TÜRK KURTULUŞ Savaşı

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İSTANBUL'UN İŞGALİ

İstanbul'un Işgali hakkında bilgi

Özetle 12 Ocak 1920'de toplanan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda "Ahd-i Milli" olarak Misak-ı Milli kararlarını aldı ve kararlar bütün mebuslar tarafından imzalandı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da bu kararın basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı. 15 Mart'ta, Bu gelişmeler üzerine İstanbul'daki İtilaf kuvvetleri 150 Türk aydınını yakalattı. 18 Mart 1920'de İngilizler, ...


Özetle 12 Ocak 12 Ocak Gregorian takvimine göre yılın 12. günüdür. Sonraki sene için 353 gün var (Artık yıllarda 354).

1920'de toplanan

Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda "Ahd-i Milli" olarak Misak-ı Milli kararlarını aldı ve kararlar bütün mebuslar tarafından imzalandı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da bu kararın basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı. 15 Mart'ta, Bu gelişmeler üzerine İstanbul'daki İtilaf kuvvetleri 150 Türk aydınını yakalattı. 18 Mart 1920'de İngilizler, meclisin etrafını makineli tüfeklerle sararak, toplantı halinde bulunan milletvekillerinden bazılarını tutuklayarak ve sürükleyerek götürdüler. Böylece şehir fiilen ve resmen askeri işgale maruz kaldı. Bunun üzerine milletvekilleri meclisin çalışma süresini ertelediler. Böylece, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı düşman süngüsü altında zorla kapatıldı.

Detay Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra 13 Kasım 1918'de İstanbul'a giren İtilaf Devletlerinin kuvvetleri İstanbul'da bulunmakta idiler. Osmanlı Hükümeti'nin her hareketini yakından takip ediyorlardı. Özellikle Meclis-i Mebusan'ın müzakereleriyle alakadardılar. İstanbul Hükümeti'nin Anadolu ile birleşmesi, Türk toprakları üzerindeki isteklerine engel olabilirdi. Bu sebeple, İstanbul Hükümeti üzerine baskı yaparak bu birleşmeğe engel olmağa çalıştılar. Fakat Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin Misakı Milli'yi kabulü, İtilaf Devletleri'ni korkuttu. Bunun üzerine Paris'teki "Yüksek Meclis" İstanbul'un işgalini ve milliyetçi Türk milletvekillerinin tutuklanmasını kararlaştırdı.

İngilizler 9 Mart'ta vatanseverlerin toplanmakta olduğu Türk Ocağı merkezini bastılar. 15 Mart günü de İstanbul'daki İtilaf Kuvvetleri Kumandanı yüz elli Türk aydınını tutuklattı.

İşgal günü ise Mebuslar Meclisi'ne giren bir İngiliz müfrezesi de bazı milliyetçi milletvekillerini tutukladı. Bir kısım milletvekilleri Anadolu'ya kaçtılar. Bu suretle Osmanlı İmparatorluğunun son Mebuslar Meclisi kapatılmış oldu.

Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisi'nin kapatıldığı haberini alınca, bütün milletvekillerini ve İstanbul'daki yakın arkadaşlarını yanına davet etti.

İşgal Ordusu Kumandanı İngiliz Generali Vilson'un yayınladığı bildiride: İstanbul'da örfi idare ilan olunduğu, emirlere aykırı veya düzeni bozacak bir harekete girişenlerin Divanı Harb tarafından muhakeme edilerek idam edileceği bildiriliyordu. Ayrıca beyannameye "işgal geçicidir" kaydı konulmuş, fakat işgal süresi tayin edilmemişti. Yine bu bildiride, Kuvayı Milliye'nin birtakım İttihatçı ve soygunculardan ibaret olduğu da yazılı idi.

İstanbul'un işgalini Manastırlı Hamdi Efendi adında gayretli ve vatansever bir telgraf memuru Mustafa Kemal'e haber verdi.

Mustafa Kemal, işgal olayı üzerine İstanbul'daki İtilaf Devletleri'nin temsilcilerine, tarafsız bütün devletlerin Dışişleri Bakanlıklarına protesto telgrafları yolladı. Bu telgraflarda:

Türk Milletinin siyasi hakimiyet ve hürriyetine indirilen bu darbenin, yirminci asır medeniyet ve insaniyetinin mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan hisleri gibi bugünün insan cemiyetlerinde esas olan bütün umdelere ve bu umdeleri vücuda getiren insanlığın umumi vicdanına aykırı olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyordu:

Biz hakkımızı ve istiklalimizi korumak için girdiğimiz kavganın kutsallığına ve hiç bir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemeyeceğine inanmış bulunuyoruz.

İstanbul'un işgali olayından doğacak büyük mesuliyete son bir defa olarak dünyanın dikkat nazarını çekeriz. Davamız haklılığı ve kutsallığı bugünlerde, Tanrı'dan sonra en büyük yardımcımızdır.

İşgalden sonra Salih Paşa Kabinesi düştü. Yerine tekrar Ferit Paşa Kabinesi geçti. Fakat artık ne Padişah, ne de hükümetinden, milletin kurtuluş davasında herhangi bir yardım beklenemezdi. Çünkü bütün maddi ve manevi gücünü kaybetmişti. Hatta bağımsız bir Osmanlı Devleti'nden dahi söz edilemezdi. Osmanlı Devleti'nin yedi yüz yıllık hayat ve egemenliği İstanbul'un işgaliyle sona ermiş bulunuyordu.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
TBMM NİN KURULUŞU

Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin kapatılması ve İstanbul'un işgali üzerine, Mustafa Kemal Türk Milletine yayınladığı beyannamede:

Yedi yüz senelik
Özetle 12 Ocak 1920'de toplanan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda "Ahd-i Milli" olarak Misak-ı Milli kararlarını aldı ve kararlar bütün mebuslar tarafından imzalandı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da bu kararın basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı. 15 Mart'ta, Bu gelişmeler üzerine İstanbul'daki İtilaf kuvvetleri 150 Türk aydınını yakalattı. 18 Mart 1920'de İngilizler,
.
Osmanlı Devleti'nin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini, Türk Milletinin medeni kabiliyetini, hayat ve istiklal hakkını ve bütün istikbalini korumaya çağırıldığını bildiriyordu.

