Neyzen Tevfik

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Tevfik, 24 Mart 1879 pazartesi günü Muğla'nın Bodrum ilçesinde dünyaya gelmiş. Babası Hasan Fehmi bey aslen Samsun-Bafra ilçesine bağlı Kolay Beldesindendir. Kolaylı soyadı da buradan gelir. Babası Soyadı kanunu çıkınca memleketinin ismini soyisim olarak almıştır.Babasının Kolaylı olmadığı Kolay'da görev yaptığı gibi yanlış bilgiler ortada dolaşmaktadır. Aksine Neyzen Tevfik'in babası Bafra Kolay'lıdır, Neyzen doğduğu esnada Bodrum'da Rüştiye ( Ortaokul ayarında) öğretmenliği yapmaktadır.

Hasan Fehmi Bey, aydın düşünceli, kültürlü, müzikten anlayan, sanatsever ve nükteci bir insan. Anlayışlı, hoşgörülü ve hepsinden önemlisi de sevgisini açığa vurmaktan kaçınmayan bir baba. Annesi Emine Hanım'ın kişiliğine, öğrenim durumuna ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz. Ama Neyzen'in "anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız, mâsum insanlık ifadesi" sözlerinden onun da anlayışlı, sevecen ve hoşgörülü bir kişi olduğu söylenebilir. Bütün bunlardan dengeli bir aile ortamında büyüdüğü anlaşılıyor.

Birde kardeşi vardır. Ahmet Şefik Kolaylı. İstiklal savaşından sonra Şefik bey Pendik Bakteriyolojihanesine müdür olarak atanmış ve bu görevde 1939 yılına kadar katılmıştır.1939 – 1945 yıllarında Tarım Bakanlığı teftiş heyetinde çalışmış, 1946-1951 yıllarında Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığında bulunmuştur.
Şefik Bey’in sığır vebası , tavuk kolerası aşısı , antraktsa teşhis çiçek aşısı Anadolu keçilerinin plöro-paömonisi konularında çalışmaları vardır.
Bakteriyolog Ahmet Şefik Kolaylı, ağabeysi Neyzen Tevfik’e onun anılarına ve eserlerine büyük önem vermiştir. Türk Ansiklopedilerinin hepsinde bugün neyzen Tevfik Kolaylı’nın adı bulunuyorsa, bu başarıda , ansiklopedilerimizde adı olmayan Şefik bey’in payı büyüktür. O, bütün hayatı boyunca Neyzen’in koruyucu mesleği olmuştur.

Neyzen Tevfik'in çocukluğu Bodrum'da ailesi ile beraber geçmiştir. Neyzen Tevfik, daha sonraları hayatında önemli yer tutacak bazı olayları Bodrum'da yaşamıştır. Bunlardan biri Neyzen Tevfik'in Sara hastalığının sebebi ile illgilidir.

Neyzen yedi yaşında iken, Muğlalı Kel Mülâzım Hüseyin Ağa müfrezesinin kent çarşısında, eşkıyaların kesik başlarını halka gösterirken Neyzen Tevfik'de orada bulunur. Bu görüntü onun hayalinden silinmez ve Urla'da başlayacak olan Sara nöbetlerinin tetikleyicisidir.

Olayı bir de Neyzen Tevfik'in ağzından dinleyelim.

Neyzen anlatiyor ; "Okula yeni baslamistim,bir aksam paydos olmus,ben babamla beraber eve gitmek üzre yola koyulmustum.Tam çarsi hizalarina geldigimiz sirada uzaktan gelen davul,zurna sesleriyle durakladik.Ben daha o yasta musikinin tutkunu,çilginca düskünüydüm.Babami elinden çekerek çalgi seslerinin geldigi tarafa dogru adeta sürüklüyordum.Nihayet alayin ucu Köskiçi meydaninda göründü.Biraz daha yaklasinca zurna ve lavtalarin ahengine tempo tutan davul tokmaklari sanki hep birden kafama inmeye baslamisti.Yaklasan kalabaligin ellerinde on,on bes sirik,siriklarin ucunda da kesik insan kafalari vardi.Gözlerim dehsetle yuvalarindan firlamis ve ben çigligi basmistim.Sasiran babam, güya o feci manzarayi bana daha fazla göstermemek için önünde durdugumuz demirci dükkaninin içine dalivermisti.Oysa olan olmus ve çocuk ruhumda müthis bir kasirga kopmustu.Eve,dinmeyen titremeler içinde getirildim ve ve birçok korku ilaçlarindan geçirildim.Fakat yazik ki bilincimin bir burcu göçmüs,akil tahtamin bir çivisi demirci dükkaninda düsüp kaybolmustu." Bundan sonra Neyzen'de olagandisi bir durgunluk baslamis ve durum birkaç yil sonra babasinin memurlugunun nakledildigi Urla'da "sara nöbetleri" halinde uzun süre devam etmistir.Annesi tarafinda tedavi için Istanbul'a getirilmis,fakat ne doktorlardan,ne de hocalardan yararlanilamamistir.

Neyzen Tevfik ile babasının uğrak yeri Tepecik cami yakınındaki kahvedir. Tevfik, o kahveye gelen dervişlerin üflediği neye vurulur, ney üflemek ister. Ancak babası Hasan Fehmi Bey, yedi yaşındaki oğlunun öğrenim hayatını olumsuz etkiler düşüncesi ile buna izin vermez.

Avram Galanti, ( Yahudi asıllı Türk eğitimci, siyaset adamı ve Türk milliyetçisi.4 Ocak 1873'te Bodrum'da doğdu. 1961 yılında İstanbul'da vefat etti. 1915 ile 1933 yılları arasında Darülfünun'da eğitimci ve profesör olarak çalıştı.) Tevfik'in kendi yaptığı düdükleri okulda çalarak çocukları etrafına topladığını belirtir.

