Begendiğiniz köşe yazıları.

CEREN-SU

Dost Üyeler
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Kalleş saldırılar ve kabadayı tartışması
4.jpg
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Meclis Başkanı Köksal Toptan gazetecilerin “DTP’nin ifade vermeye gitmemesi” ile ilgili “Siz çok uğraştınız ama Eylül’e ertelendi. DTP’nin de üzerine düşeni yapması gerekmiyor mu” sorusuna “Kesinlikle gerekiyor. Tahriklerden kaçınmaları gerekiyor. Sonuç itibariyle bir Anayasa düzenlemesi var, bir mahkeme kararı var, herkes üzerine düşeni yaparsa sorun çözülür, kabadayılıkla olmaz” cevabını vermiş. Ayrıca DTP’nin “devam eden terör”le ilgili tutumu hakkında da net açıklamalar yapmış.

Bu konuşmaya karşılık Ahmet Türk’ün cevabı ise şöyle: “Biz kabadayılık yapmayız, hukuksuzluğa karşı çıkıyoruz. Barışçıl demokratik sürecin geliştirilmesi için her türlü çabayı sürdüreceğiz. Herkes elini taşın altına koysun...”

Türk ifade alınmasıyla ilgili hukuksuzluğa karşı çıktıklarını söylüyor ama kendisi ve partisinin Anayasa’yı ve yargı kararlarını hiçe sayar görüntüde olduklarına hiç değinmiyor. Acaba herkes “terörü ve teröristi övme, terör örgütünün sözcüsü olma, Türkiye’nin haritasını değiştireceklerini söyleme” hakkına mı sahip olmalı? Toplum bir yandan şehitler verirken bir yandan “Roj TV’nin ayaklı yayını” benzeri sözleri her gün DTP’den mi dinlemeli, istedikleri bu mu?

Ayrıca onlar suçlarını biliyorlar, iddianame ortada... Bu ülkede asıl hukuksuzluk “suçunu bilmeyen insanların cezaevine tıkılmasıyla, suçunu bilenlerin ise tıkılmamasıyla yaşanıyor. Bu durumda dahi generalleri tutuklanan TSK “Biz yargıya saygılıyız” demeyi sürdürüyor. Haydi dokunulmazlık nedeniyle en ağır suçları işlemiş siyasetçiler bile cezalandırılamıyor ama hiç değilse ifade vermeleri neden hukuksuzluk oluyormuş? Asıl hukuksuzluk bu ayrıcalığı sağlayan dokunulmazlığın ta kendisidir.

Bir de Türk’ün “barışçıl demokratik süreç” ve “elini taşın altına sokma” ifadeleri var. Acaba Ahmet Türk hangi barışçıl süreçten bahsediyor, iki gün önce 6 askerin kalleşçe öldürülmesinden mi yoksa daha önceki 10 askerden mi? Ortada barış süreci filan yok, sadece Karayılan’ın çekinmeden “Ya devlet istediklerimizi kabul eder, ya da Güneydoğu’da savaş çıkar” tehdidini yaparak sürdürdüğü kanlı terör eylemleri var... Elini taşın altına sokması gerekenler ise kendileri, yani DTP... Hem de askerlerimizin uzaktan kumandalı mayınlarla katledildiği asfalt taşlarının altına sokmaları bekleniyor.

Devamlı methettikleri terör örgütüne silah bıraktırsınlar da görelim. Durup dururken kalleşçe, karşısına çıkacak yüreği bile gösteremeyen teröristler tarafından evlatları öldürülen anaların ağıtları, gözyaşları dinmeden, arkadan yenileri gelmeden yapsınlar mert ve dürüstlerse, haydi!

Yoksa lâfla peynir gemisi yürümez, kimse de bu “timsah” gözyaşlarına, mesajlarına inanmaz.
RUHAT MENGİ

 

CEREN-SU

Dost Üyeler
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

100 kontörü olmayan şehit
4.jpg
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Daha çocuk yaşta (20), hayatının baharında komando er Özkan Dumlu PKK terörüne verdiğimiz son 8 şehidin arasındaydı. Şehit olmadan 2 gün önce babası Abdülkadir Dumlu’dan son isteği telefonuna “100 kontör” olmuş.

Vicdanı olanlar ellerini vicdanlarına koyarak düşünsünler şimdi; bu ülkeyi cebinde 20-30 TL’si olmayan çocuklar korumaya çalışıyor, bunun için her gün hayatını veriyor ve bir yandan da PKK terör örgütü Türk devletine emirler yağdırıyor;

“Şunu da yapmazsanız terör bitmez, İskoçya usulü olmazsa terör bitmez, af da çıkarmazsanız terör bitmez”... Ve Türkiye’nin Cumhurbaşkanı “Çözüme çok yaklaştık, iyi şeyler olacak” diyor, İçişleri Bakanı “Karayılan’ın açıklamalarını önemsiyoruz, Kürt köylerinin adı değişecek, af konusunda adımlar atılacak” açıklaması yapıyor.

Bunu duyan Karayılan küstahlığını bir adım daha arttırıyor: “Bakın Kürt köylerinin adını değiştirecek, diğer isteklerimizi de yapacaklar, bunu biz sağladık”... Daha iki gün önce yazdım; PKK lideri “Biz askerlerini katlederek onları hizaya getirdik” diyor, bu durumda “İskoçya usulü özel parlamento, özerk bölge, af” ve diğer istekleri için katliamlarına hız vereceklerdir, o zaman devletin tepesinde oturup sorumsuzca açıklamalar yapanlar bunun hesabını nasıl verecekler diye...

Arkadan “8 mayın şehidi daha” haberi geldi. (Tesadüfe bakın ki tam da “mayınlı arazinin 44 yıllığına yabancı devletlere peşkeş çekilmesi” konusu Türkiye’yi sallarken.) Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Gül “Mayınla terör, terörün en kalleş şeklidir” demiş. Evet doğru, en kalleş “şekillerden biri”dir, gece yarısı karakollara saldırarak toplu katliam yapmak da “en kalleş”tir, şehirlere bomba yerleştirerek masum sivilleri öldürmek de... Terörün her türlüsü kalleşin ta kendisidir ama bir cumhurbaşkanından da böyle açıklama beklenmez. Laf mıdır bu yani?

Hele de Karayılan’ı muhatap alanların söylemesi gereken şey bu mudur?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay acaba o abuk açıklamayı Türk devleti adına nasıl yapmıştır? Başbakan ve Cumhurbaşkanı birlikte önce bunu düşünsünler. “Türk devletinin tarihteki faşizan yaklaşımları”na kafa yormadan önce teröre kafa yorsunlar da PKK’nın devleti “muhatabı” zannetmesini ve dünyaya bu yönde açıklamalar yapması için yaratılan ortamı ortadan kaldırsınlar.

ÜZGÜNSENİZ ÇAĞRI YAPIN!

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk yine “şehit askerlere rahmet, ailelerine başsağlığı” dilemiş, bunu yaparken de “Biz devlete operasyonları durdurun dedik” sözleriyle yine sanki 8 şehide devlet neden olmuş gibi göstermiş. Şimdi Karayılan’ın da yine “Bu mayınlar bizim bilgimiz dışında oldu, istemezdik” gibi açıklamalar yapması muhtemeldir. Koca devletle oyun oynuyorlar çünkü, tablo bu...

Peki Ahmet Türk her terör saldırısı sonrasında lâfı “Biz silahlı şiddete karşıyız” gibi cümlelerle eğip bükeceğine sürekli olarak sözcülüğünü yaptıkları PKK’ya neden: “Bırakın silahı, mayın döşemeyi... Bu yolla hiçbir şeye, hiçbir çözüm gelmez. Şiddetle çözüm olmaz. Öldürmeye devam ederseniz biz de karşınızda yer alırız” diyemiyor? Şiddete gerçekten karşı olsalar, kalleş terör eylemlerinde hayatını kaybeden şehit askerlere gerçekten üzülseler bunu demez mi?

Dün gelen tüm mektuplarda endişe vardı, tepki vardı, nefret vardı. Millet kendisini din ve ırk üzerinden bölmeye çalışanların tümünden nefret ediyor ve artık huzur bulmak istiyor.

Bu ülkeyi yönetmeye talip olarak iktidara gelenlerin düşünmeden yaptığı konuşmalar terör sorununu da çıkmaza soktu, teröre ve teröriste güç kazandırdı.

Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Baykal doğrusu söylüyor; Terör örgütü terörü, silahı bırakmadan hiçbir sorun tartışılamaz. Bunun aksine inananlar sadece daha çok gencimizi kaybetmemize neden olacaklar.

Not 1: AKP iktidara geldiğinde terör tamamen bitmiş vaziyetteydi. Nasıl durduruldu, neden yeniden azdı, bu soruların cevabını vermeleri gerekiyor.

Not 2: Bir de 19-20 yaşındaki gencecik askerleri “yollar mayın dedektörleriyle taranmadan” mı araçlara bindirip gönderiyorlar? Anlamsız ve sorumsuz konuşmalar yerine bu soruların cevabını versinler, milletin içi yanıyor.

 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Toprak,satış,onur!