Madem ki artık memleketin mukadderatına el koyacak bir makam yoktu, şu halde bunu yaratmak lazımdı. Bunun için de
Osmanlı Devleti, 13. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti. Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır.
.
Ankara'da milletin temsilcilerinden ibaret fevkalade yetkiye sahip bir meclis kurmak ve milletin idaresini bu meclise vermek icap ediyordu. Mustafa Kemal Temsil Heyeti adına, illere, sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir genelge göndererek yeni seçimlerin yapılmasını istedi. Bu genelgede Anadolu'ya geçen milletvekillerinin haklarının saklı tutulacağı da bildiriliyordu.

Mustafa Kemal Meclisin açılışı için hazırlıklarla meşgulken bir taraftan da İstanbul Hükümeti ve Anadolu'daki İtilaf Devletleri kuvvetleriyle mücadele ediyordu. Evvela elindeki kuvvetleri toplayarak, Afyonkarahisar ve Eskişehir'deki İngiliz kıtalarını geri çekilmeğe mecbur etti. Anadolu'daki İtilaf Devletleri'ne mensup subayları da tevkif ettirdi. Böylece yabancıların herhangi bir harekete geçmelerine engel oldu.

İtilaf Devletleri'ne karşı direnip direnmeyeceği sorulduğunda şöyle konuşur:

"Amacımız milli sınırımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve milletin bağımsızlığını sağlamaktadır. Buna engel olmak üzere karşımıza kim çıkarsa çıksın mutlaka çarpışırız ve başarırız. Bu konudaki kararımız ve inancımız kesindir."

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanması için, yapılan hazırlıklarla bizzat halk meşgul olmuştu. Hatta Ankaralılar kucaklarında taşıdıkları kiremitlerle binanın üstünü örtmüşler, toplantı salonuna okullardan getirdikleri sıraları yerleştirmişlerdi. Diğer taraftan Meclisin açılış günü, düşman işgali altında bulunmayan kısımlarda büyük ölçüde milli ve dini törenler yapılması kararlaştırılmıştı.

23 Nisan 1920 Cuma günü, başlarında Mustafa Kemal olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Hacı Bayram Camiinde namaz kıldıktan sonra hep birlikte merasimle Meclis binasına gelinmiş, orada vatan ve milletin selameti ve bağımsızlığı için dua edilmişti. Meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey Meclisi Başkanlığına getirilmiş, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak vazifesine başlamıştı.

Mustafa Kemal, Meclise Ankara Milletvekili olarak katıldı. Mecliste ilk sözü alarak Mondros Ateşkes'inden o güne kadar, Türk Milletinin geçirdiği mücadele safhalarını anlatarak demiştir ki:

"Hayat demek mücadele, müsademe demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da manen ve maddeten kuvvete, kudrete istinat eden bir keyfiyettir."

Aynı gün Meclise verdiği önergede:

1-Hükümet kurmak zorunludur. 2-Geçici kaydıyla bir hükümet başkanlığı tanımak doğru değildir. 3-Milli iradenin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. 4-Memlekette Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde hiç bir kuvvet yoktur. 5-Kanun yapmak, kanunları yürütmek Büyük Millet Meclisi'nin hakkıdır. 6-Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ayrılan bir heyet hükümet işlerini görecek, Meclis Başkanı bu heyetin de başkanı olacaktır. Not: "Padişah ve Halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduğu zaman Meclisin düzenleyeceği kurallar içinde durumunu alacaktır" denilmektedir.

Meclis bu önergeyi aynen kabul etti. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi bir "Kurucu Meclis" karakterini almış ve yeni bir rejimin temelleri atılmıştı. Yalnız mecliste tam bir fikir birliği yoktu. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nden gelen milletvekillerinden birçoğu meclisin ismine itiraz ediyorlardı. Bazısı da meclisin, dağılan son Osmanlı Mebuslar Meclisinin bir devamı olmasını istiyorlardı. Halbuki bu meclis kapatılmış, Padişah ve Hükümeti, bağımsız bir devletin temsilcisi olmaktan çıkmıştır.

Başkan seçimi de mecliste tartışma konusu oldu. Bir heyet Mustafa Kemal'e ordunun başına dönmesini, başkan seçilmemesini önerdi. Bu öneri Mustafa Kemal tarafından kabul edilmediği gibi, meclis de muhalefete rağmen çoğunlukla Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Mustafa Kemal'I seçti (24 Nisan 1920). Mustafa Kemal'in Başkanlığında ilk Bakanlar Kurulu kuruldu (3 Mayıs 1920). Bu hükümete; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denildi.

