Begendiğiniz köşe yazıları.

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Tayyip Erdoğan'ı asmak isteyen!.

Tayyip Erdoğan'ı asmak isteyen!.
Yerel seçim öncesinde sokaklarda azgın sürüler halinde gezerken attıkları sloganlardan biri de şuydu;
“Meclisi basarız, Erdoğan’ı asarız!..”
Söz konusu “Erdoğan” ülkenin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, slogan atan sürü ise PKK eşkıyasının azdırdığı bindirilmiş kıtalar!.. O sıralar, DTP denilen parti için iş başındalar...
Ve zaten bu durumu Başbakan Erdoğan da biliyor, bildiği için de geçen gün TV ekranından ahaliye duyururken şöyle diyor;
“Meclis’te bile bu tür şeyler gündeme geldiğinde, bakıyorsunuz böyle hemen ayaklanmalar şunlar bunlar filan. Akla hayale gelmez, yani bir mensubu kalkıyor mesela Tayyip Erdoğan’la ilgili ipte sallandırmaktan bahsediyor. Bu tür şeyleri var.”
Başbakanın sözünü ettiği “kendisini asmaktan bahseden!” kişi nereye mensup?!.. Kastettiği DTP..! Hani şu Ahmet Türk’ün eş başkanı olduğu.. (Eş başkan, aslı??!)
Evet, şimdi bu DTP ne diyor?.. Yani “Başbakan’ı ipe çekmekten söz eden sürülerin partisi” kendisini nasıl tanımlıyor?..
“PKK ile aynı yolun yolcusuyuz!..” diyorlar mı?.. Yani ne oluyor?.. PKK’nın avukatları!..
Ve de, memleketin krema tabakası (içlerinde iktidar yanlısı olduğunu söyleyen yazarlar da dahil) şu sıralar hangi makamdan tempo tutuyor?!.
“Başbakan DTP ile görüşsün!..”
Bu ne demek; devletin, PKK eşkıyasına teslim olması demek...
Başbakan Erdoğan’ın (Kendisini asmaktan bahseden, Diyarbakır, Van illerine gidişinde karşısına eşkıya gücünü diken, v.s) despotlara, kayıtsız şartsız “buyrun” demesi demek!..
Bunu kim istiyor?.. Gazete manşetlerini, köşe yazarlarının dayatmalarını bir kenarda tutarak Başbakan’ın şu sözünü bir hatırlayıverin... IMF ile ilgili ne diyor?.. “Ekonomi dışında siyasi talepler dayatıyorlar!..” diyor... Bu PKK çetesinin iplerini kim tutuyor aslında?!..
İşte Başbakan’ı “sıkıştırma” taktiğindeki “Tapınak Şövalyeleri” bunu istiyorlar!..
Eşkıya çetesi ile açık birlikteliğini ifade eden, bu çete ile devleti aynı kefeye koyup “taraf”tan söz eden terör vekilleri ile masaya oturmasına kapı zorluyorlar!..
Kapı açılacak PKK meşrulaşacak!..
Sebep çok çeşitlidir.. IMF, AB, Alman gizli servisi esintilidir!..


Bütün “tezgaha” rağmen!..
Son beş yılda postu Kandil’e seren PKK’nın, Güneydoğu’da belediyelerde zemin bulması çeteyi bugün “taleplerde bulunma” noktasına çıkardı.. Türkiye’nin AB sürecindeki açılımları buna sebep oldu..Taviz zemini çetenin hareket kabiliyetini yükseltti..
Gayrimeşrudan sağladığı muazzam bütçesi sayesinde içeride, dışarıda kolayca lobi de yapabiliyor!..
Şehirlerdeki polis operasyonları, çetenin öğretmenlerden sağlık personeline kadar devlete bile sızdığının işaretleri...
TBMM içindeki iştigal alanı da ortada!..
Bu nedenlerle ülkeyi yöneten siyasi yapının “tesir altında” kalması da normal!.. Nitekim Başbakan’ın “görüşecektim ama” diye başlayan beyanı mevcut... Yani, cani aslında yol alacak ama eline ayağına hakim değil, mayınları can almayı sürdürüyor!..
Mantıkları da o!..
Yani eşkıya her türlü eşkıyalığı yapacak, silahı devlete doğrultmuş vaziyette kurallarına göre at oynatacak, devlet görmeyecek, “Orası onların ne isterse yapsın da barış olsun!” diyecek, mantıkları bu.. Bu nasıl mantık?!. Silahına dayalı mantık!..


Kürtlerin temsilcisi değil!..
PKK’nın en büyük amacı şudur; “Türkiye’de Kürtlerin temsilcisi olarak tarif edilmesi”. DTP denilen yapı birinci vazife olarak bununla yükümlü.. Bu nedenle ırkçı temelde bir baskı yürütülüyor.. Kürt vatandaşlar “Başka partiye oy veren, başına geleceği düşünsün, Kürtlüğe ihanet sayılır!” diye sıkıştırılıyor!..
Bunca baskıya rağmen, Kürt vatandaşlar çeteye kuşkulu bakışını sürdürüyor..
Söz konusu durum bu. Çetenin siyaset üzerinden kurduğu tezgahı Başbakan Erdoğan dün TV kanalından aktarırken şöyle dedi;
“Oradaki Kürt kökenli vatandaşlar baskı altında. Etnik kimlik siyaseti yapılıyor. Kürt kökenli vatandaşım, benim kardeşim. DTP, günlerini eylemler üzerinden nemalanmakla geçiriyor. Huzursuzluk ortamını tahrik ediyorlar. ’Barış çiçeği’diyorlar. Molotof kokteyliyle barış çiçeği olur mu? Şehir halkını sindirme politikalarıyla barış olur mu? ’Gelin PKK örgütünü terör örgütü ilan edin’diyoruz. Tam tersine örgütün avukatlığına soyundular. Bu işleri zorlaştırıyor. ’Taraflar silah bırakmalı’deniyor. Böyle bir şey olmaz. DTP’den tek yanlı çağrı bekliyoruz.”
Devlet nasıl olsa gerekeni mutlaka yapıyor da, bir an önce sonuç için, Kürtler PKK’yı silkelediği an, Türkiye’ye huzur gelecek..





Behiç kılıç-YENİÇAG
 

20Temmuz

Alpagut Han
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
838
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Beşparmaklar
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

>> Kararlılık mesajı çıktı ya daha ne istiyorsunuz?
>
> Eğip bükmeden soralım...
>>
> Son 5-6 yılda...PKK'lı mı tıktık içeri? Subay-astsubay mı?
>>
> Eli silahlı teröristlere habire af çıkarırken;İstiklal Madalyası
> sahibi Jandarma Genel Komutanı'nı hapse atıp, beyin kanaması geçirene
> kadar içerde tutmadık mı?
>
>> PKK'ya yataklık yaptığı için hapiste yatan kadını, çıkarıp, Meclis'e
> sokarken, Cumhurbaşkanı'nın masasına davet ederken; 1'inci Ordu
> Komutanı'nı "terör örgütü kurmak"tan içeri tıkmadık mı?
>
> Şehide "kelle" dediği için tazminat ödemeye mahkûm olan, "Askerlik yan
> gelip yatma yeri değildir canım
> kardeşim" diyen Başbakan'a, "Bravo,
> aynen devam" deyip, yüzde 47 oy vermedik mi?
>>
> PKK, hastalanmaması için serçe parmağının tansiyonu bile ölçülen
> Abdullah Öcalan'ın saçı kesildi diye, kalkışma provası yapıp,
> Diyarbakır'ı yakıp yıktığında, polisin-askerin elini tutup, "Cana
> geleceğine mala gelsin" diyen Diyarbakır Valisi'ne "aferin" deyip,
> Başbakanlık Müsteşarı yapmadık mı?
>>
> Kafamızda Amerikan çuvalıyla gezerken, koordinatör saçmalığı icat
> edip, "Amerika bizi çok seviyor, istihbarat verecek" demedik mi?
>>
> "Amerika istedi diye harekatı kısa kestik, içerde parça bıraktık, o
> kampları tutmamız gerekirdi" dediği için, neredeyse "vatan haini" ilan
> edilen Deniz Baykal, o kamplardan gelen teröristler önceki gün
> Aktütün'ü bastığında haklı çıkmadı mı?
>
> Irak'taki hacivat "Kedi bile vermem" derken; yaralı
> PKK'lıların tedavi
> edildiği Kuzey Irak'taki hastaneyi bile kendi ellerimizle yapmadık mı?
>>
> Vatandaşa zam üstüne zam geçirirken, PKK'yı koynunda besleyen
> Barzani'ye, Talabani'ye yarı fiyatına elektrik vermiyor muyuz?
>>
> İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de kadınları çocukları havaya
> uçurduklarında; besleme medyadaki arkadaşlar (!) utanmadan, "Ne malum
> PKK'nın yaptığı" demedi mi?
>
> Şehit çocukları çıplak ayakla gezerken, tabut başındaki karnı burnunda
> tazeler Allah'ıyla baş başa kalmışken; fitreleri zekatları Mehmetçik
> Vakfı yerine, Almanya'da din-iman hortumcusu olduğu alenen tescillenen
> Deniz Feneri'ne vermiyor muyuz?
>
> Gariban ailelerin çocukları şakır, şakır şehit düşerken,
> subay-astsubay çocukları oradan oraya tayin edilip, lise mezunu olana
> kadar 28 tane şehir değiştiriyor; yaşadıkları travma nedeniyle
> üniversite
> kazanamıyor ve onlara hiçbir ayrıcalık tanınmıyorken;
>
> "Babamın parası var, benim de bokumda boncuk var, onun için
> yurtdışında okuyorum" diyenler askerlikten yırtmıyor mu?
>>
> Bir zamanlar bu memlekette askerlik yapmayana kız bile verilmezken,
>
> "Popomda sivilce çıktı, bak bu da raporu" diyenler, askerlikten sıyırmıyor
> mu?
>
> Genelkurmay, 68 kere basılan 46 şehit verdiğimiz gecekondudan bozma
> dandik karakolu, parasızlık nedeniyle 100 metre ileriye
> taşıyamadığımızı açıklarken; Genelkurmay eski Başkanı'na, korgeneral
> refakatinde askeri uçakla taşıyarak, 1 trilyon liralık zırhlı Audi
> almadık mı?
>
> Neymiş efendim, terör zirvesi toplanmış, kararlılık mesajı çıkmış...
>
> Yerim ben sizin o kararlılık diyen dillerinizi.

YILMAZ ÖZDİL
 

CEREN-SU

Dost Üyeler
Katılım
25 May 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Türk olmak nasıl bir duygudur?

Amerika'dan bir vatandaşımızın,Türkiye'nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayın J. F. Gökçen'in "Türk olmak nasıl bir duygudur?" konulu yazısı…

Türk Olmak…
Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.
Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak;
- Kıbrıs'ta,
- Hocali'da,
- Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp
- karşılığında yapmadığın soykırımla suclanmaktır.

Türk olmak;
- faşist olmaktır,
- vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…
- demokrat ve cağdaş olmaktır,
- vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde…

Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.

Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır,
- ataların bir çok asır önce Viyana'yi kuşattiği için ve hoş görülmemektir
- tTabii ki - sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.

Türk olmak;
- Selanik'te Pontus Anıtı'nın,
- Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve
- Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
- Üç kıtadan dönüp,
- bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
- Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Türk olmak;
- Arabaya koşulan ilk atın vatanında,
- ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta,
- yazının bulunduğu,
- paranın icat edildiği
- her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta,
- kalkınmak icin yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak;
- Truva'dan bu yana,
- Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,
- tarihten eski bu topraklarda,
- bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen,
- bir haftalık hafiza ile yaşamaktır.
- Doğu Roma'yı da
- Batı Roma'yı da yıkıp,
- yeni Roma olan AB'ye girmeye calışmaktır, Türk olmak.

Türk olmak;
- Mostar'da köprüdür,
- Kerkük'te kaledir,
- İstanbul'da Kızkulesi'dir,
- Anadolu'da buğdaydır,
- Çukurova'da pamuktur,
- Ege'de tütün,
- Karadeniz'de fındık,
- Trakya'da ayçiçeğidir.

Türk olmak;
- Çanakkale'de ölmektir.
- Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir,
- onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
- Düşmanın ardından rahmet okumak,
- kanlısından helallik almaktır.
- Sabahları odana rahmet dolsun diye, cami açmaktır.
- Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
- Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
- Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak;
- harap bir ülkede,
- zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,
- tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile,
- paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen,
- yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak;
- askere davul-zurna ile uğurlanmaktır,
- belki de dönmeyeceğini bilerek.