Eski ABD Başkanı Bush, Beyaz Saray’da Türk yetkililere görüşmelerin “at pazarlığı” na döndüğünü söylemişti. Bu görüşmelerden bir süre sonra da ABD, Irak’ta izlediği politikalara destek vermesi kaydıyla Türkiye’ye bir milyar dolar hibe yapılacağını açıklamıştı. Türkiye’de muhalefetin ve kamuoyunun yoğun eleştirisi sonucunda ABD’nin bu şartlı hibesini iktidar, istemeye istemeye kullanmayı reddetti. ABD’nin para karşılığı bir anlamda Türkiye’nin siyasetini satın alma teşebbüsü de böylece başarısız oldu. Ünlü spekülatör Soros, bir ziyareti sırasında “Türkiye’nin en iyi ihraç malı, askeridir” dediği bilinmektedir.
Bu tür birkaç olgu ve yargı bile yabancıların Türkiye’yi nasıl algıladıklarını göstermeye yeterlidir. Uluslararası aktörlerin, Türkiye ile ilişkilerinde her şeyden önce parayı ölçü olarak almaları nedensiz değil. Zira Türkiye’yi yönetenler iflas etmiş bir tacir psikolojisiyle adeta ülkenin her değerini açık artırmaya çıkarmış durumdalar. 2002 yılının başından bu yana Türkiye’nin satışa konu olmayan hiçbir değeri kalmamıştır. Ülkede üretilen mal ve hizmetler değil, doğrudan doğruya Türkiye’nin kendisi pazarlanmaktadır. Bu pazarlamanın içinde Türk milletinin tarihi, kutsal değerleri, sınırları, askeri ve inançlar sistemi de vardır.
İktidar yabancılara yapılan gayrimenkul ve arazi satışlarında (Galataport vb..), stratejik kuruluşların özelleştirilmesinde (enerji, demir çelik vb..), tarihi yerlerdeki mekânların satışında (Uçhisar vb..), su ve sınır boylarının kiralanmasında (mayınlı araziler vb..) hiç bir sakınca görmemektedir. “Para gelsin de nereden, hangi maliyetle ve nasıl gelirse gelsin” ilkesizliği iktidar yetkililerinin iliklerine işlemiş durumdadır. İktidar yetkililerinin “yabancıların, sırtlarına alıp gidecekleri yok ya” diyerek yaptıkları açıklamalar, vurdumduymazlıklarının ulaştığı boyutu göstermektedir. Bugün Türkiye’de başta banka ve sigorta sektörü olmak üzere bir çok alanda yabancılar üstünlüğü değil, hâkimiyeti ele geçirmiştir.


Her şeyi satışa çıkarmak!
Mayınlı arazilerin temizlenmesi ve kiralanması konusunda TBMM’ye sunulan tasarıyı da bu bağlamda düşünmek gerekir. Türkiye’deki iktidarın, para söz konusu olunca ülkenin stratejik ihtiyaçları, güvenlik gerekleri, tarihi ve kültürel çıkarları, hiçbir şeyi gözü görmemektedir.
The Economist dergisi “Bahreyn, tarımsal üretim için Türkiye ile 500 milyon dolarlık arazi anlaşması imzaladı” dedi. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, “Satma ya da kiralama söz konusu değil. Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Suriye, Sudan gibi ülkelerle tarım yöntemleri konusunda mutabakat yaptık” türünden bir açıklama ile dolaylı olarak söylenenleri doğrulamıştır. Türk halkı, iktidarın arazilerine uygulanan muamelenin ne olduğunun haberini The Economist dergisinden öğreniyor. Mayınlı araziler konusundaki tartışmalar olmasaydı, Türkiye’nin Bahreyn ve diğer ülkelerle tarım alanlarıyla ilgili olarak yaptığı satış, kiralama ve diğer anlaşmalardan kamuoyunun haberi dahi olmayacaktı.
Küresel ısınma, suyun stratejik değeri, sınırların kuşkulu şirket ya da ülkelerin denetimine elli yıllığına kiralanması, toprağın kıt kaynak, ya da kutsal olması, milli güvenlik, ya da ulusal çıkar gibi kavramlar iktidar yetkililerini hiç mi hiç ilgilendirmiyor. İktidar, hayırsız evlat gibi dünden kalan ne varsa hepsini elinden çıkarmakla meşgul. AKP iktidarına ülkenin satılık olmayan bazı değerlerinin de bulunabileceğini; Türkiye’nin onurunun ise “at pazarlıklarına” konu edilemeyeceğini birilerinin acilen hatırlatması gerekir!

ÖZCAN YENİÇERİ
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Kıbrıs'ta Denktaş ve Talat farkı!
Kıbrıs’ta yeni davalar yeni hukuki sonuçlar üretir hale gelmiştir. Bu durum KKTC’nin hukuki varlığının aşama aşama sonlandırılması anlamına geliyor. Bunu “Orams Davası”yla ilgili gelişmeler kanıtlar mahiyettedir. Bilmeyenler için hatırlatalım: Kıbrıslı Rum Meletis Apostolidis’in, Lapta’daki “1974 öncesinde kendisine ait arsa üzerine villa inşa ettikleri” gerekçesiyle İngiliz David-Linda Orams çifti hakkında açtığı davadaki Avrupa Toplulukları Adalet Divanı Savcısı Juliane Kokott, “Kuzey Kıbrıs topraklarıyla ilgili olsa da Kıbrıs’taki (Rum kesimindeki) mahkeme kararı diğer üye ülkelerde tanınmalı ve uygulanmalıdır” şeklinde görüş bildirmiştir. Güney’deki Rum mahkemesinin bir kararla Kuzey’de de geçerli sayılması Kuzey’deki yapıyı hukuken korsan durumuna düşürmüş olmaktadır. Gelinen bu nokta Denktaş ile Talat farkını da açıkça ortaya koyar niteliktedir.
KKTC lideri Talat bütün aşkla gözlerini AB’ye dikmiş, hiçbir şeye aldırmadan yürüyor. “Kabul ettik ya Annan Planı’nı” dışında başka bir şey de söylemiyor. Karşı taraf görüşme, tartışma ve randevu derken bir yandan Talat’ı oyalamaya, diğer yandan da KKTC’nin de altını oymaya devam ediyor. Talat ve Denktaş farkını Coelho’nun meşhur “Simyacı” adlı eserinde anlattığı hikâyedeki tavırla açıklamak mümkündür. Hikâye şöyle: Mutluluğun sırrını anlamak isteyen çobana bilge; gidip sarayda dolaşmasını ve kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini istemiş. Ama, sizden bir ricada bulunacağım, diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş, “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. “Güzel, demiş bilge, peki yemek salonundaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan’ın yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.
“Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.” İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış.
“Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
“Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun sırrı dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan”.
Kaşıktaki yağ Kıbrıs’tır. Kaşıktaki yağla ilk dolaşıma çıkan kişinin tavrı da Denktaş tavrıdır. Çevrede olan biten hiçbir şeye aldırmamış ama onca çevre baskısına rağmen de yağı dökmemiştir. İkinci tavır da Talat tavrıdır. O ise çevreyi gözetmekten, kaşıktaki yağa, yani KKTC’ye ve onun hukuki varlığına dönüp bakma lüzumunu dahi görmemiştir. Bu tavrın sonucu olarak KKTC’nin mülkiyeti üzerinde Rum’a yetki veren karar çıkmak üzeredir. Böyle bir karar çıkarsa da ortada ne KKTC’den ne de egemenliğinden söz etmek mümkün olur. Bu durumda da Talat kendi coğrafyasına egemen olmayan bir yapının sözde Cumhurbaşkanı haline gelmiş olacaktır. Kıbrıs’ta bu kez durum sanılandan da ciddidir. Bu nedenle Talat önce görüşmeleri kesmeli, sonra da gerekeni yapılmalıdır.





Özcan Yeniçeri

Yeniçağ

Paylaşım yaptığınız yazarın hangi gazetede yazdığını yazarsanız sevinirim.
 

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Lafı fazla uzatmadan fikrimi kısaca ifade etmek istiyorum, lafı uzatmak nifak kapılarını aralıyor gibime geliyor.
Bence Bahar Kardeşimin kast ettiği "Atatürk'ü Sevmek Zorunda mıyım" diyen (Başörtüsü değil) kırk renkli bohçaya benzeyen o mahut türbanı üniforma gibi giydiğini düşündüğüm o cahil kandırılmış, bilgiden mücehhez olmayan, Sütçü İmam'ın nerede yaşadığını bile bilmeyen, dezenformasyon kurbanı, Atatürk'ün kim olduğunu anlayamamış, Atatürk olmasaydı bu sözleri bile söyleme özgürlüğünü bulamayacak, hatta güzelim Ezan-ı Muhammedi'yi özgürce duyamayacak kız çocuğunun anlaşıyıdır. Kültegin doğru yazıyor, İslam, Arabın dayatmak istediği İslam, bize çeşitli insani eklentilerle yanlış tanıtılan İslam, Milliyetçiliği reddeder. Ümmetçiliği savunur. Yüce Kuran-ı Kerim'de "Biz sizi kavimler halinde yarattık, görüşesiniz, tanışasınız diye, .... üstünlük takvadadır" ayetine rağmen. Çünkü Arap Yüce Dinimiz İslamı bir arap milliyetçiliği (ümmetçilik) olarak algılar. Türk Ulusu çok değerli bir aidiyet ülküsü olan Türk Milliyetçiliği ile Yüce Din Müslüman'lığı en iyi algılamış ve bağdaştırmış bir Ulus'tur. Yüceliği de buradan gelir.
Bu tartışmaları yaratan, çok önceden batının tezgahladığı Din Baronlarının etkileyerek kandırdığı temiz ama cahil insanların kullanılmasıdır. Bu insanlarımız Müslümanlığa ve Türk Milliyetçiliğine Nene Hatun gibi, O Anadolu'nun bağrından çıkmış tertemiz Türk Nenesi gibi vakıf olsalardı, Vatanın Kurtuluşu için Can pahasına kadın olmasına rağmen cepheden cepheye koşsalardı, mermi taşıyıp, yaralı askerin terini ve kanını yemenileriyle silselerdi, en azından böyle bir bilince sahip olsalardı böyle tartışmalar hiç olmayacaktı.
Gözardı etmememiz ve hep yasa gibi hatırlamamız gereken bir özdeşlik vardır Türklük ve Müslümanlık'ta;
İKİSİ DE BİRLİK VE BERABERLİĞİ ŞİAR EDİNMEYİemreder.
Sevgi ve saygılarla...
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sevgili bülent baysal bahar hanımın dediğini anlamışsınız peki benim ne demek istediğimi tam olarak anladınız mı ne çıkardınız ? çünkü ona göre anlaşılmak adına yazacağım saygılarımla...
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Başörtülü mü? PKK'lı mı? Tercih sizin...

Başörtülü mü? PKK'lı mı? Tercih sizin...