Hükümet kurulduktan sonra Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi'nin kurulduğunu bütün yabancı devletler Dışişleri Bakanlıklarına bildirdi ( 30 Nisan 1920).
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI

İstanbul Hükümeti ve işgal devletlerinin kışkırtmalarıyla çıkan ayaklanmaları bastırmak ve günden güne ilerleyen Yunan ordusunu durdurmak, ancak düzenli bir ordu ile mümkündü. Bu iki sorun çözülmeden bağımsızlığı elde etmek imkansızdı. Mondros Mütarekesinden sonra ordular terhis edilmişti. Elde Kazım Karabekir'in komutanı olduğu Erzurum'daki 15. Kolordu'dan başka, gerçek savaş gücü taşıyan birlik yoktu. Ordu yalnız boş kadrolar durumundaydı. Gerek Temsil Heyeti, gerek ardından kurulan yeni Meclis silahlanmaya ve seferberliğe gidecek durumda değildi. Ancak, ayaklanmalar bastırılmalı ve Yunan ilerleyişi durdurulmalıydı.

Batı Anadolu'da, İzmir'in işgalinden sonra vatansever üç Albay, Kazım Özalp (Orgeneral), Bekir Sami (Anday) ve Şerif (Aker) Beyler, emirlerindeki birliklere katılanlarla birlikte direnmeye başlamışlardı. Ancak bu direnişler güçsüzdü ve gerilla eylemleri ile düşmana zarar vermekten öteye geçmiyordu. Bu tür direnişler Kuvay-ı Milliye (Milli Kuvvetler) ruhunu doğurdu. Balıkesir ve Alaşehir Kongreleriyle Egeli yurtseverler bu hareketi daha bilinçli şekilde desteklediler. Yunan işgalinin büyük zulümlerle ilerlemesi pek çok yurttaşın bu direnişlere katılmasını sağladı.

Direniş hareketleri olumlu ama yetersizdi. Kuvay-i Milliye birlikleri içinde Çerkes Ethem gibi büyük başarılar elde edenler oldu. Ancak bu birlikler gerçek bir ordu olmaktan çok uzaktı. Yalnızca kendi şeflerini dinliyor, Ankara'daki Genelkurmayın buyruklarına uymuyorlardı. Ayrıca bu birlikler ayaklananları kendi şeflerinin isteklerine göre hukuk kurallarına uymadan cezalandırıyorlardı. Yunanlıların 22 Haziran 1920'de başlattıkları saldırı önlenemedi. Meclisin, 12 Temmuz 1920'de yaptığı toplantıda bazı milletvekilleri Yunan saldırısının durdurulamamasında cephedeki komutanların suçlu olduğunu belirttiler. Mustafa Kemal Paşa bu suçlamaların doğru olmadığını, Avrupa devletlerince silahlandırılmış ve donatılmış Yunan ordusuna sadece milli ve gönüllü kuvvetlerle karşı koymanın mümkün olmadığını belirterek, artık TBMM'nin gerçek anlamda bir orduya sahip olması gerektiğini ileri sürdü. Bunu gerçekleştirmek için, milli kuvvetlerde bulunan yetenekli personelin, düzenli asker olarak ordu birliklerinin kadrolarına geçirilmesini ve yeniden bazı doğumluların silah altına alınması gerektiğini ifade etti. TBMM'nin bu konudaki kararı üzerine düzenli ordu kurulmaya başlandı.

Bu karara, bazı Kuvay-i Milliye birlikleri karşı çıktı. Ama daha önce Mustafa Kemal'in aldığı önlemlerle bir çok Kuvay-i Milliye birliği ordu içerisinde eritilmişti. Yeni silah altına alınanlarla beraber düzenli ordu hızla oluşmaya başladı. Artık Türk Ordusu temel olarak yeniden kurulmuş bulunuyordu. 9 Kasım 1920 de Batı Cephesi iki komutanlığa bölündü: Batı ve Güney Cepheleri. Batı Cephesi komutanlığına Genel Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Güney Cephesi komutanlığına da İçişleri Bakanı Albay Refet Bey atandı. Buradaki kuvvetlerin savaş yeteneği artırıldı ve örgütlenmesi sürdürüldü. Milli Mücadelenin ilk günlerinde başarılı hizmetlerde bulunan çete reisi Çerkes Ethem, komutasındaki Kuvay-i Seyyare adını taşıyan müfreze, Albay İsmet Bey'in komutanı olduğu Batı Cephesi içinde yer alıyordu. Çerkes Ethem ve kardeşlerinin cephe komutanını tanımamaları ve düzenli ordu disiplinine uymamaları üzerine, Bakanlar Kurulu 27 Aralık 1920'de bu birliklerin etkisiz hale getirilmesine karar verdi. Çerkes Ethem kuvvetleri, başarılı bir şekilde dağıtıldı ve buyruğundaki kişilerin çoğu düzenli orduya katıldı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İLK ANAYASANIN KABULÜ

İLK ANAYASANIN KABULU (20 OCAK 1920)