Türk olmak;
- annenin, şehit oğlunun ardından; 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan icin göndereceğim.' demesidir.
- Babanin gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağolsun!' demesidir.

Türk olmak;
- 'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile,
- 'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır.
Her hükümetin
- enkaz devraldığı, ama
- asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak;
- ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.
- Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.
- Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.

Türk olmak;
- Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir.
- Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak;
- milli maçta ağlamaktır.
- Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.

Türk olmak;
- aşkını ölesiye sevmektir.
- Aşkı icin ölmektir,
- öldürmektir.
- Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.
Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.

Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.

Türk olmak;
- Yunus'u bilmektir,
- Aşık Veysel'i sevmektir.
- Mevlana'yi, Haci Bektaş-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi
- tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak;
- saz çaldığında,
- ney üflendiğinde,
- kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında,
- yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir,
- bir de Yemen Türküsü'nde...
- Hayatın sana verdiklerine 'Nasip',
- vermediklerine 'Kısmet' demektir.
- Her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve
- ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak;
- Asya'da batılı,
- Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.
Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
- Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da,
- silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak;
- mahalle maçı için ayni saatte,
- on kişi buluşamazken,
- milyon kişinin bir araya gelmesidir.
- Tavla oynarken bile kavga ederken,
- milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak;
- buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken,
- daha ağır buhranda sıraya girerek,
- sorumlusuna en ağır cezayi tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak;
- en zayif gününde bile dünyaya meydan okumak,
- en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek
- tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak;
- Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek,
- her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak,
medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
"Kürt Sorunu" nedir?

"Kürt Sorunu" nedir?



Kürt sorunu; Türkiye’nin bölünmesi sorunudur. Daha doğrusu “Kürt Sorunu” Türkiye’nin parçalanmasını esas alan bir zamanların “Şark Sorunu” nun yeni bir versiyonudur. Türkiye’nin bölünerek toprakları üzerinden bir “Kuzey Kürdistan” çıkarmayı esas alır. Tabii bir de “Ermeni Soykırım” sorunu vardır. Onun amacı da benzerdir.
“Kürt Sorunu” nu Cumhuriyet rejim ve uygulamalarıyla ilişkilendirmek yanlıştır. Bu, kökleri 18. yüzyıla kadar giden bir olgudur. Yakın tarihimizdeki, “Kürdistan Teali”, “Kürdistan İstiklal” gibi cemiyetlerin amaç bakımından PKK’dan bir farkı yoktur. Şeyh Sait ile de PKK arasında fazla bir fark yoktur. Birisi Türkiye’yi bölmek için dini, diğeri de ideolojiyi kullanmıştır. Fark bu kadardır. Birisi bölücülüğünün bedelini canıyla, diğeri de özgürlüğünü ömür boyu kaybederek ödemiştir.
Türkiye’yi parçalayarak bir kısım toprakları üzerinden bir Kürt devleti çıkararak “Kürt sorununu” çözmeye çalışan PKK adlı terör örgütü, bunu beş aşamada gerçekleştirmenin hesabını yapmaktadır. Bunları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür:
-Kürtçe Yayın ve Eğitim
-Kürt Kimliğinin İnşa Edilmesi
-Yerinden Yönetim (Enerji ve Suyun Kontrolü)
-Özerk Yönetim
-Bağımsız Devlet
PKK’nın 31.10.1990 tarihli sözüm ona 4. Kongresinde, İmralı’daki başının ağzından sunulan “Politik Rapor” daki şu cümleler dikkat çekicidir:
“Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki, o kimliğe dayalı politikalar; dolayısıyla, kaderini tayin hakkı, insan hakları, kültürel haklar, siyasi haklar söz konusu edilsin... Öncelikle halledilmesi gereken kimlik sorunudur; kimlik savaşının kazanılmasın gereği birincil derecede önem kazanmaktadır. Bugün de savaşın bir boyutu ” kimlik savaşı “olmaktadır. Bireysel düzeyden tutalım, ulusal düzeye kadar, geliştirmeye çalıştığımız, biraz da kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinde gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir”. İmralı’daki elebaşının mümkün olan her yolu deneyerek bölücülük yapılması ve bunun aşamalı bir biçimde gerçekleştirilmesi talimatına, PKK’nın siyasi ve silahlı uzantıları harfiyen uymaktadır. PKK örgütü ve yandaşları “milli kimlik”, “siyasallaşma”, “özerklik” ve “bağımsız devlet” savaşıyla aşama aşama hedeflerine gitmek istemektedir. “Kültürel Haklar”, “su ve enerji kaynaklarının” denetiminin yerel yönetimlere bırakılması vs.. İmralı stratejisinin ürünüdür.
“Kürt Sorunu”nu yıllar önce Atatürk’e Ahmet Emin Yalman da sormuştur. Ahmet Emin Yalman, Atatürk’e “Kürt sorununa değinmiştiniz” diye söze başlar ve şu soruyu sorar: “Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinseniz iyi olur”. Atatürk’ün yanıtı şöyledir: “Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öyle yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir”.
Türkiye’yi bu anlamda yıllar sonra “mahvetmek” için harekete geçmiş olanlar var. “Ayrı bayrak, ayrı meclis, dış politika ve maliye dışında hizmet alanlarıyla sınırlı ortak yönetimi öngören, ayrı hükümet” istiyor. Onlar bölücübaşının, bölücülük yaklaşımlarını şöyle değerlendiriyorlar: “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt Sorununa demokratik çözüm yaklaşımı son derece belirleyici” dir. Malum hanımefendi ise her fırsattan istifade ederek “demokratik” taleplerini gündeme getiriyor ve iki isteğinden söz ediyor: Birinci isteğinin İmralı’yı da içeren “genel af”, ikinci isteğinin de “Kürdistan eyalet sistemi” olduğunu söylüyor. O, “Bir an önce bir genel affın çıkarılması lazım. Bu birincisi. İkincisi, çok tabu saydıkları ama Osmanlı tarihinden cumhuriyetin kuruluşuna kadar tüm resmi belgelerde geçen Kürdistan eyalet sistemini kur”.
Bunca olana ve bitene rağmen “farklı görüş ileri sürenleri” bölücü “olarak niteliyorsunuz” diyenler, eğer idrak özürlü değillerse AB’nin ve İmralı’nın projelerinin taşeronu oldukları açıktır.

ÖZCAN YENİÇERİ-UNİBOZKURT
 

TOZKOPARAN

New member
Katılım
17 Haz 2009
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Hep Aynı Yavşaklarız.Com

19 Aralık 2008
Yiğit Bulut -

Bugün benden “tezi-antitezi” olan ağır bir yazı beklemeyin. Bugün “hafif” olma hakkımı kullanmak ve “hafifliklere” aynı güzellik içinde cevap vermek istiyorum. Peki bu yazdıklarım ile başlıkta bahsettiğim internet sitesinin adresi arasında ne gibi bir bağlantı var? Arz edeyim. Bildiğiniz gibi 12 Eylül döneminde “havadan kaptıkları” elektrik sayesinde “Devlet ne yaptıysa herşey kötüdür” moduna girmiş bir grup “arkadaşımıza”, son dönemde “Soros abilerinin” yetiştirdiği yeni bir gurup ve onlara da başka ülkelerde “semirtilip” buraya gönderilmiş “aydınlar” eklendi.
Dediğim gibi 12 Eylül sürecinde “edindikleri” bol elektrik sonrası “ampul ” gibi ışımaya başladıkları için bu arkadaşlar “aydın” olarak toplumda yerlerini aldılar. Yukarıda verdiğim internet sitesi bu arkadaşlarımızın, “özürdiliyoruz. com” gibi açtıkları sitelerin hepsinin bir adreste toplanması için tarafımdan yaratılmış bir adres. Peki neden bu adres?

Anlatacağım... Ama ilk etapta “yavşak” kelimesinin anlamına açıklık getirmem lazım. Bu anlam dikkate alınmazsa “yanlış anlaşılabilirim” hatta hakaret ettiğim düşünülebilir. Yavşak kelimesinin sözlüklerde iki anlamı var 1. Bit yavrusu-sirke- buluğa ermemiş bit, 2. Düşünce dünyası “tutucu” olmaktan kurtulmuş-gevş emiş... Gördüğünüz gibi “kötü” bir anlam yok. Ben de “yavşak” kelimesini “düşünce dünyası gevşemiş-tutucu olmaktan uzak-her şeyi düşünebilir” anlamında kullandım...

Sevgili dostlar, Ermeniler’den özür dileme girişimine baktığımda geçmişte “Kıbrıs gitsin ne olur? Türkiye Avrupa’nın her istediği yapmalı? Türkiye’de 60 azınlık var”... gibi “fikirleri” savunan arkadaşlar tarafından ortaya konduğunu farkettim... Aynı zamanda bu arkadaşların ortak başka özellikleri de var hepsinin isimlerinde “S-O-R-O-S” harfleri geçiyor. Kimilerinin daha da küçük ortak paydaları var Amerikan helikopterleri Bekaa vadisini basıyor, bunlardan biri oradan çıkıyor, kimi Amerika’dan apar topar Türkiye’ye gazete çıkarmaya geliyor, bazıları da Türk pasaportlarını n “renklerini” kıyafetleri ile uyduramadıkları için “haklı olarak” değişik renklerde Avrupa ülkesi pasaportu kullanıyorlar...

Sevgili dostlarım, benim girişimi tamamen masumane. Her olayda bu arkadaşlar karşımıza çıktığı için “bütün faaliyetlerini” bir sitede toplamaları çok mantıklı. Aslında sadece “hepaynıyavşaklarız.com” tek alternatif değil. Şunlar da olabilir “sorostanindirdikmoney.com, Turkolannevarsakötüdür.net, önceindiragangisonra eylem.org” gibi “genel toparlayıcı” isimler de olabilir...

Uzun lafın kısası bu arkadaşlar, çok çalışıp, çok yoruluyorlar ve “düşünce dünyaları” bizlere göre daha geniş olduğu için “bizden çok daha ileri detaylara” imza atıyorlar. Bu insanların birarada bulunmaları ve Türk halkının bu güzide şahıslara bir internet adresinden ulaşması daha doğru...

Not 1: “Bu sitedeki imzamı geri çekip sizin istediğiniz her yerde çıkıp yanlış yaptım diyeceğim” diyen bütün “ana sayfadaki” kurucu arkadaşlara bir teklifim var imzasını geri çeken ve çıkıp özür dileyen her birine yüzbin dolar vereceğim... Ve sonrasında benim de bir projem var, onda da çalışmak isterlerse kapım sonuna kadar açık...

Not 2: Bu girişimi aslında hiç ciddiye almıyorum. Bu isimlerin “Türkler’i temsil etme” yetkisi ve etkisi “sıfır”...Yaptıkları şuna benziyor benim bir site açıp Fransızlar adına “özür dilememe” ! “Ben ne kadar Fransa’yı temsil ediyorsam, onlar da o kadar Türkiye’yi temsil ediyorlar”.
 

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

Gerçi eski bir yazı, ancak hala güncelliğini koruduğu için burada paylaşmak istedim..


Tarih Güncelleşti!..


Türklerin garip bir yazgısı var..

'İstiklal Harbi' miz, yeni deyişle 'Milli Kurtuluş Savaşı' mız kime ya da kimlere karşı yapıldı?..

İsterseniz saymayı deneyelim:

İngilizlere..

Fransızlara..

İtalyanlara..

Yunanlılara..

Rumlara..

Ermenilere..

Yetmedi mi?..

Padişaha..

Halifeye..

Çerkez Ethem'e..

Anzavur, vb.'ne

Belki arada unuttuklarım da vardır..

Bizim çocukluğumuzun ulusal bayramlarında kırmızı bez üzerine beyaz harflerle şu özdeyiş yazılırdı:

''Dünü unutma..

Bugünü iyi anlarsın!..''

Yeni kuşaklar 'dün' ü öğrenmelidirler ki bugün olup bitenlere akıl erdirebilsinler..

**

Bilâl N. Şimşir 'in ''Ermeni Meselesi, 1774-2005'' adıyla bir yeni kitabı (Bilgi Yayınevi) çıkmıştı, kapağında da vurgulandığı gibi bu işin başlangıcı 1774..

Ama, sonu 2005 olmayacak...