Neyzen Tevfik'in şiire olan ilgisi de Bodrum'daki çocukluk yıllarına rastlar. Dönemin gezgin saz şairlerinden "Leylâ İle Mecnun", "Tahir İle Zühre", "Arzu İle Kamber", "Ferhat İle Şirin"... gibi halk hikâyeleri Neyzen’de şiire karşı olan ilginin başlangıcıdır.

Onüçündeyken, 1892'de, babasının "Urla Rüştiyesi"ne atanması üzerine, ailesiyle birlikte Urla'ya gider. Bir yıl sonra, usta bir neyzen olan Berber Kâzım'la tanışır ve ondan ney dersleri almaya başlar. 1893 de, ilk sar'a nöbetini geçirir. Aile büyükleri, bunu neyin etkileyici sesine bağlayarak onu bu tutkusundan vazgeçirmeye çalışırlar, bu arada okulu bırakmak zorunda kalır. Annesi ile İstanbul'a gider ve altı ay sonunda Pepo adlı bir doktor hastalığını kontrol altına almayı başarır. Gerekli ilaçları verir ve "Neyzen'in üzerine gidilmemesini ve en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesini" tavsiye eder. Ve öyle de olur. Öğrenimine ara verir, gönlünce gezip tozmaya ve neyi ile ilgilenmeye başlar.
Biraz düzelen Tevfik'i babası, bir yıl sonra ve son bir umutla, yatılı olarak "İzmir İdadisi"ne ( lise) verir. Ancak sar'a nöbetleri yeniden başlar ve böylece okulu bırakır. Neyzen Tevfik, neyini koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi İzmir Mevlevihanesi'nin yolunu tutar.

O yılların İzmir'i sürgün yeridir. İstibdat (despotluk) yönetimi rahatsızlık duyduğu aydınları oraya gönderir. İzmir Mevlevihanesi de onların uğrak, dahası toplanma yeri gibidir. Neyzen Tevfik burada Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba, ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimle ile tanışır. Onlardan Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri alır. Şair Eşref yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açacaktır. İlk şiiri bu günlerde, 13 Mart 1898'de Muktebes dergisinde yayımlanır.

Ondokuzundayken, 1898'de, babası medrese öğrenimi için, İstanbul'a gönderir onu. Fethiye Medresesi'ne yerleştirir. Ama Neyzen Tevfik, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinde geçirir. Bu arada Mehmet Akif Ersoy'la tanışır. Akif, dönemin seçkin müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağlar. 1901 yılında, medrese giyimi olan cüppe ve şalvar yerine Akif'in verdiği setre pantolonu giymesi, akşamları medrese dışında kalması ileri-geri konuşmalara yol açınca, Fethiye Medresesi'nden ayrılır.Önce Fatih'teki Şekerci Hanı'na, sonra da Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'na yerleşir. Bu arada babasını tanıyan ve daha sonra Şeyhülislam da olan Musa Kazım Efendi onu kendi derslerine kabul eder.

Onun sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanışır. Mehmet Akif'le dostluğu sürmektedir. Neyzen, Akif'e ney öğretir; Akif ise Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca.

Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal, Tevfik Fikret, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, hacı Arif Bey, Yunus Nadi de vardır.

1900 yılında, gramofon ticaretini ilk yapanlardan Gülistan Plâk Mağazası sahibi Hâfız Âşir Bey'le bir plâk doldurma girişimi olur. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verilmiştir. 1949'da yayımlanan Azâb-ı Mukaddes'e yazdığı önsözde belirttiğine göre, "yüze yakın plâk" doldurmuştur.

Dönemin önde gelen ailelerince köşk, yalı ve konaklarına çağrılan, dahası saray çevresine bile sokulan bir neyzendir artık.
Öte yandan istibdata karşı olan gençlerle Sirkeci'deki İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde bir araya gelir; yurt sorunlarına ilişkin ve istibdat karşıtı konuşmalar yaparlar. Güneş Kıraathanesi'ne gelip gidenlerden Ziya Şakir, bir gün, sözü Eşref'ten açıp Jön Türk hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza'ya getirerek Neyzen Tevfik'i konuşturur; tüm düşüncelerini öğrenir. Ardından da ihbar eder. Gözaltına alınır ve sıkıntı dolu bir sorgulamadan geçirilir. Bu arada, daha önce tam otuz beş kez jurnal edilmiş olduğunu öğrenir. On beş gün sonra da salınır. Ama artık mimlenmiştir ve hafiyeler peşindedir. Zarar veririm endişesi ile arkadaşlarından uzak durur. Kendini Beyoğlu meyhanelerine atar. Bu esnada Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ederek Şeyh Mümin Baba'dan nasip alır. Siyasi baskı iyice artmıştır. O da pek çok Abdülhamit karşıtı gibi yurt dışına gitmeye karar verir. Kendi anlatımı ile "1319 (miladi 1902) senesi kânunusânisinin (Ocak) 13'üncü Perşembe günü Mesajeri vapurunun güvertesine postu sererek" Mısır'a doğru yola çıkar. En yakın arkadaşlarından Şair Eşref'te oradadır.

