Bulaşıcı Hastalıklar ve Korunma Yolları Hakkında Bilgiler

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Paratifo Nedir, Tifo Paratifo

Görünüş ve üreyiş itibariyle tifo mikroplarına pek ziyade benzeyen bir takım mikroplar daha vardır. Bunlara (paratifo mikroplar) derler. Fakat bunlar tifo mikroplarından çok ayrı mikroplardır.
Paratifo mikroplarının çok çeşitleri mevcuttur. Bunların bir kısmı alfabe harfleriyle adlandırılırlar.

Paratifo (A) sınıf tıpkı tifo hastalığının belirtilerine ben­zeyen fakat ondan daha hafif geçen hastalık yapar.

Paratifo (B) sınıfı bir gruptur. Son zamanlarda yapılan incelemeler bunların sayısını pek ziyade fazlalaştırmıştır. Bu sınıftan olan mikroplar etlerin, sütlerin, sebzelerin, meyvaların, bayatlamış birçok gıda maddelerinin içinde üreyip bun­ları zehirli bir hale getirirler. Farkına varmadan bu gibi gıda­ları yiyip içen insanlarda kusmalar, şiddetli karın ağrıları, is­hal, bazen ateşle geçen bir çeşit (gıda zehirlenmesi) hâsıl eder­ler. Halkın bakır çalmasına atfettiği sıkıntılardan bir kısmı bu çeşit zehirlenmeden başka bir şey değildir.

Bu gıda zehirlenmeleri, bazı defa, insanları öldürebilecek derecede şiddetli ve tehlikeli olabilirler.

Paratifo mikropları da, tıpkı tifo mikropları gibi, hasta­lar, lâğım, sular, yiyecek ve içecek maddeleri, karasinekler ve mikrop taşıyıcılar ile etrafa yayılırlar.
Hastaların kanında, büyük apteslerinde, bulunurlar. Ti­fo hastalığı nasıl ve hangi yollardan bulaşıyorsa bunlar da ay­nı suretle bulaşırlar. Bu bakımdan bu hastalıkları da doktor­lar tifo hastalığının yakım olan arızalardan saymışlardır.

Tifo Tedavisi ve Paratifo Tedavisi

Tifo ve paratifolu hastalar, sağlamlardan ayrılarak tedavi edilirler. Tifoya tutulmuş has­tayı tam bir yatak istirahatinde ve doktorun kontrolü altında tedavi etmek lâzımdır.

Yemekler sulu ve hafif gıdalardan seçilir. Süt, yoğurt, yu­murta sarısı, ayran, hoşaf ve meyva sulan, limonata, portakal suyu, bu gıdalar arasındadır. Fakat hastalık uzun sürdüğü tak­dirde bu maddeler hastanın beslenmesine ve hastalığa karşı tam bir mukavemetle mücadelesine imkân vermeyeceğinden doktorun tavsiyesine göre yumurtalı çorbalar, iyice kıyılmış et­ten yapılan köfteler, sebze ve meyve püreleri verilmesi lâzım-gelir. Bağırsaklarda husule gelen yaraların delinmesinden kor­kup uzun zaman derin bir perhiz yapmak doğru değildir. Has­tanın uzun süren ateşine karşı küçük dozlarda ateş düşürücü ilâçlar verilebilir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
En iyisi hastanın kalbi ve damarları kuvvetli olduğu ve doktor müsaade ettiği takdirde banyolar ve ıslak sarmalarla ateşi düşürmeğe çalışmaktır. Antibiyotik ilâçların keşfinden sonra tifo ve paratifoların tedavisi çok kolaylaşmıştır. Bunlar­dan (Shloramphenicol) esasından gelen ilâçlar tifo mikrobuna karşı çok tesirli olduğundan doktorun bu ilâçla yapacağı mü­nasip bir tedavi sayesinde hastanın ateşi süratle düşerek tifo­nun uzun sürücü devresi kısaltılmış, hastaların sıkıntıları iza­le edilmiş ve tehlikeli ihtilâtların önüne geçilmiş olur. Paratifo­larm tedavisi için de antibiyotikler içinde çok tesirli olanları vardır. Yalnız bu ilâçların miktar ve tatbik tarzlarım mutlaka doktorların tayin etmesi lâzım gelir.
Hastaların vücudunu ve çamaşırlarını gayet temiz tutmak icap ederse kolonya veya alkol mahlûlleri ile friksiyonlar yap­mak uygundur. Hastanın kirli ifrazlarla pek fena bir hale ge­len ağzını, paslanan dilini her gün oksijenli su veya glycerine mahlûlleri ile temizlemek pek faydalıdır. Bütün itinalara rağ­men bağırsak kanaması olursa hastanın yemeklerini geçici ola­rak kesmek, karnına buz kesesi koymak, kan durdurucu ilâç­ları süratle enjeksiyon yaparak kanı kesmek, gerekirse hasta­ya kan nakli yapmak tedavinin esasını teşkil eder.

Eğer barsak delinmesi olursa hiç vakit geçirmeden hasta­yı ameliyata sevketmek lâzımdır.

Tifodan Korunma

Hastalara bakanlar ellerini, yüzlerini, bütün vücutlarını daima temiz tutmalı, hasta ile her temastan sonra eller (binde bir sublime mahlûlü) ile temizlenmelidir. Hastala­rın idrar ve büyük apteslerini taşıyan oturaklara (cresylol), (kireç kaymağı) gibi mikrop öldürücü maddeler konulmalı, bunlar bu maddelerle bir müddet temasta bırakıldıktan ve mikropları öldürdükten sonra dökülmelidirler.

Tifo ve paratifo hastalıklarına karşı hazırlanmış koruyucu bir aşı vardır. Hastalığın çıktığı veya çıkmak ihtimali mevcut olduğu zamanlarda sağlamların bu aşı ile aşılanmaları hasta­lıktan korunmak için yapılması lâzım gelen en önemli tedbir­lerden biridir.


"Tifüs Nedir, Tifüs Hastalığı Hakkında Bilgiler:"


Bu hastalığa (Lekeli humma) da derler. Çok bulaşıcı Ve çok tehlikeli hastalıklardan birisidir. Hastalığı yapan (Riket-siya) adında, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikrobun bir sürü tipleri mevcut olduğu yapılan araştırmalardan anlaşıl­mıştır. Tifüsü yapan da ayrı bir tiptir. Bu mikrop hayatının bir devresini elbise bitlerinin vücudunda geçirmekte, bitler vasıtasıyla hastadan sağlama bulaşmaktadır.
Açlık, yorgunluk, pislik, harpler, insanların toplu bir hal­de ve sıkışık durumda yaşamak zorunda kalmaları bulaşmayı kolaylaştıran ve hazırlayan sebepler arasındadır.

Tifüs Hastalığı Belirtileri

Mikrop vücuda girip yayıldıktan sonra has­talık kırıklık, halsizlik, baş ve bel ağrıları ve ateş yükselmesiy­le başlar. Hastanın dudakları kuru, yüzü kırmızı, dili paslıdır. Dalak hafifçe büyür. Dört beş gün içinde vücudun derisi üze­rinde, pire ısırması şeklinde, ufak, kırmızı lekeler ortaya çıkar. (Bundan dolayı hastalığa lekeli humma denilmiştir.) Ateşin yüksek devresinde hastalar kendilerini kaybederler. Sayıkla­ma, bağırma, yataktan atılma halleri görülür. Hasta bazı defa o kadar ağır olur ki, idrar ve büyük aptesini bile, hiç haberi ol­madan altına kaçırabilir.
Hastalığın süresi (12 - 14) gün kadardır. Bu müddeti atla­tabilen hastalar kurtulmuş demektir. Çünkü bu müddetten sonra ateş düşer, hasta kendine gelir. Genel durumu yavaş ya­vaş düzelerek nekahat devresine girmiş olur.

Tifüs esnasında hastanın akciğerlerinde, kulaklarında, böbreklerinde, kalbinde ve damar sisteminde bir takım tehli­keli ihtilâtlar olabilir ki ölümü mucip olan, çok defa, bunlar­dır.

Tifüslü hastayı ateşli zamanında ısıran bitler ondan aldık­ları kanda mevcut mikroplan, üç dört gün içinde, vücutların­da olgunlaştırırlar. Ondan sonra bu bitler çok tehlikeli bir hal alırlar. Bunların sağlam bir insanı hastalığa bulaştırmaları ısırmak suretiyle değildir. Bitin pisliği ile veyahut deri üzerin­de ezilmesiyle vücudundan dışarıya çıkan hastalık mikropları şahsın kaşınmak suretiyle deride açtığı ufak tırnak yaraların­dan vücuda girerek Tifüs hastalığına sebep olur.

Tifüsün biricik bulaşma vasıtası bittir. Ortada bit bulun­mazsa hasta ile ve onun bütün eşyasıyla temas edilse de hasta­lık bulaşmasından korkulmaz. Yalnız bitlerin pislikleri ile bu­laşmış olan eşya ve çamaşırlar üzerinde bitler zamanla kendi kendilerine ölmüş olsalar bile pislikler içinde kalan mikroplar uzun müddet dayanabileceklerinden bu gibi eşyanın, bitsiz ol­duğu halde, hastalığı bulaştırabileceği anlaşılmıştır.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Tifüs Hastalığından Korunma Yolları

Çok tehlikeli olan bu hastalıktan korunmak için biricik çare bitten sakınmaktır. Hasta bitsiz olmalı ve hastalarla temas etmiş olan eşya ve çamaşırlar bitten dikkatle temizlenmelidir. Koruyucu aşısı vardır.

Tifüs Tedavisi

Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi olunur. Eskiden özel surette mikroplar üzerinde tesir edecek bir ilâcı olmayan bu hastalık çok tehlikeli salgınlar yapmış, bütün dün­yada pek çok insan öldürmüştür. Birinci büyük dünya sava­şında bizim yurdunuzda da Tifüs pek büyük tahribata sebep olmuş, başta hastalara bakan hekimlerimiz olduğu halde çok sayıda insanlar bu hastalığa kurban olmuşlardır. Yeni antibi­yotik ilâçların keşfinden sonra hastalığın tedavisi kolaylaşmış­tır. Çünkü bunlar arasında (Chloramphenicol) (Terramycin), (Aureomycin) gibi ilâçlar Tifüste pek şifalı tesir göstermekte ve hastanın hayatını kurtarmaktadırlar.

Tifüs en ziyade vücudun her tarafına bir örümcek ağı gibi yayılmış olan incecik kan damarları sistemine dokunup orada felçler husule getirdiği için hastalık sırasında doktor kalp ve damar ilâçları vermek suretiyle hastayı muhafaza etmek mec­buriyetindedir.
Hastalık sırasında hastasına ve yerine göre verilecek pek çok ilâç vardır. Bunları ancak doktor tayin eder.

Yemekler sulu ve sindirimi kolay gıdalar arasından seçilir. Hastaların, hastalığa mukavemet edebilmesi için iyi beslenme­leri, vücutlarının gayet temiz tutulması lâzım gelir.

"Verem Nedir, Verem Hastalığı Hakkında:"

Verem, dünya üstünde çok yayılmış hastalıklardan birisi­dir. Vücudun birçok yerlerine girerek oralarda kendisini türlü türlü şekillerde gösteren bu hastalık, musallat olduğu kimse­nin vücudunu, sinsi sinsi kemirerek, zayıflatıp tehlikeye düşür­düğü için ona karşı bütün dünyada büyük bir savaş açılmıştır.

Verem, vücudun birçok organlarında, ayrı ayrı bozukluk­lar ve arızalar hâsıl etmesi itibariyle, doktorluğun hemen bü­tün şubelerini ilgilendiren geniş ve karışık bir mevzu halinde­dir.