AP'nin (Avrupa Parlamentosu) Türkiye'nin AB'ye üyeliği için ''Ermeni soykırımını tanımak'' koşulunu öne çıkarmasına şaşırmanın âlemi yok!..

AB üyesi ve AP Dönem Başkanı 'İngiliz' in Birleşmiş Milletler'i hiçe sayarak Irak'ı işgali konuşulacak değil ya!.. 90 yıl önceki Osmanlı Devleti'nin hesabı 21'inci yüzyılda

Türkiye'den soruluyor!..

Bugün Anadolu'da Rum ve Ermeni yok..

Ama, sorunları var..

**

Bilâl N. Şimşir'in kitabından küçük bir alıntı:

'' Atatürk , Erzurum Kongresi ile Milli Mücadele'ye başladı; çünkü Doğu Anadolu yakın bir Ermeni tehdidi ile karşı karşıya bulunuyordu ve öncelikle o yörenin Ermenilere karşı

savunulması için acil önlemler almak lazımdı.''

Mustafa Kemal'in Erzurum Kongresi'nde yaptığı konuşmadan birkaç satır:

''- Vatanın parçalanması söz konusu ve karar olarak doğu illerimizde 'Ermenistan' , Adana ve Kozan havalisinde 'Kilikya' adlı yine bir 'Ermenistan' ...''

4 Eylül 1919'da Mustafa Kemal Paşa Sıvas Kongresi'ni açarken yaptığı konuşmada şöyle diyor:

''- Doğu'da Ermeniler, Kızılırmak'a kadar genişleme hazırlıklarına ve şimdiden sınırlarımıza dayanan katliam siyasetine başladı.''

**

İngiliz 1915'te Osmanlı toprağı olan Irak'taydı..

Bugün de Irak'ta..

Kafkasya'daki Ermenistan, Ermeni diyasporasının desteğiyle Azerbaycan'ın topraklarını işgal etmiş durumda...

Kimsenin gıkı çıkmıyor..

Rumlar ve Ermeniler hesabına Batı'da yine seferberlik bayrağı mı dalgalanıyor?..

Tarih 'tekerrür' mü ediyor?..


İLHAN SELÇUK



 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
Bu Cesareti Senden Buluyor Olmasınlar Sayın Başbakan?

Bu Cesareti Senden Buluyor Olmasınlar Sayın Başbakan?




DTP'li hayin milletvekilleri iyice azıttı. Her konuşmaları tahrik, her konuşmaları ihanet! Amaçları bölücülüğü sokağa dökmek olan bu ihanet artık durdurulmalı!

Demokratik Toplum Partisi (DTP) Iğdır 2. olağan il kongresi yapıldı.
Kongrede partililere hitap eden Iğdır Milletvekili Pervin Buldan Kürt sorununun çözümü için adresin İmralı olduğunu söyledi. Asker annelerini de eleştiren Buldan, "Siz kapınıza gelen tabutlar karşısında bir evladım daha olsa bu vatana feda ederim dediğiniz sürece bu savaş devam eder." dedi.
15 Temmuza kadar terör örgütü pkknın yapmış olduğu sözde eylemsizlik kararının karşılık bulmasını isteyen Buldan, kendilerinin insanların ölmemesi için, annelerin ağlamaması için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını savundu.
Yapılan kongreye partililer yanı sıra Iğdır Belediye başkanı Mehmet Nuri Güneş, Doğubayazıt Belediye başkanı Canan Can ve MYK üyesi Veysi Dilekçi de katıldı.
Pervin Buldan 3 Haziranda yaptığı konuşmada ise: "29 Mart yerel seçimleriyle birlikte Kürt halkı iradesini ortaya koymuştur. Milyonlarca insan sayın Öcalan'ı irade olarak kabul etmiştir. O yüzden biz muhatap olarak İmralı'yı gösteriyoruz." diyerek DTP'nin "Bir Öcalan partisi" olduğunu itiraf etmişti.
DTP'nin Çanakkale il kongresi şok sözlere sahne oldu... Muş Milletvekili Sırrı Sakık, ''Cumhuriyeti kuranlar ve yönetenler, Çanakkale'de şehit düşenlere ihanet etti.'' dedi. Saygı duruşuyla başlayan kongrede İstiklal Marşı okunmadı.
'ÇANAKKALE'NİN RUHUNA İHANET ETTİLER'
Muş Milletvekili Sırrı Sakık kongrede şok sözlere imza attı... Sakık, Türkiye Cumhuriyeti temellerinin Çanakkale'de atıldığını hatırlatarak şöyle dedi:
“Burası emperyalizme karşı Türk'üyle, kürdüyle, lazıyla, çerkeziyle herkesin omuz omuza mücadele edip toprağa gömüldüğü yerdir. İşte burası Çanakkale'dir. Türkiye'nin harcı böyle atıldı. 1921'lerde Cumhuriyet kurulurken Cumhuriyet'in temel hedefi; kürtler ve Türkler bu Cumhuriyet'in asıl sahipleridir. Çünkü, Çanakkale'de ölenler ortak vatan için mücadele ettiler ama ne yazık ki, 1921'de Anayasa'da ‘Bu vatan kürtler'in ve Türkler'in ortak vatanıdır!’ diyen Mustafa Kemal ve arkadaşları, 1924'te ret ve inkar politikalarıyla, (aslında ne oldu) Cumhuriyeti yönetenler Çanakkale'de toprağa gömülenlere ihanet ettiler. 1924'te tek ırk, tek dil yarattılar. O gün, bugündür. kürtler ve Türkiye demokrasi güçleri bu tekçiliğe, ırkçılığa karşı bedenini önüne yatırıyor, kimliğine sahip çıkıyor, özgür bir kimlik için bedel ödüyor.”
“ORTAK VATAN TALEBİMİZ VAR”
Sırrı Sakık, 20 yıldan bu yana aktif siyasetin içinde olduğunu, ilk günden itibaren bu ülkede ayrı devlet ve ayrı bayrak talepleri olmadığını ileri sürdü. Sakık, şöyle konuştu:
“Ama ortak vatan talebimiz var. Yani sayın Tayyip Erdoğan, Sayın Gül, Sayın Baykal, Sayın Bahçeli Türk kimliği için ne istiyorsa DTP ve kürt halkı da kürt kimliği için onu istiyor ve etnik politikalarını ret ediyoruz. Bu ülkede birlikte yaşamak istiyoruz. Bu ülkede burada yatan şehitlerin ruhuna uygun bir Cumhuriyet oluşturmak istiyoruz. Eminim ki onların ruhu bizi izliyor. Burada şehit düşen Muşlusu, Şırnaklısı, Vanlısı, Gazianteplisi, İstanbullusu, Trabzonlusu hepsinin ruhu bizi izliyor. Şimdi hepsi diyor ki; ‘bizim ruhumuzun şad olması için barışı ve kardeşliği savunun.' Bu yüzden şimdi hepimize görevler düşüyor. Hepinize şimdi ortak bir vatan için ortak sorumluluklar düşüyor ama ne yazık ki Cumhuriyetin oluşumundan bugüne kadar hiçbir dönem bir barış iklimi egemen olmadı bu coğrafyada.”
“BAŞBAKAN İKİ RUHLU”
DTP’li Sakık, son siyasi gelişmelere değinirken “Şimdi yeni bir iklim başladı.” dedikten sonra, “Küçük de olsa umutluyuz. Umutlarımızı kırmak istemiyoruz; çünkü barışı biz sağlayacağız. Cumhurbaşkanının seslendirdiği iyi şeyler olacak” diye konuştu. Sırrı Sakık şunları söyledi:
“Arkasından sayın Başbakanın çıkıp bir özür dilemesi vardı, 1915'lerde, 1954'lerde, yani gayrimüslümlere karşı uygulanan politikalardan dolayı. 1915'deki Ermeni olayı ve Varlık Vergisi 6- 7 Eylül olaylarından dolayı ‘Türkiye evet geçmişiyle yüzleşmelidir, bu bir faşizan duruştur.’ diyor. Bu doğruydu. Doğru sözün önünde eğiliriz. Başbakan bu doğruya işaret etti. Kendisini kutluyoruz. Ama başbakan iki ruhlu. Bir taraftan bunu söylüyor, bir taraftan da 2007 seçimlerinde çıkıp, Hakkari'den başladı, ‘Ya sev ya terk et!’ dedi. Kürtler dedi ki; ‘Bu coğrafya bizim. Atalarımızın, babalarımızın, dedelerimizin coğrafyasıdır. Bu coğrafyayı terk etmek için değil, bu coğrafyada özgür yaşamak için varız. Biz ölürsek de bu topraklara gömülerek öleceğiz ve burada yaşayacağız’ dediler. Başbakanı mahkum ettiler. Biz diliyorduk, umuyorduk ki Başbakan bu söylemden ders çıkarır, ırkçı politikalarından vazgeçer ama iki gün önce tekrar Başbakan bir ‘gel- git' dönemi yaşıyor.”


Kaynak: Millet Haber
 

Şimşek

Dost Üyeler
Katılım
22 May 2009
Mesajlar
207
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Türkiye
"DTP+Fransız"ı çizen kahraman Mete Aslan

"DTP+Fransız"ı çizen kahraman Mete Aslan


İskenderun'daki asıl hedef Dünyanın herhangi bir ülkesine yaptığınız seyahatte sözde Ermeni soykırımı anıtı görseniz öfkelenirsiniz değil mi ?
Şimdi birileri özür dileme telaşında. Bu konuya sonra değineceğiz.
İki ülke arasında ekonomik, sosyal ve diplomatik ilişkilere rağmen bu anıtı kim dikti diye kafa yoranların çoğu Fransa’da cevabını Belediye Meclisi kararıyla diyerek alır.
Dost ve müttefik (!)Fransa’nın irili ufaklı kent ve kasabalarında söz konusu anıtlara sıkça rastlarsınız.
Ama bizim ülkemizde işlenen insanlık suçlarıyla ilgili anıt sayısı yok denecek kadar azdır.
Yıllar önce Keçiören’de Belediye Başkanı Turgut Altınok Ermenilerin Karabağ ve Hocalı’da yaptıkları soykırım için anıt dikmiş, memleketimizde hergün sayıları artan Ermeniperverler tarafından eleştirilmişti.

Neymiş efendim barış ve kardeşliğe gölge düşürüyormuş. Bunu televizyon dizilerinde tarihi fena halde çarptıranlar sıkça yapıyor. Gaziantep’te Karayılan’ın babasının Ermeni çetelerce şehit edildiğini herkes bilir. Ama dizide Karayılan’ın Kuvvacı arkadaşının Ermeni olduğu yalanı yutturulmaya çalışılıryor insanımıza.

Fransızların zulmettiği kentlerimizden birisi de İskenderun’dur. Limanı ele geçirip işgalin lojistik desteğini buradan yapan Fransızlar’ın çocuk, kadın, yaşlı demeden işledikleri cinayetlerin izleri henüz silinmemiştir.
Vatanseverliğinden, Türk milliyetçiliğinden kimsenin şüphe edemeyeceği şehrin emin kişisi Belediye Başkanı Mete Arslan, Fransız mezalim anıtını deniz kıyısındaki en işlek caddeye dikerek yeni nesillerin tarihteki bu acıyı hatırlamasını, İskenderun’u yenirden işgal etmeyi planlayanlara da sonucuna katlanması gerektiğini belirtmiş.
Belediye Meclis’i kararıyla yapılan anıta önce bizim Dışişleri karşı çıkmış. İki ülke arasında gelişen ilişkilerin zarar görebileceğini ifade ederek Mete Arslan’dan Fransız mezalim anıtından vazgeçmesi istenmiş.
Ama adı gibi Mete soyadı gibi Arslan olan başkanı kararından döndürmek mümkün olmamış.
Derken Fransız diplomatlar beraberindeki gazeteci heyetiyle belediyeyi ziyaret ederek tarihte yaşanan olayların tarihçilere bırakılmasını, bu anıtın açılması durumunda iki ülke arasındaki ilişkilerin zedelenebileceğini ifade etmişler.
Söylediği her sözün, yaptığı her işin arkasında kale gibi duran Mete Arslan önce “Fransa’da kaç şehir ve kasabada kaç tane sözde Ermeni soykırımı anıtı olduğunu, sayılarını ve yerlerini söyleyin, sonra Fransız mezalim anıtı meselesini konuşalım” der.
Rengi benzi kızaran heyet, “Bu konuyu basının önünde tartışmayalım” savunmasına çekilerek ziyaretin basına kapalı devamını ister.