Neyzen Tevfik'in Mısır'da geçen yıllarına ilişkin olarak gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmak neredeyse imkansız. Ama geçimini neyi ile sağladığını ve hicvetmeye devam ettiği biliniyor. Mısır’da bir arkadaşı ile Neyzenler Kahvehanesi açıp işletir. Özbekiye Saz Bahçesi'nde çalarken plâk da doldurur. Jön Türklerle ilişkili, bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada yargıca "haksızlık yapıyorsunuz" dediği için altı ay hapse mahkûm edilir. Ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için bir buçuk ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur. Feride adlı Lübnanlı bir kadınla iki ay birlikte yaşar. II. Abdülhamit için yazdığı "Abdülhamid'in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun" adlı hicvini İstanbul Kıraathanesi'nde okuyunca tutuklanmak istenir. Çevrenin işe karışması ile kurtulur. "Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir" başlığı ile gazetelerde yayımlanan yazı nedeniyle hakkında tutuklama kararı verilir. Kurtulmak için "Kaygusuz Sultan" adlı bektaşi tekkesine sığınır...

II. Meşrutiyet'in ilânıyla da Mısır'dan ayrılır, İzmir'e döner. Ardından da İstanbul'un yolunu tutar. Kendi anlatımı ile 'Devr-i dilâra-yı meşrutiyet'in ilânından tam 28 gün sonra, 8 Ağustos 1324'te (1908) Sirkeci rıhtımına ayak basar.

Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşen Neyzen Tevfik'in "ilân edilen hürriyet"le karşılaşması pek de parlak olmaz. Seyretmek için gittiği ve Ferah Tiyatrosu'nda sergilenen "Sabah-ı Hürriyet" adlı oyunun İttihat ve Terakki'ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklanır. Kısa bir süre sonra serbest bırakılır.

Neyzen Tevfik 1910 yılında "sarıklı bir zâtın kızı olan Cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karşın, annesinin ısrarı ile evlenir. Bir kızı olur. Ancak yürümeyen evliliği, kızı Leman henüz üç aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son bulur.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Askeri Müze'nin kurucusu Muhtar Paşa'nın emrinde ve Mehterbaşı olarak askerlik yapar. Düzenle başı hoş olmayan Neyzen Tevfik'in askerliği de kendincedir. Herhangi bir meseleden Muhtar Paşa ile kavga eder ve çıkar gider. İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevat Bey, sık sık yinelenen bu kavgalarda araya girer ve Muhtar Paşa ile Neyzen'i barıştırır.

Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yalısında Mehter takımının verdiği konseri izleyen Almanya'nın Romanya'daki kuvvetlerinin komutanının ilgisini çeker. Bazı kaynaklara göre onun çağrılısı olarak Romanya'ya gider. Romanya'da piyano eşliğinde konser verir.

1919 yılında, ilk kitabı Hiç'i yayınlanır.

1923'de Ankara'ya gider ve kardeşi Şefik Kolaylı'nın yanında 4-5 ay kalır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal'i yücelten şiirler yazar. Cumhuriyet devrimlerine bağlı, onları savunan bir şairdir artık. Geçmişe, geçmişin kalıntılarına karşı acımasız bir savaşıma girişir.

1924 yılında, arkadaşı Hasan Sâit Çelebi'nin de yardımları ile yazdıklarını Azâb-ı Mukaddes adı altında forma forma yayımlamaya kalkışır. Ancak girişim başarılı olmaz. İki formadan sonra noktalanır.

1926 yılında Atatürk'le tanışır.

1927 yılında sa'ra nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başlar.

1928 yılında Dresden Opera Müdürü Kurt Schtringler ile tanışır. Ney çalışına hayran kalan Opera Müdürü Neyzen Tevfik'i yücelten sözler söyler. Aynı yıl, eski dostu Mehmet Akif'i görmek için tekrar Mısır'a gider. Bir yıla yakın bir süre yanında kalır.

30 lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ'ın girişimi ile Konservatuvar'da görevlendirilir. 40 lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman'ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrılır. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gider. Rahmi Duman, Neyzen Tevfik'le ilgili şunları yazmış; "Onu yakinen tanımak mazhariyetine 1932 de erdim. O tarihte genç bir asistan olarak Bakırköy Akıl Hastahanesi'ndeki 18 numaralı serviste (ehline) açmış olduğu şiir ve felsefe kürsüsünün hevesli ve usanmak, yılmak bilmeyen bir talebesi olmuştum."

9 Mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. Yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. Konser öncesi neyini merak edenler, konser sonrası onu dinlemenin bir şans olduğunu dile getirirler.

1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile kitaplaştırır.

1951 yılında Onu Affettim* adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. Ağlayan Şarkı adlı bir başka filmde ise, Suzan Yakar'la oynar.

1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesi yapılır.

1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmaz. Neyzen Tevfik'in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953'te son bulur. Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılınır. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarını doldurur. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurlarlar Neyzen'i bilinmeyene. Kim bilir belki de hiçlikten hepliğe..
 
Son düzenleme:

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Dörtlükleri

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...

Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.

Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.

Felsefemdir kitab-ı imânım,
Taparım kendi rûhumun sesine.
Secde eyler hâkikatim her ân,
Kalbimin âteş-i mukaddesine.

Gözünü aç daha meydan var iken,
Dizginin canbaz elinde Neyzen!
Girmedim ya kapısından baktım,
Cennet'i at pazarı sandım ben.

Bî-namaz deyip beni Hak'dan uzak gören,
Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem.
Sen sade beş vakitte ararsın Allahını,
Ben her zaman onunla emîn ol beraberim.

Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanandır!

Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.
 
Son düzenleme:

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
İkilikler

Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!



*
Kâbe'den maksat varmaktır yâra,
Kör gibi tapınma kuru duvara.



*
Mey'de Bektâşi göründüm, Ney'de oldum Mevlevî,
Meşrebim Mollâ-yi Rûmî, mezhebim Bektâşidir



*
Üstüne alma fakat dinle samur kürkçüyü sen,
Nasıl olsa kabahat sahibini terk etmez.
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Koşma

Dudağında yangın varmış dediler,
Tâ ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.