Verem Aşısını kim buldu?
Veremi yapan mikrop bir Alman âlimi tarafından keşfe­dilmiş olan çomak şeklindeki (verem basili). Keşfedenin adı ile (Koch basili) diye de anılır. Bu mikrop, ufak, kıvrık, içinde noktacıklar gösteren bir çomaktır. Hastaların hastalık bulunan organlarına göre kanlarında; yaraların kanlı ve cera­hatli ifrazlarında, bazı hallerde hastaların büyük abdes, idrarlarında ve balgamlarında bulunur. Laboratuarlarda bu mik­ropları aramak, bulmak ve üretmek mümkündür.

Verem mikrobu insanlarda, sığırlarda, kuşlarda ve soğuk kanlı hayvanlarda görülmekte olduğuna nazaran dört tip ha­linde bulunmaktadır. İnsan ve sığır verem mikropları birbiri­ne çok benzer. İnsana ait olan, sığırlarda hastalık hâsıl ede­bildiği gibi sığırlarınki de insanlarda hastalık yapabilir.
Verem mikroplarının bir takım zehirleri vardır. Verem hastalığı birçok sıkıntılı arızalar ve zehirlerle hâsıl olur.

Verem mikrobu insan vücuduna çeşitli kapılardan girer. Bunlardan en başta gelen teneffüs yollarıdır. Veremli kimsele­rin öksürürken ağızlarından, burunlarından fırla­yan ve içinde verem mikrobu bulunan tükürük ve balgam dam­lacıkları sağlamların ağız ve burunlarına bulaştığı zaman mik­rop teneffüs yollarından, içeriye girerek akciğerlerde oturur ve orada bir odak teşkil eder.

Verem mikrobu hastalardan çıktıktan sonra güneş, ışık ve aydınlıktan mahrum karanlık köşelerde uzun müddet ya­şamakta olduğundan bu mikropla bulaşmış yatak takımları, perdeler, halılar, eski kitaplar... gibi eşya mikrobun etrafa bu­laşmasında rol oynayabilirler.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Verem mikropları bulaşık sütler ve kirli ellerle ağız yolun­dan da vücuda girebilirler. Bu takdirde mideyi geçip bağır­saklara gelirler ve bağırsakların lenfa boğumlarında yerleşip bir odak hâsıl ederler.

Verem mikrobunun gözlerden içeriye girdiğini söyleyen­ler de vardır.
Veremli insanlar hiç bir sağlık tedbirine kıymet verme­den sokaklara, evlere ve açık yerlere kayıtsızca tükürecek olur­larsa bunlardan çıkan ve içinde pek çok mikrop bulunan bal­gamlar etrafa yayılarak toz ve topraklara karışıp kuruyarak bu suretle sağlam insanların teneffüs yollarına geçer ve has­talığı husule getirirler.

Teneffüs yollarından akciğerlere giren verem mikropları ciğerin birçok yerlerinde oturup oradan vücuda yayılarak ne­ticede yine akciğerde yerleşerek (akciğer veremi) dedikleri en çok görülen verem şeklini ortaya çıkarırlar. Bu hastalık bün­yeye ve hastanın mukavemetine göre türlü şekiller gösteren bir illettir.

Verem Hastalığının Belirtileri, Verem Hastalıkları

Verem Hastası Belirtileri; Halsizlik, yorgunluk, sebepsiz gibi görünen zayıflamalar, kan tükürme, öksürük, ateş ve terlemelerle ken­disini gösteren akciğer veremi, dört nala giden ve çok çabuk öldüren şekillerinden tutunuz da, uzun yıllar birçok sıkıntılar­la yatakta yatmağa mecbur eden ve hastayı, bir mum gibi günden güne zayıflatıp eriten şekillerine kadar, pek çok saf­halar gösteren sinsi ve korkunç bir hastalık halindedir.

Akciğerlerde husule gelen bu safhaları iyice görüp anla­mak için (Röntgen) en iyi bir teşhis vasıtasıdır.

Akciğer veremleri sırasında akciğerlerde hâsıl olan yara ve iltihaplar dolayısıyla bu organlarda türlü türlü bozukluklar ortaya çıkabilir.

Bazı defa akciğerin bir veya birkaç noktasında beliren ilti­haplar, vücudun müdafaa kuvvetleri karşısında, az zamanda, kapanıp kireçlenebildikleri halde, bazı defa da iltihaplar git­tikçe ilerleyerek ve akciğerlerin çürüdüğüne delâlet eden bir takım (boşluklar) hâsıl dip bütün ciğerlerin harap olmasına sebebiyet verebilirler.

Uzun yıllar sinsi bir halde devam edebilen akciğer vere­minin bütün safhalarında hasta, hastalık, günlerinin önemli bir kısmını ayakta gezmekle geçirebildiğinden balgamlarında pek çok verem mikrobu bulunan bu gibi hastaların, mikrop­ları etrafa saçmamak için, çok dikkatli hareket etmeleri lâzım gelir. Böyle olmadığı takdirde sağlam insanların bu gibi has­taların etrafa saçılan tükürük ve balgamlarıyla verem mik­roplarına bulaşmaları pek tabiidir. Küçük çocuklar verem mikrobuna karşı gayet hassastırlar. Bunlar, öksürüp aksıran ve balgamında mikrop bulunan bir veremlinin ağzından fırla­yan tükürük damlacıklarına karşı bulunmak zorunda kalır­larsa ağız, burun ve teneffüs yollarından mikrobu kolaylıkla alabilirler.

Hatta bunların gözleri ile de mikropları alıp vereme bu­laştıkları ve bu tesirle çocuğun vücuduna giren verem mik­roplarının boyundaki lenfa bezlerine gelip oturarak onların şişirdikleri (sıraca) ve ilk verem odağını orada hâsıl ettikleri her zaman görülen hallerdendir.

Zaten verem mikropları vücuttaki lenfa bezlerini çok se­verler. Bedene ilk girdikleri zaman lenfa yollarından ilerleye­rek vücudun boyun, iki akciğer arası, koltuk, kasık gibi yerle­rindeki lenfa bezlerine yerleşerek uzun müddet oralarda canlı kalabilirler.

Buralarda sinsi bir tarzda oturan mikroplar, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, sefalet gibi vücudu zayıf düşüren birçok se­beplerle günün birinde azgınlaşarak kana karışırlar
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
ve vücu­dun bazı organlarına gelip oturarak orada verem iltihabı ve yaralarını hâsıl ederler.

îşte bu suretle azgınlaşan verem mikroplarının kana karı­şarak beyin zarlarına oturup orada (verem menenjiti) dedikle­ri hastalığı hâsıl etmesi mümkün olduğu gibi gırtlakta otura­rak (gırtlak veremi), böbrekte oturarak (böbrek veremi), gö­ğüs boşluğunda, akciğerde ve akciğerlerin üzerini kaplayan in­ce zarlarda hastalık hâsıl ettikleri her zaman görülür.

Bunlardan başka verem mikropları kemikleri, kemiklerin içindeki ilikleri, organların oynak yerlerini (eklem'leri) de tu­tabilirler. Oralarda sık sık yerleşerek uzun süren iltihaplar yaptıkları görülür.

Böylece (kemik veremi), (eklem veremi) denilen şekiller ortaya çıkar. Bazı hallerde gözlerde, kulaklarda bile verem hastalığının . yaptığı bir sürü sıkıntılı arızalara rastlamak mümkündür.
Deri üzerinde verem mikroplarından hasıl olan yaralar (lüpüs) uzun yıllar süren, insanı pek ziyade rahatsız eden has­talıklar halindedirler.

Verem İrsi değildir

Verem hastalığı insanlara babadan ve anadan geçen irsî bir hastalık değildir. Veremli ana ve baba­dan doğan çocuklar zayıf bir halde ve belki de vereme istidatli bir bünyede doğabilirler. Fakat veremli olarak doğmazlar. Onların verem hastalığı almaları doğduktan sonra ana ve ba­balarının ve başka yakınlarının saçtıkları mikroplarla bulaş­mak suretiyle olur.

Veremli ana ve babanın çocuğunu, doğar doğmaz, ailesi arasından alıp temiz bir muhite götürecek olursak onu verem hastalığına tutulmadan, sağlam ve gürbüz olarak, büyütmek kabildir.

Fakat toplum halinde ve bilhassa kalabalık şehir ve kasa-balarda yaşayan insanlar, ne kadar dikkat edilirse edilsin, ço­cukluk ve gençlik çağlarında iken etraflarından, az miktarda da olsa, yine mikrop alırlar. Vücutlarına giren bu mikrop eğer hastalık husule getirmezse bedenin gizli köşelerinde, lenfa bez­lerinde saklanır, aşikâr bir hastalık yapmadan, uzun yıllar, oralarda canlı kalır.

Birçok tecrübeler kalabalık yerlerde yaşayan insanların bilhassa şehir ve kasabalarda küçük yaştan itibaren verem mikrobu ile bulaştıklarını fakat ona mukavemet edip hasta­lanmadıklarını göstermektedir.
İnsanların gizli bir şekilde verem mikrobuna bulaşmış ol­malarının bir bakımdan faydası vardır. Çünkü çok zarar gör­meden alınan bu ilk hastalık mikroplarının vücutta gizli bir halde kaldıkça, sonradan gelecek verem hastalığına karşı vü­cudu korumakta oldukları anlaşılmıştır.

îşte bu suretle ilk defa mikrobu almış fakat ondan büyük bir zarar görmemiş olan kimselerin, vücutlarını çok yormadıkça ve verem hastalığına tutulmadıkları, bu suretle ilk alı­nan verem mikroplarının insana nispi bir bağışıklık sağladığı meydana çıkmıştır.
işte bugün kullanılan koruyucu verem aşısının esası bu olaya dayanmaktadır.

Verem Tedavisi

Verem hastalığı vücudun bütün organlarına yayılarak oralarda ayrı ayrı arızalar yaptığı için hastalığın te­davisi de bütün bunlara göre ayrı ve uzun bahisler halindedir.

Verem Tedavi için genel olarak şunları söyleyebiliriz: Veremliler ne şekilde olurlarsa olsunlar bunların tedavisinde bugün elde mevcut yeni ilâçların kullanılmasından büyük faydalar sağlan­maktadır.

(Streptomycine) denilen ilâç modern verem tedavisi için bütün dünyada büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu ilâç veremin her şeklinde büyük bir tesir göstermekte ve bugün geniş ölçü­de kullanılmaktadır. Ancak zamanla anlaşılmış bulunan bir gerçek vardır ki o da verem mikroplarının bu ilâca karşı mu­kavemet kazanmakta olmalarıdır. O takdirde ilâcın verem hastalığına karşı şifalı tesiri ortadan kalkmaktadır. Bunu ön­lemek için yapılacak tedbir bu ilâcın gerek tatbik ve gerekse miktar bakımlarından daima doktorların tavsiyesine göre ya­pılmasıdır. Ulu orta tatbikler daima zarar doğururlar. Bun­dan başka kimya yoluyla sentetik olarak hazırlanmış daha baş­ka yeni verem ilâçları da vardır.

(Streptomycine) in bu sentetik ilâçlarla birlikte kullanıl­ması hem mikropların mukavemet kazanmasını önlemekte, hem de verem tedavisinin daha tesirli olmasını temin etmek­tedir.
Verem tedavisini mutlaka doktorların yapması lâzım gel­diğinden bu küçük kitapta yeni verem ilâçlarının adlarını yaz­mağa ve bunların tatbik şekillerini uzun uzun izah etmeğe lü­zum yoktur.
Bilinmesi lâzım gelen şey bu gün artık verem hastalığının yeni ilâçlar sayesinde, tamamen şifası kabil bir hastalık hali­ne gelmiş olmasıdır.