Terör örgütü PKK yandaşlarının yıllardır giremediği Türkiye’nin stratejik açıdan en önemli kentlerinden biri olan İskenderun’un Barzani ve Talabani’nin de denize açılan kapı olarak nitelendirdiği Irak’ın kuzeyinde kurulmaya çalışılan kukla devletin limanı yapılmasını planladığını sağır sultan ile duydu ama kilometre kareye düşen Ermeniperest, Rumperest, Fransızperest ve BOP işbirlikçileri yaklaşan belediye seçilerim için pusuya yatmıştı.
15 yıllık başkanlığı sırasında bölücülük tohumlarını kentte yeşertmeyen Mete Arslan, hedef tahtasına konularak linç edilmeye kalkışılıyor.
Mete Başkan’ın astığı afişleri indirtemeyenlerin asıl hedefi Fransız mezalimi anıtını İskenderun’dan sökmek. Tabii bedelini kan ve gözyaşı ile ödemiş olan İskenderun halkı yerse.
Mete Arslan’ın şahsında tüm İskenderun’luların bayramını kutluyor ve yürekten selamlıyorum.
YENİ ÇAĞ. Yavuz Selim Demirağ
 
Son düzenleme:

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

BARIŞ MÜJDESİ, ÖCALAN’LA OLUMLU GÖRÜŞME, EYLEMSİZLİK KARARININ UZATILMASI VS. VS. VS. PEKİ NEDEN HALÂ İNSANLAR ÖLÜYOR?
Son günlerde her şey yolunda giderken ve 31 Ekim tarihinde PKK’nın eylemsizlik kararını uzatması beklenirken Taksim’de meydana gelen canlı bomba olayı, bir kez daha yüreklerimizde yoğun acıların yaşanmasına sebep oldu. Konu ile ilgili olarak basın organlarına bakıldığında, olayın failinin Devrimci Karargah ya da PKK terör örgütlerinden birisi olduğuna dair açıklamalara yer verildiği görülüyor. Olayın terör uzmanı ya da siyasi yönetici olmayan sıradan vatandaşları yani bizi ilgilendiren yönü ise failinin kim olduğu değil, terörden yıllarca çekilen acıların neden halâ sona ermediği.

Bu arada hain eylemin ardından barışla ilgili açıklamalar da gündemdeki yerini koruyor. KCK davasının sanıkları arasında yer alan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, silahın rolünün bittiğini ve artık farklı şeyler denemenin zamanının geldiğini söylerken, PKK’yı haklı çıkarmak istercesine 30 yılın kaybedilme nedeni olarak şimdiye kadar diyaloga geçilmemesini gösteriyor. Eylemsizlik kararının seçimlere kadar uzatılmasını memnuniyet verici olarak yorumlarken, nedense süresiz ve şartsız silah bırakmaktan söz edemiyor. Bu ülkede zaten hiç kimse silahların kullanılmasını, ölümler olmasını, acılar yaşanmasını istemiyor. Neden yaşamak varken ölmek istensin ki? Yıllardır terör haberleriyle yaşamadık mı? Yıllardır bu yüzden geri kalmadık mı? Yani önemli olan yürekten istemek, şart koşmamak ve bunu devam ettirmek değil mi?...

Yeniden İmralı’ya Öcalan’la görüşmeye giden Aysel Tuğluk, basın mensuplarına görüşmenin içeriğini aktarırken bile hep suçlamalarda bulunuyor. Öcalan’ın siyasilerin barış konusunda sorumluluklarını yerine getirmediğini belirttiğini ifade eden Tuğluk, çözümün önünde büyük bir engel gibi duran çıkarcı, hesapçı siyasetin teşhir edilmesi gerektiğini belirtiyor. Öcalan tarafından istenilen ve daha önceleri de gündeme gelen Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması hususunun ise, Cumhuriyetle yönetilen ve halkın temsilcilerinin görev yaptığı bir Millet Meclisi’ne sahip olan Türkiye’de tamamen gereksiz bir istek olacağı düşünülüyor. Ayrıca Aysel Tuğluk, çıkarcı ve hesapçı siyasilerden bahsederken, BDP için de güzel bir tanımlama yapmış oluyor.

Kısaca sade vatandaşı bunların hiçbiri ilgilendirmiyor. Hatta herkes aynı suçlamaları, aynı yalanları yıllarca duymaktan bıkmış durumda. Merak ettiğimiz konu terör nereden ve kimden gelirse gelsin neden halâ insanların öldüğü. Her gün basına çıkıp barış, barış, barış diye konuşan bu insanlar artık bu konuşmalarından vazgeçsinler ve gerçek barışa sarılsınlar. Dağdakiler gelsin silahlarını bıraksınlar, BDP’liler de örgütle ilişkilerine son versinler. Yani artık ne yapacaklarsa yapsınlar ama boş konuşmasınlar, çünkü sabrımız tükendi!...


Helin Demir
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
PKK ve BDP'yi Birbirine Düşüren Ticari İhtilaflar

PKK VE BDP'Yİ BİRBİRİNE DÜŞÜREN TİCARİ İHTİLAFLAR

Terör örgütü PKK’nın uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, tefecilik, sahtecilik, kara para aklama ve daha sayılamayacak yollardan kendisine gelir temin etmek için çabalayıp durduğu biliniyor. BDP’nin de organik bağ içinde olduğu PKK’nın bahsekonu faaliyetlerine zaman zaman iştirak ettiği, özellikle BDP’li belediyelerin rant kavgaları ve maddi yolsuzluklara sahne oldukları, bu yüzden adli soruşturmalara maruz kaldıkları yaşananlar arasında yer alıyor. Bütün bunların yanında PKK ve BDP’liler ve yakınları arasındaki ticari meseleler yüzünden örgüt üst yöneticileri, hatta milletvekillerinin bile birbirlerine düştükleri, çıkar kavgaları ve çekememezliklerin ölümle tehdit etme boyutlarına vardığı hususları ise son günlerde örgütsel çevrelerdeki sohbetlerin ana konusunu oluşturuyor.

Eski DTP milletvekili ve Abdullah Öcalan’a en yakın isimlerden olan bir şahsın kardeşleriyle birlikte kurmuş olduğu inşaat firmasının (ya da müteahhitlik firmasının demek daha doğru olabilir) büyük firmalar için taşeronluk yaptığı, yüksek rakamlarla iştigal eden firmanın özellikle Kürtler için cazibe merkezi haline gelen Irak’ta ticareti tercih ettiği, birinci derece yakınları terörle bağlantılı olanların kamu ihalelerine katılamayacakları yönündeki kurala rağmen ticari faaliyetlerinde Irak’ta hatırı sayılı ilişkileri bulunan eski siyasilerden de referans alarak devam ettiği söyleniyor. Aile şirketi olarak bilinen firmanın ortaklarından A.T’nin, PKK saflarında iken 1988 yılında eylem için Tunceli’ye gittiği sırada yakalandığı, bilahare hapse girdiği ve üst düzey siyasi yakınlarının da etkisiyle kısa sürede hapisten kurtulduğu, A.T’nin diğer kardeşinin de yine PKK’lı olduğu için tutuklu bulunduğu Erzincan Cezaevi’nde örgüt mensupları tarafından katledildiği, cenazesine eski DTP milletvekili kardeşinin bile katılmadığı belirtiliyor. Kardeşler arası ilişkiler çok mükemmel olmasa da firmanın faaliyetleri son hızla sürerken, yaklaşık bir yıldır devam eden bir ihtilaf yüzünden A.T’nin canının fena halde sıkıldığı konuşuluyor.

A.T adlı şahsın, iş ortağı olduğu şahıslarla bir para meselesi yüzünden sürekli kavga ettiği, hatta anılanın bu nedenle ölümle tehdit edildiği bile söyleniyor. Ortak olduğu şahıslara para ödenmesini engelleyen A.T’nin en sonunda örgütün en tepesindeki Karayılan’a bile şikayet edildiği kaydediliyor. Karayılan’ın ise, A.T’nin kardeşinin eski DTP milletvekili ve Öcalan’a yakın bir isim olmasını da hesaba katarak, örgütün eylemsizlik sürecinin devam ettiğini de düşünerek, bu aşamada herhangi bir skandal istemediği bildiriliyor. BDP’den bazı şahısların da ticari ihtilafı çözüme ulaştırmak için aracı olmayı teklif ettikleri, örgüt içi hesaplaşmanın ilerideki günlerde daha da büyümeden sonuçlandırılmaya çalışıldığı belirtiliyor.

Fazla muhabbet tez ayrılık getirir misali PKK ve BDP’nin gelecek günlerdeki ilişkilerinin hangi yöne doğru ilerleyeceği merak edilirken, geçmiş günlerdeki izlenimlerden de anlaşıldığı gibi, ticari ihtilafın boyutlanması halinde, cinayetlere kadar varabileceği düşünülüyor.


Helin Demir

 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
bdp, seçimler, pkk

BDP, SEÇİMLER, PKK

12 Haziran 2011’de yapılacak seçimler öncesi parti organlarıyla referandum sonuçları, anayasa tartışmaları, son siyasal süreç ve seçim hazırlıkları gündemiyle toplantı düzenleyen BDP’nin gerçekleştirdiği PM toplantısı sonucunda seçim startı verdiği bildiriliyor. Referandum sonuçlarının her boyutuyla değerlendirildiği toplantıda, boykotun Kürt sorununun çözümüne yönelik önemli zeminler oluşturduğu tespit edilirken, A&G Araştırma Şirketi’nin referandum anketi sonuçlarının ele alındığı, sonuçların bütün illerin grafikleri ele alınarak masaya yatırıldığı, yapılan değerlendirmelerde boykotun düşük olduğu bölgeler ve illerin değerlendirildiği, bu kapsamda partinin il ve ilçe örgütlerinin gözden geçirildiği, seçim çalışmaları kapsamında yapılan bu değerlendirmelerde BDP’nin 2011 Haziran ayında yapılacak olan seçimler için hazırlık çalışmalarına start vermesi kararı alındığı belirtiliyor.

BDP açısından seçimlerde ortaya çıkacak olan sonuçlar, şüphesiz çok önemli ve geleceğe dair belirleyici bir anlam ifade ediyor. Bu nedenle seçim çalışmaları kapsamında gerekli görülen bazı il ve ilçe örgütlerinin güçlendirilmesi ve yenilenmesinin gerçekleştirileceği, bunun için bazı teşkilatlarda gerekli görüldüğü takdirde kongrelerle yönetimlerin yenileneceği, teşkilatlara yönetici ve kadro atamalarının yapılacağı, daha önce partide başkanlık ve yöneticilik yapanlara seçim çalışmalarına katılmaları için çağrıda bulunulacağı, siyasi tutukluların duruşmalarını takip etmesi için oluşturulan üst komisyonun iletişimi sağlayacağı ve dayanışma etkinliklerini organize edeceği vurgulanıyor. Yeni anayasa çalışmaları kapsamında oluşturulan heyetlerin çeşitli sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerle yaptıkları görüşmeler de yine bu aşamada seçime hazırlık programının önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Seçimlerle ilgili olarak terör örgütü PKK ve BDP’li şahısların savunmalarını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu’nda da yoğun bir gündem yaşanıyor. Büronun avukatlarından bazılarının son günlerde ön plana çıkan milletvekillerine yanaşarak onların listelerinden seçime girmek istedikleri, bu nedenle diğer avukatlarla aralarında çıkar kavgalarının, çekememezliklerin meydana geldiği söyleniyor. Bu yüzden halen eylemsizlik sürecinde bulunan örgütün en tepesinde yer alan Murat Karayılan tarafından anılanların uyarıldığı, skandala sebep olabilecek gelişmelere sebep olmamaları hususunda talimatlandırıldıkları belirtiliyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının seçim yarışı yüzünden asli görevlerini yapamaz hale geldikleri, devam eden KCK davasına yeteri kadar ilgi gösteremedikleri kaydediliyor. Duruşmaları izleyen BDP Van Milletvekili Özdal Üçer’in görevli polislerle tartışarak, milletvekilliği makamına yakışmayacak sözler sarfetmesi ise seçimlerle ilgili hazırlıklara gölge düşürüyor. Bu arada tutuklu bulunan siyasi parti temsilcilerinin tahliye taleplerinin reddedilmesi de BDP’de hayal kırıklığı yaratıyor.