Kapılmışım ak oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefâya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kâinatı aşarak geldim.

Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü.
Ben gönlümü sana verdim götürü.
Sana meftûn olduğumdan ötürü
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Sahne-i ÖmrÜmden Nefs-i Emmareye HİtÂbim !

Alemin bağızârını ....yim,
Sünbül-ü verd-ü hârını ....yim,
Andelib-i nizârını ....yim,
Hasılı nevbâharını ....yim!

Bana yoktur, lüzumu gülşeninin,
Şeb-i tarik-ü rûz-ı rû’ şeninin,
Ne gülâmanın, ne de zeninin,
Hepsinin tâ mezarını ....yim!

Ağlamam ben, ben erkeğim erkek,
Hayli güçtür bana cefâ etmek,
Minnet bu ömrü de be felek,
Atını al tımarını ....yim!

Güççedir bu fakiyi aldatmak,
Yüzdürüp sonra künteden atmak,
Gözünü aç da sen bana bir bak,
Ben senin i’tibârını ....yim!

Sâkıy-i mâh-rûyına ....yım,
Gülünün reng-ü bûyuna ....yım,
Mutribin hây-u hûyuna ....yım,
Sâgar-ı neşvedârını ....yim!

Yok safâsı hezâr-ı dem-gerinin,
Gül-sitanda şükûfe-i terinin,
Bezm-i sahba-yı rûh perverinin,
Neşvesile humarını ....yim!

Feleğin uğradımsa vartasına,
....yım ağzının tam ortasına;
Bunu yazsın cihan da hartasına;
Kıta’at-ü bihârını ....yim!

Çukurçeşme – İstanbul, 1317
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
İskelet

Sen, ey tarih-i millet, ey şehâdetnâme-i ecdâd,
Haber ver böyle günlerde, ederdin kimden istimdâd?

Uyan bir kerre bak mülke sen ey pürşân olan mazi,
Yıkıldı üstüne halin şu kanlı kirli enkazı.

Şu binlerce zinâ-zâde vatan bâziçe olmuştur.
Ocak’ lardan esâs-ı devlete kundak konulmuştur.

Sunuldu millete zehrâb-ı şer câm-ı cehâletle,
Yed-i İblis’i bûs etti eşekler hüsn-i niyyetle.

Mületevvestir bugün cümle devair siyn-ü zilletle,
Yazılmıştır vukûat-ı ahire hun-ı milletle.

Nezâretler, irâdetler verildi usta Cavid’ e.
O demde başladı aylıkları ehlince tezyîde.

Uyup her dâire kanuna çevrildi fırıldıklar,
Usûl-i darbı tuttu Meclis-i Milli’ de yardaklar.

Çıkıp kürsi-i istikrâza keşkûl dest-i devlette,
Beyân-ı nutkeden bir cenfedâdır râh-ı millete.

Davul boynunda halkın, parsayı bir kaç şakıy toplar,
Ki onlar da Cemâl, Enver ile Tal’ât gibi hoplar.

Kaçarlar, dîdeden olmak nihân onlarca bir şey mi?
Vatan uğrunda tebdil-i mekân onlarca bir şey mi?

Sadedden çıktım amma hâtıra bir fıkra gelmiştir,
Eğer tasdi’ edersem de geçilmez, çünkü pek nâdir.

Var imiş çingenede bir ayı, bir de maymun,
Oynatır bunları gündüz üçü birden memnun.

Olarak avdet ederler ahıra her akşam,
Gel, yoğurtsuz durmazmış, acıkırmış bu ağam.

Yolda bir kâse yoğurdu alarak saklarmış,
O çıkınca dışarı maymun onu haklarmış.

Her ne artarsa dibinde ayının çehresine,
Sürerek hem çekilirmiş köşede hücresine.

Kahveden vakti gelince çıkarak çingâne,
Uzanırmış, ahıra doğru, yoğurtla nâne.

Bir bakarmış ki içinde çanağın yeller eser,
Bu işi hangisinin yaptığını aklı keser;

Öyle yâ işte na maymun, yatıyor başta yular,
Ağzını burnunu durmaz öteki vîra yalar.

Yapışırmış sobaya çingene işte o zaman,
Dayağı yer ayı maymun köşede hande-kûnân.

Şu bir fıkra, fakat insan için şayân-ı ibrettir,
Gülüp de geçme, tetkik et, tamamen bir hakiykattir.

Adem – abâd-ı mâziden gelir bir nevha-i efsüs,
Sımâh-ı millete çarpar, duyan kim? Mevce-i kâbûs.

Bu halkın ruhunu, iz’anını boğmuş cehâletle,
Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.

Kanında kalmamış, ecdâdının aşâr-ı vicdânı,
Takılmış boynuna lavk-ı esâret, işte bürhanı.

Berât-ı acz-ü zillet cephesinde hilkaten mestûr,
Necât-û fevz-ü hürriyyet, zafer indinde hep menfûr.

Tereddüd gözlerinde bi kararîye işârettir,
Sözünden tab’-bî rengi nükûle bir alâmettir.

Koşar ser-der hevâ her bir leîmin mâverâsından,
Nedir maksad sorulsa bî haberdir mâcerâsından.

Edâninin elinde şerre âlet, hakk-ı mazlûma,
Ocak’larda tüner her dem müşâbih bûm-ı meş’ûma.

Dilinde metu-i fetvâ-yı cinâyet vird-i dâimdir,
Zulümle kan akıtmak sanki dinî bir merâsimdir.