Eskiden mutlaka öldürücü olduğu kabul edilen (verem menenjiti) gibi ağır şekiller bile bu ilâçlar vasıtasıyla mükem­mel bir surette tedavi edilebilmektedirler.
Veremli hastanın iyi beslenmesi, temiz bakılması, açık havalı yerlerde yaşaması, verem hastalığının yaptığı çeşitli sı­kıntıların bazı ilâçlarla giderilmesi ve vücudun kuvvetlendiril­mesi yine doktorların yapacakları tedavi arasında yer almak­tadır.
Bugün artık verem tedavisi çok ilerlemiş, veremlilerin ev­lerinde tedavileri bile imkân altına alınmış bulunmaktadır.

Verem tedavisinde bugün hastalığın şekline göre yapıla­cak, cerrahî tedaviler de vardır.

Eskiden çok kullanılan akciğer zarları arasına hava vere­rek iltihabı söndürme (Pnömotoraks) tedavisi, birçok ihtilât-lara sebep olması ve yeni ilâçların ortaya çıkması dolayısıyla, hemen hemen bırakılmış gibidir.
Bu yolda bir müdahale icap ederse bugün daha ziyade ka­rından hava vermek suretiyle akciğerlerdeki yaraların söndürülmesi tercih edilmektedir. Veremli'nin göğüs kafesi ve akci­ğerleri üzerine yapılacak bazı cerrahî müdahaleler de vardır. Bunlar ancak verem hastane ve sanatoryumlarında lüzu­munda tatbik edilen tedavi tarzlarıdır.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Veremden Korunma Yolları

Veremden korunmada en başta gelen tedbir, balgamıyla etrafa mikrop saçan hastaların sağlamlardan ayrı­larak tedavisidir. Bu gibi hastaların her şeyden önce, kendile­rinin başkalarına hastalık vermemek lâzım geldiğini takdir et­meleri, şuraya buraya tükürmemeleri, sağlam insanlarla, bil­hassa gençler ve çocuklarla temas etmemeleri lâzımdır.

Yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi hallerden bakınmak, vücudu daima kuvvetli ve temiz bulundurmak vereme tutul­mamak için gerekli olan tedbirlerindendir.
En önemli olan bir koruyucu vasıta da verem aşısıdır. Bu­gün dünyanın her yerinde kullanılan verem aşısı aşıyı keşfe­den iki Fransız âliminin adlarının baş harfleri alınarak (B.C. G.) diye adlandırılan aşıdır.

Bu aşı ile aşılanmak veremden korunmak için büyük bir garanti sağlar. Verem aşısı herkese lâzım değildir. Aşının kim­lere lüzumlu olduğunu kol derisi için verem zehirlerinden ya­pılmış bir mahlûlden bir damla şırınga etmek ve şırınga ye­rinde bir kızarma olup olmadığını tetkik ile anlaşılır. Şayet deride olmasa o kimsenin vücudu verem mikroplarına karşı hassas olduğu anlaşılacağından bu gibilere derhal verem aşısı tatbik etmek lâzım gelir.

Bu aşı verem savaşında doktorların elinde bulunan en ucuz ve en kuvvetli bir silâhtır. Dünyanın her yerinde verem savaşı bu aşı ile yapılmaktadır. Bu sayede veremin bir gün kökünden kazınmasına muvaffakiyet hâsıl olacağı bile umul­maktadır.
Bilhassa doğum çağından itibaren bütün çocuklar ve gençler verem bakımından tetkik edilmeli, ihtiyacı olanlara derhal aşı yapılmalıdır.

"Yılancık Nedir, Yılancık Hastalığı Hakkında Bilgiler:"

Yılancık hastalığı, vücudun derisi veya muhat gışaları içinde iltihap hâsıl olmasıyla kendisini gösteren mikroplu has­talıklardan birisidir.
Yılancığı yapan amil, mikroskop altında zincir şeklinde görülen, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikroplar deri veya muhat gışaları üzerindeki ufak bir yara veya sıyrıktan içeriye girip iltihaplar yaparak yılancık hastalığını ortaya çıkarırlar. Yılancık, vücudun birçok yerlerinde görülebilirse de en zi­yade görüldüğü yer yüzdür. Buna (yüz yılancığı) derler.

Deri ve muhat gışaları üzerinde zararsız olarak yaşayan yılancık mikropları günün birinde gözlerin, kulakların, burun deliklerinin, dudakların kenarlarında hâsıl olan sıyrık veya si­vilcelerden içeriye girdikten birkaç gün sonra hastalık başlar.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Yılancık Belirtileri

Mikropla bulaşan insanda hastalık kırıklık, yorgunluk, baş ağrısı, halsizlikle başlar. Ateş, bir titreme ile, az zamanda yüksek dereceye çıkar. Yüzün mikrop giren yerin­de bir kırmızılık belirir. Bu kırmızılık gittikçe genişler. Kıza­ran saha sağlam olan deri kısımlarından yılankavi bir hudut ile ayrılmıştır. (Bunun için yılancık demişler). Kızaran yerlere el ile dokunulursa düz, parlak ve ağrılıdır. Hastanın dili paslı, iştahı yoktur. Yüzü gittikçe şişer.

Kırmızılıklar ve iltihaplar, çok defa, boyun bükülmeleri gibi derinin kemiğe yakın olduğu kıvrımlar hizasında durur, ileriye geçemez. Fakat bazı vak'alarda hiç bir engel tanımayıp ilerleyerek gittikçe genişler, yukarıdan başın saçlı kısmına aşa­ğıdan bofun derisi üzerine, hattâ daha aşağılara kadar iltihap inebilir.

Bir takım hastalarda da iltihapların bir yerde sönüp diğer yerlerde başlamak suretiyle bütün vücudu gezip dolaştığı gö­rülür (Göçmen yılancık). İltihabın ilerlemiş devrinde hastanın ateşi yüksek, dudakları kuru ve kavruktur. Bazı hastalar bu sırada kendilerini kaybederler. Mikrop zehirlerinin merkezî sinir sistemine tesirleri dolayısıyla, yataklarından kalkmak, dışarıya kaçmak isterler. Yersiz, mânâsız sözlerle sayıklarlar, korkulu bir durum gösterirler.

Bu sırada hastaların yüzlerindeki kırmızılıklar üstünde, içinde su toplamış bir takım kabarcıklar çıkmış, bunlar cera­hatli çıbanlar haline gelmiş olabilir. Hastalık başka arızalarla karışmazsa günün birinde ateş birden bire veya yavaş yavaş düşer. Yüzdeki kırmızılık solar, kabarcıklar çatlar, yaralar ka­buklanır. Hasta artık iyiliğe dönmüş olur.

Bu örneklik tablodan başka ufak bir deri kırmızılığı ile gayet hafif geçen yahut çok ağır bir halde geçip mikroptan ileri gelen şiddetli bir kan zehirlenmesi (septisemi) haliyle hastayı az zamanda tehlikeye düşüren ağır şekiller de vardır.
Yılancık hastalığı sırasında iltihaplı yerlere yakın lenfa boğumlarında cerahatli abseler, akciğerlerde zatürrie tarzında iltihaplar, kalp zayıflaması, böbreklerin bozulması, eklemlerin, romatizma hastalığında olduğu gibi, şişmesi tarzında hastalığı uzatan ve hastayı üzüp zayıflatan birçok ihtilâtlar görülebilir.

İşin en korkulu tarafı mikrobun kana karışarak bütün vü­cuda yayılması ve (septisemi) denilen bir çeşit kan zehirlenme­si hâsıl etmesidir. Bütün bu tehlikeli hallere rağmen hastalık, çok defa, şifa ile neticelenir. Bu defa hastalığa tutulan bağışık­lık kazanmaz. Bilâkis bazı kimselerde mikrop odağı (mihrakı) ortadan kaldırılmazsa sık sık nüküsler görülür.

Yılancık Tedavisi, Yılancık Hastalığı Tedavisi

Ateşli zamanda hastayı yatağa muhafaza et­mek, yüzdeki yaralar üzerine yumuşatıcı merhemler sürmek, ateşe ve ağrılara karşı uygun ilâçlar kullanmak lâzımdır.
Hastalığın en şifalı ilâcı (sulfamid) ler ve (Penicillin) dir. Bu ilâçların hastalık mikrobu üzerine kat'î tesiri mevcut oldu­ğundan hastaların kolayca iyileştirilmesi ve ihtilâtlardan ko­runması mümkündür. Bu ilâçların keşfinden sonra yılancık hastalığının artık eski önemi kalmamıştır.

Yılancıktan Korunma Yolları

Vücudu gayet temiz tutmak, derinin her­hangi bir yerinden kıl koparmamak, sivilceleri tırnaklamamak lâzımdır. Bu suretle deri üzerinde sıyrıklar açılmasına ve yı­lancık husulüne meydan verilmemiş olur.Hastalığın koruyucu bir aşısı yoktur.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
"Dizanteri Hastalığı Nedir, Çocuklarda Bebeklerde Dizanteri:"


Halk dilinde (kanlı basur) denilen hastalıklardır. Hastalı­ğı hâsıl eden mikroplar bakımından iki türlüdür.

1 — Basili dizanteri
2 — Ampili dizanteri

Basili Dizanteri

Çok eskiden beri bilinen ve salgınlar yapan bulaşıcı hastalıklardandır. Tarihte savaşan orduların bozulmasına ve perişan olmasına sebep olmuş büyük dizan­teri salgınları vardır. Zaten dizanteri harp, açlık ve sefalet za­manlarını fırsat bilen ve böyle zamanlarda ortaya çıkıp her ta­rafa yayılmak azgınlığında olan bir hastalıktır. Hastalığı ya­pan ufak çomak şeklinde bulunan (dizanteri basilleri) dir. Bu basiller hastaların kalın bağırsağında açılan yaralarda bulu­nurlar ve büyük aptes ile dışarıya çıkıp her tarafa yayılırlar.

Kendileri hiç hasta olmadıkları halde bağırsaklarında bu mikropları taşıyıp etraflarına bulaştıran (sağlam taşıyıcılar) da vardır. Bu mikroplar büyük aptes vasıtasıyla dışarı çıktıktan sonra sulara, topraklara, sebze ve meyvalara bulaşırlarsa bu suları içenler ve bu gıda maddelerini temizlemeden, pişirme­den yiyen insanlar hastalığa tutulmak tehlikesine düşmüş olurlar.
Mikrop insan vücuduna ağızdan ve sindirim yollarından girer. Bunlar kalın bağırsakta üreyip çoğaldıktan ve iltihaplar yaptıktan sonra hâsıl ettikleri zehirler bütün vücuda yayıla­rak hastalık ortaya çıkmış olur.

Dizanteri Belirtileri

Basilli dizanteri kırıklık halsizlik ve ateş yükselmesi ile başlar. Çok geçmeden hastada karın ağrıları ile birlikte ishal hâsıl olur. Büyük aptes başlangıçta sulu bir halde iken zaman geçtikçe içinde kan ve sümük gibi madde­ler peyda olur. Günlük dışarıya çıkma sayısı gittikçe fazlalaşır. Bu hal hastayı pek ziyade rahatsız eder. Günde (20 - 30) defa dışarıya çıkmak zorunda kalan hastalar Vardır. Karın ağrıları fazlalaşır. Dışarıya çıkma sırasında makatta ıkıntı, bu­runtu halleri baş göstererek hastaya çok sıkıntı verir.