Avusturya'nın başkenti Viyana'nın Karlsplatz semtinde bulunan Teknik Üniversite bahçesindeki heykel sergisinde, heykeltıraş Olaf Metzel'in ''Turkish Delight'' (Türk Lokumu) adlı, başörtülü, ancak diğer uzuvları açık bir Türk Müslüman kadını tasvir eden heykeli, Avusturya'daki Türk sivil toplum kuruluşlarının tepkisini çekti.
Aslında yazı konum bu değildi.
Kanalı açtığım anda bu haber ilgimi çekti ve tabiî ki şok oldum.
Ancak bu kadar olurdu!
Beni düşündüren, bu heykeli kimin yaptığı, yapıp da nereye diktiği değil…
Beni düşündüren; bu heykeli yapanın gücünü nereden aldığı!
Bu gücü tabiî ki örtülü kızlarına sahip çıkmayan ve dışlayan bir toplumdan alıyor kişi…
Türk kadınına atfedilen bu heykel gösteriyor ki, acizleşmişiz. Ve bunun asla telafisi yoktur.
Buradaki bir çok habere çeşitli yorumlar yapan okurlar dahi sanırım avel avel bu görüntüyü izleyip haberi kapatmış yada diğer bir başka habere geçmiştir muhtemelen!
Nede olsa “türbanlı” heykeli!
Yani bir nevi “yaratık”…
Namusuna düşkün millet, şerefine düşkün millet, örfüne, ananesine düşkün millet!
Fakat şunu herkes bir zahmet kabul etsin ki, oldukça dejenere olmuş bir millet!
Eğer bunu bir heykel değil de, gerçek bir vücuda yapıp, yol ortasına assalar emin olun ona da kimse ses çıkartmaz. Çünkü bu millet her şeyi kanıksar hale geldi…
Bu zamana kadar başörtüsü ile alakalı o kadar çok yazı yazdım ki, yazdıranların enerjisi tükenmedi fakat benim mecalim kalmadı… Çünkü işin içinde bir parça bez barınmıyor. Bir parça bez konu edilerek bir millet kendinden ediliyor.
Ve sonrada tüm dünyaya karşı gülünç duruma düşürülüyoruz. Şekilde görüldüğü üzere!
Beyniyle okulunu bitirmiş ve fakat başı örtülü bir öğrenci diplomasını alamıyor. Fakat başını örten bir bayan öğrencinin fikirlerini benimsemiş erkek öğrenci diplomasını alabiliyor. İstediği yerde de işe girme şansına sahip.
Tek fark, erkeğin saçlarının görünmesi.
Peki…
Madem kalpteki fikirlerin bir önemi yok neden bu kadar öfke ve engel!
Sorun sadece kıyafet!
İlla Avrupalı olunacak! Bu ülkede rahat bir nefes alabilmek için bu şart…
Avrupalı olmak her şey demek!
Ve Avrupalı olmak için birçok şeyden taviz gerek!
Öncelikle hassasiyet arz eden konulardan başlamak gerek!
Kendi kadınına sahip çıkmazsan el alem işte böyle sahip(!) çıkar!
Ve sen millet! Ne kadar da basiretsizleşmişsin ve ne kadar da kanıksamışsın bazı şeyleri…
Başörtüsünün bazılarının deyimiyle; “türban”ın siyasi simge olduğunu ancak akıl ve mantık yoksunu kabul edebilir.
Diyorum ki, öyleyse örtü kullanmayanın siyasi görüşü yok mudur? Kaldı ki, örtü kullanmayıp da kullanana atfedilen siyasi görüşü benimseyen bir çok bayan var ülkemizde hem de çok…
Çok uzatmak istemiyorum. Dedim ya bu konuda çok ama çok yazılar yazdım…
Sadece şunu söylemek istiyorum, bir ülke ilimle, fenle ilerliyorsa şayet, bunun için kafa gerek… Kafa için özgürlük gerek…
Sayın millet, insanına sahip çık. “Türban” Türban” diye düdük öttürene kadar kadınını ne hale soktuğunun derdine yan!
Sahi PKK’lı millet vekillerimiz var değil mi? Başları açık, gayet modern(!)ler! Türkiye Büyük Millet Meclisi PKK’lı ların ikinci adresi artık…
Başı örtülü olduğu için meclise, okullara alınmayan kadınlarımızın çıplak heykelleri yapılır… Avrupa ve Türkiye’de bir PKK’lıya ait böyle bir heykel yapılsa ne olur? Elbette kıyamet kopar!
Zaten yapılamaz… Buna hiç kimse cesaret edemez! Dağdaki PKK’lı kafası açık olduğu için meclise de girer, istediği yerde iş sahibi de olur, okullarda atta koşturur…
Fakat bir Türk kızına ancak “Türk Lokumu” isimli çırılçıplak bir heykel lâyık görülür.
İşte dejenerasyona uğratılmış bir milletin hazin öyküsünden bir kesit!
Mehmetçik, Mehmetçik diye sözde ağlayanlar var! TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’nde ki PKK’lılara neden yeterli ses çıkmıyor? En azından başörtülü kızlara uzattığınız kadar onlara da dil uzatın.
Bu ülkede ne PKK’lıya nede PKK yandaşına kimse ses çıkartamaz. Onların dokunulmazlığı var! Tıpkı Avrupa’da olduğu gibi! Kadının kıyafetine ancak şeref yoksunu hayvandan aşağı bir yaratık dil uzatabilir.
Bakın, dağdaki kadın teröristin başı örtülü mü? Hiç başı örtülü bir PKK’lıya yada herhangi bir teröriste rastladınız mı?
Hadi baş örtüsüne “siyasi simge” dediniz? PKK’lı kadınların siyasi simgesi neresinde? Onlar simgesiz sanırım… Sahi onlar teröristti pardon özür dilerim…
Yakında TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’nde ki PKK’lı millet vekillerine de “DEĞERLİ BÜYÜĞÜMÜZ” diye hitap edilir mi acaba? Böyle bir jeste ne dersiniz?
Savaşla yıkılamayan millet ancak böyle çökertilir işte… kale içten fethedilir. Önce alıştırılır, zamanla tepki mekanizmaları çöker ve her şey kanıksanır… Merhaba acziyet, merhaba Mehmetçiğime kurşun sıkana kucak açış!
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’nde ki PKK’lı başı açık çok modern hanımefendi(!) bizim vekilimiz(!) ne güzel değil mi?
Ülkemdeki başörtüsü düşmanları o heykeltıraşa büyük bir ödül verirler artık… Eee hak etti adam!

Betül Aşık-Unibozkurt.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Baş örtülü ama çıplak heykeli ilk gördüğümde ben hiç bunları düşünmedim.

Aynı zamanlarda daha bir kaç olay vardı aynı şekilde kadınların başında türban ama kendisi çıplak.

Birisi büyük bir defileydi, başında türban, tül giyinmiş çıplak bir manken çıkmıştı podyuma.

Sizin gibi devlet baş örtülü kızına sahip çıkmadığından yapıldığına inanmıyorum bu protestoların.

Tam tersine elin insanı bizi uyarıyor diye düşünüyorum. Bize "siz türbanla uğraşırken biz sahip olduğunuz herşeyi aldık" diyorlar. Uyarı biçimini de çok beğendim.

Hem kendilerince hemde bizi iğneleyici, belki aklı başına gelir birilerinin dedim ama heyhat gelmemiş, neden bu şekilde davranıyorları alıp gelip teröriste bağlamanız da ironik.

Öncelikle düşününüz, terörist kim kürt, eee... başı o şekilde bağlayanlar kim nurcular ve bahai şeyhi fetoşun destekcileri, peki bunların ortak noktası ne, kürt sait.

kürt saitin adamlarının bir kısmı başına ünüforma geçiriyor bir kısmı dağa çıkıyor, nasıl göremiyorsunuz bunu, şaşmamak mümkün değil.

Eee gelelim saitin ilk ortaya çıktığı dönemleri ve yaptıklarının mali kaynağına, haydi bunu da siz araştırın çok yazıldı çizildi bu konu!
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Kartal gözü kardeşim inanamıyorum bunu mu çıkardın bu yazıdan ?
Yahu biriler başörtüsüne siyasi simge diyor ortalık ayağa kalkıyor gerici, yobazlar diye başında başörtüsü olan namazında niyazında olan insana sen dincisin ümmetçisin yobazsın sende milliyetçi olmaz denilerek aşağılanıyor ama biryandan pkk'lılar meclise girmiş ne gam ne keder... Ben bu anlayışa karşıyım Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarına aksi bir tavır sergilenmedikçe meclise girerken başörtüsünü çıkartıp çıktıktan sonra tekrar baglıyorsa başörtüsünü bu dinci'den milliyetçi olur...

sa-it konusuna gelince her başörtülüyü lütfen sa-it'le bagdaştırmayalım.

saygılarımla...
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Ben "başörtüsü" kelimesini hiç kullanmış mıyım, terimlere dikkat ediniz lütfen.

Başörtüsü ve türbanı aynı kefeye koyarak asıl siz gerçek dindar ile kurma dindarı karıştırmış oldunuz.

 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Lütfen sizde yazıma dikkat ediniz "türban" ifadesini kullanmış mıyım?
 

