Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya Chrome kullanmalısınız.
13. BÖLÜM
Bayram günlerinin güzel havalara rastlamasını fırsat bilen Ayşe bir kır gezintisi hazırlayarak Selim için bir eğlence,kabilse bir huzur yaratmak istedi. Tıpkı bir kurmay gibi her şeyi düşünerek, en ince hesaplara kadar inerek planını yaptı. Yeni açılan,daima seviyeli insanların uğrağı bulunan, adı da Huzur olan çayhanede kahvaltı edildikten sonra kıyı yolundan Çamlı Koru’ya gidilecek,güneş batarken dönülecekti. Gezintiye Kadriye Kozanlı ile bir iki öğretmen daha ve Ayşe’nin üç sevgili kızı çağırılacaktı.
Selim Pusat’a teklifini yaptığı zaman kabul olunup olunamayacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Kocası, Ayşe’yi taş sessizliği içinde dinlemiş, sonra yine dışarıya iz vermeyen bir yüzle:
- Güzel olur. Yalnız bir eksiği var,demişti.
- Nedir?
- Prenses Leyla… Leyla Mutlak…
Ayşe Pusat bir an donakaldı. Fakat cevap vermekte gecikmedi:
- Adresini bilsem onu da çağırırdım ama…
Selim şaka ile istihza arasında bir sesle onun sözünü kesti:
- Yok canım… Senin kahraman kızların olduktan sonra Prenses Leyla’ya lüzum yok!
“Kahraman kızlar” tabiri bu sefer Ayşe’nin hoşuna gitmedi:
- Selim! Şu kahraman kızları bırak. Onlar kahraman olmadıkları için bu tabirle bana küçümsenmiş gibi geliyorlar. Halbuki kendilerini çok severim. Onun için, rica ederim, bu tabiri kullanma.
- Ne diyeyim? Bu tabiri, üçünü birden anlatmak için kullanıyordum.
Ayşe’nin sustuğunu görünce yine alaycı tavrını takınarak:
- İstersen Işık Kızlar diyelim, dedi. Nur, Ay, Gün… Işıklardan yapılmış bir mahşer…
Işık kızlar tabiri Ayşe’nin hoşuna gitmiş olmakla beraber:
- Neden mahşer?, diye sormaktan da kendini alamadı. Pusat gülümsüyordu:
- Nedeni var mı? Ölüleri bile ayağa kaldıracak kuvvette üç ışık… Mahşere yaraşan kızlar.
Ayşe, konuşma tatsız bir yola dökülmesin diye fazla bir şey söylemedi. Zoraki bir gülümseyişle:
- İşte şairliğini kullandığın zaman başarı sağladığına bir örnek… Işık Kızlar cidden güzel ve onlara yaraşan bir tabir. Edebiyat öğretmeni olarak sana aferin diyebilirim, dedi.
Selim cevap vermedi. Böylece bundan sonra Aydolu, Güntülü ve Nurkan için Kahraman Kızlar yerine Işık Kızlar denilmesi hakkında aralarında sözsüz, imzasız, törensiz bir anlaşma yapılmış oldu.
Huzur Çayhanesi’ndeki ilk dakikalar Kadriye Kozanlı’nın fıkraları ve nükteleriyle çok hoş geçti. Bu dertli kadın, mihneti kendine zevk etmenin sırrına ermiş, hem gülüyor, hem de yanındakileri neşelendiriyordu.
Gülmemekle beraber Selim Pusat da onu dikkatle dinliyordu. Kocasını, sezdirmeden daimi bir kontrol altında tutan Ayşe, dinler gözüktüğü halde onun Kadriye’yi dinlemediğini, kendi aleminde başka düşüncelere daldığı, hatta belki de nerede olduklarını bile unutmuş bulunduğunu anlamakta gecikmedi. Halbuki bu günü sırf onun için düzenlemişti.
Doğruydu. Selim o anda tamamıyla başka şeyler düşünüyor ve altıncı duygusuyla,birisince kontrol edildiğini seziyordu. Manevi bir silkinişle,daldığı alemden kurtuldu. Kendisine bakmakta olan Ayşe ile göz göze geldikten sonra, ne olduğunu anlamadığı bir kuvvetin zoru ile bakışlarını Güntülü’ye çevirdi ve onun kendisine dikilmiş bakışlarıyla karşılaşınca ürperdi. Bu bakışlar ona hiç de yabancı olmayan korkunç pars bakışlarıydı. Fakat nerede görmüştü? İşte yine içi acı ile dolmaya başlıyordu.
Ayşe, Güntülü’nin de Selim’i kontrol ettiğini görmüş,kocasının anormal ruh durumu kızlar tarafından anlaşılmasın kaygısı ile şakayı da elden bırakmayarak sormuştu:
- Selim! Askerlikteki zevki saymazsak bu günümüzün şimdiye kadar geçen dakikalarında bir tat yok muydu?
- Yok olur mu? Hele Kadriye Hanım’ın fıkraları..