Hastanın iştahı yoktur. Ateşi yükselir. Derin bir halsizlik içinde yatağa düşmüştür. Sıklaşan ishal yüzünden vücudun­dan çok su kaybeder. Dudakları kurur, dili paslanır, az za­manda çok zayıf düşer. Hastalık böylece bir hafta kadar sü­rer. Fakat bu şiddetli sıkıntılar hastanın kalbini ve damar sis­temini bozup zayıflatarak ölümlere sebep olabilir. Dizanteri mikropları kalın bağırsağın iç zarında sathî, geniş, etrafı gi­rintili çıkıntılı yaralar yaparlar. Büyük aptesin içine kan bu­laşması, hastada karın ağrıları olması bu yüzdendir.

Hastalık iyileşmeğe yüz tutarken bazı hastalarda, diz ka­paklarından başlayıp az zamanda öteki eklemlere de geçen, ro­matizma tarzında ağrı ve şişlikler olduğu görülür.

Hasta iyi bakılmaz, iyi tedavi edilmezse, perhizi çabuk bozarsa hastalık müzmin bir şekil alarak sürüncemede kala­bilir.
Hastalığın teşhisi için laboratuarlarda büyük aptesin muayene ve tahlili lâzımdır
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Ampili Dizanteri

Bu hastalığı yapan mikrop (dizanteri amibi) dedikleri ufak, tek hücreli bir hayvancıktır. Hastalığı hasıl eden amibin erişkin ve hareketli şekilleri ise de mikro­bun ufak, yuvarlak ve (kist) dedikleri mukavemetli şekiller al­dığı da olur.
Dizanteri amibi de sulara, çiğ yenen sebze Ve meyvalara ve çeşitli gıdalara bulaşarak insanlara ağız yolundan girip has­talığı hasıl eder.

Ampili Dizanteri Belirtileri, Amip Dizanteri

Ampili dizanteri, basilli dizanterinin tersine olarak, sinsi ve gürültüsüz bir tarzda başlar. Hastada kırık­lık, halsizlik, iştahsızlık, hazımsızlık gibi haller görülür.
Hastanın başlangıçta büyük aptesi suludur. Fakat birkaç gün sonra karında ağrılarla, ıkıntı ve buruntu ile beraber kan ve sümük ortaya çıkar. Basilli dizanterideki sümük koyu, bu­lanık ve cerahatli bir manzara olduğu halde amiplinin bağır­saklarından çıkan sümük cam gibi şeffaftır.
Amipli dizanteriye tutulmuş hastalara, çok defa, ateş ol­maz. Günlük dışarıya çıkma sayısı, basillide olduğu kadar çok değildir. En ağır vak'alarda yirmi dört saatte (10) defayı geç­mez.

Amipli dizanteri başlangıçta anlaşılıp tedaviye başlanmaz­sa derhal müzminleşir. Çünkü müzminleşmeğe son derece mü­sait olan bir hastalıktır. Zaman zaman ishal ve zaman zaman inkıbazlara sebep olmak suretiyle yıllarca sürer ve hastayı ca­nından bezdiren müzmin amipli dizanteri şekilleri vardır.

Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, barsaklardan karaciğere geçerek orada (karaciğer apsesi) dedikleri teh­likeli bir ihtilât hâsıl edebilirler.
Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, bağırsaklar hastalıklı iken harpler ve göçler dolayısıyla dünyanın bir­çok yerlerine yayılmıştır.
Bizim memleketimizde de şurada burada tek tük vak'alar halinde her zaman görülmektedir.

Dizanteri Tedavisi, Kronik Dizanteri

Dizanteri Hastalıkları tedavisinde en önemli mesele perhizdir. Gıdalar hastalığın devrine, hafif veya şiddetli olmasına göre sulu, hazmı kolay ve kalın bağır­sakta posa bırakmayacak olan maddeler arasından seçilmeli­dir. Dizanterilerde karın ağrısı, ateş, kırıklık, kalp zayıflama- sı gibi sıkıntıları ortadan kaldırmak için uygun ilâçlar kullan­mak, karın üzerine kuru veya yaş şekilde sıcak tatbikat yap­mak hastanın çabucak rahatlamasını temin eder.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Özel tedaviye gelince: basilli dizanteri eskiden kendi özel serumu ile tedavi edilirdi. Fakat son yıllarda ortaya çıkan sulfamid'ler ve bir takım antibiyotik ilâçlar basilli dizanteri hastalığında pek şifalı tesir gösterdiğinden doktorun vereceği bu ilâçlarla hastalığın kolayca tedavisi mümkündür. Bugün artık dizanteri serumu kullanılmaz olmuştur. Bilhassa bağırsakta erimeyen (sulfaguanidin) kökünden olan ilâçların basilli dizan­teride büyük faydaları vardır. Vücudundan çok su kaybetmiş, derin bir halsizlik ve zayıflık içine düşerek kalp ve damar sis­temi bozulmak tehlikesine uğramış hastalara kalp ve damarları kuvvetlendirici ilâçları enjeksiyon suretinde tatbik etmek ve lüzum hâsıl olursa hastaya kan nakli yapmak lâzım gelir. Amipli dizanterinin biricik tesirli ilâcı (Emtein) dedikleri maddedir. Fakat bu ilâç aynı zamanda zehirli olduğundan yapılma tarzı ve miktarları mutlaka doktor tarafından tayin ve tatbik edilmelidir. Çünkü bu ilâç deri altından şırınga edil­mez. En tesirli şekli damar içinden enjeksiyon tarzıdır. Bu da çok dikkat ve itina isteyen bir meseledir. Emerin tedavisi sı­rasında hastayı yatakta yatırmak ve daima doktorun kontrolunda bulundurmak lâzım gelir.

Korunma

Dizanteriden korunmada en esaslı tedbir vü­cut, eşya ve gıda maddelerinin temizliğidir. Büyük aptes, lâ­ğımlar, sular daima gözönünde bulundurulmalı, pislikler üze­rindeki mikropları her tarafa taşıyıp bulaştıran kara sineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Şüpheli suları kaynatmak, sebze ve meyvaları iyi temizlemek ve pişirmek lâzımdır.

"Aids Nedir, Aids Hakkında Bilgi, Aids Hastalığı:"

AİDS, 1981 yılından beri farkına varılmış bir hastalıktır.

Virüslerle bulaşan bu hastalıkta ölüm oranı yüksek olup (yaklaşık yüzde 50), bugüne kadardünyada 15 bin kadar vak'a bildirilmiştir. Bun­ların büyük çoğunluğu hâlen Amerika Birleşik Devletleri'ndedir.

AİDS, (Acquired Immune Deficiency Syndrome) kazanılmış immün yetersizlik sendromu şeklinde dilimize çevrilebilir. Hastalık kazanılmış­tır, yani doğuştan olan veya irsî değildir. İmmün kelimesi vücudun do­ğal savunma gücünü ifade eder. Sendrom ise, bir hastalığı belirleyen ve birlikte bulunan bir grup özel şikâyet ve belirtilerin tümünü ifade eder. AlDS'li hastalar, normal bir organizmanın kolayca yenebileceği hastalıklara açıktırlar.

AlDS'li hastalar, immün yetersizlikleri nedeniyle, fırsatçı enfeksi­yonlara kolayca tutulurlar. Bunlar genellikle soğuk algınlığı, nezle ve­ya diğer viral bir enfeksiyon gibi görünürler. İlk belirtiler arasında hal­sizlik, kolay yorulma, iştahsızlık, ateş, gece terlemesi, lenf bezlerinde şişme (boyunda, koltukaltlarında ve kasıklarda), zayıflama, diyare, ök­sürük ve çeşitli deri lezyonları görülebilir.. Bu belirtiler aylarca bu şe­kilde sürebileceği gibi, tabloya eklenen enfeksiyonlar durumu ağırlaş­tırabilir. Hastaların hemen yarısı "pneumocystis carinii" denilen bir çeşit parazitle oluşan bir pnömoniye tutulurlar. Hastaların üçte biri ka­darı "Kaposi sarkomu" denilen nadir bir deri kanserine tutuldukları gibi, fırsatçı dediğimiz ve normal kişilerde hastalık yapmayan mantar­lar, bakteriler, virüsler ve parazitlerle enfekte olurlar. Kuşkusuz bu has­talarda fırsatçı olmayan gerçek patojen yani hastalık yapıcı bakteriler ve virüsler de aynı zamanda hastalıklara sebep olabilirler. Cetvel I AlDS'li bir hastanın özelliklerini özetlemektedir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde Haitili göçmenler ayrı bir risk gru­bu oluşturmaktadırlar.

Aids hastalığının bir virüs tarafından oluşturulduğu 1983 yılında Paris'te Institut Pasteur'de Dr.Montagnier tarafından bildirilmiştir. Fransızlar, bu virüse LAV (lenfadenopati virüsü) adını vermişlerdir. Bir­kaç ay sonra Amerikalı Dr. Gallo ve arkadaşları da aynı virüsü bulmuş­lar ve buna HTLV-III (human T-cell leukemia virüs III) adını vermişler­dir. Bu virüs rektal, vajinal yollarla veya kan yoluyla (bulaşmış kan ve­rilmesi veya bulaşık şırıngalar kullanılmasıyla) vücuda girmekte; kan­daki T lenfositlerinin bir kısmının (T4 lenfositleri veya yardımcı lenfo­sitlerin) içine girerek orada çoğalmakta ve o sırada lenfositi yok et­mektedir. Çoğalan virüsler yeni hücrelere girerek devamlı çoğalmak­ta ve T4 lenfositleri de giderek azalmaktadır. Vücutlarına virüs giren kişilerin kanında virüse karşı antikorlar bulunur. Bunlara "seropozitif kişiler" denir. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bir hastalık belirtisi göstermez; ya da nezle, yorgunluk, kırıklık gibi kısa süreli belirtilerle has­talığı geçiştirirler. Virüslü kişilerin yüzde 10 kadarı orta şiddette bir hastalık gösterirler. Bu tabloya "Lenfadenopati" şekli denildiği gibi, ARC (AİDS Related Complex) şekli de denmektedir. Burada hastalar aylar ya da yıllarca süren ateş, gece teri, zayıflama, halsizlik, diyare, lenf bezlerinde büyüme gibi belirti ve şikâyetlerle hasta olurlar. Niha­yet virüslü kişilerin yüzde 1 kadarı tam ve ağır AİDS hastalığına tutul­maktadırlar.
AIDS'li Bir Hastanın Özellikleri

Hasta 60 yaşından daha gençtir.
Homoseksüel ve biseksüel erkekler
Damardan ilaç zerkeden toksikomanlar
Kan transfüzyonu alanlar
Hemofilik hastalar
AlDS'li hastalarla cinsel ilişkide bulunanlar
Yukarıdakilerin çocukları
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Aids Hastalığının Belirtileri, Aids Hastalığı Belirtiler Nelerdir

Aids Nasıl Anlaşılır, Uzun süren ateş Önemli kilo kaybı Uzun süren ishal Deri döküntüleri Ağızda ve makatta yaralar Devamlı öksürük Nefes darlığı Çeşitli yerlerdeki lenf bezlerinde şişme Özellikle kol ve bacaklarda mor -siyah lekeler (Kaposi sarkomu)

Laboratuvar Bulguları

AİDS virüsüne karşı hasta kanımda antikor varlığı
Kansızlık
Enfeksiyonları tanımak için balgam, kan ve idrar bulguları
İlave/kanser şüphesi varsa biyopsi
Karıda yardımcı T lenfositlerinde azalma
Kanda önleyici T lenfositlerinde artma
İmmünolojik deri testlerinde bozukluk

Esasen birçok enfeksiyöz ve virütik hastalıkta da aynı durum göz­lenir. Bir uçta hastalıktan ölünürken, diğer uçta gizli enfeksiyon veya hiç hasta olmayanlar bulunur. Viral B hepatiti bu duruma güzel bir örnektir. Her yıl yüzbinlerce kişi dünyada hepatit B virüsü ile enfekte olmakta ve bunların büyük çoğunluğu (yüzde 75) hiç hasta olmamak­ta veya gripal enfeksiyon gibi (yorgunluk, nezle vs.) bir tabloyla işi ge­çiştirmektedir. Virüs alanların yüzde 25 kadarı bulantı, kusma, karın ağrısı, sarılık gibi belirtilerle hasta olmakta ve iyileşmektedir. Yüzde 10 kadarı iyileştikten sonra virüsü taşır (portör). Virüs alanların ancak yüzde 1 kadarı, sarılıkla başlayan hastalığı geçiremez, karaciğer yet­mezliğinden ya da hepatit sonrası oluşan karaciğer kanserinden kay­bedilirler. Görüldüğü gibi, hepatit B virüsü ve AİDS virüsünün yarat­tıkları hastalık oranları birbirine benzemektedir. Cetvel II bu durumu özetlemektedir.