Belâ-yı kahr-u istibdada teşne şu’lesiz gözler,
O kâbûs-ı girânı vuslat-ı canân gibi özler.

Ocak’da and içirmişler bu hun- lisan-ı ma’lüme,
Hep onlar âşinâ Merkez’ deki esrâr-ı mektûme.

Biçer elbette kendi ektiğin herkes bu âlemde,
Bekaa yok sûr-ı şâdîde ve nâşâdî-i mâtemde.

Fakat kaanun-ı hikmette budur şer nâme-i defter;
Fazîlet muhyi-i şâdî, cehâlet mâteme müncer.

Esâs-ı pâydâri-i vatan, devlet adâlettir,
Maarif- ilm-ü fen, san’at, birer bâb-ı sa’adettir.

Belâ-yı cû’ ile endîşe-i ferdâ sokaklardan,
Temessül eylemiş, şekl-i ahâlide geçer her an.

Bütün gün milleti ta’kib eder bir div-i nevmîdî,
Girer sakf-u cidârından büyûtun tayf-ı tehdidi.

Emeller tîşe-i gamla kazılmış hufrede medfün,
Gönül küskün, kararmış dîdeler, erbâb-ı hak mescûn.

Açılmış dest-i eytâm-u erâmil arş-ı Rahman’a,
Kapanmış perde-i bu zulmistan-ı hüsrâna.

Şikâyet var, mehâkim yok; maraz çoktur, devâ mefkûd,
Belâ çok, def’ eden yoktur, yanar belde, sular mesdûd.

Giden gelmezse serhadde gelen de dönmez elbette,
Firâr etmişse askerden karar eyler şakavette,

Sadakat, hüsn-i hizmet hep mükâfata mukabildir.
Güler yüz, iltifât, ihsan-u eltâfa muadildir.

“Görüp ahk3am-ı asrı münhârif sıdk-u selâmetten
Çekildim izzet-ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.”

Deyen şu Dâhî-i â’zam, rehâ peymâ-yı millettir.
Açıp tarihi kabristanda say emsâlini bir bir:

Dayak, zindan, nefiy, gurbet, mezâlim, katl-u istibdâd.
Hakiykat ehline tatbiyk olunmak bizdedir mu’tad

Evet üç beş deni meydân-ı idlâle atılmıştır.
Hemen beş on beyinsiz bu eracîfe takılmıştır.

Cehâlet perde-pûş-i nazra-i idrâk-ü isti’dad.
Rezilet, sâlib-i şerm-ü hacâlet herçibâdabâd.

Âtaletten uyuşmuş mâr-i sermâ-dideye benzer,
Hazîz-i meskenetten sem saçar bu mel’anet göster.

İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedâbire,
Pes-ü belâsını görmek gelir güç çünkü hınzîre.

Şu on yıllık idâre sarstı mülkü taâ esâsından.
Anasır da vilâyetler gibi ayrılmada her an.

Açıldı saf-be saf harb-ü sefer hâriçte, dâhilde,
Kuruldu heymeler merkezde, serhadde, menâzilde

Vatan evlâdı önce başlandı mahv-u i’dâma,
Büründü serteser her yer sehâb-ı zulm-ü âlâma.

Zuhûra yüz tutunca bizdeki asâr-ı izmihlâl,
Görüldü başlarında hepsinin sevdâ-yı istiklâl

Cehâletten serîr-i hâkimiyyet çöktü alçaldı
Hulâsa mülk-ü milletten kuru bir iskelet kaldı.

Eskişehir, 5/2/1335
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
ŞÜphe

Şüphemin dalgaları her dini boğdu, aştı,
Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı.

Bir teselli veremez bilgi denen şu kötürüm,
Hele imân ise, o köhne yular, mahz-ı cürüm.

Sû-i kasd eylemiyen aklına iyman edemez,
Takılıp bir masalın ardına mantık gidemez.

İşte su nâmütenahi denilen varlıklar,
Sevdiğim fâhişenin bir piçi dersem ne çıkar?

Kâinatı doğuran kahbe bilir iç yüzünü,
Önü zulmet, sonu zulmet, nideyim gündüzünü?

Sen takıl da peşine bir sürü ehl-i tarabın,
Korkmadan gir kanına hikmetin, aşkın şarabın!

Beyoğlu, 1938
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
O Ölmedİ!

Tanrı ölmez, O dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.

Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Bütün ecrâm-ı semâ yasla büründü o gece.

Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem gökyüzü mâtem tuttu.

Ata geçtin ebedin mevki-i müstahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!

Bize ilhâm ile isâl ediyor her haberi,
Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.

Bağladı dâr-ı fenânın ebede telsizini,
Güdelim açtığı yollardan mübârek izini.

Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur:
Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!

Beyoğlu, 1938
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
AÇmaz

Ulu Tanrı’m, bu Arap açmazı Türkü yendi
Tam bin üç yüz sene bîcareye Müslim dendi

Altı bin yıl maval gezdi ağızdan ağıza
Kapılan yandı bu iman denilen mıhladıza

Aslı yok, astarı yok, esteri yok, kervanı var
Aklı yok, rehberi yok, varlığı yok, şeytanı var

Bu uğurda sürünenler tamam üç yüz milyon
Hepsi de birbirinin zıddı ve şer’an mel’un

Bin bir uçlu kazığı çak diye verdin deliye
Bağladın hem de yularsız biz kâl ü belîye

Gece bastı kara kaplı kitap oldu hâkim
Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim

Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır
Razıdır yaptığına az buçuk elden utanır

Utanırdan garazım menfaatinden korkar
Yoksa her şeye müsait o sarık, kanlı yular

Sargı sarmış gibi bir kör çıbana, manzarası
O kızıl fes, o Grek damgası, yüzler karası

Taşıdı yüz sene bu illeti bîçare vatan
O cinayet sürüsü gitti sılaya karadan

Âdem’ in hasleti temsil edemez bu piyesi
Türke düştü beşerin zaviye-i tesviyesi.