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Değerli Beşiktaşlı kardeşim Şimşek,
Yazdığım son yorumda fikirlerinize aykırı, inançlarınızla çatışan ne gördünüz anlayamadım. Biraz yaşlı bir kardeşiniz olmam nedeniyle beyin hücrelerimdeki gerilemeden kaynaklanabilir. Afedersiniz kardeşim.
Ama bu yaşlı beyin konu Dinim ve Milliyetim olunca her ne hikmetse iyinin üstünde çalışıyor. Hele de buna Vatan ve Bayrak ve de ATATÜRK SEVGİSİ eklenirse beynimi tutabilene aşkolsun.
Benim rahmetli Babannem, Anneannem hepsi yemenileriyle başlarını örten, ibadetlerini eksiksiz yapan insanlardı. Ama ben ikisinin de alacalı bulacalı, albenili renklerde başörtüsü veya yemeni kullandıklarını görmedim. Türk Kültürünün sade örnekleriyle dolu ve çok iyi hatırladığım sade örtülerdi bunlar. bu örtülerin altına da YÜN YUMAKLARI koyup başlarını UZAYLI'lara (!!!) benzetmezlerdi.Çünkü onlar İslamı ARAÇ değil AMAÇ olarak gören insanlardı tüm cahilliklerine rağmen. Annem 1923 Cumhuriyetle birlikte doğduğunu övünçle her zaman ifade eden rahmetli Aliye Hanım'ın başını örttüğünü hiç görmedim. Çünkü bu konuda büyüklerinden hiç baskı görmediğini söylerdi. Özeleştiriye açık olması bakımından bu örnekleri kendimden verdim.
Şimdilerde ise adına Türban denilen alacalı bulacalı, albenili renkli Yahudi Vakko Malı Türban takan tertemiz yüzlü genç kızlar görüyorum. Bir de bunun altına 40 derece yaz sıcağında bile taktıkları lasteks ürünü gibi bir başka şey var. Onun ne için takıldığını anlamış değilim. Herhalde saçlarını "ZİNDANLARA SOKMAK İÇİN" diye yorumluyorum. Baştan aşağı doğru gidildiğinde de uzun pardesü giyenlerin dışında tamamen Avrupai albenili çok abartılı renk ve şekillerde giysiler giyen hanım kızlardır kastedilen. Benim ve Bahar Kardeşimin kastetmek istediği ve kınayarak tenkit ettiği kesim, Başbakanımızın bu konularda "Anayasal" Yargı Mercilerini ve hatta Uluslararası Yargı yerlerinin verdiği kararları yerinde bulmayarak, bu Yargı yerlerini yetkili bulmayarak "Bu Ulemanın Yetkisine girer, onlara sormak gerekir" savına konu edilen, onun işaret ettiği ve savunduğu siyasal simge olarak bu örtüleri takan, Müslümanlığı AMAÇ DEĞİL belli insani ve dünyevi beklentileri için ARAÇ edinmiş, dünyevi düşünce ve kazanımlara mesnet etmek isteyen, Yüce, Ulu, Kainatı kaplıyacak derecede havsalalara sığmayacak Güzel Dinimizi Cüz'i duruma getirmek isteyen "niyeti belli" hanım kızlardır. Kimsenin Yüce Kur'anın emrini hiçbir niyet ve öngörü taşımadan sadece "Allah'ın Emridir" diye uygulayan insanlarımıza birşey dediği yok. Türban denilen Müslümanlığa yabancı, kötü niyetli, kötü reklam amaçlı diye düşündüğüm konu Ülkemizi KARAÇARŞAFLARA, BURKALARA doğru götürmek amacını taşıyor. Kastedilen budur. Sizin de TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'ni güncel ortamda, Dünya tarafından yokedilmek istenen bu Yüce aidiyet duygusunu hedef edinmiş Kıbrıs1974 OTAĞININ bir mensubu olarak böyle düşündüğünüzü tahmin ediyor, Dinimiz konusunda fazla tartışmanın TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'NE ve de Evrenin hakimi Allah'ımızın (CC) tertemiz bir şekilde Peygamberimize (SAV) tebliğ ettiği MÜSLÜMAN'lığa zarar getibileceğini düşünüyorum. Bu bölümün adı "Beğendiğiniz Köşe Yazıları" iken konuyu nereden nereye getiriyoruz. Bırakın beğenen beğendiğini okusun, bu konuda suiniyetsiz fikirlerini beyan etsin, Ama Elhamdülillah Müslüman olan insanların bu anlaşıylarını işporta konusu gibi sergilemeyelim ve Mustafa Kemal Atatürk'ün net ve son olarak açıkladığı ilkeler doğrultusunda, Irk, Töre ve Harslarımızı unutmadan, Kanımızın Türk Kanı olduğu bilinciyle TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ kavramına da HALEL GETİRMEYELİM bu kısır tartışmalarla.
Sevgi, saygı ve Esenlik dileklerimle.
Galatasaraylı Kardeşiniz
Bülent Baysal
 

Ekli dosyalar

  • 57fo1.jpg
    57fo1.jpg
    89.7 KB · Görüntüleme: 25
  • 188rj.jpg
    188rj.jpg
    87.3 KB · Görüntüleme: 24
  • 372al.jpg
    372al.jpg
    84.8 KB · Görüntüleme: 22
  • 664em.jpg
    664em.jpg
    76.8 KB · Görüntüleme: 25
Son düzenleme:

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Çok güzel yazmış Betül Aşık Kızkardeşim. Sağolsun, Mevla kendisinden razı olsun.
Vatan sevgisi ya vardır yada yoktur.
Vatan sevgisi kitaptan öğrenilmez,
Vatan takım tutar gibi parti yarıştırarak sevilmez,
Vatan sevgisi,değerlerini hiçe saydırmaz.
Vatan,kendini feda ettiğin sürece vardır.

İşte Olay budur. Vatan Sevgisi Mevlanın bazı İnsanların kalblerine lutfederek nakşettiği çok değerli bir duygudur. Benim bu duyguyu taşıyan hiç bir insanla ayrışmam olamaz.

 

Ekli dosyalar

  • Anadolu türk 2.gif
    Anadolu türk 2.gif
    5.4 KB · Görüntüleme: 26

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Öncelikle şunu belirteyim sanırım sizden yaşca küçügüm galatasaraylı kardeş degilde galatasaraylı abim diyelim sakıncası yoksa:)

Aslında bu yazınızda gördüm ki aynı fikirdeyiz diger yazımdada fikir ayrılıgı degil sadece yazılarımdan ne çıkardıgınızı öğrenmek istemiştim. Benim herzaman üstüne basa basa demek istedigim "türban" ile başörtüsünü aynı kefeye koyarak siyasi simge haline getirilmesine karşıyım ve art niyetsiz başörtüsünü sizinde dediginiz gibi Araç degil AMAÇ olarak görenleri yobazlıkla gericilikle ümmetçilikle şuçlayıp senden milliyetçi olmaz yakıştırmalarına karşıyım benim anlatmak istediğim sadece budur başka birşey degil umarım iyi anlaşılmışımdır. Galatasaraylı abim sizinde görüşlerinize herzaman ilgiye okuyor takip ediyorum ve sizdende ögreneceklerimiz var diye düşünüyorum Beşiktaşlı Kardeşiniz

Saygılarımla..
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Kartal gözü kardeşim senin beğendiğin "siz türbanla uğraşırken biz sahip olduğunuz herşeyi aldık" uyarı biçiminede Sevgili Betül Aşık ışık tutmuş..

Bir Pkk'lı Meclise Girmiş Ne Gam!



“TÜRK ÇOCUĞU, ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR.”(M.K.Atatürk)

Çanakkale’de iki Mehmetçik…

Biri yaralı, diğeri arkadaşının yarasını sarmada…Birbirlerini teselli ediyorlar, daha şimdiden torun torba muhabbetiyle…

Öyle ya, savaş bitecek ailelerine kavuşacaklardı…Minik bebeklerini bağırlarına basacaklardı...Oda bir şey mi? Daha torun göreceklerdi…

Göremeseler de ant içmişlerdi onlara en büyük hediyeleri ve emanetleri bu topraklar olacaktı…

Şehit düştüler…

Ne evlatlarına nede hayâlini kurdukları torunlarına kavuşamadan iki genç beden yıkıldı toprağa düşman kurşunuyla…

Düşman sadece kurşun atmamıştı…Asıl kurşun sonradan gelecekti…

Türk’ün kaleleri içerideydi!

Şeref kalesi, din kalesi, ahlâk kalesi, namus kalesi…

Ne çok kalesi vardı Türkün! Yık yık bitmiyor!

“Ama” dedi düşman…”Daha vakit var…”

Nice şehidin torunu oldu…

Düşmanın asıl planı işliyordu bu arada eski bir masa saati gibi…”Tik! Tak! Tik! Tak!”

Düşman bir sabah “Türban!” diye uyanıverdi…Nasılda mutluydu…O ana kadar tüm planları hayata geçmişti…Her şey istediği gibi işliyordu…

Dejenere çalışmaları giyimden tut lisana kadar planladığı gibi işliyordu…

Bu noktada Türk’ten hiç beklemediği gevşekliği görmüştü…Bunlar Çanakkale’deki insanların torunları değildi sanki…”Sanki bizim vatandaşlarımız!” dedi düşman…

“Bak nasılda dışlamaya başladılar birbirlerini!”

“Biz bir canavar yarattık! Adı da: TÜRBANLI!”

“Sizi aşağılık kompleksli kıldık…Artık Türk’ün tek derdi TÜRBAN! HA! HA! HA!”

“BAŞARDIK!”

“Ne ekonomi, ne eğitim, ne bilim, ne de teknik! TÜRK’ÜN TEK DERDİ TÜRBAN!”

Sanki Türkleri birileri hipnoz ediyordu…

Sanki bir ses Türklerin kulağına bir şeyler fısıldıyordu…

“O yaratıklar Türbanlı! Bak Türk, türban başka, baş örtüsü başka…Eğer önden fiyonk yaparsa masum nine örtüsü yok eğer yandan düğümlerse o bir yaratık! Adı da TÜRBANLI! HA! HA! HA!”

Ve insanlar her uyandıklarında tuhaf bir ön yargı ve tiksinti ile uyanıyorlardı…

Yeryüzünde hiçbir millet birbirine bu kadar düşman olamazdı….Ve dünya çapında da bu denli komik bir duruma düşemezdi…

Fakat düşman dediğini yapmıştı…Yıllar önce kendi kendine verdiği sözü yerine getirmişti…

Her gece kulaklara bir şeyler fısıldıyordu düşman…

“Aferin sana Türk…Sen tam bir Batılısın…SEN AVRUPALI’SIN…ÇAĞDAŞSIN! MODERNSİN! GEL! GEL! GEL! BAK SEN ŞU TÜRBANLIYA…BİRDE OKUMAK İSTİYOR…GİT VE ONU KOV OKULUN KAPISINDAN…AAA AMA BİRDE OKUL BAHÇESİNDE ŞU UYUŞTURUCU DAĞITAN SEVİMLİ ADAMA BAAAK…GİT SEV ONU TÜRK!”