Cephelerde savaşlar sürerken T.B.M.M.'nde yeni bir anayasa hazırlanmaktaydı. 23 Nisan 1920'de ulus egemenliğine dayanan yeni bir devletin temelleri atılmıştı. Fakat bu yeni devletin bir anayasası henüz yoktu. 18 Eylül 1920'de Meclis'e yeni Anayasa tasarısı ve bunun gerekçesi olmak üzere bir halkçılık programı sunuldu. Yeni Türk Devleti düşüncesi artık açıkça ortaya konuyordu. Türk Ulusu'nu emperyalizm ve kapitalizmin boyunduruğundan kurtarmak için yapılan İstiklal Savaşı'nın yeni anayasası Kanun-u Esasi adını almıyor, "Teşkilat-ı Esasiye" başlığını taşıyordu. 18 Kasım'da tasarı üzerinde görüşmeler başladı. Mecliste iki akım doğdu. Tutucu hocaların da dahil bulunduğu kanat B.M.M. Hükümeti'nin "Geçici Bir Hükümet" olmasını ve "Amacın elde edilişine kadar" yani "Hilafet ve Saltanat'ın ve vatanın istiklali ve ulusun kurtuluşuna kadar." çalışması hükmünün konmasını istiyorlardı. Egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusa geçmesini ve ulusun emellerine ve iradesine göre fiilen kurulmuş bulunan yeni Devletin , hukuki esaslarının da bu gerçek durumda saptanmasını savunan M. Kemal'in radikal, devrimci kanadı ise, bu düşüncelerini uygulamaya çalışmanın parçalanma ve iç çatışmalara yol açacağını düşünerek görüşlerini açıkça belirtmediler. Meclis içindeki Hilafetçi ve Saltanatçılar, tasarıya bu düşüncelerini yerleştirmek isteyince M. Kemal Paşa, "Türk Ulusu'nun ve onun tek temsilcisi bulunan Büyük Meclisi'nin, vatan ve ulusun bağımsızlığını, hayatının temini için çalışırken, Hilafet ve Saltanatla, Halife ve Sultanla bu kadar çok meşgul olması sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan bahsetmemek büyük çıkarlar gereğidir. Eğer amaç bugünkü Halife ve Padişah'a olan bağlılığı bir daha söyleyip belirtmekse bu kişi haindir. Düşmanların, yurt ve ulusa kötülük yapmakta kullandıkları maşadır..." sözleriyle , tutucu kanadın isteklerine karşı çıkıp, amacını "Bugün koyacağımız yasa ve ilkeleri varlığımızı ve bağımsızlığımızı kurtaracak olan Millet Meclisi'ni ve Ulusal Hükümet'i güçlendirecek anlam ve yetkiyi kapsamalı ve dile getirmelidir." sözleriyle belirtti. Tartışmalar 20 Ocak 1921'e kadar sürdü ve aynı gün "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu" kabul edildi. "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur.", ilkesine dayanan bu anayasa, yeni devletin egemenlik kaynağını da ortaya koydu. "Yürütme gücü ve yasama yetkisi ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan B.M.M.'nde belirir ve toplanır." hükmü ile egemenliğin kaynağının ulus olduğu da kesinlikle belirtildi. Bu anayasa savaş ortamının olağanüstü tehlikeleri içinde kabul edilmiş olduğu için, yasama, yürütme, yetkilerinin T.B.M.M.'nde toplanması ölüm-kalım Savaşının başarıya ulaşmasında çok yararlı oldu. Hatta olağanüstü yetkilere sahip İstiklal Mahkemeleri'ni Meclis içinden kurarken, "Ulusal egemenliğin tekliği" ilkesine dayanmış, yargı yetkisinin de T.B.M.M.'ne ait olduğu benimsenmişti.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun Temel Maddeleri

1- Egemenlik kayıtsız ve şartsız ulusundur. Yönetim usulü halkın kendi geleceğini kendisinin belirlemesi esasına dayanır. 2- Yürütme gücü ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve toplanır. 3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi'nce yönetilir ve Hükümet'i "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" adını alır. 4- Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilen, üyelerden kurulur. 5- Büyük Millet Meclisi'nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır, bunlar yeniden seçilebilirler. Eski meclisin görevi yeni meclis toplanıncaya kadar sürer. Yeni bir seçim yapılmayacağı anlaşılırsa, toplantı dönemi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinin her biri, kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp bütün ulusun vekilidir. 6- Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, Kasım başında, çağrısız toplanır. 7- Din buyruklarının (Ahkam-ı Şer'iyenin) yerine getirilmesi, bütün yasaların konulması, değiştirilmesi, kaldırılması, antlaşma ve barış yapılması ve savaş kararı verilmesi gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi'nindir. Yasalar ve tüzükler düzenlenirken, halkın işine en uygun ve zamanın gereklerine en elverişli din ve hukuk hükümleriyle töreler ve önceki işlemler temel olarak alınır. Bakanlar Kurulu'nun görev ve sorumluluğu özel yasayla belirtilir. 8- Büyük Millet Meclisi, çeşitli Bakanlıkları özel yasasına göre seçtiği Bakanlar aracılığıyla yönetir. Meclis yürütme işleri için Bakanlara yönerge verir ve gerektiğinde bunları değiştirir. 9- Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca seçilen Başkan bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanı'dır. Bu kimlikle Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu Kararları'nı onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu Üyeleri, içlerinden birini kendilerine başkan seçerler. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı Bakanlar Kurulu'nun da doğal başkanıdır. 10- Kanun-u Esasi'nin, işbu maddelerle çelişmeyen hükümleri eskiden olduğu gibi yürürlüktedir.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
CEPHELERİN KURULMASI

Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduktan sonra çarpışmak zorunda kaldığı üç cephe vardı :

1-Batı Cephesi (Yunanlılara karşı).

2-Güney Cephesi (Fransızlara karşı).

3-Doğu Cephesi (Ermenilere karşı).