Virüs ve Hastalık

Virüsle temasa geliş (Seropozitivite) % 100
Orta şiddette hastalık (ARC) % 10
Ağır hastalık (AİDS) % 1
Aids Hastalığı Nasıl Bulaşır? Aids Hastalığı Hakkında Bilgi
Cinsel Temasla ve Diğer Yollarla Bulaşan Hastalıklar

AİDS'in olası bulaşma yolları virüsün bulunmasından önce de biliniyordu. Ama virüsün bulunması ve kan testleri­nin kullanılmasından sonra bu konuda daha kesin bilgiler elde edildi. AİDS, virüslü kan ve kan ürünlerinin verilme­si, kan testleri olumlu sonuç veren kişi­lerle cinsel ilişki ve anne adayının ge­beliği sırasında virüsü taşıması duru­munda kesin olarak bulaşır. Hastalık belirtisi vermeden bu virüsü taşıyan herkesin enfeksiyonu bulaştırabileceği de unutulmamalıdır.

Şimdi bu bulaşma yollarını daha ay­rıntılı inceleyelim:

• Kan yoluyla bulaşma - 1980lerin or­talarına gelindiğinde Batı'da kan ya da kan ürünleri (plazma vb) nakli yapılan hastalar arasında çok sayıda bulaşma saptanmıştı. Özellikle sık sık pıhtılaşma faktörleri nakli yaptırmak zorunda olan hemofili hastalarına virüs bu yolla bula­şıyordu.

1985'ten sonra denetimler sıklaştırılarak virüs taşıyan kanların kan banka­larında elenmesi, kan ürünlerinin ısıyla işlenmesi, kan vericilerinin yüksek risk gruplarından
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
olmamasına özen göste­rilmesi gibi önlemler alındı. Böylece kan nakli yoluyla bulaşma en aza indi­rildi. Günümüzde gelişmiş ülkelerde pıhtılaşma faktörleriyle bulaşma oranı çok düşüktür. Ender görülen örnekleri de vericinin kısa süre önce enfeksiyo­nu alıp virüse karşı henüz antikor ge­liştirmeden bağışta bulunmasıyla açık­lanabilir.

Kan yoluyla bulaşma damardan uyuşturucu kullananlar arasında çok yaygındır. Uyuşturucu bağımlılarının aynı şırıngayı birçok kez ve ortaklaşa kullanmaları virüsün kan yoluyla bulaş­masına yol açar.

Uyuşturucu bağımlılarının daha kü­çük, ama gene de önemli bir bölümünde virüs cinsel ilişkiyle bulaşır; bu grupta olguların yaklaşık yüzde 30'u virüsün cinsel ilişkiyle bulaşmasına bağlıdır.
Uyuşturucu bağımlıları arasında kan ve cinsel ilişki yoluyla virüs yayılması daha önce de gözlenmiştir. Bu kişilerde B tipi hepatit virüsünün aynı yoldan bu­laştığı bilinmektedir. Hatta B tipi hepa­tit son 20 yılda uyuşturucu bağımlıları­nın yüzde 90'ında görülen bir hastalık olmuştur.
Uyuşturucu bağımlılarının ortak şı­rınga kullanma alışkanlığı, endokardit (kalp iç zarı iltihabı) gibi ağır bulaşıcı hastalıklara da yol açabilir.

Kullanılmış bir şırıngada yaklaşık 34 mikrolitte kan kalmaktadır. Bu mik­tar, şırıngayı damarına sokan bir sonra­ki uyuşturucu bağımlısına HIV ve baş­ka hastalık etkenlerini bulaştırmaya ye­terlidir. Yalnız şırınga iğnesinin ucuna bulaşmış olabilecek kan miktarı ise şı­rıngada kalanın yüzde l'i kadardır. Bu nedenle iğne ucunun bir kez yanlışlıkla batması sonucu bulaşma çok ender gö­rülür. Halka açık yerlere atılmış iğnele­rin yanlışlıkla batması sonucu HIV bu­laşan hiçbir olgu bildirilmemiştir.

• Cinsel ilişkiyle bulaşma - Virüs aynı ya da karşı cinsle yapılan her türlü (anüsten, dölyolundan ya da ağızdan) cinsel ilişki sırasında bir eşten öbürüne bulaşabilir. Virüsün bu yolla alınıp alınmadığını saptamak için eşlerin cin­sel yaşamöyküsü dikkatle incelenmelidir. Bu saptamada dikkat edilmesi gere­ken çeşitli öğeler şunlardır:

Eş seçimi: Seçilen eşin kanında vi­rüs bulunma olasılığı açısından önemli­dir. Uyuşturucu bağımlılarının, her iki cinsle ilişkide bulunanların ve eşcinsel­lerin virüsü taşıma olasılığı daha yük­sektir. Ama istatistikler bu durumun hızla değişmekte olduğunu ve karşı cinsle ilişkinin başlıca bulaşma yolu olacağını göstermektedir.

Eş sayısı: Cinsel yaşamda değiştiri­len eş sayısı arttıkça, virüs taşıyıcı bir eşle birleşme olasılığı da artacaktır.

Cinsel ilişkinin türü ve sıklığı: Ka­nında virüsü taşıyan bir eşle kurulan cinsel ilişkide ilişkinin sıklığı bulaşma tehlikesini artırır. Ayrıca özellikle anüs yoluyla edilgen ilişkide virüsün bulaş­ma oranı daha yüksektir.

Prezervatif kullanımı: Virüs taşıyıcı bir eşle yaşanan cinsel ilişkide bulaşma olasılığını 10 kez azaltır.
Cinsel organlarda iltihaplı hastalık ya da yaraların varlığı: Yara ve hastalıklar virüsün bulaşmasını kolaylaştırıcı bir ortam oluşturur. Virüs taşıyıcı bir eşle dölyolundan bir kez cinsel ilişki so­nucunda virüsün bulaşma olasılığı 100'de 1 ile 500'de 1 arasında tahmin edilmektedir. Yukarıda söz edilen ko­şulların bir araya gelmesi bulaşma tehli­kesini kat kat artırır. Örneğin kişinin uyuşturucu bağımlısı bir eş seçtiğim ve prezervatif kullanmadan dölyolu ilişki­sine girdiğini varsayalım. Bu bölgedeki uyuşturucu* bağımlıları arasında virüs taşıyıcılığı oranı da yüzde 30 olsun. Bu durumda kişinin virüs taşıyan bir eşe rastlama olasılığı yaklaşık 3'te l'dir ve bir kez ilişkide bulunmak bile 300'de 1 ile 1.500'de 1 arasında bir olasılıkla ki­şinin virüsü almasıyla sonuçlanacaktır. Cinsel organlarda yaraların bulunması ise bu olasılığın çok yükselmesine yol açar.

• Gebelik sırasında anneden çocuğa (dikey) bulaşma - Kanında virüs taşı­yan annelerin doğurduğu bütün bebek­lerde HlV'e karşı antikorlar bulunduğu bilinmektedir. Ama antikorlar anneden bebeğe edilgen biçimde geçebildiğin-den bebeklerin hepsinde enfeksiyon gö­rülmeyebilir. Dikey bulaşma olguların yüzde 30'u kadarında söz konusudur
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
AİDS virüsüne, virüs taşıyıcı anne­lerin sütünde de rastlanmıştır. Doğum­dan kısa bir süre sonra virüsü alan anne­lerin enfeksiyonu bebeklerine süt yo­luyla bulaştırdığı olgular da bildirilmiş­tir.

Henüz kanıtlanmamış bulaşma yolları - Bilim adamları varsayılan, ama henüz kanıtlanmamış HIV bulaş­ma yolları üzerinde yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Aile, okul, işyeri, has­tane gibi ortamlarda virüs taşıyıcı in­san sayısının gittikçe artması, ayrıca virüsün kan dışındaki vücut sıvılarında da bulunduğunun saptanması, bilinen­lerin dışındaki bulaşma yollarının da dikkatle araştırılmasını gerektirmekte­dir.

Birçok araştırma HlV'in ter, tükü­rük, gözyaşı, idrar gibi vücut sıvılarıyla bulaşmadığını göstermektedir. Bu ne­denle kan ya da cinsel ilişki yoluyla bu­laşmanın dışta tutulduğu aile, okul ya da işyeri gibi ortamlarda virüs taşıyıcı kişilerin virüsü bulaştırma tehlikesi yoktur. Tuvalet, havlu, elbezi gibi yer ve eşyaların ortak kullanımı tehlike yaratmaz. Virüs sivrisinek gibi böcek
mega_shok.gif
-malanyla da geçmemektedir.
Şimdi bu sonuçlan veren araştırma­ları daha ayrıntılı inceleyelim:

Tükürükle bulaşma olasılığı: Vi­rüsün tükürükte görülme oranı kanda görülme oranından çok düşük olmakla birlikte, taşıyıcıların tükürüğünden de virüs ayrıştırılmıştır. Öte yandan çok az tükürük, vücut dışı ortamda AİDS virü­sünün üremesini önlemektedir.

Bir varsayıma göre tükürükle bulaş­ma büyük miktarlarda kanın tükürüğe karışmasıyla gerçekleşebilir. Bu yönde­ki araştırmalar özellikle kanında virüs taşıyan kişilerin ısırdığı ya da hastane ortamında tükürükle ilişkisi olanlar üzerinde yürütülmektedir. 1986'da bil­dirilen bir çocuk hastanın enfeksiyonu ısırma yoluyla almış olabileceği üzerin­de durulmuş, ama bu hastanın geçmi­şiyle ilgili bilgilerin yeterli olmaması nedeniyle kesin sonuca varılamamıştır.

AIDS'li hastalar tarafından ısırıldıktan sonra uzun süre izlenen sekiz sağlık görevlisi ve sekiz çocukta virüs saptan­mamıştır. HIV'li hastaların tükürüğüyle ilişkisi olan sağlık görevlilerinin hiçbiri virüsü almamış, ağız yoluyla HIV'li hastalara yapay solunum yaptıran iki görevlide de bulaşma görülmemiştir.

Gözyaşıyla bulaşma: HIV kanında virüs bulunan kişilerin gözyaşından çok ender olarak elde edilmiştir. Bugüne değin gözyaşı ya da kontak lens yoluyla bulaşma bildirilmemiştir, ama muayene ya da lens denemeleri sırasında virüsün bulaşma olasılığı üzerinde durulmakta­dır.