Ve Türk herkese kucak açtı, bilerek yada bilmeyerek…

O fısıltı hiç susmadı…Her gece fısıldadı…

“ŞŞşş Türk…Bak okul bahçesinde PKK LI GENÇLER POSTER ASMIŞ..NEDE ŞEKER ŞEYLER…

SAKIN ONLARA SES ÇIKARTMA ÜRKÜTME…ŞŞŞŞ….BİRDE ŞU TÜRBANLI YARATIKLARA BAK…

HEY TÜRK AŞAĞILA ONU…GİT VE PİS TÜRBANLI DE! AMA APO’YA DOKUNMA…LÜTFEEEEN….”

“Şşşş…Yine ben…Hey Türk…Duydunmuuu TÜRBAN KÖŞKE ÇIKACAKMIŞ…

AMAN TANRIM…BUNA İZİN Mİ VERCEKSİN?

AMA DUR! BAK PKK’LI HANIMEFENDİ VEKİLİNİZ NE KADAR DA MODERN…

NE KADAR DA ÇAĞDAŞ…

KAFASINDAKİ KILLARIN GÜZELLİĞİNE BİR BAK TÜRK!

GİT KUCAKLA ONU…PKK LI VEKİLİNE HOŞ GELDİN VEKİLİM DE…ÖP ONU…

ODA GÜNÜ GELDİĞİNDE SENİ ÖPECEK ELBET…

ÇOCUKLARINI ÖPECEK, ÜLKENİ ÖPECEK HEMDE EN DERİN HİSLERLE…

AMA TÜRK, TÜRBANI UNUTMA SENİN TEK DERDİN TÜRBAN!...AÇSIN, AÇSIN!”

Türk milletini kulağından fısıltı hiç eksik olmuyor…

“Hey Türk yine ben geldim…Bırak işi gücü kariyeri eleştirmeyi…

TÜRBANDAN DAHA TEHLİKELİ NE VAR Kİ…

SAÇI GÖRÜNMÜYOR…

HADİ TÜRK NAZLANMAAAA…İTİRAF ET DEKOLTEYİ SENDE SEVİYORSUN…

HEM KOKTEYLLERİN BİRİCİK SÜSÜ DEKOLTE DEĞİL MİDİR…

OMUZSUZ YA DA SIRTSIZ YADA GÖĞÜSSÜZ HELE DE SAÇSIZ DEKOLTE OLURMUUUUU…

HEM ORADA DEDELERİNİN ÇANAKKALEDE İÇTİĞİ ŞEKERSİZ VE ÜÇ BEŞ ÜZÜM TANESİNDEN İBARET ÜZÜM HOŞAFI YOK!

BAK NASIL SİNİR OLDUM GENE!

DEDENİ HATIRLAYINCA SİNİR TEPEME ÇIKIYOR TÜRK!

ŞARAP İÇECEKSİN! VİSKİ İÇECEKSİN! ŞAMPANYA İÇECEKSİN! ŞAMPANYALAR PATLARKEN DEDENİN PATLATTIĞI TOPLAR GİBİ SES ÇIKARTACAK TÜRK!

O TOPLARLA BERABER DAHA DA MEDENİ OLACAKSIN, DAHA MEDENİ, DAHA MEDENİ!”

“HADİİİ TÜÜRK NAZLANMA…

SEN GAY BARLARINLA NAM SALACAKSIN, STRİPTİZ BARLARIN DAHA DA ÇOĞALMALI…

BU NE MEDENİYETSİZLİK AMA…BOŞVER BEYNİ, ZEKÂYI…ET VE KIL…GÖRMELİYİZ…

TÜM DÜNYA MERAK EDİYOR…BİR FÖRRRST LEYDİ BÖYLE Mİ OLMALI?

HADİ TÜRK BIRAK ŞÂNI ŞEREFİ BİR KENARA…FÖRRRSTTT LEYDİ OLMASI İÇİN AÇMALI…

BAK KOKTEYLLERE NİNEM YAŞINDAKİLERE SARKIK MARKIK DEMEMİŞ AÇMIŞ…GERÇİ GÖZ ZEVKİMİ KÖRETLSEDE OLSUN…AÇMIŞ YA SEN ONA BAK…”

TÜRK! ARTIK NE ZAMAN TİREYECEKSİN VE KENDİNE GELECEKSİN?BU HİPNOZDAN NE ZAMAN ÇIKACAKSIN! TÜRBAN SAFSATASIYLA DAHA NE KADAR UYUYACAK VE KALELERİNİ VERECEKSİN DÜŞMAN ASKERİNE…SEN UYUYORSUN AMA DÜŞMAN DAĞ GİBİ, TAŞ GİBİ AYAKTA!

“Sende nereden çıktın? Git başımdan! Türk, hâlinden çok memnun…Değil mi Türk? Türk modern olacak, çağdaş olacak, uygar olacak…Asla türbanlı olmayacak! Ne meclise, ne okula ne Çankaya’ya türbanlı girmeyecek ama pkk lı vekillerimiz olacak…Hatta kim bilir ileride bir PKKLI FÖRSTT LEYDİİMİZ OLACAK KİM BİLİR…UYU TÜRK UYU….ŞŞŞŞ SES ETMEYİN…UYU…UYU…UYU…!”

Bu ses, bu fısıltı yıllar önce cephede bir tas şekersiz hoşafı paylaşan Mehmetçiklerin torunlarını bu hâle getirdi… PKK mecliste bizi öpeceği günü beklemede… Bu millet de onların istediği gibi, arzuladığı gibi “türbanlı” avında! Herkese iyi uykular!...

“EY TÜRK! SİLKİN VE KENDİNE DÖN! NİÇİN YANILIYORSUN? BÜTÜN BUNLAR, KENDİNDEN, KENDİ BENLİĞİNDEN UZAKLAŞIP, DÜŞMANA DÖNÜK YAŞADIĞIN İÇİN OLDU!” (Bilge Kağan)

Betül aşık.
 

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Muhterem kardeşim Şimşek,
Yorumunuza teşekkür ederim. Beğendiğiniz Yazar Betül Aşık Kızkardeşimizin sitesine gittim, muhtelif sitelerdeki yazılarını okudum ve bu kızkardeşimizin hepimizin olduğu gibi "Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı Kadar Müslüman" düşünceleri savunduğunu memnuniyetle müşahade ettim. Memnun oldum.

Açıklanması gereken bir konu olarak yobazlık, bağnazca, fanatik, sıradışı saplantılara kaynak olması bakımından Tanrı'mızın yarattığı insanı çizgisinden çıkarıcı düşüncelere sahip olmak, saplantılı olmak olarak anlamlanıyor. Yobaz dendi mi aklımıza hemen elinde tesbih, başında takke, ayağında mes ve şalvar, böyle insanlar geliyor. Aslında Yobaz, latince tabiriyle fanatik, "düşüncelerini başkasını rahatsız edecek şekilde ileri götüren, sataşkan, kaba, fikir ve düşüncelerini kabul ettirmek için veya uygulamak için aklı selim yerine zora başvuran" kişi veya topluluklara denilir lugati anlamıyla. Bir fikre SAPLANTILI kişi demek de bir başka tanım olacaktır. Yobaz medeni değil vahşidir, zorbadır. Hatta insana uymayan sapkın davranışlar gösterir. İki örnek size, Menemen'de, Cumhuriyet Şehidi Asteğmen Kubilay evladımızın kafasını keserek kanını içen Derviş Mehmet ve tayfası da yobazdır, Avrupa'da soykırımlar yapan, insanları fırınlarda yakan Hitler de yobazdır, Rusya'da ihtilalden sonra Volga nehrini kızıla boyatacak kadar kan akıtan Stalin'de Yobazdır. İkinci Dünya Savaşında Japonya'ya atom bombası attırarak bir soykırıma, büyük felakete sebep olan emri veren Amerikan Başkanı'da yobazdır, İdi Amin de bir yobazdır. Halkını inim inim inleten Kaddafi de yobazdır, Suudi tayfası da yobazdır. Daha sayayım mı, Saymakla bitmez.

Yobazlığın tanımı bu olunca insan bu gibi sapkınlıkların iktidara sahip olması ve sonucunda topluma istedikleri şekil ve yaşantıyı zorbaca kabul ettirmek fikri bile insanı endişeye sevkediyor. İşte benim de, onun adına konuşmak istemem ama Bahar Kardeşimin de, sizin de ortak kanaatimiz bu sanıyorum. O zaman ayrışmaya gerek yok.

Sevgilerle
Bülent Ağabeyiniz
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Bülent Ağabey Yobazlığın anlamı açıklayarak bence bu konunun aydınlıga kavuşması için en önemli hususu oldu. Genelleme yapılarak yobazlık yakıştırması yapılırak milliyetçi olmaz senden demenin anlamı yok. Yobazlığa tabi ki bende karşıyım bahar kardeşde bu görüşlere hem fikir olacaktır umarım..

Sizede ayrı teşşekkürlerimi sunmak isterim Bülent Ağabey konuya bilgilerinizle ışık tuttuğunuz için.

Saygılarımla...
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Mayın Temizliği Değil, Yabancıya Toprak Kanunu!


TBMM Genel Kurulu'nda üç haftadır "Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı"nı görüşüyoruz.

Geçen yasama dönemi bitmeden önce o zamanki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın aceleyle yasalaştırmak istediği, ancak engellemelerimiz neticesinde bu yasama dönemine kalan tasarı 6 Ekim 2008'den beri Genel Kurul gündeminin ilk sıralarında durdu. Ama ne oldu da bir anda akıllara geldiği ve gündemin başına oturduğu henüz anlaşılamadı. Çünkü AKP grubu, MHP ve CHP'nin haklı ve sert muhalefetine rağmen tasarıyı geçirmekte kararlı görünüyor. Hatta Başbakan Erdoğan'ın hafta içinde AKP Genel Merkezinde milletvekillerini toplayarak, basına kapalı toplantı yaptığı ve burada kendisinin ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün AKP'li milletvekillerini ikna(!) etmeye çalıştıkları basına yansıdı.