Bütün bunların yanında BDP’nin PKK ile olan ayrılmaz bağının her gün basına yansıması da seçim çalışmaları ile meşgul olan BDP açısından bir dezavantaj yaratıyor. 29 Mart 2009 tarihindeki yerel seçimleri öncesi Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneş’in PKK’lılarla görüştüğü, Güneş’in “Kaybedersek sorumlusun” diyen PKK’lıya “Bilmez miyim, ara sıra kulağımızın pasını gider” yanıtını verdiği, gizli bir tanığın Güneş’in PKK üyesi olduğunu, Orduevi bahçesinde bomba eylemini azmettirdiğini, ölen PKK’lıların ailelerine yardım yaptığını söylediği, PKK’nın Ermenistan kamp sorumlusu Reyis Gülturan’ın tek tek aradığı BDP dışındaki partiden adayları, “Adaylıktan çekil. Senin ya da ailenin başına bir şey gelirse PKK sorumludur”, soruşturma savcısını da “Kürt düşmanlığı yapan seni uyarıyorum” diye tehdit ettiği, PKK’nın İran kamp sorumlusu Cimşit Kömekçi’nin ise köylülere “Oylarını BDP’ye vermeleri konusunda” baskı yaptığı şeklinde Sabah Gazetesi’nde çıkan haberlerin benzerlerinin 2011 seçimlerinde de yayınlanmasından çekinen BDP’nin sıkıntılı günler yaşadığı tahmin ediliyor.

BDP’nin 2009 seçim sonuçlarını Türkiye’deki demokratik ortama borçlu olduğunu unutmaması, bu yol ayrımında tercihini, partisini yerel yönetime taşıyan demokrasiye uygun yöntemleri geliştirmekten yana kullanması uygun görünürken, bunun ilk koşulunun ise, PKK terörü ve silahlı mücadeleye karşı duruşu ortaya koymaktan, şiddete karşı net bir tavır almaktan ve bundan sonraki yol haritasını sivil demokrasiyi çizecek yönde kullanmaktan geçtiğini idrak ederek 2011 seçimlerinde de ona göre tavır belirlemesi gerekiyor. Bu takdirde BDP’nin, tabanının özlem ve beklentilerini dikkate aldığı kanısına kamuoyu nezdinde güç katacağı ve yarattığı olumlu atmosferden sağlayacağı destek oranında PKK talep ve yönlendirmelerine “hayır” deme şansını güçlendireceği biliniyor. Yani legal çalışma olanaklarını sınırsız zorlayarak halkın barış, huzur ve hizmet beklentilerine gereken cevabı verebileceği düşünülüyor. BDP’nin artık bundan sonra demokrasinin peşinden son hızla koşması ve kendisine oy verenlerin beklentilerine uygun olarak huzur ve barışa sıkı sıkı tutunması gerekiyor.


Helin Demir
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
PKK'nın Yayın Organındaki Kirli İlişkiler

PKK’NIN YAYIN ORGANINDAKİ KİRLİ İLİŞKİLER

Başta ROJ TV olmak üzere Fırat Haber Ajansı ve Günlük Gazetesi gibi taraflı yayıncılık ilkesi yürüten yayın organlarının terör örgütü PKK ve siyasi sözcüsü BDP hakkındaki haberleri her geçen gün daha da abartarak yayınladığı, hatta ekranlarından örgütsel mesajlar vererek, örgüt mensupları arasındaki buluşmaları ve eylemlerin düzenleniş yer ve biçimlerini organize ettiği yönünde basında bilgiler yer alıyor. Taksim’de vukuu bulan canlı bomba olayında olduğu gibi ROJ TV ekranlarından yayınlanan bir mesajla eylemin gerçekleştiği yönündeki haberler de gündemi epeyce meşgul ediyor. Kısaca örgüte bağlı yayın organları örgütsel iletişim için önemli bir kaynak olarak değerlendiriliyor.

Bu arada örgütün kendi içerisinde olduğu gibi, bağlı birimlerinde (yayın organları da dahil) karanlık ve kirli ilişkilerin cereyan ettiği söyleniyor. Örgüt yönetimi ile görüşmek ve oradaki toplantılara katılmak amacıyla bir çok kez Kuzey Irak’a giden Günlük Gazetesi personeli R.P hakkında konuşulanlar, bugünlerde örgütsel çevrelerin ana gündem maddesini teşkil ediyor. Asker kaçağı olarak aranan R.P’nin gazetede çalışan bayanlarla girdiği gayri meşru ilişkiler nedeniyle örgüt yönetimince defalarca uyarıldığı, örgütsel disiplinle bağdaşmayan hareketleri nedeniyle görev değişikliğine maruz kaldığı belirtiliyor. Gazeteye gitmek üzere bir gün evinden çıkan R.P’nin, bir şahıs tarafından takip edilerek ölümle tehdit edildiği, bu olay nedeniyle bunalımlı günler yaşayan R.P’nin örgüt tarafından infaz edilmekten korktuğu söyleniyor.

Asrın Hukuk Bürosu’nda görevli avukatlarla da aralarında kişisel husumetlerin mevcut olduğu bilinen R.P’nin, örgüt içerisinde sözü geçen bir konuma gelebilmek ve mesleğinde ilerleyebilmek için örgüte ait kamplarda röportajlar yaptığı, çarpıcı haberler yapma yarışına girdiği, örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açıldığı vurgulanıyor. R.P’nin yazıları nedeniyle Ağustos 2010 ayında 1 ay kapatma cezası alan Günlük Gazetesi yönetiminin de, bu durumdan son derece rahatsız olduğu, bildiriliyor.

Görüldüğü üzere PKK’ya bağlı her birimde ilişkiler düzeysiz ve kalitesiz olarak sürüyor. Örgüt üst yönetiminde cereyan eden sevgi ve vicdandan yoksun, insanlıktan nasibini almamış türden ilişkiler, alt birimlere de sirayet ediyor. Vücudu kemiren kangren gibi yayılan kirlilik, beklenen sona doğru yol alıyor


Helin Demir
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Hedefteki Yüksek Mahkeme AYİM

HEDEFTEKİ YÜKSEK MAHKEME AYİM

Yüksek Askeri Şura Kararlarının yargı denetimine açılmasının tartışıldığı günlerde, yaklaşık iki yıl önce, kaleme aldığımız, Hakimiyeti Milliye Gazetesinde de yayınlanan 26.Mayıs.2008 tarihli, “FAZLA BİLİNMEYEN BİR YÜKSEK MAHKEME” başlıklı yazımızda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesini mercek altına almış ve bağımsız olmayan bu mahkemelerde açılacak olan Yüksek Askeri Şura kararlarının iptaline ilişkin davalardan pratik bir sonuç çıkmayacağını izaha çalışmıştık.

Son olarak, üç generalin, ilgili bakanlar tarafından açığa alınmaları üzerine, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gündemin ilk sırasındaki yerini almış ve bu mahkememiz güncel hale gelmiştir.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, açığa alınan üç general'e ilişkin olarak verdiği, terfi ettirilmemelerine yönelik işlemin yürütülmesinin durdurulması kararı, bu yazımızın tartışma konusu değildir.

Fikrimizi soracak olursanız, bir önceki yazımızda değerlendirdiğimiz gibi, ilgili bakanların, taktir yetkilerini, maksat unsuru yönünden kötüye kullanmış olmaları nedeniyle, tesis edilen açığa alma işlemi, şeklen yasal ise de, açık bir şekilde hukuka aykırıdır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin; üç general ile ilgili olarak verdiği ve vereceği kararlar nedeniyle, AKP iktidarı tarafından hedef alınacağı ve 2011 seçimlerini de kazanarak iktidar olması halinde çıkarmayı düşündüğü Yeni Anayasa ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesini kaldırmak isteyeceğini bugünden beyan etmek, bir kehanet sayılmamalıdır.


Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesiyle hareket eden AKP iktidarı, bugüne kadar, politikalarına zarar vermediği için, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmamasından dolayı bir rahatsızlık duymamış, 12 Mart muhtırası ara rejiminin mahsulü olan bu mahkemeyi bağımsız ve tarafsız kılacak veya tamamen ortadan kaldıracak yasal ve Anayasal bir düzenleme yapma gereğini duymamıştır.

Askeri yargıdan gelen bir hukukçu olarak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız hale getirilmesi veya tamamen kaldırılması için, zamanın Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK' e mektup yazmamıza rağmen, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin ıslah edilmesi veya kaldırılması yolunda AKP iktidarı tarafından hiçbir adım atılmamış, sözüm ona, yargı bağımsızlığı adına HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapılarının değiştirilmesi amacıyla yapılan ve halk oylamasından geçen son Anayasa değişikliği ile de Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dokunma gereği duyulmamıştır.

Zira, AKP iktidarının istediği, bağımsız ve tarafsız bir yargı değil, kemdi politikalarına uygun kararlar veren yandaş yargının tesis edilmesidir.

Verdiği yürütmeyi durdurma kararı ile üç generale terfi yolunu açan, AKP iktidarını zor durumda ve hukuka aykırı olarak bu üç generali açığa almak zorunda bırakan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi de, bundan böyle, AKP iktidarının hedefi haline gelmiş olup,bu mahkemenin iktidarın yandaşı haline getirilmesi de mümkün olamayacağı için, yapılacak olan ilk Anayasa değişikliği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin tamamen kaldırılması gündeme getirilecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Biz oldukça uzun olan bu giriş yazımızdan sonra, 26.Mayıs.2008 tarihinde kaleme alıp yayınladığımız, “FAZLA BİLİNMEYEN BİR YÜKSEK MAHKEME” başlıklı yazımızı aynen aşağıya alıyoruz.

Bu yazı, okurlar tarafından, uzunluğuna rağmen, sabırla ve satır satır okunmalı ki; halkımız, AKP iktidarının gerçek yüzünü görsün ve AKP iktidarını, kurumsal olarak bağımsız ve tarafsız olmayan, 12 Mart darbesinin mahsulü Askeri Yüksek İdare Mahkemesini, bugüne kadar niçin bağımsız hale getirecek veya tamamen kaldıracak yasal ve Anayasal düzenlemeleri yapmamakla suçlayabilsin. Bundan sonra, AKP iktidarı tarafından, Askeri Yüksek İdare Mahkemesini kaldıracak olan yasal ve Anayasal bir girişimde bulunursa da, bu girişimin, bağımsız yargıya ve demokrasiye verdiği önemden değil, üç general hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararının kuyruk acısından kaynaklandığını değerlendirebilsin. 26.11.2010


Güner YİĞİTBAŞI ( Emekli Savcı )
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Fazla Bilinmeyen Bir Yüksek Mahkeme

FAZLA BİLİNMEYEN BİR YÜKSEK MAHKEME

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi; Anayasal bir yargı organımızdır. Adından da anlaşılacağı gibi, bu mahkeme; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapar.

Mahiyeti itibariyle, sivil ve genel yargıdaki emsali Danıştay’ dır. Ancak, yapısı, yargılama usulü,hakim teminatı, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından,aralarında büyük farklılıklar mevcuttur.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, kural olarak,bugünkü yapısı ve yargılama usulü itibariyle,Anayasamızın,mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı,hakimlik teminatı,adil yargılanma hakkı gibi temel kurallarına açıkça aykırı bir mahkeme olup, sadece Anayasamızın 157.maddesinde düzenlenmiş yüksek bir mahkeme olması itibariyle,özde olmasa da, sözde Anayasal ve bağımsız bir yargı kuruluşumuzdur.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısı ve işleyişi hakkında bilgi vermeye devam edeceğiz. Ancak, değerli okurlarımın, hayda.. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi de şimdi nereden çıktı, konu mu kalmadı da bize bu mahkemeyi tanıtan bir yazı yazıyorsunuz diye sorduklarını duyar gibi oluyorum.

Haklısınız, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinden bize ne,bu mahkeme ile hukukçular ilgilensin diyebilirsiniz. Şunu da itiraf etmeliyim ki,çoğu hukukçu dahi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakkında yeterli bilgiye sahip değil.

Şimdi, bu yazımızda,Askeri Yüksek idare Mahkemesini konu olarak seçmemizin nedenini açıklayalım. Hatırlayacağınız gibi, uzun zamandan beri, çeşitli ortamlarda,Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılması dile getirilir.
Zira, Anayasamıza göre, halen iki merci' in kararları yargı denetimine açık değildir. Bunlardan ilki;Yüksek Askeri Şura kararları, ikincisi de; Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarıdır.

Geçtiğimiz günlerde emekli olan Danıştay Başkanı Sumru ÇÖRTOĞLU da, yaptığı veda konuşmasında,Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılmasına ilişkin öteden beri dile getirilen talebi, yinelemiştir.

