“ Sevmiyorlar bilginler sizin Türk dilini
Erenlerden işitsen açar gönül ilini
Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
Anlamına erenler başlarını eğip uyarlar…”

İşte tarihin bu devresinde büyük göçebe Türkmen kitleleri kendilerine önderlik eden batıni/Alevi/şamani Türkmen derviş ve ozanlarıyla Araplaşma ve Farslaşmaya karşı doğal bir direniş kalesi inşa etmişlerdir. Bu direniş doğal olarak gelişen, refleksif ve reaksiyoner bir hareket biçiminde yayılan ve sosyo ekonomik taleplerle de güçlenen ihtilalci / devrimci bir karakter kazanmıştır. Bu bağlamda Emevi / Abbasi / Arap İslam anlayışını benimseyen ve Türklüğe yabancılaşan egemenlere karşı binlerce ayaklanma gerçekleştirilmiştir. Bu ihtilalci / devrimci ayaklanmaların en ünlüsü ve en etkileyici olanı Karamanoğlu Mehmet Beğ öncülüğünde yapılan ve onbinlerce kişiden oluşan Alevi / batıni/şamani göçebe Türkmen kitleleri tarafından büyük bir katılımla desteklenen görkemli ihtilaldir. 13 Mayıs 1277’ de gerçekleşen bu ihtilalin Türk tarihine geçen en büyük sonucu Anadolu topraklarında Türk dilinin ilk kez resmi devlet dili olarak ilan edilmesidir. Karamanoğlu Mehmet Beğ, ihtilal sonrası duyurduğu yarlık / fermanla Arap ve Fars dilinin kullanımını yasaklayıp Türk dilinin kullanımını zorunlu kılmıştır. Anadolu Türk / Türkmen tarihinin en aydınlık sayfası olan o görkemli yarlıkta şöyle denilmektedir:

“ Şimdiden girü, hiç kimesne kapuda ve divanda, mecalis ve seyranda Türk dilinden gayrı dil kullanmaya ! “

İhtilal sonrası yaşanan önemli olaylardan biri de halka zulmeden, yabancılaşan, Arap ve Fars hayranı yönetici kesime mensup pek çok kimsenin idam edilmek suratiyle cezalandırılmış olmasıdır. Bu cezalandırma büyük Türkmen kitlelerinin deyim yerindeyse milli bir intikamıdır.

Ne varki seçkinlerin yabancılaşma sürecini bu ihtilal de sona erdirememiştir. İhtilaci Türkmenler yaklaşık bir ay kadar başta kalabilmişlerdir. Bir ay sonunda ihtilal bastırılmış ve Farslaşmış Selçuklu egemenleri tekrar yönetime gelmişlerdir. Bu ayaklanmaya ve ihtilale katılanların kimliğini ortaya koyarken Ebubekr – i Konyevi’nin Ravzat’ül Küttab adlı çalışmasında şöyle denilmektedir:

“ …Türkmen topluluğu ile dinsiz isyancılar..”

Kitapta, Ebubekr – i Konyevi ‘nin ihtilalin bastırılmasından sonra Şemseddin Cüveyni’yi kutlayan Arapça bir kasidesi de bulunmaktadır. Buradaki Türkmen ve dinsiz sözcüğü ile Sünni İslam’ı benimsemeyen Alevi / Batıni /Şamani Türkmenlerin kastedildiğini söylemeye gerek bile yoktur.