İdrarla bulaşma: HlV'in idrardan elde edilme sıklığı da çok düşüktür. Hastaların idrarıyla ilgili işlemler ya­pan sağlık personeli arasında bu yolla bulaştığı bilinen herhangi bir olguya rastlanmamıştır.

Aids Hastalığında Epidemiyoloji

Epidemiyoloji, bir hastalığın toplumlarda veya çeşitli bölgelerde dağılışını ve sıklığını inceleyen bilim dalıdır. Biz bu bölümde AİDS'in dünyanın çeşitli yerlerinde ortaya çıkışını, dağılışını ve sıklığını kısa­ca anlatacağız.

ilk defa, 1981 yılı ilkbaharında, California Üniversitesi'nden Dr. Gott-lieb ve arkadaşları 5 homoseksüel erkekte "Pneumocystis carinii" mik-robuyla oluşmuş pnömoni (zatürree) gördüklerini bildirdilerBu çok na­dir pnömoni şekli, genellikle bazı ilerlemiş kanser ve lösemilerde ve bir de, böbrek nakli yapıldıktan sonra yeni böbreğin atılmaması için vücut bağışıklık sistemine (immün sisteme) baskı yapan ilaçlar veri­len hastalarda görülürdü. Bu pnömoninin sağlam görünüşlü 5 erkek­te birden görülmesi dikkati çekmişti. Bu 5 kişiden ikisi de tedaviye ce­vap vermeyip ölmüşlerdi.

Hemen aynı günlerde, New York Üniversitesi'nden Dr. Friedman son 30 ayda tesbit ettiği 26 Kaposi vak'asını bildirdi. Bunların 20 tane­si New York'ta ve 6 tanesi California'da görülmüştü. Hastaların hepsi erkek ve homoseksüel olup, yaşları 26 ile 51 arasındaydı ve 4 tanesin­de de ayrıca pneumocystis carinii pnömonisi vardı. Teşhisten sonra geçen 2 yıl içinde hastaların 8 tanesi ölmüştü. Kaposi sarkomu gibi çok nadir bir tümörün böyle sıklıkla görülmesi çok dikkate değerdi.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Bunun arkasından California'dan başka bir haber daha geldi: Yeni 10 tane pneumocystis carinii pnömonisi daha görülmüştü. Bunlar da genç homoseksüel erkeklerdi ve yine ikisinde ayrıca kaposi sarkomu vardı.

Bunun üzerine ABD Georgia eyaleti Atlanta şehrinde bulunan Hastalıkları Kontrol Merkezleri Federal Bürosu bu konuyu ele aldı ve ne olduğu belirsiz bu yeni sendromu araştırmaya başladı. Binlerce homoseksüel incelendi. Hastaların hemen hepsinin amil-nitrit ve butil-nitrit gibi cinsel uyaranlar kullandığı düşünülerek, bu ilaçların has­talığa sebep olup olmadığı araştırıldı. Bir başka sebep, hipotezi de "immün sistemine yüklenmesi" ileri sürüldü. Buna göre, AİDS'ti hasta­lar, yıllardan beri çok sayıda eşle cinsel ilişkileri olan ve çeşitli zühre­vi hastalıklara tutulan kişilerdir. Ayrıca rektal yoldan giren sperma da buradaki çatlaklardan kana karışarak immün depresyon (çöküntü) yap-maktadır. Böylece uzun süreli yıpranmalar AİDS'i oluşturmaktadır.

Antikorlara, yani immünglobülinlere gelince: Bu hastalarda anti­kor yapımı devam etmektedir. Ancak, bu antikorların virüse karşı ko­ruyucu etkileri yoktur. Antikorların miktarları normal, ya da artmış bulunmaktadır. İmmün sistem bozulduğu halde, antikor yapımının devam etmesi, T hücre yetersizliği nedeniyle, gereksiz antikor yapımının kont­rol altına alınamayışındandır.

İmmün sistem tarafından salgılanan bazı maddeler de bu hasta­larda anormallikler gösterir. "Lenfokin" denilen bu maddeler, bağışık­lık hücrelerinin aralarında haberleşmede rol oynarlar. Bunlardan biri olan interlökin-2 (IL-2) lenfositlerin bölünüp çoğalmasını sağlayan ve mücadeleyi kolaylaştıran bir maddedir ve AlDS'li hastalarda azalmıştır.

Görüldüğü gibi, AİDS virüsüyle temasa gelmiş hastalarda vücutta bağışıklık sistemi bozulmuş ve vücut dışarıdan gelen çeşitli hastalık etkenlerine karşı savunmasız ve açık hale düşmüştür. Bu nedenle, bi­raz ileride göreceğimiz klinik tabloda yer alan çeşitli enfeksiyonlar AİDS'ti kişilerin yaşamasını imkânsız hale getirmektedirler.

Aids Klinik Tablolar ve Enfeksiyonlar

AİDS içinde ileri derecedeki bağışıklık yetmezliği nedeniyle olu­şan karmaşık klinik tablolar bulunmaktadır. Hastalığın gidişi sırasında sık sık tekrarlayan fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi sarkomu görülür. Kaposi sarkomu aslında nadir görülen bir kanser türü olmakla beraber, AlDS'li hastaların üçte biri kadarında görülebilmektedir. Bu has- talar aynı zamanda, lenfoma dediğimiz türden tömürler de oluşturabi­lirler.

Başlangıç kısımda sözünü ettiğimiz LAV/HTLV—III virüsü vücuda girdikten sonra özellikle yardımcı T hücrelerini işgal etmekte, onların içinde çoğalmakta ve bu hücrelerin gelişmelerini ve görev yapmalarını engellemekte; böylece kişide meydana gelen bağışıklık yetmezliği, fırsatçı enfeksiyonlara yol açmakta ve AİDS hastalığının çeşitli tablolar oluşmaktadır. Şu halde hastalığı başlatan LAV/HTLV—III virüsü olmakla beraber, hastalığın gidişini belirleyen tek faktör bu değildir. İkincil viral enfeksiyonlar da büyük roller oynamaktadırlar. Yalnız LAV virüsü ile enfekte olanlarda kan testleri pozitif olmakla birlikte (bunla­ra serumları virüs bakımından pozitif kişiler ya da kısaca seropozitif kişiler denir), AİDS tablosu görülmez. Hasta LAV virüsüyle birlikte diğer virüslerin de istilâsına uğrarsa, o zaman AİDS'in klinik tablolarının oluştuğu ve geliştiği düşünülmektedir. Bu ilave virüsler arasında en önemlileri Cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü, B Hepatit virüsü, Herpes virüsleridir. Bu virüsler bir taraftan çeşitli enfeksiyon tablola- rı yaratırlarken, bir taraftan da AlDS'de görülen bazı kanser türlerini oluştururlar. Cytomegalovirüsün Kaposu sarkomu oluşunda, Epstein-Barr virüsünün lenfomaların oluşunda, Herpes simplex I virüsünün dil kanseri ve Herpes simplex II virüsünün de rektum ve anüs kanserleri­nin oluşunda rol oynadıklarına dair kanıtlar gittikçe çoğalmaktadır. Yukarıdaki gözlemler, AlDS'li hastalarla kanser oluşumunda iki ka­deme düşündürmektedir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Klinik Belirtiler

AlDS'de klinik belirtiler 4 kısımda incelenebilir:
1 Doğumdan LAV/HTLV-IM virüsünün etkilerine bağlı belirtiler.
2. Bağışıklık yetmezliği nedeniyle oluşan fırsatçı enfeksiyonların
belirtileri.
3 Kaposi sarkomuna bağlı belirtiler.
4. Diğer habis hastalıklara bağlı belirtiler.

LAV virüsüyle enfekte olan kişilerin bir kısmında hiçbir belirti ol­maz Bunların virüsle bulaştıkları ancak kan testleriyle anlaşılır. Virüsle bulaşanların bir kısmı, akut bir enfeksiyon tablosu gösterirler. B. kaç günden birkaç haftaya kadar süren bu tabloda ateş terleme, halsız-lik, fenalık hissi, kas ve eklem ağrıları, başağrısı, boğaz ağrısı, ishal, lenf bezlerinde genel büyüme ve deri döküntüleri gorulebilir. Bazen rombostopeni de olur. Bu hastalık tablosu enfeksiyöz mononükleoz dediğimiz tabloya çok benzer. Yalnız orada kanda artmış oranda len­fositler ve monositler varken, burada böyle birşey yoktun Bu hasta­larda kanda LAV virüsü antikorlar, (seropozitivite bulunur Bazen has­talığın başlangıcında antikorlar yoktur; ancak birkaç hafta içinde se-ropozitlvte oluşur. Bu akut safha geçtikten sonra hastalık uykuya gi­rebilir ve aylar ya da yıllarca hiçbir belirti, görülmez (latent safha).
Hastalığın bir diğer şekli "Lenfadenopati sendromu" yada AİDS related complex" = ARC şeklidir. Burada, yaygın lent bezleri büyü­mesi yanında, ateş, gece terlemeleri, zayıflama, halsizlik gibi belirtiler
olur ve bu tablo uzun süre gider. ARC'II hastaların yüzde 10-20 ka­darı birkaç yıl içinde tam AİDS tablosuna dönüşebilir.

LAV virüsü, yukarıda anlatılan belirtiler yanında, bazı organlara da zarar verebilmektedir. Merkezi sinir sistemini tutabilen virüs ansefa-lit gibi nörolojik belirtilere sebep olabilmektedir. Bunun yanında vırus, bağırsak hastalığı (anterit), böbrek yetmezliği, metabolik ve hormo-nal bozukluklar (hiperkalsemi ve böbreküstü bezi yetmezliği) ve aller-jik belirtilere yol açmaktadır.
Virüsün yaptığı bu belirtiler yanında, AİDS seyri sırasında birçok enfeksiyonlar da görülmektedir. Biraz aşağıda bu enfeksiyonlardan bahsedeceğiz. Cetvel VIII, yukarıda bahsettiğimiz klinik tabloları özet­lemektedir.
Aids ve Kanserler

AİDS'in seyri sırasında bazı kanserler dikkati çekecek kadar sık olarak görülmektedir. Bunlar, Kaposi sarkomu, lenfomalar, dil, rektum ve anüs kanserleridir.

Kaposi Sarkomu Nedir

Kaposi sarkomu ilk defa 1872'de Dr. Kaposi tarafından tarif edil­diği için, onun adıyla anılan nadir bir tümördür. En çok el ve ayaklara yakın yerlerde, mor, ya da kahverengi-kırmızı renklerde kabarık deri lezyonları şeklinde görülen bu kanser türü Batı dünyasında nadirdir. Da­ha çok, ileri yaşlardaki Akdenizli ve Doğu Avrupalı insanlarda görülür. Buna karşılık, Kongo'da çok sıktır ve oradaki kanserlerin yüzde 11'ini oluşturur. Fakat, 1979'dan itibaren ABD'de, homoseksüel erkeklerde Kaposi sarkomunun sık görüldüğü tespit edildi. Bunların ortak nokta­ları, hepsinin AlDS'li oluşlarıydı. Zamanla, Kaposi sarkomunun AlDS'li hastaların üçte birinde bulunduğu anlaşıldı.
Hastalığın en çok görülen şekli deridedir. Daha çok, bacaklarda, kollarda olur ve yıllarca süren bir gidiş gösterir. Fakat, AlDS'li hasta­lardaki Kaposi sarkomunun hızlı seyrettiği; deriden başka yerlere ya­yıldığı (lenf bezlerine, akciğerlere, kemiklere ve bağırsaklara) ve böyle hastaların yüzde 40'ının bir yılda kaybedildiği tespit edilmiş bulun­maktadır.