Yüksek Askeri Şura Kararlarını yargı denetimine tabi tutan bir Anayasal düzenlemenin yapılması halinde, bu kararların yargısal denetiminin, kararın tarafları ve niteliği itibariyle,Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından yapılacak olması nedeniyle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısı ve işleyişi, iş bu yazımızla mercek altına alınmıştır.

Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılması veya açılmamasına ilişkin,lehte veya aleyhte bir fikir beyan etmek, bu yazımızın konusunu teşkil etmemektedir. Biz bu yazımızda, yapılacak yasa ve Anayasa değişiklikleri ile bu kararlar aleyhine yargı yoluna baş vurma yolu açılacak olursa, bu kararların yargı denetimini yapacak olan Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, bugünkü yapısı ve yargılama usulü dikkate alındığında, Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı denetimini açacak olan yasal ve Anayasal düzenlemenin, pratikte bir sonuç doğurup doğurmayacağına ışık tutmaya çalışacağız.

Her şeyden önce belirtmeliyiz ki, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi; 12.Mart.1971 tarihinde gerçekleştirilen ve 12 Mart muhtırası olarak tarihe geçen askeri müdahale sonunda, demokrasinin askıya alındığı ara rejim döneminde, 1961 Anayasasında 20.09.1971 tarih ve 1488 sayılı kanunla yapılan bir değişiklikle, Anayasanın yüksek mahkemeleri düzenleyen maddeleri arasında yer alan Danıştay’ın düzenlendiği 140.maddesine, son fıkra olarak eklenen,“Asker kişilerle ilgili idarî eylem ve işlemlerin yargı denetimi Askerî Yüksek İdare Mahkemesince yapılır. Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, başkan ve üyelerinin nitelikleri ile atanmaları, disiplin ve özlük işleri; hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetlerinin gereklerine göre, kanunla düzenlenir.” Şeklindeki hüküm ve bu hükme istinaden çıkarılan 04.07.1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu ile kurulup yüksek mahkemeler arasındaki yerini almıştır.

Görüldüğü gibi,Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 12 Mart muhtırası ile gelen olağanüstü ve demokrasinin askıya alındığı dönemin ürünü bir kuruluş olup, kanımızca, hukuki bir ihtiyaç ve zorunluluktan doğan ve mevcut bir boşluğu dolduran bir yargı kuruluşu değildir.

1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununa göre, bu mahkemenin üyeleri, İki yılını doldurmuş kurmay yarbaylarla albay rütbesinde üç yılını doldurmamış kurmay subaylar ve en az yarbay rütbesinde olan birinci sınıf askeri hakimler arasından seçilirler.

Emsali Danıştay’ da olduğu gibi, idari uyuşmazlıkların çözüme bağlandığı bir yargı kuruluşu olması nedeniyle,mahkeme üyeleri arasında hakim sınıfından gelmeyen kurmay subaylardan seçilen hukukçu olmayan üyelerin yer alması doğal ise de, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerinin hakim sınıfından gelmeyen ve hukukçu olmayan, idari kadrolardan gelen subay üyelerinin,sadece kurmay sınıfına mensup ve yarbay rütbesinde iki yılını doldurmuş ve ancak albay rütbesinde üç yılını doldurmamış sınırlı subaylardan seçilmesi koşulu, Askeri Yüksek İdare Mahkemelerinin bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hakim teminatı açısından oldukça dikkat çekicidir.

Dikkat çeken bir diğer çok önemli husus da şudur; emsal mahkeme olan Danıştay’a, idari kadrolardan üye olarak seçilen üst düzey bürokratlar; oldukça deneyimli ve idari kadrolarda edindikleri engin birikim ve deneyimlerinden yararlanılacak kıdemde ve değişik meslek grubuna mensup kişiler oldukları halde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeliğine, askeri idari kadrolardan, sadece kurmay sınıfından ve yarbay rütbesinde iki yılını doldurmuş ve albay rütbesinde üç yılını doldurmamış oldukça genç ve deneyimsiz subayların seçilmesi koşulu getirilerek, Danıştay’ın aksine, üye seçiminde kıdem, deneyim ve birikimin göz ardı edilmesi, manidar olup, bu durum, emsali Danıştay üyeliklerine idari kadrolardan yapılan üye seçimiyle çelişmektedir.

Değerli okurlar sıkı durun, asıl sürpriz şimdi geliyor. Danıştay üyeliklerine idari kadrolardan seçilen hakim sınıfından olmayan üst düzey bürokratlar, Danıştay üyeliklerine herhangi bir süreyle sınırlı olmaksızın, kaydı hayatla, yani, emekli olana kadar görev yapmak ve yeniden idari kadrolara geri dönmemek üzere seçildikleri halde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeliğine, askeri idari kadrolardan seçilen kurmay subaylar, en fazla dört yıl hakimlik görevi yaptıktan sonra, tekrar gelmiş oldukları askeri idari kadrolara geri dönmek koşuluyla seçilmektedir. Başka bir anlatımla,Askeri Yüksek İdare Mahkemesine, idari kadrolardan üye olarak seçilip gelen kurmay subayların hakimlik görevleri,geçici olup,bu uygulamaya göre,Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde eylem ve işlemleriyle ilgili olarak aleyhlerine davalı sıfatıyla davalar açılan idare, kendi kadrolarındaki personelini,azami dört yıl sonra geri çağırmak üzere, adeta ödünç olarak yargı organında görevlendirmektedir.

Geçici görevlendirmenin, Anayasanın; mahkemelerin bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hakim teminatı ilkeleri ile bağdaşır bir yanının bulunmadığı açıktır.

12.Eylül 1980 askeri darbesinden önceki dönemde de, 1602 sayılı Askeri Yüksek İare Mahkemesi Kanununda yer alan aynı hüküm, Anayasa Mahkemesinin, 18.12.1975 tarih ve 1875/159 Esas ve 1975/216 Sayılı kararı ile 1961 Anayasanın; mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

Bu iptal kararından sonra,12. Eylül .1980 darbesine kadar,Askeri Yüksek İdare Mahkemesine idari kadrolardan üye olarak seçilen hakim sınıfına mensup olmayan subayların, kaydı hayatla,yani dört yıllık süre ile sınırlı olmaksızın, emekli olana kadar sürekli üyelik görevlerini yapmaları sağlanmak suretiyle, bu garabetin önüne geçilmiş ise de, 12 Eylül darbesini yapanlar, Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla, kısmen hakimlik teminatı kazanmış olan Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin idari kadrolardan seçilen subay üyelerinin, hakimlik teminatını kazandıktan sonraki dönemde verdikleri kararlardan hoşnut kalmamış olacaklar ki, 12 Eylül döneminde, 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 10.maddesinde değişiklik yapılarak, yeniden, hakim sınıfından olmayan ve idari kadrolardan gelen subay üyelerinin görevlerini,en fazla dört yıl ile sınırlayan ve bugün de yürürlükte bulunan uygulamaya geri dönülmüştür.

12.Eylül.1980 askeri darbesinden önceki dönemde, Anayasa Mahkemesinin; Askeri Yüksek İdare Mahkemesine idari kadrolardan seçilen subay üyelerin dört yıl ile sınırlı olarak görev yapmalarını, Anayasanın; mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine aykırı bularak görevi dört yıl ile sınırlayan 1602 sayılı Kanunun 10.maddesini iptal etmiş olmasını hazmedemeyen 12 Eylül yönetimi, bu defa daha dikkatli davranarak, idari kadrolardan seçilen subay üyelerin hakimlik görevlerini, hakimlik teminatına aykırı olarak dört yıl ile sınırlayan 10.maddesinin,Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden iptal edilmesini engellemek amacıyla, gerekli önlemi almış ve 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 10.maddesinde yer alan görev süresiyle ilgili hüküm, aynen, 1982 Anayasasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin düzenlendiği 157 maddesine de alınmak suretiyle,yüksek mahkemenin idari kadrolardan seçilen kurmay subay üyelerinin görev sürelerini azami dört yıl ile sınırlayan 1602 Sayılı Kanunun 10.maddesi,Anayasanın 157 maddesi ile koruma ve zırh altına alınmıştır.

Bir yüksek mahkeme düşünün ki; idari kadrolardan seçilen subay üyeleri, azami dört yıl görev yaptıktan sonra, tekrar idari kadrolardaki asli görev yerlerine dönecek, aynı zamanda mesleğinde kariyer bekleyen kurmay sınıfına mensup bir subay olacak, şimdi sizlere soruyorum; dört yıllık hakimlik görevinden sonra, hakim iken eylem ve işlemlerini yargı denetimine tabi tuttuğu davalı konumundaki idarenin kadrolarına geri dönüp sicil alacak ve kariyer bekleyecek olan bir kişiden, bağımsız ve tarafsız olarak hakimlik yapmasını bekleyebilir misiniz?

Sizleri bilmiyorum, ancak, bana sorarsınız, ben bu koşullarda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde hakimlik yapamayacağım gibi, kimseden de, bu koşullarda bağımsız ve tarafsız bir şekilde hakimlik yapmasını bekleyemem. Beklersem de büyük bir haksızlık yapmış olurum.

Değinecek çok şey var. Yazının daha fazla uzamaması için, son olarak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarının kesin ve temyiz kanun yolunun kapalı olduğunu, olağanüstü kanun yolu olan karar düzeltme talebinin reddedilmesi halinde ise, karar düzeltme talebi reddedilen kişinin para cezasına mahkum edildiğini, emsal mahkeme olan Danıştay’ın, ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararlarının ise, temyiz edilebildiği gibi, karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi halinde, para cezasına da hükmedilmediğini, belirtmekle yetiniyoruz.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, yukarıda kısmen özetlemeye çalıştığımız bugünkü yapısı ve yargılama usulü itibariyle, Avrupa Birliği kriterlerine uygun olmadığı açıktır.

Sayın Cemil ÇİÇEK Adalet Bakanı iken, Avrupa Birliği ilerleme raporları çerçevesinde gerçekleştirilen reform paketleri açılırken,Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, Anayasanın; mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine aykırı olan bugünkü yapısı ve işleyişi, bu satırların yazarı tarafından Sayın Cemil ÇİÇEK’in dikkatlerine sunularak,Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Anayasal bir değişiklikle kaldırılması veya Avrupa Birliği normlarına ve mahkemelerin bağımsızlığı,tarafsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine uygun hale getirilmesi talep edilmiş ise de, bu güne kadar AKP hükumeti ve parlamento çoğunluğu tarafından, bu konuda, demokratik bir tavır sergilenememiştir.

Kanımızca, Yüksek Askeri Şura Kararlarının yargı denetimine açılmasını sağlayacak olan yasal değişikliklerden önce, bugün öncelikle yapılması gereken, Askeri Yüksek İdare Mahkemesini, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine uygun, demokratik bir yapıya kavuşturacak olan yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasıdır.26.Mayıs.2008


Güner YİĞİTBAŞI ( Em. Savcı )
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Baydemirciler - Öcalancılar

BAYDEMİRCİLER- ÖCALANCILAR
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Silahlar miadını doldurdu” şeklindeki açıklamasının ardından kızışan olayların yankıları halen sürmeye devam ediyor. PKK’nın siyasi sözcüsü olarak nitelendirilen BDP, Baydemir’den yana tavır alarak Öcalan’a ilk kez karşı gelirken, PKK’nın en üst organı olarak bilinen KCK’nın, Öcalan’ı destekleyici ifadeler sarf ederek, Baydemir’in öz eleştiri yapmasını istediği biliniyor. Bütün bu gelişen olayların akabinde Öcalan’ın son bir aydır kendisiyle görüşmeye hiç kimsenin gelmemesi, bunun diyaloğun sekteye uğradığının işareti sayılacağını ifade etmesi, Ankara, Adana, İzmir, Hatay, Mardin, Siirt ve Şanlıurfa’da PKK’nın gençlik yapılanmasına yönelik operasyonların da etkisiyle PKK’nın eylemsizlik sürecinin 1 Mart’a çekilebileceği sinyalini vermesi ise barış ortamına gölge düşürmek için fazlasıyla yeterli geliyor. Tarafların karşılıklı restleşmesinin ardından Kürtlerin siyasi hayatında iki farklı grubun ortaya çıktığını görmek çok da yanlış sayılmıyor. Bu durumda Baydemirciler ve Öcalancılar olarak tanımlanabilecek olan grupların çatışmasının sonuçları kamuoyu tarafından merakla bekleniyor.