Bu cephelerdeki ilk direnme ,hareketi, düzenli bir ordunun karşı koyması değildir. Anadolu işgalinin başladığı ilk günlerde memleket birlikten yoksundu. Yeni bir savaş felâketinden henüz çıkmış yorgun ve bitkin bir durumda idi. Osmanlı Hükümeti ateşkes koşullarına uyarak, orduyu terhis etmekte ve gelen düşmanlara karşı direnme değil, teslim olmak düşüncesinde idi. Bu nedenle ilk cepheler, halk tarafından organize edilmiş milis kuvvetleri ile Osmanlı ordusunun arta kal,an bazı birlikleri tarafından kurulmuştu. Bu bakımdan Milli Mücadele, hakkını arayan bir ulusun bizzat iş başına geçmesi olmuştur.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İÇ CEPHELER...AYAKLANMALAR


Amasya Genelgesi ile ulusun bağımsızlığının, yine ulusun azim ve iradesiyle kurtarılacağı ilkesinin ortaya konması, Erzurum ve Sivas kongreleri ile bu yolda, siyasi, askeri, idari örgütlenmeye ve ulusal bilinçlenmeye doğru gidilmesi karşısında, tahtını tehlikede gören Padişah daha başlangıçtan itibaren bu mücadelenin amansız düşmanı olmuştu. Bu sebeple İngilizlerle işbirliği yapmaktan geri kalmamış ve İngilizlerle en iyi anlaşan Damat Ferit Paşa'yı Sadrazam yapmıştı. Onun aracılığı ile de daha kongreler aşamasında M. Kemal'i, daha doğrusu ulusal örgütlenmeyi engelemek için her yola başvurmuştu. İngilizler Padişah aracılığı ile bu örgütlenmeyi boğmayı başaramayınca, Anadolu'daki ulusal hareketi etkisiz duruma sokmak için İstanbul'da Meclis toplanmasına razı olmuşlardı. Oysa bu Meclis Misak-ı Milli'yi kabul etti.Bunun üzerine, önceleri zayıf olan ayaklanmaları, daha sistemli ve güçlü bir silah olarak kullanma yoluna gittiler. İstanbul Hükümeti ve Padişah bu konuda İngilizlerle tam bir işbirliğine girdiler. Bu ayaklanmalar 1919 yılı sonunda dağınık ve etkisiz idiler, Fakat T.B.M.M.'nin açıldığı tarihlerde büyük tehlike durumuna geldiler.

Osmanlı Hükümeti ve İngiltere, uzun savaş yıllarının, Türk Ulusu'nun üzerinde yarattığı bıkkınlıktan ustaca yararlandılar. Osmanlı Devleti'nin askerliği kaldırdığı ve vergilerin affedildiği propagandaları yapılıp, T.B.M.M.'nin halk gözünde otoritesini yıkmaya çalışıyarlardı. "Şeyhül-İslam Fetvası, Padişah Fermanı ve Hükümet Bildirisi" ile halkın dini ve geleneksel bağlılık duyguları Ulusal Mücadele'ye karşı kışkırtıldı.

İç ayaklanmaların nedenleri, bu ayaklanmaların bastırılması için başvurulan yöntemlerin de sebepleri olacağından önemlidir. Bu nedenleri özetlersek: Uzun savaş yılları yokluk, umutsuzluk yaratmış, asker kaçaklarının çoğalmasına yol açmıştır. Özellikle asker kaçakları, ayaklanmaların insan gücünü oluşturması bakımından ayrıca önem taşıyordu. Ulusal Mücadele, vatan savunması için bu yoksul ve bıkkın halka ağır fedakarlıklar yüklediği için halkta, bunlardan kaçma eğilimi doğuruyordu. Halife-Padişah'a olan dinsel ve geleneksel bağlılık bu makamı meşru tanıtıyor ve Ulusal Mücadele'yi gayrı meşru gösterenlerin etkili olmasına yarıyordu. Hürriyet ve İtilaf Partisi ve Hükümet M. Kemal'i ittihatçı ve bolşevik olarak tanıtıyorlardı. Padişah iradesi olmadan asker ve vergi toplandığı, bunun kanuna aykırı olduğu ileri sürülüyor, Yunan ordusunun Halife ordusu olduğu propagandaları yapılıyordu.

Ayaklanmalar İngilizler tarafından hazırlandığı ve yerli kaynaklarca beslendikleri için, bastırılması çok zor oluyordu. İsyancıların kuvvetli olduğu bölgelerde, halk onların Padişahı temsil ettiğine ve bu durumun sürekli olacağına inanıyordu. Bu sebeple bir çok yörede, halk ayaklanmaya katılıyor ve destekliyordu. 1920 yılının ilkbaharından yalnız dış düşman tehlikesiyle değil, ayrı bölgelerde birbirini izleyerek çıkan ayaklanmalarla uğraşıldı. Ayaklanma hareketleri Ankara'nın yakınlarına kadar geldi. Telefon ve telgraf telleri kesildi. İhanet, cehalet, kin, taassup bütün ülkeyi korkunç bir biçimde kapladı. Ayaklanmaların Ankara'yı bir çemlıer içine aldığı bir sırada, Yunanlılar da 22-23 Haziran 1920'de batıdan saldırıya geçtiler. İçten ve dıştan gelen saldırılar birbirinden uzak olmakla beraber, bir merkezden yönetiliyorlar ve sistemli bir biçimde T.B.M.M.'nin çökertilmesine çalışılıyordu. Hükümet bir dış saldırıya kuvvet gönderse, iç ayaklanmayı bastıramıyor, iç ayaklanmaya kuvvet gönderse dış saldırıya karşı koyamıyordu. Bu sebeple Ulusal Mücadele'nin en buhranlı yılının 1920 yılı olduğu açıkca ortada idi. İç güvenlik en önemli sorun olmuştu. Ayaklanmaların bastırılmasında, özellikle Kuva-yı Seyyare Komutanı Çerkez Ethem ve Koçkiri Ayaklanmaları'na karşı Merkez Ordusu kuruldu. (Merkez Ordusu, Karadeniz Bölgesi'nde çıkan Pontusculuk hareketine karşı Anadolu'da asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla 9 Aralık 1920'de 3. Kolordu lağvedilip, onun yerirıe kuruldu.). Kuvvet yoluyla ayaklanmaların bastırılması mümkün oluyor, fakat başka bir yerde yeni bir ayaklanmanın çıkmasına engel olunamıyordu. Bu durum, henüz ulıısal birlik ve bilinçlenmenin gerçekleşmemesinden kaynaklanıordu. M. Kemal Paşa, yayınladığı bildirilerle halkı yardıma çağırıyor, fakat etkili olmııyordu. Bu yüzdeıı, ceza önlemlerinc başvurulması zorunlu oldu. Daha Sivas Kongresi sırasında sert önlemler alınmıştı. Fakat yeterli olmamıştı. Batı Cephesi'ndeki ayaklanmaları bastırmakla görevli 56. ve 61. Tümen Komutanlarına, bozguncu, asi, kışkırtıcı görevini yapamayan askeri ve sivil görevlileri, suçlarına göre tart, hapis, idam gibi her ceşit cezaları uygulamak için olağanüstü yetkiler tanındı. Fakat bunlar da yeterli olmadılar. İç ayaklanmalar çok sert önlemlerle güçlük!e bastırılabildi.