Genel Kurul'da yaptığım konuşmalarda, mayın temizleme işinin içine tarımsal faaliyet amaçlı toprak tahsisinin karıştırıldığını ve dolayısıyla bu tasarının adının ve amacının yanlış olduğunu, Danıştay'ın iptal kararına rağmen tasarının görüşmeye tekrar getirildiğini, tasarıya ilişkin ihale süreci ve işin maliyeti konusunda belirsizlikler olduğunu belirttim. Buna rağmen iktidar "biz ne getirirsek doğrudur" anlayışı içinde tasarıyı mevcut haliyle yasalaştırmada ısrar etmektedir.

21 Mayıs 2009 Perşembe günü Genel Kuruldaki sert muhalefetimiz sonucunda 4. maddeden sonra görüşmelere ara verildi. Cuma günü ise ilginç bir gelişme yaşandı! Tasarının Plan ve Bütçe Komisyonu'na gelişinden beri sessiz kalan Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak bir açıklama yaptı ve "Mayın temizliğinin bedeli ödenmek kaydıyla hizmet alımı yöntemiyle yapılması ve bu kapsamda uluslar arası deneyime sahip olan NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı (NAMSA)'nın öncelikli olarak dikkate alınmasının uygun bir hareket tarzı olarak düşünüldüğünü ve bu görüşlerin zamanında ilgili mercilere bildirildiğini" söyledi.

Böylece farklı bir sürece girilmiş oldu! Çünkü bu açıklama AKP'li milletvekillerinin ve Bakanların, özellikle de Milli Savunma Bakanının söylediklerini tekzip eder mahiyette bir açıklamaydı. Oysa hükümet, bu önerileri baştan beri dikkate almadı ve önce kararnameyle, kararname Danıştay'dan dönünce şimdi de yasa yoluyla mayın temizleme işi ile tarımsal amaçlı kullanıma tahsisi etme işini "paket" halinde ihale etmede ısrar ediyor. Aslında gelinen noktada Sayın Başbakan'ın İsrail Cumhurbaşkanı'na Davos'ta yaptığı gibi bu tasarıya da bir "one minutes(!)" deyip geri çektirmesinden başka bir yol kalmamıştır. Ancak Sayın Başbakan tam tersine ağzındaki baklayı çıkardı ve İsrailli firmalara söz verdiğini itiraf eder gibi bir açıklama yaptı. "Paranın dini, milleti olmaz!" Bu bir tür bilinçaltının bilinç üstüne çıkmasıydı.

Salı ve Çarşamba günü başta MHP grubu olmak üzere muhalefetin engellemesi sonucu tasarının görüşülmesine geçilemedi. Perşembe günü ise muhalefetin tepkileri dikkate alınarak, tasasının bazı maddeleri yeniden görüşüleceği gerekçesiyle geri çekildi.

Evet kısaca olanları özetledikten sonra gelin hep birlikte bu işin aslı astarı nedir bir göz atalım!

Tasarının Hikayesi

Mayın Temizleme Faaliyetleri, 2001 yılında Millî Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu kararıyla Genelkurmay Başkanlığına verilmiş. Genelkurmay Başkanlığı bu işi aldıktan sonra da Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında bir proje ofisi teşkil edilmiş. Uzmanlardan oluşan bu proje ofisi çalışmalarını, ön incelemelerini yapmış, firmalardan teklifler almış, o ülkelere ziyaretlerde bulunmuş, alınan teklifler incelenmiş ve sonucunda Mardin'in Nusaybin bölgesinde teçhizatların denemesi 2003 yılının Eylül ayında yapılmış. Bunların arkasından mayın temizleme teçhizatını tedarik işlemleri başlamış. Allah'ın işi(?); o saatten sonra ne olduysa, incelemeler bittikten sonra tam sözleşme imzalanmak üzereyken süreç kesintiye uğra(tıl)mış!

2004 yılına kadar gerekli ön çalışmalar ve deneme işlemleri yapılmış ve satın alma sözleşmesi imzalanmak üzereyken Genelkurmay Başkanlığı "zaman, personel ve paramız yok" diyerek Millî Savunma Bakanlığına; Millî Savunma Bakanlığı da "Bu işi biz yapamayız, bütçede para yok, Maliye Bakanlığı ihale etsin" diyerek Maliye Bakanlığına topu atmış. Sonuç olarak; Bakanlar Kurulu kararıyla iş Maliye'ye bırakılmış. Maliye Bakanlığı bunun üzerine Mardin ve Şırnak için defterdarlıklar aracılığıyla ihale açmış. Ancak, CHP Danıştay nezdinde ihale şartnamesinin yürütmesinin durdurulması için dava açmış.

AKP Danıştay'ın Kararına Uymayarak Anayasa'yı İhlal Ediyor!

Danıştay, özet olarak mayın temizleme işinin ve tarımsal amaçlı kullanım işinin, her iki işin birden bu kapsamda "yap-işlet-devret" usulüyle ihale edilmesinde işin gereğinin yerine getirilemeyeceği, yani işin hakkaniyetle yapılamayacağı ve rekabet şartlarının oluşmayacağı kanaatine varmış ve ihalenin şartnamesinin yürütmesinin durdurulması kararını vermiştir.

Bu 2886 sayılı Yasa'nın 2'nci maddesine atıfta bulunarak Danıştay aynen şunu söylüyor değerli arkadaşlarım: "Mayınlı sahanın temizlenmesiyle, temizlenen arazinin tarımsal faaliyetlerde kullandırılması işlerinin aynı istekli tarafından karşılanması mutat olmadığı için, söz konusu işlerin bir ihalede toplanması anılan 2'nci maddeye uygun olmadığı gibi, mayınlı arazinin temizlenmesi ve temizlenen arazinin tarımsal amaçlı kullanılması ihtiyaçlarının -buraya dikkatinizi çekiyorum- en iyi şekilde ve uygun şartlarda karşılandığından söz edilemeyeceğinden, anılan iki ihtiyacın bir ihaleyle karşılanması hukuken ve işin niteliği icabı mümkün bulunmamaktadır." Danıştay'ın vardığı sonuç bu. Bugün, Genel Kurul'da bu kanun tasarısını görüşüyor olmasının nedeni de Danıştay'ın bu kararını by-pas için üzere kanunla düzeltmeye çalışmaktı.

Genel Kurul'da bu kanun tasarısını görüşülüyor olmasının tek nedeni Danıştay'ın bu kararını baypas etmek üzere kanunla düzeltmeye çalışmaktır. Ancak bu durum Anayasa'ya aykırılık teşkil etmektedir. Anayasa'nın 138. maddesine göre "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." Kısacası; AKP Hükümeti yine işine gelmeyen yargı kararlarına uymamakta ısrar etmektedir.

Tasarının Sahibi Yok!

Tasarının ismi "Mayın temizleme faaliyetleri işlemi", fakat tasarının amacı, mayın temizleme karşılığı bu toprakların tarım amaçlı olarak tahsisidir. Tasarının gerekçesinde, sadece mayın temizleme faaliyetlerine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi ihtiyacının doğduğunu ve bunun için bu tasarının, herhangi bir tarımsal amaçlı kullanıma açmaya ilişkin getirildiğine dair bir hüküm ve bilgi yoktur. Temizlenmiş arazilerin tarıma açılarak ülke ekonomisine katkıda bulunulmasına yönelik bir itirazımızın olması elbette ki söz konusu değildir. Ancak bu iki konunun aynı kanun tasarısında düzenlemesinin nedeni hala izah edilememiştir. Tasarının Genel Kurul görüşmelerinde, ilgili kurumlar olan Millî Savunma Bakanlığı'ndan, Genelkurmay Başkanlığı'ndan ilgili kişiler bulunmamıştır. Milli Savunma Komisyonundan görüş alınmadığı gibi, Milli Savunma Bakanının katıldığı oturumlarda hiçbir askeri yetkili Genel Kurul salonuna çağrılmamıştır. AKP yetkililerinin söylediği tek şey; "Genelkurmay yapamayacağını bildirdi, biz de para yok diye tarıma açma karşılığı ihale açacağız." Ama hala tasarının sahibi yok!

Özetle; Genelkurmay Başkanlığı çekingen bir açıklama yaptı... Milli Savunma Bakanı hem Bakanlığın görüşünün altına attığım imzamın, hem de Bakanlar Kurulundaki (tam tersi!) imzamın arkasındayım diyor... Maliye Bakanı ise bu iş "mayınlı!" diye ortadan kayboldu... Bu işi savunmak da aslında kanun tasarısını içine sindiremeyen AKP grubuna kaldı...

Garip Şeyler Oluyor!

Bu kanun tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonu'na geldiğinden beri garip şeyler oluyor. İktidar kanadından ve askeri cenahtan kimse tatmin edici açıklama yapamıyor. Siyasi baskıdan dolayı görüşlerini de açıkça ifade edemiyor.

Sadece Genelkurmay ve muhalefet değil, işin ilginç tarafı bizzat Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de, bu tasarıyla ilgili Bakanlık görüşünü bildiren yazısında "mayınların NAMSA tarafından temizlenmesini" savunmuş. Hem görüşünü resmen bildirmiş hem de o görüşü kabul etmeyen yasa tasarısının altına imza atmış. Sorana da "Sorumluluk Maliye Bakanlığı'nındır. Hükümetindir beraberce" demiş. Ardından "Bakanlar Kurulu kararına muhalif kalınamaz" diye yanıt vermiş. Bu birinci gariplik...

Diğer bir gariplik ise mayın temizleme işinin maliyeti ile ilgili açıklamalar. Genelkurmay tarafından 2003 yılında Mardin'in Nusaybin ilçesinde deneme çalışmaları yapan firmanın vermiş olduğu teklif, metrekare başına 0,35 pound'dur ve toplam maliyet sadece 70 milyon pound'dur! Bu mayını temizlemenin maliyeti nedir? Bunun hesabı yok mudur? Türkiye Cumhuriyeti devletinde böyle bir şey olabilir mi? Tek gerekçe maliyetinin yüksek olması ve bütçeden bu işe para ayrılamayacak olması mıdır?