Osman Baydemir’in tarafını tutan Diyarbakır İletişim Platformu Moderatörleri, “Hepimiz Osman Baydemir’iz” sloganıyla yayınladıkları bildiride; “Diyarbakır halkının % 70 desteğini alarak iki dönemdir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Baydemir’in linç etme ve susturma kampanyası ile karşı karşıya kalmasının vicdanları rahatsız ettiğinden bahsediliyor. Kürtlerin olduğu kadar Kürt olmayanların da sempatisini kazanan Osman Baydemir’e yapılanların herkesi fazlasıyla üzdüğü dile getirilerek, konu ile ilgili tarafların beyanatlarının protesto edildiği belirtiliyor.

Baydemircilerin sayısı sivil toplum kuruluşlarının olaya yönelik tepkilerini açıklamalarıyla birlikte her geçen gün artarken, Öcalan cephesinden de tehditler dolu beyanatlar verilmeye devam ediyor. Zırtapoz olmakla suçlayıp istifasını istediği Baydemir’e bu kez de demokratik özerklik anayasası hazırlama görevi veren Öcalan, PKK’nın bahardan yararlanma sürecini de hesaba katarak savaşın derinleşeceği uyarısını yapıyor.

Her gün her fırsatta İmralı’dan barışa katkı sunacağını, elinden gelen her şeyi yapacağını söyleyip duran ve kendini tanrı belki de peygamber sanan Öcalan’ın geçmişteki tavırları ile şimdiki davranışları arasında pek bir fark olmadığı görülüyor. Hep tutarsızlık, tehdit, vicdansızlık, samimiyetsizlik ve sayılamayacak bir sürü olumsuzluk. Sonuç olarak kim olursa olsun, ister Türk, ister Kürt, insan haklarının, demokrasinin olduğu bir ülkede, insan hayatının tehdit edilmesini kabul etmek vicdansızlığa davetiye çıkarıyor.


Helin Demir
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Alevicilik

DOSTLAR;
1980 sonrası kuruluş düşünce sistemi ve Kemalist devrim ideolojisi Faşist darbe yapan Emperyalizmin işbirlikçileri tarafından kullanılmıştır. Kemalizm’in halk ile bağları koparılarak darbecilerin ideolojisi gibi halka sunulmaya çalışılmıştır. Elde ayetler mitingler düzenleyen darbeciler, kendilerini Kemalist devrimin bekçileri, savunduklarını da Kemalizm olarak halka dayatmışlardır. Bu yapılanlar Kemalist Devrimi ve sonucunda oluşacak Bağımsız Demokrasi kurma mücadelesini geriletmiştir. Kemalistlerle birlikte bağımsızlık mücadelesine destek veren bazı sosyalist guruplar mücadeleden uzaklaşmıştır.1990’larda Doğu bloğu ülkelerinin yıkılması ve Emperyalistler tarafından Sosyalist ideolojinin yıkıldığının ilan edilmesi ile ideolojik olarak boşta kaldığını sanan bazı sözde sosyalist guruplar sınıf mücadelesi ve Bağımsızlık mücadelesi yerine çevre mücadelesine yönelmişlerdir.

İdeolojik öndersiz bırakılan Kemalistler ve Bağımsızlık mücadelesine katılan Sosyalist guruplar ideoloji yerine alt kimliklere sarılmaya başlamışlardır. Kemalizm ALEVİCİLİK ile özdeşleştirmeye çalışılmıştır. Kemalizm’in Laiklik ilkesi yokmuş gibi dini tanımlama olan Alevi inanışı Kemalist ideoloji yerine konmaya çalışılmış, her alevinin Kemalist olma zorunluluğu varmış gibi Alevi toplumu Kemalizm’in savunucusu gibi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.1980Faşist darbecilerinin ideolojik olarak Kemalizm’e vurduğu darbenin üzerine Alevici yaklaşım Kemalizm’in daha da toplumdan kopmasına neden olmuştur.

1980 sürecinde silahla başkaldırıya başlayan Kürt Faşizminin temsilcisi terör örgütü PKK nın yaptıklarını “Ezilen halkın baş kaldırısı” olarak kabul eden Sosyalist guruplar PKK yandaşlığı yapmayı sınıf mücadelesi sanarak PKK safında yer almışlardır. Marksist- Leninist ideolojinin temelindeki “kurtuluştan sonra ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı “yokmuş gibi terör örgütüne destek veren Sosyalist hareket halktan daha da kopmuştur.

Halktan bilinçli olarak bağları koparılmaya çalışılan Kemalizm ve Bağımsız Demokrasi mücadelesinin halk ile bağlarını tekrar kuracak olan ULUSAL DEMOKRATİK HALK HAREKETİ (UDHH) DİR. Sınıf mücadelesini ve bağımsızlığı unutan terör örgütünün yörüngesine giren Sosyalist guruplar kendi özlerine dönerek Bağımsız Demokrasi mücadelesine destek vermeli ve UDHH bileşenleri içinde yerini almalıdır.

Bağımsız Demokrasi mücadelesi 2011 seçimlerinde önemli bir sınav verecektir. 2011 seçimlerinde eylem birliği yaparak hayata geçirilmesi gereken " SANDIK BÖLGESİ ALAN ÇALIŞMASI " başarısı Emperyalizme ve yerli işbirlikçileri ile komprador burjuvaziye indirilecek darbenin gücünü gösterecektir.

Unutulmamalıdır ki 2011 seçimi Türk Halkı için YA İSTİKLAL YA ÖLÜM kararının verileceği gündür.

NE ABD NE AB TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE

YAŞASIN BAĞIMSIZ, LAİK, SOSYAL CUMHURİYETÇİ,

DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ.( BAĞIMSIZ DEMOKRASİ)

YAŞASIN UDHH

ATATÜRKÇÜLER BİRLEŞİN ÖRGÜTLENİN.



ALINTI : SAYGILARIMLA
SÜLEYMAN POLAT
VATANDAŞ
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
pkk en çok kürtlere zarar veriyor

PKK EN ÇOK KÜRTLERE ZARAR VERİYOR

Terör örgütü PKK’nın, yıllardır sürdürdüğü insanlık dışı eylemleriyle en çok Kürtlere zarar verdiği biliniyor. Gerek örgüt içinde, gerekse örgüt dışında olmakla birlikte örgüte sempati duyan, Kürt aydını sayılan ya da görüşleriyle toplumu yönlendirmeye çalışan bir çok insanın, örgütün görüşünü kabul etmemesi ya da örgüte ters düşen bir açıklama yapması halinde başına neler gelebileceği her gün basından izleniyor. Bu malum konulara Nasname’de yayınlanan “PKK’nın kadir/kıymet bilmeyen bir örgüt olduğuna” ilişkin yazı ile bir kez daha vurgu yapılıyor.

Nasname’nin “Yorumlar” bölümünde yer alan değerlendirmede; PKK’nın avını yalnızlardan seçmesinin tesadüf olmadığı, tek olanın imhası ya da tasfiyesinin daha rahat olduğu için 30 yıldır bunu yaptığı ancak Kürtlerin bundan ders çıkarmışa da benzemediği belirtiliyor. Kadir/kıymet bilmeyen örgütün kendisine hizmet eden kişileri adeta bir posa gibi gördüğü, kullan at taktiği uygulayan PKK’nın kendisine hizmet edenlere devşirme muamelesi yaptığı vurgulanıyor. Devşirmelerin en güzel örneği olarak nitelendirilebilecek Orhan Miroğlu’nun PKK tarafından tehdit edilmesinin, daha doğrusu bu duruma düşmesinin ardında yatan gerçeklerin yadsınamayacağı, PKK dışındaki siyasi hareketlere vicdansız davranan ve ukalalık yapan Miroğlu’nun, performansını düşürdüğü bir dönemde namlunun ucuna sürülmesinin tesadüf sayılamayacağı aktarılıyor.

PKK’nın bugüne ve bu hale gelmesinde Miroğlu ve benzeri kişilerin payının büyük payı olduğu, bu kesimlerin yarattıkları “Frankeştayn” ile yüz yüze bulundukları, şimdi yarattıkları ya da yaratılışında büyük emekleri olan örgütün onları tehdit ettiklerine işaret ediliyor. Aslında Miroğlu’nun halâ ölmediği için şanslı sayılması gerektiği, ölenlerin ise Miroğlu kadar şanslı olmadıkları, onları koruyan bir aktivistin bulunmadığı, sadece öldürüldüklerine değiniliyor.

Kimilerinin Hikmet Fidan gibi Diyarbakır’ın Bağlar semtinde binaların kuytuluk yerlerinde, kimilerinin Kani Yılmaz gibi arabaları havaya uçurularak imha edildiği, diğer kimilerinin de sayılarının yüzlere hatta binlere varacağından bahsediliyor. Bundan sonra da Miroğlu şahsında bir sürü kişinin birer birer tehdit edileceği, zavallı pozisyona itileceği, bazılarının fare gibi başlarının ezilip imha edilecekleri düşünülüyor. Bu vicdansız yapıya karşı baş kaldırmanın gerektiği, “artık sizi takmıyorum” diyerek karşı duruş sergilenmesinin beklendiği, ancak böyle davranıldığı takdirde Kürt tarihinde yeni bir dönemin başlangıcından söz edilebileceği kaydediliyor.

PKK’nın en çok Kürtlere zarar verdiğine dair ikinci bir örnek de yine Nasname satırlarından kamuoyuna duyuruluyor. Van’da Şırnak’lı yurtsever öğrencilerin kaldığı eve baskın yapan PKK’lıların, Emin Bayat adlı öğrenciyi hedef alarak saldırdıkları bildiriliyor. Kürt kimliğinden dolayı Emin Bayat gibi zarar gören öğrencilerin, PKK’nın güçlü olduğu okullarda mürit olmadıkları için baskılara maruz kaldıkları, “ya boyun eğeceksin, ya da okuma şansın olmayacak” şeklindeki tehditlerin en acı yanının ise Kürtlük adına yapılmasından kaynaklandığı dile getiriliyor. Haberin sonunda tüm yurtsever ve demokrat Kürtlere bu ve benzeri saldırıları kınama çağrısı yapılırken, baskıya muhatap olan öğrencilerle dayanışma içinde olmaları isteniyor.

Sonuç olarak terör örgütü PKK için, tehdit edileceklerin ve akabinde katledileceklerin ya da başlarına herhangi kötü bir olay geleceklerin, Kürt aydını, örgüt mensubu, sempatizan, öğrenci ya da kadın olmasında bir fark bulunmuyor. PKK için sadece biat etmek önemli, bu biatın sekteye uğradığı zaman uyguladığı tek yöntem var o da tehdit etmek ve öldürmek…


Helin Demir
 

Muzaffer Önler

Onursal Üye
Katılım
6 Kas 2010
Mesajlar
224
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Elazığ
Cevap: Begendiğiniz köşe yazıları.