Ayaklanmaları tek tek ele almadan önce bir liste halinde gösterelim

1- Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık 1919) Bayburt'un Hart kazasında, şeriat düzeni kurmak amacıyla oldu. 12- Bozkır Ayaklanmaları (27 Eylül-1 Ekim ve 20 Ekim-4 Kasım 1919) da Konya'nın Bozkır kazasında oldu. 13- Anzavur Ayaklanmaları (1 Ekim-25 Kasım 1919 ve 16 Şubat-16 Nisan 1920) arasında iki kez olmak üzere, İngiltere'nin Çanakkale Boğazı Bölgesi'nde güvenliklerini korumak için teşvik ettikleri bir ayaklanmadır. 14- Ali Batı ayaklanması. 15- Düzce Ayaklanmaları (13 Nisan-31 Mayıs ve 8 Ağustos-23 Eylül 1920 arasında) Osmanlı Hükümeti'nin bölgedeki Çerkezleri kışkırtması sonucu çıktı. Bu ayaklanmalar sırasında Ahmet Anzavur Geyve ve Adapazarı'na, Kuva-yı İnzibatiye de İzmit'e geldi. 16- Yenilıan Ayaklanması (14 Mayıs-12 Haziran 1920). 17- Yozgat Ayaklanmaları (15 Mayıs-27 Ağustos ve 5 Eylül-30 Aralık 1920) arasında Çapanoğulları'nın düzenlemesi ile çıktı. 18- Zile Ayaklanması (Mayıs-21Haziran 1920) arasında Osmanlı Hükümeti'nin çıkarcıları elde edip çıkardığı bir ayaklanmadır. 19- Konya Ayaklanması (2 Ekim-15 Kasım 1920) arasında, asker kaçaklarını yanlarına toplayan ve İstanbul'dan yönetilen çıkarcılar aracılığı ile çıktı. 110- Cemil Çeto Olayı ve Milli Aşireti Ayaklanması (Haziran-Eylül 1920) Doğu Anadolu'da Kürtçülük kışkırtması ile çıkan bir aşiret ayaklanması idi. 111- Koçkiri Ayaklanması (6 Mart-17 Haziran 1921) Kürdistan kurulması için Koçkiri Aşireti'nin çıkardığı bir ayaklanmaydı. 112 Pontusçuluk hareketi, Ulusal Mücadele'nin başından sonuna kadar süren ve tarihi Rum Pontus Devleti'nin yeniden kurulması amacına dayanan Karadeniz'in orta ve doğu bölgelerinde çıkan ayaklanma olaylarıdır. Bu bölgede çalışan İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasının en büyük etkeni bu olaylarlardır.

Bu ayaklanmaların özellikle bazıları T.B.M.M.'nin açıldığı tarihte bir merkezden sistemli birbiçimde yürütülmüş, olağanüstü tehlikeler yaratmışlardı. Bu ayaklanmalara daha sonra, Demirci Mehmet Efe ve Ethem'in Ayaklanmaları da eklendi. Bir yanda düşmanla, bir yandan da bu ayaklanmalarla mücadele edilmek zorunlu idi. Bazen aynı anda bir kaç yerde birden ayaklanma çıkıyordu. Bu ayaklanmaların bir merkezden yönetildiğini ve İstanbul Hüküineti'nin bunları kışkırttığını M. Kemal Paşa şöyle belirtiyordu: "İstanbul'da Damat Ferit Paşa Hükümeti ve İstanbul'da, bütün yıkıcı ye hayin örgütlerin kurduğu birlik ve bu birliğin Anadolu içindeki bütün ayaklanma örgütleri ve bütün düşmanlar ve Yunan ordusu, el birliği ile bizi yıkmak için çalışmaya başladılar. Bu Ortak saldırı siyasasının yönergesi de Padişah-Halife'nin, içinde düşman uçakları da bıılunan her türlü araçlarla yurda yağdırdığı Huruc-u alessultan (Padişah'a Karşı Ayaklanma) fetvası idi." Yine M. Kemal Paşa'nın belirttiği gibi Sivas Kongresi ve sonrası döneminde, Ali Galip ve Şeyh Eşref olayları gibi tek olaylar bulunurken, B.M.M. nin açıldığı tarihe kadar geçen sekiz ay içinde ayaklanmaların ulaştığı boyutlar, bu süre içinde ne kadar büyük hazırlıklar yapıldığını gösteriyordu.