Ortada kesin bir maliyet hesaplaması yok. 50 milyon dolardan başlayıp 1,6 milyar dolara değişen 5-6 katına çıkan bir maliyet tahmini var. Kafa karışıklıkları devam ediyor. Neden? Kırk dört yıllığına bir firmaya verebilmek için! Kırk dört yıl neye dayanarak tespit edildi? İndirim yoluyla yapılacak bir ihalede nasıl oluyor da "kırk dört yıl" diye bir rakam veriliyor? Bu ihale öncesinden muhammen bedel açıklaması değil midir? Öyleyse bu yasalara aykırı değil midir?

Diğer garip bir husus da, bu toprakların İsrailli bir firmaya (daha önce olduğu gibi) tahsisi edilmesinin, başka bir deyişle kırk dört yıllığına bir emniyetli kuşak oluşturulmasının acaba millî güvenlik ve uluslararası ilişkiler açısından, Suriye'yle ilişkilerimiz açısından getireceği sıkıntıların dikkate alınmamasıdır. Sınır arazilerinin mayın temizleme karşılığında, örneğin İsrailli bir şirkete 44 yıllığına devredilmesi durumunda, namusumuz olan sınırlarımızı nasıl koruyacağız?

Kısacası, garip şeyler oluyor... Hem de tüm medyanın ve milletin gözü önünde oluyor... Ama Sayın Başbakan bu tasarının çıkmasında ısrar ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı bile kuşkuların doğal olduğunu ve Hükümetin ve yetkililerin bu şüpheleri gidermesi gerektiğini söylüyor. Önümüzdeki Salı günü (2 Haziran 2009) bir uzlaşma sağlanması halinde tasarı yasalaşacak. Eğer sağlanmazsa, hem bu kanunun geri kalan maddelerinin çıkması, hem de bundan sonraki yasama süreci çok daha çetin geçecek ve muhalefet içtüzüğün bütün imkanlarını kullanarak engellemelerini sürdürecek. Bakalım AKP Hükümeti yanlış kararında ısrar edecek mi? Yoksa akl-ı selim mi galip gelecek? Bizim temennimiz bu yolda, ama yine de bekleyelim görelim diyoruz!

Cevaplanamayan ve Kafa Karıştıran Sorular

Bu kanun tasarısına ilişkin birçok nokta açıklığa kavuşturulamadığı gibi, AKP Hükümetinin böyle bir kaygısı olmadığı süreçte anlaşılmıştır. Bizim baştan beri söylediğimiz ve Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli tarafından da grup toplantısında dile getirilen kafa karıştıran soruları bir defa daha aşağıda dikkatlerinize sunuyorum.

Neden bu iki ihale beraber yapılıyor? Mayın temizleme işinin tarıma açmayla ne alakası var? Mayını profesyonel şekilde ücret karşılığı temizleyen onlarca şirket varken, neden hem organik tarım yapacak hem de mayın temizleme gibi teknik bir işi aynı anda yapan şirketler aranıyor?
Danıştay kararına, işin gereğine uygun olmamasına rağmen, dünyada sayılı, sınırlı sayıda firmanın yapabileceği çok tehlikeli olan, teknik ekipman, uzmanlık gerektiren bir iş ile tarım hizmetleri neden bu ihalede bir araya getiriliyor? Dünyada sınır topraklarını yap-işlet-devret ile ihaleye çıkaran Türkiye'den başka bir ülke var mı?
Tasarının 2. maddesi çerçevesinde Hazineye ve diğer kamu kuruluşlarına ait ne kadar alan var? Buna Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği de dahil mi? Başka bir deyişle temizlenecek alan kaç dönüm? 178.5 bin mi, 205 bin mi, yoksa 216 bin mi?
Arazinin kullanımı için tanınan kırk dört yıllık süreyi belirleyen maliyet hesabını kimler, hangi yöntemleri kullanarak yapmışlardır?
Yalnızca tarımsal üretim için tahsis edilen arazide bulunabilecek yeraltı zenginliklerinden yararlanmada; söz konusu ihaleyi alan firmanın bu imkanları karartmasının, örtmesinin veya yasadışı kullanmasının kontrolü nasıl yapılacaktır?
Hükümetin ihale için öne sürdüğü şartlardan biri olan Ottowa Sözleşmesi'nin gereği bu ise, bütün sınırlarda 2014 yılına kadar yapılması gereken mayınların temizlenmesi işi neden sadece Suriye sınırını kapsamaktadır? Diğer bölgelerdeki 300 binden fazla mayını kim temizleyecek?
Milli güvenliği yakından ilgilendiren bu konunun, yalnızca Maliye Bakanlığı'nın faaliyeti olarak görülmesi ve "kalkındık, zenginleştik(!)" denildiği bir ortamda para yokluğu bahane edilerek yap-işlet-devret yöntemi kullanılması gerçekçi ve inandırıcı bir gerekçe midir?
Mayınlar neden Türk Silahlı Kuvvetlerine temizlettirilmiyor? Nedeni sadece parasızlık mıdır? (Türk Silahlı Kuvvetleri daha önce Şanlıurfa-Akçakale Gümrük Kapısını temizlemiş, hiç bir sorun çıkmadan da faaliyete açmıştır).
Temizlikten sonra sınırlarımızı nasıl koruyacağız? Sınır fiziki güvenlik sistemi bu bölgenin tamamında inşa edildi mi? Edilmediyse, sınırlarımız yolgeçen hanı mı olacak?
Yapılan temizlik işlemlerinin kontrolünü kim yapacak? Bu uluslararası olan IMAS kriterlerine göre mi yapılacak? Ya da daha önce önerildiği şekliyle Başbakanlık bünyesinde kurulması gereken, mayın temizleme kurulu tarafından mı yapılacak? Bunun sorumluluğunu kim üstlenecek? Kim onaylayacak? Yani bu mayınların temizlendiğini bir makamın onaylaması lazım, bir vukuat olursa, can kaybı olursa kim hesap verecek?



Doç. Dr. Mehmet GÜNAL 1 Haziran 2009, Pazartesi​
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sınır Mayınları ve Ottowa Anlaşması


Türkiye Büyük Millet Meclisi 3 haftadır Suriye sınırındaki kara mayınlarının temizlenmesi hususunda çalışmaktadır. Sadece 6 maddelik bu tasarının görüşmeleri TBMM Genel Kurulunun 6 oturumunda bitirilememiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti arasındaki kara sınırı boyunca yapılacak mayın temizleme faaliyetleri ile ihale işlemleri kanun tasarısı görüşmelerinin uzun süredir devam etmesinin nedeni hükümetin teklif ettiği tasarı metninde söz konusu arazilerin mayın temizleme işinin yap-işlet-devret modeli öngörülerek yapılmasının öngörülmesidir. Tasarı metninde 49 yıllık bir süre ile bu arazilerin ihaleyi alacak şirkete verilmesi öngörülüyor. 49 yıllık sürenin 5 yılı mayınları temizleme, kalan 44 yıl da kullanım hakkı belirtiliyor.

Tasarı üzerindeki tartışmalar da bu 49 yıllık süre ve ihale sürecinde yoğunlaşıyor. Bu arazilerin ihale ile yabancı bir firmaya verilme ihtimali muhalefet tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor. İktidar ise ihalenin herkese açık olduğu savunmasını yapıyor.

Kamuoyu da yap-işlet-devret modeli ile ihale sürecine kilitlenirken bir adım öncesinde mayın temizleme işinin neden özel sektöre verileceği tartışmaları hasır altı ediliyor.

Temizleme işinin özel sektör mü yoksa TSK tarafından mı yapılması tartışmalarına geçmeden önce arazilerin mayınlanması sürecine bakalım.

Soğuk savaş döneminin sona ermesi ile güvenlik kavramının içerdiği anlam değişmiştir. Özellikle sınır boylarında kaçakçılık, yasal olmayan insan göçü gibi olgular dönemin özel şartları neticesinde güvenlik kavramı içerisinde değerlendirilebilecekken bugün özellikle bu iki olgu insan hakları gibi uluslararası arenada tartışılan alanların içerisine dâhil olmuştur. Dolayısıyla 1950’li yıllarda bu görüşlere dayanan bir anlayışla yerleştirilen bu mayınlar bugün sadece güvenlik ile değil, sosyolojik bir vakıa olarak da değerlendirilmelidir.

Bu ortamda Anti personel Kara Mayınlarının yasaklanmasını içeren Ottowa Anlaşması ve Türkiye’nin bu anlaşmaya taraf olma süreci hem Türkiye’nin uluslararası itibarı ve güvenilirliği hem de insancıl nedenlerle desteklenen bir süreçtir.

1 Mart 1999’da yürürlüğe giren Ottowa Anlaşması Dünyada büyüyen mayın sorununa karşı anti-personel kara mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesini yasaklayan ve mayınların imhasına dair bir sözleşmedir. 146 ülke tarafından imzalanan ve 131 ülke tarafından onaylanan bu sözleşmeye Türkiye 12 Mart 2003’te kabul edilen bir yasa ile taraf olmuştur. 1 Mart 2004’te de sözleşme Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin dikkat çeken bir özelliği ABD ve İsrail’in henüz bu sözleşmeye taraf olmamalarıdır.

Suriye sınırı boyunca kara mayınlarının temizlenmesi tasarısının gerekçe bölümünde de Ottowa Anlaşmasına atıf yapılmaktadır. Böylece tasarı hukuki olarak da sağlam bir zemine oturtulmuştur. Ancak, tasarıda ifade edilen mayın temizleme işinin ihale süreci Ottowa Anlaşması ile uygun bir zeminde değildir. Anlaşmada taraf olanlar devletlerdir. Mayınların temizlenme işinde de devletlere kolaylıklar sağlanmıştır.

Ottowa Anlaşmasının 6. maddesinin 1. fıkrasına bakalım.