M. Günay SIDDIKOĞLU


ALLAH KABUL ETMEYECEĞİ DUAYI YAPTIRMAZ



Dua, çağırmak, duyurmak, yalvarmak, dilekte bulunmak gibi anlamlara gelir.
Din deyiminde ise: Hususi ifadelerle, Allah Teala'dan her hangi bir güçlüğünü kaldırmasını, kalp ve beden bütünlüğü içerisinde dilemek ve kurtuluşa ermeyi ümit etmekten ibarettir. Bir başka deyişle, kendi güçsüzlüğünü ve aczini anlayarak, kudreti ve merhameti sonsuz olan Allah'a hâlini arz etmektir.
Cenabı ALLAH yüce kitabımızda Mü`min suresinin 60. ayetde: "Bana ibadet edin bende size icabet edeyim, size uyayım", Bakara suresi 186. ayette ise :" Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten (ben onlara) çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm...", Furkan suresi 77. âyette ise: " (Resulüm) De ki: dua (ve ibadet)iniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin…" buyuruyor.
Süfyâni Servî Hazretleri bu ulvî emir ve va'dden aldığı ilhamla sık sık şöyle dua ederdi:
"Ey kendisinden bir şeyler isteyeni, isteyip te çokça yalvaranı seven; istemeyeni, yönelip de yakarmayanı sevmeyen Ulu Tanrım! Senden başka kim böyle lütufkâr olabilir."
Allah dostlarından biri de demiş ki:
"Sakın âdemoğlundan bir şey isteme! Kapıları hiç kapanmayandan iste! İstemeyi terk ettiğinde Allah gazap eder. Âdemoğlu ise bir şey istenildiğinde isteyene kızar.
Sevgili Peygamberimiz: "Dua, ibadetin tâ kendisidir" Dedikten sonra Mü'minun suresinin altmışıncı ayetini okudu. "Bana ibadet edin bende size icabet edeyim, size uyayım. Bana dua ve ibadet etmekten kibirlenenler, yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir." (mü'minun/60)
Kur'an, dua hakkında bize iki ayrı özelikten bahseder. Birinci özellik; inkârcıların dua hakkındaki tutumlarıdır. İkinci özellik ise bizi kapsamına alan ve nasıl dua edilmesini öğreten hususlardır. İnkârcılardan kastettiğimiz sadece kafirler değildir. Dini hafife alan veya dine zıt fikir taşıyan herkes bu ifadenin kapsamı içindedir: Çünkü onlar hem Allah ve Resulünde ve din konusunda iyi bir kanaat sahibi olmazlar ve hem de sıkıştıkları zaman dua ederler. Sıkıştıkları, can derdine düştüler zaman sözgelişi bir deprem veya kaza anında Allah akıllarına gelir. Birde; hiç bir ameli bulunmaksızın, her işi dua ile halletme yoluna giden insanlar vardır. Bütün bu saydığımız sınıflar, gerek inkarcı gerekse dini hafife alan insanlardır. Kur'an bunlar hakkında ilginç örnekler verir:
"İnsanlardan öyleleri var ki; Allah'a sadece bir yönden yaklaşır, kulluk eder Eğer kendisine bir iyilik dokunursa, buna çok sevinir. Eğer musibete uğrarsa, çehresi hemen değişir ve dinden yüz çevirir. Böylece ahireti de dünyayı da kaybeder.", "Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: "O bana bir bilgi üzerine verildi." der. Belki bu bir imtihandır, fakat pek çokları bilmezler. (Zümer 49); "İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek dikilirken bize dua eder. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi sanki kendisine dokunan o sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçer gider…(Yunus/12) Bunlar kalpleriyle değil sadece dilleriyle dua ve ibadet eden mürailerin, münafıkların ta kendileridir.
Dua Kaza ve Belayı Önler
Peygamber Efendimiz dua konusunda şöyle buyuruyor: "Dua, ibadetin beyni ve iliğidir." (Tirmizi) "Dua ibadetin özüdür." (Tuhvet'ül Ahvezi, 9/311); "Allah'a dua etmekten daha değerli hiç bir şey yoktur."( İbn-i Mace, 2/224 ), "Dua mü'minin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur." (et terğib ve't-terhib, 2/479)
"Dua, ibedetin aslı ve özüdür. Allah katında duadan makbul bir şey yoktur. Dua 70 türlü kazayı önler. Ömrün bereketini artırır." (Tirmizi)
"Dua eden, üç şeydan hâli değildir: Ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, yahut ahirette mükafatını görür." (Deylemi)
"Rabbiniz, elbette haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman, onların ellerini boş çevirmekten haya eder." (Ebû Davut)
"Dua, mü'minin silahıdır." (İbni Ebiddünya) "Allahü Teâlâ dua etmeyene gazap eder." (İbni Mace) "Dua, belayı önler." (Deylemi)
Duanın belayı önlemesi kaza ve kaderdendir. Dua kazayı belayı def eder. Hadisi şerifte kaza, ancak ve yalnız dua ile değişir buyruldu. (Tirmizi)
"Kaderden sakınmak fayda vermez; duâ ise inen (dert, belâ, musibete) karşı fayda verir. Belâ şüphesiz ki iner ama duâ onu karşılar da kıyâmete kadar biri diğerinin sırtını yere getirmeye çalışır." (S. Muhammed Hakkı Hazretleri, tercüme Celal Yıldırım, Sırlar Hazinesi, 489)
Yüce Allah kabul etmeyeceği duayı yaptırmaz yeter ki biz dua etmesini bilelim.


Ortadoğu
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Taş Atan Çocuklara İlişkin Bir Proje

TAŞ ATAN ÇOCUKLARA İLİŞKİN BİR PROJE
PKK’nın eylemlerinde “kitle psikolojisi” ile hareket eden çocukları istismar etmesi, hoşgörü ve insan ilişkilerini yok etmesi, henüz oyun çağındaki bu bireylerin propaganda malzemesi haline getirilmesi yönündeki hususlar maalesef terörün çelişkili ve acı gerçeğini ortaya çıkarıyor. “Taş Atan Çocuklar” gerçeği, bugün Türkiye’nin çözümlemesi gereken sorunlar arasında ön sıralarda yer alıyor. Terörün önlenmesi ve öfke patlamalarının sindirilmesi için acilen rehabilite edilmesi gereken çocuklarla ilgili gerek devlet yetkilileri gerekse bilim aydınları tarafından çeşitli çalışmalar yapılıyor, projeler yürütülmeye gayret gösteriliyor. Bunlardan birisi de Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç.Dr. Nurdan Akıner’in “Taş Atan Çocuk Fenomeni: Mersin’in Banliyölerinde Öfke Patlaması Projesi” konulu alan araştırması olarak kamuoyuna sunuluyor.

Daha önce Milliyet Gazetesi’nde çalışan, 2 gazetecilik ödülü ve kitapları bulunan Doç.Dr. Nurdan Akıner’in yürütmüş olduğu çalışma “Karakutu Yayınları” işbirliğiyle “Mersin’in Banliyölerinde Öfke Patlaması” adlı kitapta toplanarak özellikle terörle ilgili çalışan ve araştırmalar yapanların bilgisine açılıyor. Etnik kimlik ekseninde ötekileştirilenlerin Mersin’in banliyölerindeki öfke patlamalarını konu edinen, çocuklarla devletin arasındaki uçurumun nedenlerini yüz yüze mülakatlarla sorgulayıp, saptamayı ve çözüm önerilerinde bulunmayı amaçlayan araştırma için, Mersin’in Şevket Sümer, Güneş, Gündoğdu, Siteler, Çay ve Çilek mahallelerinde 250 çocuk ve ailelerinin katıldığı, ad-soyad ve kimlik bilgilerinin istenmediği, rumuzların kullanıldığı 39 soruluk bir anket düzenlenerek ev ortamında bir araya gelindiği belirtiliyor. Araştırma sonuçlarının, çocukların şiddet eylemlerinin aktörleri haline gelmesi, henüz siyasal bilince erişmemiş yaştaki bu bireylerin ülke yönetimine, “Biz de buradayız, bizi de görün, bizim de sıkıntılarımız var” mesajı vermesi gibi hususları gündeme getirdiği kaydediliyor. Öfke patlamalarının en büyük mağdurunun ise, sözü edilen mahallelerde yaşamını sürdürüp, fakirlik kokan evlerde imkânsızlıklar içinde okumaya çalışan çocuklar olduğu belirleniyor.

Nisan-Ekim 2010 döneminde yapılan araştırmada, yerleşim bölgelerinin Türkçede genellikle oturma alanı niteliğinde olan “banliyö” kavramıyla nitelendirildiği, Mersin’in mahallelerinde yaşayan özellikle kadın ve çocukların gelecekle ilgili kaygı duydukları, kadınların dayak mağduru oldukları, kız çocuklarının evlendirilme korkusuyla karşı karşıya bulundukları, Türkçeyi konuşamadıklarından ve sosyalleşebilecekleri çok fazla alan bulunmadığından çağa uyum sağlayamadıkları, gelinlik giymemiş, denizi görmemiş bu insanların öldürülme korkusuyla yaşadıkları, çoğunlukla evlerinde hapis hayatı yaşayan insanların medya kanallarına güvenmedikleri vurgulanıyor.

Projenin yürütülmesi esnasında bir çocukla yapılan mülakatta; “..Ne zaman eyleme gideceğimizi ROJ TV’den anlıyoruz. En son operasyonların durdurulması için eylem yaptık” şeklindeki cevabın alındığı, ROJ TV’de yayınlanan propaganda içerikli müzik kliplerinin bile siyasal bilinçten yoksun olarak izlendiği, girift aile yapısının parçalanmış durumda olduğu, uyuşturucu kullanan birçok insanın söz konusu mahallelerde ikamet ettiği, taş kelimesi denilince “panzer”, “eylemsellik”, “Kürtlerin polise attığı şey”, Kürt denilince ise “O da bir halk”, “panzeri taşlayanlar” ve “dağa çıkan” ifadelerinin akla geldiği, sonuç olarak çocukların büyüdükleri sosyal çevrenin etnik kökenlerine oranla davranışları üzerinde daha kuvvetli bir etki oluşturduğu tespiti yapılıyor.

Bölgenin şartları da dikkate alınarak taş atan çocuklara yönelik faaliyetlerin yaşadıkları bölgeden kopuk olmaması, bölgeye gidecek öğretmenlerin devlet kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışabilecek seçilmiş kişiler olması, terörle ilgili haber yapan muhabirlerin eğitime tabi tutulması, hedefe yönelik çalışma yapılması gibi hususların çözüm önerileri olarak tartışıldığı çalışmanın sonunda “Medya Ne Yapmalı?” konusunun da başlı başına bir tez argümanı oluşturabileceği üzerine duruluyor.

Görmezden gelinen, basmakalıp yargılarla terör örgütü yandaşlığıyla etiketlenen, şiddete başvurdurulan, henüz anlayamadıkları siyasi bir çıkara hapsedilen ama her şeye rağmen yaşadıkları hayattan çekilip alınmasını isteyen çocuklara yönelik proje yürüten Doç.Dr. Nurdan Akıner’in tek bir ricası var: O da konuya ilgi göstereceklerin özellikle kitabın sayfalarını çevirmeye başladıklarında kendilerini tanımladıkları etnik köken, inanç, meslek, eğitim seviyesi gibi tüm etiketleri dışarıda bırakıp, son sayfaya kadar objektif ve insani verilerle düşünmeleri, sonuca değil nedenlere ve çözüme odaklanmaları...


Helin Demir
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
BDP'de Çalkantılı Günler

BDP'DE ÇALKANTILI GÜNLER

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Öcalan tarafından eleştirilmesi ve BDP tarafından sahiplenilmesi, CHP ile BDP’nin ittifak kurma girişimleri ve sonrasında parti tarafından yapılan yalanlamalar, seçim hazırlıkları ve DTK ile ilgili çalışmalarla ilgilenen BDP teşkilatları, yoğun gündemi takip ederken diğer taraftan da kendi iç sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyor.

Daha önceleri de bilindiği üzere BDP’nin il ve ilçe teşkilatlarında parti yöneticileri ve üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar, yolsuzluklar, çıkar kavgalarının üst boyutlara vardığı konuşuluyor. Partinin özellikle Ege Bölgesi’ndeki teşkilatlarında, malum sorunları çözümlemek ve kişileri rehabilite etmek için soruşturma komisyonlarının oluşturulduğu belirtiliyor. 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde başka partilere çalıştıkları ve hizmetleri karşılığında anılan partilerden yüklü miktarlarda para aldıkları belirlenen, aşırı derecede kişisel çıkarlarını düşünen şahısların BDP faaliyetlerinden uzaklaştırılması ve söz konusu kişilerle her türlü sosyal ilişkilerin kesilmesine karar verilen soruşturmaların çoğu kez partiden ihraç kararı ile sonuçlandığı bildiriliyor. Belediye Başkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinde sorumlu bulunan partili şahıslara yönelik suçlamaların ispat edilememesi halinde özeleştiri mekanizmasının devreye sokularak son bir şans daha verilmesi ve benzer suçlamaların devam etmesi halinde ilişiğinin kesilmesi kararı alındığı kaydediliyor.

Parti içinde seçimler ya da başka nedenlerle yürütülen soruşturmalar haricinde, tasvip edilmeyen hissi ilişkilerin de yaşandığı, göz önünde yaşanan bu tür ilişkilerin bir an önce yasal prosedürlere uygun hale getirilmesinin partinin çıkarları açısından isabetli olacağı yönündeki kararın üyelere duyurulduğu, görevleri açısından yetersiz görülen kişilerin başka birimlere tayin edilmesi ve üst düzey görevlerde yer almamalarının planlandığı konuşuluyor.

Durum o ki sorunlarıyla her zaman başı dertten kurtulmayan BDP’nin, seçimlere hazırlandığı şu günlerde seçmenlerini hayal kırıklığına uğratmamak için daha gerçekçi, çağa uygun, insancıl ve şiddetten uzak çalışmalara yönlenmesi, disiplinsizliğin had safhaya ulaştığı parti birimlerinde acilen alması gereken tedbirleri uygulamaya koyması gerekiyor.


Helin Demir
 
Üst