1919 YILI AYAKLANMALARI

Bozkır'da Zeynelabidin Ayaklanması (27 Eylül-4 Ekim 1919)

Mondros Ateşkesi'nden ve özellikle İzmir'in işgalinden sonra, Konya yöresinde de ulusal hareketi destekleyen girişimler ortaya çıkmıştı. M. Kemal Paşa Samsun'a çıktıktan sonra, diğer komutanlarla olduğu gibi, Konya'da bulunan Cemal Paşa ile de görüşerek, ulusal harekete desteğini sağlamıştı. Cemal Paşa Konya ve çevresinde gerekli askeri önlemleri almış, halkı bilinçlendirmeye ve noksan askeri kadrolarını tamamlamaya çalışıyordu. Ancak Cemal Paşa bir çağrı üzerine İstanbul'a gidince, yerine vekalet eden Albay Selahattin Bey'e bir telgraf çeken M. Kemal Paşa, oradaki kuvvetlerin başından kesinlikle ayrılmamasını, Ali Fuat Paşa ile devamlı haberleşmesini ve olumsuz hareketlere karşı tedbirli olmasını bildirdi. Selahattin Bey, her türlü önlemin alınmakta olduğu yanıtını verdi. Fakat bir süre sonra o da İstanbul'a gitti. Bu iki komutanın Konya'dan ayrılmalarını fırsat bilen ve Damat Ferit Paşa'ya bağlı bulunanVali Cemal Bey, daha önce başlatmış olduğu olumsuz ·propagandaları arttırarak, Konya ve çevresine egemen oldu. Askeri otoritenin kalkması üzerine, Konya'da Vali Cemal Bey'in yönetimi M. Kemal Paşa'ya karşı çıktı ve hapishanedeki eşkiya ve katilleri serbest bırakıp, silahlandırarak çevrede korku ve dehşet yarattı. Diğer yandan İstanbul ile devamılı ilişkide bulunuyor ve aldığı emirleri aynen uyguluyordu. Konya'da bulunan İtalyan işgal kuvvetleriyle de yakın ilişki kurarak onları ve Konya halkını ulusal harekete karşı kışkırtıyordu. Konya'ya İstanbul'dan atanan Ali Sait Paşa, buraya geldi. Vali'nin tutumu karşısında etkili olamayınca Vali'nin görevden alınması için Harbiye Nezareti'ne başvurdu. 19 Eylül 1919'da Nazır Şefik Paşa verdiği yanıtta Konya'da bulunan askeri kuvvetlerden Padişah'a bağlı olanların yardımı ile ulusal amaca çalışan komutanların ve Padişah'ın emirlerine karşı hareket edenlerin en sert şekilde cezalandırılmasını bildirdi. Bu durum karşısında Ali Sait Paşa da 25 Eylül'de görevinden ayrılarak İstanbul'a gitti. Konya'da ulusal harekete karşı çıkan Vali'nin kuvvetlenmesi üzerine Heyet-i Temsiliye, buraya Albay Refet Bey'in gönderilmesine karar verdi. Konya halkı bu haberi duyunca vatanseverlerin çabasıyla Vali'ye karşı birleşmeye başladılar. Bu durumu gören Vali Cemal Bey 27-28 Eylül gecesi İstanbul'a kaçtı. Halktan ileri gelenler Mehmet Vehbi Efendi'yi (Müderris) Vali Vekili seçti ve Konya Temsil Heyeti'ne bağlandı.

Konya'da ulusal iradenin egemen olduğu bir sırada, Ulusal Mücadele'ye karşı, gericiliğin ve Padişah'ın etkisi ile ilk isyan hareketi Konya' nın güneyinde Bozkır'da çıktı. Büyük önemi olmamakla beraber diğer ayaklanmalara örnek oldu. Bu ayaklanma Vali Cemal Bey ve İstanbul'da İngiliz Papazı Frew ile işbirliği yapan Zeynelabidin ve arkadaşlarının kışkırtmasıyla çıktı. Kışkırtıcılar çevrelerine topladıkları, çoğu silahsız bin kadar adamla Bozkır'ı bastılar ve jandarmaların silahlarını alıp, Askerlik Şubesi'ni ele geçirerek buradaki tüm silah ve cephaneyi ele geçirdiler. Karşı çıkmak isteyen vatanseverler öldürüldüler. Birçok ev yağma edildi ve yakıldı. Üzerlerine gönderilen ulusal kııvvetlere saldırdılar. Konya'dan gönderilen Nasihat Heyeti'nin görüşmeleri olumlu sonuç verdi. Bozkır'a ulusal kuvvet gönderilmeyeceği garantisi verilince asiler 4 Ekim'de dağıldılar. Fakat bıı olay İstanhul Hükümeti ve İngilizlere büyük cesaret verdi.

Zeynelabidin'in İkinci Ayaklanması (20 Ekim-4 Kasım 1919)