Balıkesir, 1926
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
O Na

Değil binlerce milyonlarca, milyarlarca aşıklar
Senin hep gölgeni sevmiş, yüzünden bîhaber gitmiş

Dem vurmuş enbiyalar nâr-ı aşkından
Tutuşmuş hepsi kül olmuş, özünden bîhaber gitmiş

Bütün edyânı gûna-gûn’ a olmuş kaşların mihrap
Kapanmış secdeye bunlar gözünden bîhaber gitmiş

Elindeki körlerin şu ilm ü mantık kör ışık olmuş
Düşenler dam-ı davaya sözünden bîhaber gitmiş

Şarabı “Len-terânî” den içermiş sâki-i hikmet
Bizim leyl-i firakın gündüzünden bîhaber gitmiş
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Anladin Mi?

Hicran destanını kendinden oku,
Mecnundan duyupta rivayet etme,
Aşkın leylâsını gördünse söyle,
Söz temsili bulup hikâyet etme,

Yüz bin leylâ doğar âlemde her gün,
Senin aradığın zevk, safa, düğün.
Tutacağın işi önden düşün;
Daha ilk adımda nedamet etme.

Sevdanın önünde pek güvenilmez,
Tutuşursan eğer kolay sönülmez.
Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,
Canına kıymazsan seyahat etme.

İyi bak kabına olmasın delik,
Boşuna taşırsın gider gündelik.
Ânında ölmedi, ettiğin iyilik,
Alem duysun diye inat etme.

Kâbe’den maksadın varmaktır yara,
Kör gibi tapınma, kuru duvara,
Hızırı istersen kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme!

Muhabbet herkesin aklını çelmez,
Gönül viranesi kolay düzelmez,
Alemden çekinme bir zarar gelmez,
Sen kendi kendine hiyanet etme.

Sen, şatır gönlüne hicran dolmasın,
Gençliğin gülseni gamla solmasın,
“Neyzen” gibi aklın yarda olmasın,
Özründen çok büyük kabahat etme!

Tıp Fakültesi Hastanesi 1337
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Öz Duygum

Zat-ı sultan-ı beka, yani meâni husrevî
Saz ve söz ahengin etmiş aşka bûrhan-ı kavî
Ben ezel sermestiyim, meydanım arş-ı müstevî
Aksedince gönlüme şems-i hakikat Pertevî
Meyde Bektaşî göründüm neyde oldum Mevlevî

Nur-ı hüsnün, nâr-ı aşkın şem’ine pervane var
Ömrümü vakfeyledim, birdir bana mehd ü mezar
Varsa kalmış sırr-ı hilkatten yegâne yadigâr
İşve-i ney, neşve-i mey etti gönlümde karar
Gûş edince bezm-i vahdette rumûz-ı Bişnevî

Hubb-ı Haydar bu tarîkın hem sonu, hemde başıdır
Cavidan ü Mesnevî, misbâh-ı şu’ le-pâşıdır
Suret-i manada Hünkâreyn sır kardaşıdır
Meşrebin Molla-yı Rumî, mezhebim Bektaşîdir
Ta ezelden yandı dilde bu çerâğ-ı manevî

Rişte-i ömrüm rebâb-ı cismimin evtârıdır
Her rek-i can perde dest-i hecr, bestegârıdır
Zahm-ı sinem lâledir gözyaşlarım enhârıdır
Hamse-i âl-i abâ esrarının gülzarıdır
Bu iki nurun tecellâsı ile gönlüm evi

Olmadım meftunu mâlin, rütbenin sim ü zerin
Zevki, şevki neyle meydir rind-i azade-serin
Dest-i cûdundan çekip kallâvî-yi Peygamberin
Mazhar oldun feyzine Neyzen Cenab-ı Hayder’ in
Kilk-i irfan-ı beyanın yazdı bu şi’r-i nevi.
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Çar Nİkol A

Ateş-i zulmü başından burc-ı tahta çıkmada
Bunca vâhın, nâlenin, derdin, gamın, âhın, ofun
Dübb-i ekber kutbuna baktım tefe’ül eyledim
Taht-ı çarın tersine dönmüş semada Moskof’ un

İnfilak eylesinde çeşm-i ezel
Bu hayasız diyarâ yağsın ecel
Kıl tecelli ya....,ya Kahhar
Kalsın erbâb-ı mel’ anet nâçâr

Aç bıraktın milleti, hırsızlığı sürdün öne
İsterim Allah’tan tez günde ikbalin söne
Bin musibet, bin belâ yağmaktadır günden güne
İsterim Allah’ tan tez günde ikbalin söne

Bazı gençler seni taklit ediyormuş duydum
Pek fena bir çığır açtın Neyzen
Serserilik denilen mahbubu
Alamaz koynuna her boşta gezen
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
İkİ Kit A

Şu doksan milyon Alman, hikmetiyle, ilm ü fenniyle
Tasavvuf ıstılahınca fenâfi’l-Hitler olmuştur
Feragat tacının altında vahdet sırrı zâhirdir
O yerlerde bu gün sulhun perisi asker olmuştur

Hangi ıslahata başvursan düzelmez memleket
Bir giderse fışkırır bin mertekip, bin muhtelis
Kanlı hendekler kazar devletle millet beynine
Saltanattan yadigâr-ı mel’ anettir her....
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Aydede

Takdirin tasvibin bollaşır oldu,
Hüsufe uğrama, aman ay dede!
Nimetler, hizmetler kapalı geçsin,
Şüpheye düşmesin zaman, ay dede!