AİDS ve Kaposi sarkomlu kişilerde rastlanılan bir genetik özellik vardır: Bunlarda, doku gruplarından HLA-DR-5 yüksek oranda bulun­muştur. Bu, irsi bir etkiyi düşündürmektedir. Sarkomu yapan asıl et­kenin, AlDS'lilerde sık görüldüğünü yukarıda söylediğimiz Cytomegalovirüsü olduğu hakkında kanaatler gittikçe kuvvetlen­mektedir.

Kaposi sarkomunun tedavisi ilaç ve radyoterapiyle (ışın) yapılmak­tadır. Küçük alanlardaki hastalık ışınla; yaygın hastalık ise kanser Maç­larıyla (kemoterapi) tedavi edilir. Bu ilaçlar arasında en etkilileri Etoposide (VP-16) ve vinblastin'dir. Ayrıca, vücudun bağışıklığını ar­tırmaya yönelik ilaçlardan interferon da, yüksek dozlarda Kaposi sar­komuna tesir etmektedir. Yine aynı maksatla retinoidler(13-cis retinoik asid) ve isoprinosine isimli maddeler de denenmektedir.

Lenfoma Nedir, Lenfoma belirtileri, Lenfoma Tedavisi

Lenfomalar, lenf bezlerinin tümörleridir. AlDS'li hastaların yüzde 5-15 kadarında lenfomalar da görülmektedir. Bunlar, Hodgkin lenfoması ve Hodgkin olmayan lenfomalar diye iki gruba ayrılırlar ve AlDS'­lilerde daha çok Hodgkin olmayan lenfomalar görülür. Hodgkin olmayan lenfomaların iki tipi AlDS'de özellikle görülmektedir:
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
a. Burkitt lenfoması.
b. Lenfoblastik lenfoma.

Burkitt lenfoması, muhtemelen Epstein-Barr virüsünden olmakta­dır. Bu virüs, merkezi Afrika'da pek sıktır ve aynı bölgede Burkitt len­foması da çok görülmektedir. Bu virüsün AlDS'lilerde de enfeksiyon yaptığını yukarıda görmüştük. Burkitt lenfoması, yüz ve çenede (Afri­ka tipi) şişlikler yaptığı gibi, karında kitleler de (Amerikan tipi) oluştu­rabilmektedir.
Lenfomaların tedavisine, erken devrelerde radyoterapi, ilerlemiş devrelerde ilâç tedavisi (kemoterapi) kullanılır. Bazen her iki tedavi şek­linin birlikte kullanılması da gerekebilir.
Diğer Kanserler

AlDS'li hastalarda görülen diğer kanserler arasında ağız, anüs (ma­kat) ve rektum kanserleri sayılabilir. Bunlar cinsel faaliyetler sırasın­da zedelenen dokulardır ve bu hastalardaki enfeksiyonlarda görülen herpes virüslerinin bu kanserlere yol açtığı düşünülmektedir. Herpes virüsünün Vinci tipi ağız-dil kanseri, herpes virüsünün 2'nci tipi ise rektum ve anüs kanserleri yapmaktadır.

AlDS'li hastalarda bu çeşitli kanserlerin oluşunu şu şekilde izah etme eğilimi vardır: Önce LAV/HTLV-III virüsü vücuda girip enfeksi­yon yapar ve bağışıklığı yok eder. Bunun arkasından fırsatçı enfeksi­yonlar (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü veya herpes simplex I ve II virüsleri) vücudu istilâ eder ve yukarıda gördüğümüz kanserleri bu virüsler oluşturur.

Eğer bu hipotez doğruysa, kanser ihtimalinin virüs enfeksiyonlarıyla paralel gitmesi beklenir. Gerçekten de öyle olmaktadır. AlDS'li hastalar arasında virüslerin en çok bulunduğu grup, homoseksüel er­kekler grubudur, ve kanserler en çok bunlar arasında görülmektedir. Meselâ, homoseksüel ve biseksüel erkek AlDS'li hastalarda Kaposi sarkomu sıklığı yüzde 46 iken, heteroseksüel AlDS'lilerde bu sıklık yüz­de 7 dolaylarındadır.

Aids Virüsü: Lav/Htlv-III

1982 yılı sonundaki bilgiler AİDS'in, cinsel yolla ya da kan trans-füzyonlarıyla geçen bir enfeksiyon hastalığı olduğunu gösteriyordu. Hemofiliklerde kullanılan kan fraksiyonlarının bakteri ve mantarları tu­tan süzgeçlerden geçirilerek hazırlandığı düşünülürse, enfeksiyon âmi­linin filtrelerden geçebilen çok küçük canlılar yani virüsler olması ge­rekiyordu. O güne kadar bilinen virüslerin (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü, hepatit virüsü, herpes virüsü) böyle bir hastalık tablosu yaptıkları da bilinmediğine göre, yeni bir virüsün söz konusu olması gerekirdi.

O sıralarda iki Amerikalı araştırıcı Max Essex ve Robert Gallo, bili­nen bir virüsün yani HTLV'nin (human T Leukemia Virüs) AİDS'in âmi­li olabileceğini düşündüler. HTLV, hayvanlarda kanser ve lösemi çe­şitleri yapan retrovirüslerailesindendir ve aynı zamanda bağışıklık sis­temi üzerine baskı yapabilir. HTLV-I diye bilinen bir virüs Japonya'da nadir bir T lösemisi yapmaktadır ve burada sonsuza kadar T hücresi çoğalması olmaktadır. Halbuki AlDS'li hastalarda T hücreleri azalmak­tadır. Ayrıca, Japonya'daki T lösemili hastaların hiçbirinde AİDS'e ben­zeyen bir hastalık tablosu bildirilmemiştir.

Aynı günlerde Paris'te F'asteurtnstitüsü'nde bir "AİDS Araştırma Grubu" kurulmuştu ve onlar da hastalığın virüsünü arıyorlardı. 1982 yılının son aylarında bu grup (Başkan Luc Montagnier) AlDS'li bir has­tanın lenf bezlerinden yeni bir virüsü elde edip ürettiler. Bunun için hastanın lenfositleri kültüre konuldu. İçine interlökin-2 ve anti-interferon ilave edildi. İnterlökin lenfositlerin çoğalmasını sağlarken, anti-interferon da virüslerin çoğalmasına yardımcı oluyordu.

1983 yılı Ocak ayında hücre kültüründe yeni bir virüs üretildi. Bu virüs bir retrovirüstü, çünkü kültür sıvısında ters transkriptaz (reverse trahscriptase)anzimi oluşmuştu;elektron mikroskobunda görünüşü HTLV'den farklıydı ve bu virüs yeni lenfositlere ilave edildikçe onların içinde çoğalıyor, fakat HTLV'nin aksine, bu lenfositleri çoğaltmıyor­du. Ayrıca Gallo tarafından gönderilen HTLV antikorları yeni virüsün proteinleriyle reaksiyona girmediğine göre, bu da iki virüsün birbirin­den farklı olduğunu gösteriyordu.

Bundan sonra, Pasteur grubu başka birçok AlDS'li hastadan da aynı virüsü elde ettiler. Elektron mikroskobunda hücrelerin (T lenfositleri­nin) içinde ve dışında virüsler tespit edildi. Boyları 100-140 nanometre arasında olup; yuvarlak veya çomak şeklinde yoğun, merkezi ya da merkezdışı (eksantrik) çekirdekleri vardır

Bu virüsün, yardımcı T hücrelerine büyük bir ilgisi olduğu saptan­dı; proteinleri tayin edildi; hastalarda.bunlara karşı antikorlar da sap­tandı.

Fransız grubu buldukları virüse LAV (lymphadenopathy Associa­ted Virüs) adını verdiler. Amerikalılar (Gallo ve arkadaşları) önce bu­nu kabul etmeyip HTLV virüsünde ısrar ettiler.

Fransızlar (Montagnier ve arkadaşları) bu virü­sün HTLV türünden olmadığını iddia etmektedirler. Günümüzde AİDS virüsü LAV/HTLV-III sembolleriyle gösterilmektedir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
AİDS virüsü T lenfositlerinin "yardımcı" bölümündeki hücrelere özel bir ilgi gösterir. Bunun mekanizması, hücrenin yüzeyinde bulu­nan T4 molekülüne (reseptörüne) virüsün yapışıp, buradan içeri gir­mesidir. Virüsün ayrıca monosit denilen hücrelerle beyin hücrelerine de girerek, bunların içinde de çoğaldığı anlaşılmıştır. Virüs T» (yardım­cı) lenfositlerinin bölünüp çoğalmalarını durdurmakta, onları biribirine yapıştırmakta ve böylece görev yapmalarını engellemektedir.

Virüste bulunan bütün proteinler antijeniktir yani hastaların ka­nında bunlara karşı antikorlar oluşmaktadır. Bu antikorlardan teşhis için yararlanmaktayız. Hastaların kanlarında bulunan antikorlar, maa­lesef virüsleri yok edici ya da durdurucu bir tepki göstermemektedir­ler.

Virüste genetik yapı yüksek oranda değişiklikler göstermekte ve bu yüzden virüs kendini antikorlardan ve bağışıklık sisteminden kur­tarabilmektedir. Yine bu yüzden, AİDS'e karşı bir aşı şimdilik gerçekleştirilememektedir.

Virüsün fizik etkenlere karşı duyarlılığı

Zarflı virüslerin pek çoğu gibi LAV/HTLV-III ısıya karşı duyarlıdır. 56 derecede 30 dakika ısıtıldığında virüs bulaştirıcılığını kaybetmek­tedir. Liyofilize preparatların ısıyla temizlenmesi için daha uzun süre ısıtmak gerekmektedir.

Virüs, iyonizan ışınlara (X ışınları) ve ultraviyole ışınlara oldukça dirençlidir. 250 bin rad gamma ışınları yada 5000 J/m2 (dalga boyu 254 nm) ultraviyole ışınları virüsü kısmen inaktive edebilmektedir.

Kimyasal etkenler ve virüs

Eter ve aseton virüsü hemen öldürür. Alkol (etanol) yüzde 20 kon­santrasyonda, sodyum hipoklorit yüzde 0.2, beta-propiolactone yüz­de 25, sodyum hidroksit 40
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
mmol/litre ve glutaraldehid yüzde 1 kon­santrasyonda virüsü yok edebilmektedir, insan plazmasından hepatit B aşısı hazırlanırken yapılan işlemlerin AİDS virüsünü yok ettiği tespit edilmiştir.

Görüldüğü gibi LAV/HTLV-III virüsü çok dayanıklı olmayan ve ol­dukça kolay inaktive edilebilen bir virüstür.

Aids Teşhisi, Aids Tedavisi, Aids Korunma

Önemle belirtmek gerekir ki, AİDS teşhisi bugüniçin hâlâ büyük ölçüde klinik bulgulara dayanmaktadır. LAV/HTLV-Ill virüsünün anti­korlarını tarayan testlerin varlığına rağmen kliniğin önemi büyüktür. AlDS'li hastaların yüzde 90'ından fazlasında kanda antikorlar bulun­makla birlikte, bazı hastalarda kan testleri negatif bulunabilmektedir. Buna karşılık, birçok sağlıklı kişilerde de antikorlar müsbet bulunabi­liyor. Seropozitif kişilerde AİDS hastalığının ne oranda ortaya çıkaca­ğı da bir araştırma konusu. Tahminlere göre, seropozitif kişilerin yüz­de 5-20 kadarı, 5 yıl içinde AİDS hastalığına tutulabilecektir. AİDS hastalığı teşhisini kesinlikle koyduracak bir test olmamakla beraber, an­tikor tayinleri ve virüsün hasta kanından elde edilmesi gibi yöntemler teşhiste çok yardımcı olurlar. Kandaki lenfositlerin ve alt gruplarının sayımı da değerli bilgiler verir. Dolaşımdaki yardımcı T hücrelerinin süpresör T hücrelerine oranı normalde 1,2'den büyük iken; AlDS'li has­talarda 0,9'dan küçük olmaktadır ve bu da değerli bir testtir. Bu test vücutta hücresel bağışıklığın zayıfladığını gösteren bir kanıttır ve AİDS için faydalanılabilir. Klinik bölümde belirttiğimiz diğer immünolojik özelliklere de bakmamızın yararlı olacağını hatırlatırız (Cetvel VIII).