MUSTAFA CEMİL KILIÇ
 

Shaman TÜRK

New member
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Semerkand - İzmir
Web sitesi
www.Turania.com
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

Anadolu Selçuklularından sonra yaşanan beylikler döneminin ardından sivrilen Osmanlı Beyliği başlangıçta Alevi / Batıni Türkmen dervişlerin desteği ile kurulmuş ve güçlenmişken git gide kendi kurucu unsuruna yabancılaşmış, bu yabancılaşma Yavuz Sultan Selim döneminde doruğa ulaşmıştır. Siyasal yabancılaşma bir tarafa, yabancılaşmanın en ağır biçimde yaşandığı alan yine dil olmuştur. Türk dili bir sürü Arapça ve Farsça sözcüklerle doldurulmuş, dahası pek çok Arap ve Fars dilbilgisi / gramer kuralı Türk diline ithal edilmiş, Türk dili tanınamaz hale getirilmiştir. Türk dilinin içinde bulunduğu bunalımı / buhranı 14. yüzyıl ozanlarından Aşık Paşa şöyle anlatmaktadır:

“ Türk diline kimseler bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu, ol ulu menzilleri…”

İşte Türk dili bu çeşit bunalımlara, dışlanmalara, horlanmalara karşın sahip olduğu gücü ve kendisine sahip çıkan Türk / Türkmen ozanları sayesinde büyüyerek bugünlere değin gelebilmiştir. Osmanlı seçkinlerinin uydurduğu ve içinde Türkçe sözcüklerin sayılabilecek derecede az olduğu “ Lisan – ı Osmani “ / “ Osmanlıca “ ile Türk dili Arap ve Fars kültürünün yoğun saldırısına Alevi / Bektaşi / Batıni ozanların ( Bu arada kimi Osmanlı şairlerinin ve kimi şair padişahların genel manzaraya rağmen sade Türkçe ile yazdıkları şiirleri de söz konusu etmeliyiz. ) şiirleriyle direnmiştir.

Başta Alevi / Bektaşilerin yedi ulu ozanı olmak üzere Türk / Türkmen ozanları, söyledikleri deyişlerle, yazdıkları şiirlerle sadece Türk halkının tercümanı olmakla kalmamış, dünya tarihinin en köklü halklarından olan Türklerin dilini de yok olmaktan kurtarmışlardır. Bu nedenle Yunusların, Pir Sultanların, Fuzulilerin, Kul Himmetlerin, Seyyid Nesimilerin, Şah Hatailerin deyişlerini, nefeslerini bir ibadet vecdi içerisinde bağlama eşliğinde söyleyen, haykıran Anadolu Alevileri, Türk dilinin doğal savunucuları olarak bugün bütün Anadolu ve Balkan Türklüğünün ihtiramına layık seçkin bir Türk topluluğudur.


Bilindiği gibi Sünni ve Şii Müslümanlar, ibadetlerini Arap dilinde yapmaktadırlar. Oysa Anadolu Alevi / Bektaşileri ibadet dili olarak Türkçeyi kullanmakta, bütün cemlerini Türkçe yapmakta, nefeslerini / deyişlerini Türkçe okumaktadırlar. Cemlerde okunan Kur’an ayetlerinin de Türkçeleri okunmaktadır. Bu nedenledir ki, Alevilik ile Türk dili arasında dolayısıyla Türklük ile Alevilik arasında inkarı olanaksız olan sarsılmaz bir bağ vardır.


Dünyanın hızla küreselleştiği çağımızda pek çok dilin unutulup gideceğine ilişkin kimi öngörülerin yapıldığı malumdur. Fütürologların / gelecek bilimcilerin öngörülerine göre İngilizce ve birkaç dilin dışında diğer tüm diller unutulacaktır. Türkçe de bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bizce bu unutulma yazgısından kurtulabilecek dillerin başında din dili / ibadet dili olabilmiş diller gelmektedir. Din dili / ibadet dili olabilen diller, o din veya inanç yaşadığı müddetçe yaşayacaktır. Türk dili de Alevilik / Bektaşilik sayesinde din dili / ibadet dili olabilmiştir. İslam dünyasında Müslümanların, Arapça dışında din dili / ibadet dili olarak kullandıkları yegane dil, Türk dilidir. Alevi / Bektaşi inancı var olduğu müddetçe Türk dili de varlığını sürdürecektir. Alevilerin dışındaki diğer Türk toplulukları maalesef ibadet dili / din dili olarak Türkçeyi kullanmamaktadırlar. Az sayıdaki kamcı/şamanist Türkleri saymazsak Alevilerin dışında Türkçenin ibadet dili olarak kullanıldığı ciddi bir nüfusa sahip Türk topluluğu bulunmamaktadır. Sanıyorum bu sözlerimizin ardından Alevilik ile Türk dili ve Türklük arasındaki bağ daha iyi anlaşılacaktır. (Son dönemde Hrıstiyan Gagavuz Türklerinin bu yönde yani Türkçeyi ibadet dili olarak kullanma yönünde çalışmalar yaptıkları bilinmektedir. Gagavuz Türkleri, aynı mezhebe mensup oldukları Ortodoks Rus Kilisesinin ve Rus din adamlarının etkisiyle ayinlerini Rusça yapmaktaydılar.)