“Taraf devletlerden her biri bu sözleşmeye göre yükümlülüklerini yerine getirirken mümkün olan durumlarda diğer taraf devletlerden imkanlar dahilinde yardım isteme ve alma hakkına sahiptir.”

Kamuoyunda bu işin neden TSK’ya yaptırılmadığına dair tartışmalar devam etmektedir. 55 ülkenin mayınlarını kendi silahlı kuvvetleri aracılığıyla temizlediği de dikkate alındığında konunun bu boyutu daha net ortaya çıkıyor. NATO’nun ikinci büyük gücü olan TSK’nın da mayın temizleme işi için gerekli uzman personeli ve mühimmatı vardır. Bilindiği gibi TSK 1998 yılından beri 17 bin adet mayın temizlemiştir. Bunun dışında Bosna, Pakistan gibi bölgelerde de bu görevleri yerine getirmiştir.

Genelkurmay Başkanlığı bu ifadelerin tersine açıklamalarda bulunsa da TSK’nın mayın temizleme konusundaki başarısı ve tecrübesi göz ardı edilemez. Kaldı ki Genelkurmay sadece Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi için gerekli altyapısının olmadığını belirterek NATO’yu adres gösteriyor. Şimdi Ottowa Anlaşmasının yukarıdaki hükmüne bakalım. Anlaşma diyor ki “taraf devletler diğer taraf devletlerden yardım alabilir.” O halde TSK’nın gerek gördüğü teknik yardım diğer taraf devletlerden temin edilebilir. Ottowa Anlaşması uyarınca bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir hakkıdır.

Görüldüğü gibi Suriye sınırındaki kara mayınlarının temizlenmesi ve ihale süreci kanun tasarısı hukuken sakat bir görüntü içerisindedir. Daha ihale işlemleri tartışmalarına girmeden bile mayın temizleme işi TSK tarafından yapılabilecektir. En azından gerekli mühimmatın Ottowa Anlaşmasına taraf olan diğer devletlerden temin edilebilmesi hakkı elimizde dururken mayınların temizlenmesi ve temizlenen arazinin kullanım hakkının özel bir şirkete verilmesi hukuken uygun değildir.

İktidar yine kendi yaptığını kendi bozmaktadır. 2003’te kabul edip 2004’te yürürlüğe giren Ottowa Sözleşmesi iktidar tarafından tasarının gerekçe bölümünde de yer verilemesine rağmen göz ardı ediliyor. Tasarının geri çekilmesi ve mayın temizleme işinin hiçbir ayrı yasaya gerek duymadan 59. hükümetin 28 Mart 2003 ve 2003/5427 sayılı kararı ile Ottowa Anlaşması hükümleri doğrultusunda gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Zira yine aynı anlaşma doğrultusunda mayınların temizlenmesi için 1 Mart 2014 son gündür.
Safa OĞUZ
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Sınır Mayınlarının Temizlenmesinin Güvenlik ve Ekonomi Konularında Bir Analizi
28 Mayıs 2009, Perşembe​

Türkiye-Suriye sınırında Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerini kapsayan bölgede yaklaşık 800 kilometre uzunluğunda ve 216 bin hektarlık alandaki mayınların temizlenmesi konusu Türk kamuoyunun en çok tartışılan konularından birisi haline gelmiştir. 1956 yılından itibaren mayın döşenen bu arazilerin mayınlardan temizlenmesi işinden daha çok temizleme ve sonrası sürecin belirleme ve yöntemi konuları tartışılan alandır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidar ve muhalefetin birleştiği nokta bu sınır mayınlarının temizlenmesidir. Ancak, mayınların temizlenmesinin yap-işlet-devret modeli öngörülerek özel sektöre ve muhtemelen yabancı bir firmaya yaptırılacak olması tartışmaların en önemli maddelerindendir.

Türk kamuoyu 2001’de söz konusu arazilerin mayından temizlenmesi için ciddi bir irade göstermiştir. Yapılan çalışmalarda Genelkurmayın 35 milyon dolarlık ihtiyacının karşılanması halinde buradaki mayınları temizleyebileceği hususu önemle belirtilmiştir.

Bugün ise iktidar mayınların temizlenmesinin maliyetini ortaya koyamamaktadır. 50 milyon dolardan 1,6 milyar dolara kadar geniş bir aralıkta tahminler belirtilse de hükümetin hiçbir bakanından bu konuda net bir açıklama gelmemiştir.

Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi işinin ekonomik boyutunun yanında stratejik bir önemi de vardır. Milli güvenlik ve uluslararası ilişkiler alanlarında ortaya konulan görüşler konuyu salt bir ekonomik çerçeveden değerlendirmemize imkân vermemektedir.

Mayınların temizlenmesi sürecinde AKP hükümetleri 58. hükümetten farklı olarak Ottowa Anlaşmasına imza atarak konuyu uluslararası hukuk alanına taşımıştı. Böylece sınır mayınlarının temizlenmesinin de bir takvimi çıkarılmış oluyordu.

3 Haziran 2005 tarihli bir kararname sınır mayınlarının temizlenmesi tartışmalarının odağında bulunmaktadır. AKP hükümeti bu kararname ile mayınlı arazilerin temizlenme işini Maliye Bakanlığı’na devretmişti. Maliye Bakanlığı da bu kararname ile söz konusu arazileri yap-işlet-devret modeli ile ihaleye çıkarmıştı. Bu model ile özel sektörün tarımsal, stratejik ve ekonomik olarak büyük önemi olan bu araziye yerleşme imkânı ortaya çıkmış oluyordu. O dönemden bugünlere kalan tartışmalarda İsrail’in organik tarıma yönelik politikaları söz konusu edilmiştir.

Bilindiği gibi Danıştay bu kararnameyi iptal etmişti. TBMM Genel Kurulunda 3 haftadır devam eden tartışmalara konu olan tasarı işte bu iptal kararı sonrasında hazırlanmıştı.

Tasarıdaki sınır mayınlarının temizlenmesi ve temizlenen arazilerin tarım için kullandırılması konuları dikkat çekicidir. İktidarın ve muhalefetin üzerinde anlaştığı konu Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesidir. Uygulamanın ciddi ekonomik ve sosyolojik etkileri vardır. Ancak, tasarıda söz konusu mayın temizleme ve tarımsal faaliyette bulunma işlerinin aynı anda ihale edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bir kere, mayınlı arazilerin 50 yılı aşkın süredir hiçbir kimyasal maddeye maruz kalmamış olması bölgenin organik tarım için önemini ortaya çıkarmaktadır. Dünya üzerinde bu şekilde bakir toprak yok denecek kadar azdır. Bu nitelikte bir arazinin tarımsal faaliyette hakkıyla kullanılması gerekmektedir. Tasarıda öngörülen ihale sürecinde ise ihaleyi alacak firmanın hem mayınları temizleme hem de tarımsal faaliyette bulunma izni ve yetkisi verilmektedir.

Ancak, mayın temizleme işleri ile tarım işi birbirinden tamamen farklı uzmanlık alanları ifade eden çalışma konularıdır. Aynı şirketin bu iki alanda uzmanlaşmış olması beklenemez.

Mayından temizleme ve tarımsal faaliyette bulunma işinin bu ihale ile yabancı şirketlere de verilebilecek olması da ayrı bir konudur. Vatan topraklarının yabancılara kullandırılması karşılığı iş yaptırılması AKP iktidarının düşünce yapısının bir göstergesidir. Hiçbir ekonomik gerekçesi olmayacak bu ihale ile ulusal güvenliğimiz tehlikeye atılabilecek; uluslar arası ilişkiler açısından sorunlu bir bölge ortaya çıkabilecektir. Suriye olan ilişkilerde ihale sonucunda gerginlikler olabilecektir. İsrail ile Suriye ilişkilerinin bu denli gergin olduğu bir ortamda İsrail menşeli bir firmayı sınıra yerleştirmek aynı zamanda diplomatik bir skandal olacaktır.

Sayın Başbakan’ın bütün bu stratejik ve güvenlik konularının ötesinde ekonomik gerekçelerle bu tasarıya arka çıkmasının da gerçekçi olmadığını belirtmiştik. Rakamlarla değerlendirelim.

Mayından temizlenecek arazinin bölgenin topraksız veya az topraklı ailelerine verilmesi beklentisinin halik olduğu ortamda dağıtımın nasıl olacağına dair değerlendirmeler bölgedeki ekonomik ve toplumsal kalkınma için ciddi rakamlar ortaya koymaktadır. Örneğin, mayından temizlenen arazinin Avrupa Birliği ortalamasında 130 dekarlık parseller halinde dağıtılması durumunda yaklaşık 1.660 aile tarım alanında istihdam edilmiş olacaktır. Öte yandan, bu toprakların organik tarım için de ciddi bir potansiyel olduğunu ifade etmiştik. Toprak vermek suretiyle tarım alanında istihdam edilen bu aileler organik tarım gibi ciddi uzmanlık gerektiren bir alanda ziraat mühendislerine ihtiyaç duyacaklardır. Bu da demektir ki bölgede en az 2 bin mühendis daha istihdam edilebilecektir.

Öte yandan mayından temizlenecek arazilerin bölge insanına dağıtılması toplumsal sorunların çözümünde de ciddi katkılar sunacaktır. Bu topraklara devlet kamulaştırarak el koymuştu. Şimdi arazinin yine köylülere dağıtılması bireyin devletine olan güvenini artıracaktır.

Sonuç olarak, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi işinin ekonomik, stratejik ve güvenlik alanlarında önemi vardır. Hükümetin teklif ettiği ve 3 haftadır Mecliste görüşmelerine devam edilen 6 maddelik tasarının bu hususlarda hiçbir şekilde tutar yanı yoktur. Türk kamuoyunun bu konudaki çekincelerinin iktidar tarafından da görülmesi gerekmektedir. Türkiye’nin milli güvenliğini ve ulusal çıkarlarını göz ardı eden bu tasarının ve uygulamanın bir an önce geri çekilmesi gerekmektedir.

Yasin ŞEHİTOĞLU
 
Üst