Saptın mı acaba tuttuğun yoldan?
Dualar almışsın yetimden, duldan,
....
Şu dümen kırışın yaman, ay dede!

O pembe bulutlar, sarardı, soldu;
Muhâlif rüzgârla yelkenler doldu;
İşaret feneri görünmez oldu,
Her yanı bastırdı duman, ay dede!

Yetişir gurbetten aldığın öğüt;
Kim sola yanaştıysa kalmıştır züğürt;
Sen suya yular tak, altından yürüt;
Sesini çıkarmaz saman, ay dede!

1948
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Mevlana

Yaş elli beş, boy boyunca, imiş biraz kanbur,
Demek ayıb değil amma edepte hayli kusûr

Bir inhinâ ki sevimli şu devr-i pirîde,
Fenâ-yı mutlak içinde bir ölmeyen zinde.

Başında bir keçeden takke amma, sivri ucu,
Pek öyle dikkat edilmez, şi’ârı göz yorucu.

İner o takkenin altından omza dek saçlar,
Kıvırcık uçları, pek çok değilse de ak var.

Kulakların küpesinden yukarısını perçem
Kapatmış, ondaki ma’na, bir uzlet-i mübhem.

Alın açık gibi amma görünmüyor o kadar,
Ve takye haylice inmiş ki nâsiye pek dar.

Hutût-ı cephe mukavvesce ince, sık ve derin
Kaşında bir iki ak var, çatık değil de yakın.

Sakal da nîm-kıvırcık, uzunca, kır düşmüş,
Dururdu sol kulağında bir ince halka, gümüş.

Bıyıklar ağzını örtmüş, bu bir süküt-ı belîğ,
Firaak-ı Şems’i eder sabr-u aşk ile teblîğ.

Ten esmerimsi, yanaklarda sâye-i sufret,
Bu gölge zıll-i ledünden hâyal-i mahviyyet.

Kaş uçları kapamış, göz kapakları mestûr,
Bu gölgelikde ki kirpiklerin zılâli, fütûr.

Nazarlarında tahâkküm var amma nâ-mahsûs,
Akardı her nigehinden nice cihân-ı şümûs.

Bakışlarında meâni akar, coşar, köpürür,
Bir ân-ı lemhada kalbi ebedlere götürür.

Yeşil, pamukları çımış solukça hırkası var,
O vardı sâdece sırtında bir de bir şalvar.

Zemîni yerden epeyce yukarda bir taş oda,
İçinde musluk, ocak var, tavan, taban tahta.

Bir enli pencere şark-ı şimâliye nazır,
Bina da Devre-i Selçuk’a ait, anlaşılır.

Basit içindeki eşya, pek azdı mefrûşât,
Bu hücreden çok uzaktı gam-ı hayât-ü memât.

Girince pencerenin karşısındaki köşeyi
Tutan bu pîr idi, peşinde vardı neyle meyi.

Önünde râhleye benzer ve oyma bir kürsî
Derûn-ı hücre bütün bir mehâbet-i kudsî.

Bu akdesiyyeti i’ lâ ederdi Mevlânâ,
Yazan serâiri işte bu nûr-ı arz-ü semâ,

Fakat bilir misiniz, bû huzûr-ı izzette,
Bu kûşede ve bu ayn-el-yakin hakiykatte.

Dikilmiş arşa kadar bir sütûn-i ıtmi’nân,
Bu nûr, nûr-ı Ali’dir, emânet-i Kur’an,

Ulûm-ı zâhire burda güneşte bir yarasa,
Fezâ-yı lâyetenâhiyyet acizden de kısa,

Uyûn-i felsefe a’ma, vukuf-ı fen kötürüm,
Bu yerden ben şunu bildim demek cahîm, uçurum

Serîr-i saltanatı fakr, ihtişamı dehâ,
Şehi bir aşk-ı müebbed ki hep firaak-u bükâ.

Semâsı hîç-i mutlak, şihâb-ı sâkıbı gâm,
Terâneler ile mülhem, yağar hayâl-i elem.

Mesîl-i hâme-i ma’nâ nedir? Kelâm-ı sübût,
Lafızda yer tutabilsin serâir-i lâhût.

Bu dinde düzah-u cenneti, azâblar yanıyor,
Bırak hayâtı, ölüm, ra’ şelerle kıvranıyor.

Mezârı hufre-i vuslet, taşı hayâl-i emel,
Harâbe-i şubehâtın içinde yok meş’al.

Bu yerde yok olabilmek kadar bir emr-i asîr
Tahayyül eyliyemem ben ki eyleyim tasvir.

Dehâ-yı hârikanın bu, harîm-i hikmetidir,
Kader bu hikmete bigânedir, maiyyetidir.

Fakat bu hikmete sermâyedir vücud-ı adem,
Heman bu yokluğa karşı bütün sücûd-ı kıdem.

Bir izdihâm-ı müebbed değil, bu, sırr-ı vücûd,
Bu sırda oldu nümâyân hakaayık-i mevcûd.

Demek ki kendini bilmekte vâr imiş hikmet,
Muhabbet ehli olan, kendini bilir elbet.

Bilirse al neyi vakt-i terânedir Neyzen,
Hayât bir dem-i sıhhat, kaçırma fırsatı sen!