Geçmişte ve bugün Türk / Türkmen kökenli olmayan Alevi / Bektaşi topluluklarının varlığı malumdur. Ancak onlar dahi cemlerinde çoğunlukla Türk dilini kullanmaktadırlar. Çünkü Alevi / Bektaşi yolunun hemen hemen bütün uluları, Türk / Türkmen kökenlidir ve Türk dilinde deyiş ve nefesler söylemişlerdir. Bu nefes ve deyişler ise hangi etnik kökenden olursa olsun bütün Alevi / Bektaşilerin kutsal metinleri hüviyetindedir. Son dönemde özellikle Arnavut dilinde ve Kürt dilinde kimi nefesler söylenmeye başladıysa da bunlar son derece lokaldir. Çünkü Alevi / Bektaşi toplumunun ezici çoğunluğu, yaklaşık yüzde doksan beşi Türk / Türkmen kökenlidir. Türk kökenli olmayan ya da kendilerine bu yönde telkinler yapılan kimi Alevi toplulukları da yapılan tüm telkinlere karşın büyük çoğunluk itibariyle kendilerini Türk kabul etmektedirler. Alevilerin etnik kimliği başlıklı bölümde bu konuya daha geniş bir biçimde değineceğiz.

Alevi / Bektaşi inancı, Türk orijinli olmakla birlikte Türklere özgü değildir. Evrensel bir inançtır. Her ulustan insanın mensup olabileceği bir yol olan Alevi / Bektaşi yolu, özünde insan sevgisinin bulunduğu barışçıl bir felsefeye de sahiptir.



Mustafa Cemil Kılıç

3 Mart 2005
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Arap Kültürünün Türklüğü Yozlaştırması

700 lü yıllarda islamiyetin yeni doğup yayılıma başladığı zamanlarda, Orta Asyada bir TÜRK beyliği bunların analarından emdiği sütü burunlarından getirerek,Büyük kayıplar verdirmektedir.Başlarında MUKANNA(Gülertekin) adlı bir bey bulunmaktadır.

50 000 kişilik kuvvetleriyle Arapları bu coğrafyaya sokmayan Kahraman Mukanna, o zamanki islam alemi tarafından ilk hedef olarak seçilmiş,Bir ALP,bir yiğit kahramandı.Araplar tarafından bu yiğitlere konan ad da KAFİR TÜRKLER di.

MUKANNA Munam adlı kartal yuvası kalesinde,500 000 den fazla arap pisliği tarafından kuşatılarak aylarca cendere altında tutulmuşlar.MUKANNA ve çerileri kahpe araplara teslim olmamak için canlı canlı kendilerini ateşe vererek uçmağa varmışlardır.

İşte bu kahramanlar islam tarihinin her sayfasında KAFİR TÜRKLER diye adı geçen ATALARIMIZDIR.Ne mutlu bize NE MUTLU TÜRK DOĞANA.


Ne çölden geldik ne de bedevi olduk!!! Ezelden edebiyete kadar Türk düşmanı olan bir ırkın mensublarının hiç bir iyi yönü yoktur. Eğer Hz. Muhammed Arap yarımadasında doğmasaydı ve arap olmasaydı, şu anda bu ırkın suratına bakacak bir insan değil köpek bile bulamazdık!!!
 
Üst