AlDS'li bir hastaya yaklaşımın özellikleri vardır. Hastadaki belirti­lerin aktif bir şekilde incelenmesi gerekir. Meselâ, akciğerde bir infilt-rasyon varsa biyopsi yapıp nedenini anlamalıdır. Merkezi sinir sistemi bozukluğunda bir bilgisayarlı tomografi, belkemiğinden su almak ve hatta beyin biyopsisi yapmak gerekebilir. Hastada ishal varsa dışkı­da kültür yapmalı, bakteri, mantar ve protozoer parazitler aranmalıdır. Herhangi bir şişlik veya kitle bulunduğunda biyopsi yapılmalıdır. Bu hastalarda birkaç enfeksiyon veya kanser birlikte bulunabileceğinden, devamlı gözlenmeleri gerekir.Meselâ biyopsiyle pneumocystis carinii pnömonisi bulunan AlDS'li bir hastada, aynı zamanda yaygın toksoplazmosis veya atipik tüberküloz da olup olmadığını düşünmek de ge­rekmektedir. Şu halde klinik ve laboratuvar bulgularının dengeli bir şe­dide yapılıp yorumlanması büyük önem taşır.

Antikor Testleri, Aids Testleri

LAV/HTLV-III virüsüne karşı oluşan antikorların saptanmasına ya­rayan testler son yıllarda ticarete verilmiş bulunuyor. AİDS'ti hasta­ların ve lenfadenopatili (ARC = AİDS related complex) hastaların hemen hepsinde antikorların pozitif olması teşhise çok yardımcı olmak­tadır.

Kişilerin kanında antikorların görülmesi virüsle bulaşma için öz­gül ve duyarlı bir test olarak kabul edilmektedir. Çünkü seropozitif olan kişilerin büyük çoğunluğunda virüs kandan elde edilip üretilmiştir. Bu­nunla beraber bulaşmayla antikor varlığı arasındaki ilişki yüzde 100 mutlak değildir. Küçük miktarlarda da olsa, yalancı pozitif ve yalancı negatif sonuçlar alınabilmektedir. Antikor negatif olan bazı AlDS'li has­talarda kandan virüs üretmek de mümkün olmuştur. Halen, virüs anti­jenini tarayan bir test geliştirilmektedir. Antijen testinin antikor tes­tinden daha özgül ya da daha duyarlı olup olmayacağı henüz bilinmi­yor.

Anti - LAV/HTLV-III antikorlarını gösteren yöntemler şunlardır:

1. Enzime bağlı immünosorbent test (ELİSA),
2. İmmünofluoresans testi (İF),
3. Katı faz radyo-immun ölçte testi,
4. VVestern blot testi,
5. Radioimmüno-presipitasyon testi.

Tarama maksadıyla en çok kullanılan testler ELİSA ve İF'dir. Bu iki testin yapılışı kolaydır; birçok iaboratuvarda yapılabilir ve 2 günde sonuç verir. Bir hastada eğer bu iki test müsbet çıkarsa iki türlü hare­ket edilebilir:

a) Aynı testler, bu defa başka bir fabrikanın ayraçları kullanılarak tekrarlanır.
b) Daha spesifik olan ve virüsün bazı proteinlerine karşı antikorla­rı gösteren radyoimmünopresipitasyon veya Western-blot yöntemle­rinden birini kullanmak. Bu son yöntemler zor ve zaman alıcı olup, sa­dece belli başlı bazı merkezlerde yapılmaktadır.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Aids Tedavisi, Aids Tedavi

AİDS tedavisi 3 kısımda incelenebilir. Birinci kısımda esas neden olan LAV/HTLV-III virüsünün yok edilmesi. İkinci kısım, hastalığın ya­rattığı bağışıklık yetmezliğinin tedavi edilmesi ve nihayet fırsatçı enfeksiyonların ve refakat eden kanserlerin tedavisi. Şimdi bunları daha yakından görelim:

1. Spesifik antivirüs tedavisi: Virüse karşı ilaçlar. Bunlar virüsün çoğalmasını sağlayan önemli "ters transkriptaz" anzimini bloke eden ilaçlarla, virüsün T lenfositlerine girmesini önleyen ilaçlar olup, halen daha deneysel durumdadırlar ve kesin etkileri ve sonuçları bilinme­mektedir. Bu ilaçların en önemlileri Ribavirin Suramine Fosfonoformat HPA - 23 olup, halen çeşitli hasta gruplarında denenmektedirler.

2. Bağışıklık sistemini uyaracak tedavi:
Bu maksatla da birçok ilaç denenmektedir. Bunlar arasında en önemlileri:
İnterleukin - 2 Gamma interferon Lenfosit nakli Kemikiliği nakli
İnterleukin - 2, T hücrelerinde yapılan bir glikoprotein olup, özel­likle T ve B hücrelerinin çoğalmasını kolaylaştırır. Gamma interfero-nun da yine bağışıklığı uyardığı bilinmektedir. Lenfosit transferi ve kemikiliği nakilleri de azı hastalarda yapılmakla beraber, şimdilik sonuçlar pek parlak değildir. Yine bu maksatla, hastalara bağışıklığı kuvvetlen­diren bir ilaç olan isoprinine verilmektedir. Hastalığın aşısı da çok araş­tırılmakla beraber henüz bulunamamıştır.

3. Fırsatçı enfeksiyonların ve habis hastalıkların tedavisi: Klinik bö­lümünde sözünü ettiğimiz gibi, AİDS sırasında pek çok fırsatçı mik­rop (mantarlar, bakteriler, virüsler, protozoerler) çeşitli hastalık tablo­ları (pnömoni, menenjit, anfesalit, özofajit, anteritler, dermatit) yapmak­tadırlar ve bunun yanında bazı habis hastalıklar da görülmektedir. Bun­ların başarılı tedavisi için önce doğru bir teşhis gerekir. Enfeksiyonun teşhisine göre uygun antibiyotikler verilecektir.

Bu hastalarda pneumocystis carini enfeksiyonunun büyük prob­lem yarattığını düşünen bazı hekimler, daha baştan, koruyucu olarak AlDS'li hastalara trimethoprim - sulfamethaxazole vermektedirler. İlaca karşı alerjik reaksiyon göstermeyen hastalarda bu yol tavsiye edile­bilir.
Enfeksiyonların yanında ayrıca görülebilen Kaposi sarkomu veya lenfoma gibi kanserlerin de tedavisi gerekmektedir. Bunlar için duru­ma göre radyoterapi ve
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
kemoterapi kullanılacaktır.

Yukarıda görüldüğü gibi, AİDS'in tedavisi zordur ve başarı oranı dü­şüktür. Bununla beraber her gün denenmekte olan yeni ilaçlar vardır ve bunlardan birinin etkili olması mümkündür. Yine aranmakta olan AİDS aşısının bulunduğu gün, insanlık büyük bir tehlikeden kurtulmuş olacaktır.
Öldürücü bir hastalık olan AİDS'in, tedavisi yanında, önlenmesi bu­gün için daha büyük önem taşımaktadır.

Aids Korunma Yöntemleri, Aids Korunma Yolları

AİDS bulaşıcı bir hastalıktır.Âmili olan LAV/HTLV-III virüsü cinsel temasla, kan ve kan ürünlerinin alınmasıyla ve hamile kadından çocu­ğuna intikal suretiyle geçer. Avrupa'da virüs özellikle iki yoldan geç­mektedir:

a) Homoseksüel erkeklerin biribirleriyle temasları sonucu,

b) Damar yolundan uyuşturucu kullanan toksikomanların iğneleri ve şırıngaları müşterek kullanmaları sonucu.
Heteroseksüel geçiş şekli henüz Avrupa'da pek önemli değildir.
Bugün Avrupa'da 100 bin kişinin bu virüsle enfekte olduğu tahmin edilmektedir. Bunların ne kadarının ileride AİDS hastalığına tutulaca­ğı bilinmemektedir. Hastalığın ne kadar zaman sonra ortaya çıkabileceği de bilinmemektedir. Yine tahminlere göre, enfekte yani seropozitif kişilerin yıllar boyunca yüzde 5-20 oranında hastalığın çeşitli kli­nik formlarına tutulabileceği hesaplanmaktadır.
Böyle bulaşıcı, yüksek ölüm oranı gösteren ve hasta sayısı git­tikçe artan bir hastalığın koruyucu hekimlik ve halk sağlığı açısından büyük önemi olduğu kuşkusuzdur. Birçok ülkelerde bu yüzden panik olmuş, âcil önlemler istenmiştir. Tıbbî yönü yanında hastalığın eko­nomik yönü de önemlidir ve çok masraflıdır. Bunu da hesaplamak ge­rekir. Meselâ, ABD'de AlDS'li hastaların tedavi masraflarıyla toplum­da alınan önlemlerin toplam maliyetinin 1.5 milyar doları aştığı tah­min edilmektedir.
Avrupa'da en önemli noktalardan biri, virüsün yayılmasını önlemek için çalışmaktır. Bu maksatla, birtaraftan toksikomanlar ve homosek­süeller üzerinde çalışılırken bir taraftan da halk kitlelerieğitilmektedir. Önce bazı bilgilerin halka verilerek panik havasının önlenmesi la­zımdır. AİDS virüsü vücut dışında dayanıksız bir virüstür. Bu nedenle,

AİDS, GRİP, KABAKULAK YA DA SARILIK GİBİ HALLERİN AKSİNE, KOLAY BULAŞMAZ.

EL SIKMAKLA, KAPI TOKMAKLARINI TUTMAKLA, TUVALETE OTURMAKLA, SOFRADA, YEMEKLE AİDS BULAŞMAZ.

Bununla beraber, aşağıdaki önlemlerin alınmasında büyük yarar­lar vardır.

Gördüğünüz gibi AlDS'den korunmanın yolları vardır. Temiz, dik­katli ve titiz yaşamak pek çok sorun gibi, AİDS sorununu da büyük öl­çüde çözmektedir.

1. Homoseksüel ve biseksüel erkeklere, AİDS enfeksiyonunu azal­tacak önlemler öğretilmeli, duyurulmalıdır.
2. Cinsel eş sayısının azaltılarak asgariye indirilmesinin enfeksi­yon riskini azaltmada çok etkin olduğu belirtilmelidir.
3. Cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanılması tavsiye edilmeli­dir.
4. Homoseksüel faaliyetin azaltılarak yok edilmesine çalışılmalı­dır. Aynı şekilde oral-anal ve oral-genital\ilişkilerin de zararları anlatıl­malıdır.
5. Diş fırçası, tıraş makinesi gibi şahsi eşyaların paylaşılmasının çok sakıncalı olduğu belirtilmelidir.
6. Damar yoluyla ilaç kullanan toksikomanlara iğne ve şırıngaları paylaşmamaları tenbihlenmelidir.
7. Yüksek risk grubundaki kişilerin, kan, plazma, nakil organları ve sperma bağışlamaları önlenmelidir.
 
Üst