Tıp Fakültesi Hastahanesi 16/2/1337
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Felek

Yamansın her zaman aldattın beni
Hem düşürdün, hem de kaldırdın felek
Mecnun’sun diyerek Leylâ peşinden
Issız vadilere saldırdın felek

Rehberimsin dedin, benise kördüm
Elimle başıma çok çarap ördüm
Kendimi unuttum âlemi gördüm
Hesapsız günahlar aldırdın felek

Bir devadır dedin zehir tattırdın
Gençliğin okunu boşa attırdın
Körlerin yurdunda ayna sattırdın
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek

Uyuşmadı gönlüm mert ile zenle
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle
Neyzen’e her telden çaldırdın felek
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Bana Ne

Serseri bir herifim, kevn-ü mekândan bana ne,
Ezelî derbederim, hükm-î zamandan bana ne,
Kendimi ... lemedim pir-ü cevandan bana ne,
Bir mümessel ölümüm kâr-ü ziyandan bana ne,
Kaniim hiçliğe âsâr-ı cihandan bana ne?

Nefsimin ecnebisi olduğumu anlayalı,
İlmi, fenni hiçe saydım ve bütün mahasalı,
Medeniyet benim indimde bugün bakla falı,
Sen gözetle bitecektir köse dehrin sakalı,
Bu oyundan, o koyundan, karamandan bana ne?

Baş siyasetçi olan şu ( Klemanso ), ( Askit )
Alaman, Yunan, İtalyan sürerek her yere fit,
Ördüler serhad-i vicdana ölümden bir çit
Beşeri soymak için dalga ile bir sürü it,
Hırlaşırlar o o yandan, bu bu yandan bana ne?

Gerçi gittim ... min doğrusuna ben kırk yıl,
Gel .ötün varsa humarından o sahbanın ayıl,
Bir boğaz tokluğuna her şeye oldum da kail
Serserisin diye iş vermediler; gül de bayıl,
Muktezası bu olan arz-u beyandan bana ne?

Berk-i aşkın ... oldu siper-i saikası,
Nefsimin santralında babamın hârikası,
Ne vakit geçmiş ise, destime fırsat yakası,
Kendimi sanmış idim âb-ı hayatın sakası,
Şimdi vuslat arayan servi revandan bana ne?

Olmuşum vâd-i hayretteki aczimle alil,
Edemez hikmet-i esrarını insan-ı gavil,
Göremez gördüğümü, şerh-ü beyan-ü tafsil,
Bu muallim, bu muharrir, bu muhacir, bu asil,
Bu zavallı, bu siyasi bu yamandan bana ne?

Bulamaz derdime çare babam olsa lokman,
Satılır beş paraya din pazarında iman,
Düşünün halimi bir kere ne çektim ihvan,
Romatizma, metelik yok, rakısız aç ve yayan,
Kanlı tacı taşıyan taht-ı revandan bana ne?

Gün olur ki bulamazsın ne bir ekmek, ne tütün,
Parçalanmış ceketin, belki açıktır da .ötün,
Bana ne bundan efendim? ... beni dinle ve bütün,
Nâz-ı ibda-ı zaferle bizim illerde bu gün,
Esiyor bâd-ı sabâ toz koparandan bana ne?

....yim kalp dinini kahbe, gâvur Avrupa’ nın,
Onu ıslah-ı adalet diye hâkim yapanın,
Vatikan’ da öperiken .ötünü kart papanın,
Ararım aslını İncil’ e gönülsüz tapanın,
Çekemezsin beni, bu sendeki kandan bana ne?

Çalabın birliğine can-ü gönülden taparım,
Türemin gayrisi hiç bir yola gitmem saparım,
Karımı Salih efendi diye dursun yaparım,
Yakasından, sakalından o gün elbet kaparım,
Bu yavuklum var iken o kezibandan bana ne?

Derd-i mâzi ile bir ökseye kasden bastık,
Vatanı, halkı cehaletle kavurduk, kastık,
San’ atı, ilmi siyaset ile boğduk, astık,
Yoksa şimdi başımı koymak için bir yastık,
O fırından, şu hamamdan ve bu candan bana ne?

Müslümanlıkta tasavvuf geriyor cehle göğüs,
Râfızî, şîa ve sünnî tanıma hepsine küs,
Bunları suret-i zâhirdeki alâyişi süs,
Kerbelâ, Mekke, Medine, Horosan, Kilise, Kudüs,
Medrese, tekke, manastır, Vatikan’ dan bana ne?

1933
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Hayat Armonİsİ

Suçlu elbette ceza-dîde olur, olsa bile
Çiftliği, fabrikası, bankası, hatta vapuru
Onu mahkûm edemez emr-i adalet bile
Var ise şayet elinde mütehassıs raporu

Anladın ya bu işin iç yüzünü, kes sesini
Kimseye açma sakın, nefsini dikkatle koru
Sözüm ver de kulak git sazını eyle akort
Bil hayat armonisinde şu minor la majoru

Böyledir şartı hayatın şu cihan-ı gamda
Para verdinse yerinme, vapuru sanma boru
Alınır taht-ı tedaviye azab-ı vicdan
Korkmasın katil ve gaddarın eğer varsa zoru

Fahrî üstad-ı cihan olsa gerektir Neyzen
Ki onun sanatıdır sahne-i tıbbın dekoru
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
GeÇer

Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hânde-i hurrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer gussa-i mâtem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.

Bu tecellî-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicrân seli mi?
İnliyen sâz-ı kazânın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu’ ünun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.

İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyâd-ı mâfihâdan.
Niyyet-i hilkâtı bu aşk-ı cihân-arâdan,
Önü yokdan, sonu .oktan, bu kuru da’ vâdan
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.

Ne şerîat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,
Câhilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Mâ’ rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsâne-i Adem de geçer.

Serseri Neyzen’ in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avâlim, bu bedyi’ gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sâkiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hâk olur pîr-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.

1943
 
Üst