Ayşe, ”Acaba sorsam bir tanesini hatırlayabilir mi?” diye düşünürken Güntülü’nün söze karıştığı görüldü
- En çok hangisini beğendiniz?
Bu sorunun Selim’de ne tesir yaptığı anlaşılmadı, ama birden Ayşe’nin gönlü üzüntüyle doldu. Selim’in dinler gibi gözüküp hiçbir şey dinlemediği, yani normal hali anlaşılacak diye içi burkuldu. Güntülü bilmeden Selim’in görünmeyen yarasına basmıştı. Ayşe böyle düşünüyordu.
Halbuki Güntülü bunu bilmeyerek değil, bilerek yapmıştı. Huzur Çayhanesi’ne geldikleri dakikadan beri bu acayip adamı kontrol ediyordu. Ne tuhaf düşünceleri, ne sert duyguları vardı! Acaba neler düşünüyordu? Başından geçen felaketle meşgul olamazdı. Öyle zarif iradeli bir adama benzemiyordu. Ayşe Hoca Hanım ayarında bir kadının kocası olduktan ve hayatındaki büyük sarsıntıyı atlattıktan sonra onun huzur içinde yaşayan, bahtiyar bir kimse olması gerekirdi. Halbuki bu sertlik, bu dalgınlık, bu gariplik hiç de bahtiyarlığın alametleri değildi.
Güntülü ona dikkatle baktığı zaman Selim’i olgun bir subaya değil, toy bir şaire benzetiyordu. Kadriye Kozanlı’nın herkesi neşeye boğan fıkralarına aldırış etmediği,daha doğrusu onları işitmediği muhakkaktı. Güntülü bunu kendi kendisine ispat etmek için “En çok hangisini beğendiniz?”, diye sormuştu.
Ayşe içinden “Eyvah,fırtına kopacak” diye tasarlanırken Selim’in alay mı, ciddi mi olduğu anlaşılmayan o tavrı takındığı görüldü ve arkadan:
- Hepsi birbirinden güzel, dediği işitildi.
Güntülü, tuttuğunu kolay bırakanlardan değildi. Yine sordu:
- Ama elbette bir ötekilerden güzeldi. On fıkra bir araya gelince hiç şüphesiz birinin daha çok hoşa gitmesi icab eder.
Güntülü daha söyleyecekti, ama Selim bırakmadı:
- Yanılıyorsunuz. Bir çok şey bir araya geldiği zaman onlardan birinin ötekilere üstün olması neden gereksin? Güzel bir savaş yapmış mangadaki erlerden birini ötekilerden ayırt etmeye çalışmak…
Bu sefer de Selim sözünü bitiremedi. Kadriye Kozanlı gülerek konuşuyordu:
- Aman Selim Beğ!.. Bu Huzur Çayhanesi’ni de tüfek sesleriyle doldurmayın. Sonra huzuru kaçarsa nereye gideriz?
Ayşe, Selim’in sertleşmeye başladığını derhal anladı. Sesinin tonu onu gösteriyor ve boşluğa bakarak cevap veriyordu:
- Peki! Silah seslerini keserek huzurun bozulmasını önleyelim. Fakat şimdi vereceğim örnek için de gözlerinizin kamaştığından yanıp yakılmanızı rica ederim.
Kadriye ile diğer öğretmenler ve üç kız göz kamaşmasından bir şey anlamayarak bakıştılar. Yalnız Ayşe sözün nereye varacağını kavramış, fakat artık önlemeye vakit ve imkan kalmamıştı. Pusat tok bir sesle konuşuyordu:
- Askerleri bıraktık. Işık Kızları aldık. Işık Kızlar diyerek Ayşe’nin üç sevgili kızını kastediyorum. Hem isimleri ışıklı, hem de kendileri ışık güzelliğinden olduğu için onlara Işık Kızlar diyorum. Şimdi ben Ayşe’ye “Işık Kızlar’dan en çok hangisini beğeniyorsun?”, diye sorsam şunu yahut bunu diye bir cevap verebilir mi? Veremez. Demek ki bazen tercih yapmak imkansızdır. Ayşe’ye tanıyacağınızdan emin olduğum bu hakkı benden niye esirgiyorsunuz?
Bu bağlayış Ayşe’nin hoşuna gitmişti. Fakat Güntülü direnmekte devam ediyordu:
- Hoca Hanım’ın bize olan sevgisi eşittir. Fakat bu,aramızda bir tercih yapmadığı manasını taşımaz. Tercihini açığa vurmayışı Hoca Hanım’ın nezaketi ve hocalık sanatının icabıdır. Yoksa mutlak…
- Mutlak mı?
Güntülü, Selim’e adeta korkarak baktı. Çünkü mutlak mı diye sorarken korkunç bir hal almıştı. Selim’i böyle korkunç olmaya zorlayan sebep mutlak derken Güntülü’nün sesindeki ahengin, Çamlı Koru’da o gece duyduğu sese tıpatıp benzemesiydi. Güntülü’yü nerden tanıdığını hatırlamak üzereydi. Fakat…