Bu ayaklanmanın yarattığı tehlike üzerine, bir daha böyle olaylara fırsat verilmemesi için Temsil Heyeti önlemler almaya başladı. Afyon'da bulunan Yarbay Arif (Karakeçeli) Bey'in kuvvetleri Seydişehir'e kaydırılarak Konya'nın, Bozkır yöresinden tehdit edilmemesi sağlanmak istendi. Bu hareketleri öğrenen Zeynelabidin 70 silahlı ve 200 silahsız adamla, Hoca Abdullah, Hoca Sabit, Hoca Abdülhalim Efendiler'in yönetiminde 20 Ekim'de ayaklanarak Bozkır'ın yakınına gelip Kaymakamı çağırdılar ve ulusal kuvvetleri istemediklerini bildirdiler. Kaymakam, yaptıklarınının doğru olmadığını ve bu kuvvetlerin nizami kuvvetler olduğunu söylemesine rağmen etkili olamadı. Asiler Valiliğe telgraf çekerek, ulusal kuvvetler geri alınmadığı takdirde eylemlerini sürdüreceklerini bildirdiler. Valilik dağılmalarını isteyince Bozkır'a ikinci kez girdiler. Memurlar ilçe dışına çıkartıldı ve telgraf hatlarını kesliler. Üzerlerine gö·nderilen Yarbay Arif Bey'in birliğine ateş açtılar ve ellerine geçen üç eri çok çirkin bir şekilde öldürdüler. Çarpışmalarda yenildiler ve kaçtılar. 27 Ekim'de asilere son darbe vurulması düşünülürken, Delibaş isimli bir asinin Çumra'ya yürüyeceği duyulunca, Çumra'ya hareket eden birlik, yolda pusuya düştü ve esir edildi. Asilerin üzerine gönderilen yeni kuvvetler asileri yendi ve 2 Kasım'da Ulusal kuvvetler asilerin merkezlerini ele geçirdi. Fakat Konya ve yöresinde olaylar burada kapanmadı.

Birinci Anzavur Ayaklanması (1 Ekim-25 Kasım 1919)

Konya'nın Bozkır kazasında çıkan ayaklanmalarla hemen aynı tarihlere rastlayan bir sırada Marmara'nın güneyinde Ahmet Anzavur'un Ayaklanması da Ulusal Mücadele'ye karşı çıkan çok önemli bir ayaklanma idi. Aslen Bigalı olup, Emekli Jandarma Binbaşısı Anzavur, Sarayla bağları dolayısıyla Saltanat ve Hilafeti korumak istiyordu. Saray ve Hükümet'in hiyanetinin yalnızca bir aracısı idi.

İngilizlerin elinde bir kukla durumunda bulunan Padişah ve Osmanlı Hükümeti'nin adamı olan Anzavur, ulusal silahlı direnişin "Kuva-yı Milliye"nin önemli bir yöresi olan Ayvalık'ta Yunanlılara karşı savaş başlatılması üzerine, bu bölgede İngiliz çıkarlarını sağlamak için Padişah'ın emri üzerine ayaklandı. Çanakkale Boğazı'nın İngilizler için güvenliğini sağlamak ve Ayvalık yöresinde Yunanlılar'a karşı savaşan ulusal kuvvetleri arkadan vurmak amacıyla, Biga-Gönen-Manyas ve bu yöredeki Çerkezler üzerindeki nüfuzu göz önüne alınarak buraya gönderildi. 25 Ekim'de Gönen-Manyas arasında dolaşarak ulusal kuvvetler aleyhinde propoganda yapan Anzavur yöredeki eşkiya ile birleşti ve 2 Kasım'da Susurluk'a geldi. Burada bulunan askeri birlik kendisine karşı koymadı. Halkı kendisiyle birleşmeye çağırıp, "Ulusal hareket için toplanan paraların hesabını görmek için Balıkesir'e gideceğini ve isteyenlerin kendisine katılabileceğini" söyledi. Buradaki subayların çekingenliği dodolayısıyla 40 kadar er kendisine katıldı.

Anzavur ve onunla işbirliği yapan eşkiyanın yarattığı tehlike üzerine, Bursa'dan Yarbay Rahmi Bey komutasında 170 kişilik bir birlik gönderildi. Karacabey'de eşkiya ile çatışan bu kuvvetler burada duruma hakim oldu. Diğer yandan Anzavur'un üzerine başka küçük kuvvetler de gönderildi. Fakat yöredeki silahlı direniş üzerine bazı birlikler esir düştü. 5 Kasım'da Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey, Manyas'ta Anzavurla görüştü ve cephede görev verilmesini isteyerek Hamdi Bey'i kandırdı. Hamdi Bey Anzavur'a inanarak, Albay Kazım (Özalp) Bey'e, Anzavur sorunun kapandığını bile bildirdi. Oysa Anzavur gittikçe kuvvetlendi. 12 Kasım'da 300 kişi ile Susurluk'a tekrar geldi, Yunanlılarla savaşacağını söyleyerek halkı kandırırken, adamları kışlayı basarak, silahları ve topları ele geçirdiler. Bunun üzerine Albay Kazım Bey ve Rahmi Bey kuvvetleri Anzavur'u sıkıştırdılar ve Anzavur, Susurluk'ta elde ettigi topları bırakarak kaçtı. Bu bölgeyi temizlemek üzere Çerkez Ethem görevlendirildi. Çerkez Ethem'e Gönen'den tehdit telgrafları gönderen Anzavur, Ethem'in 23 Kasım'da Gönen'e girmesi üzerine kaçtı. Bu harekatı sırasında ulusal kuvvetler arasında işbirliği ve program olmaması Anzavur'un kurtulmasını kolaylaştırdı. Adamları dağılan Anzavur Ethem ve Rahmi Bey'in kuvvetlerine peşpeşe yenilerek kactı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Ali Batı Ayaklanması (11 Mayıs-18 Ağustos 1919)

Diyarbakır yöresinin önemli olayı, Midyat güneyindeki aşiretlerinden birinin reisi olan Ali Batı'nın, yöreye hakim olarak, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Kürdistan kurmak fikirlerinden de yararlanarak çıkardığı ayakma idi. Padişah'ın izni ile hareket ettiğini yayan Ali Batı üzerine askeri birlikler gönderildi. 18 Ağustos'a kadar sürekli çarpışmalar sonunda ölü olarak ele geçen Ali Batı'nın başlattığı ayaklanma bastırıldı.

1920 YILI AYAKLANMALARI

1919 ylı ayaklanmaları dağınık ve birbirinden uzak girişimlerdi. Bu bakımdan çabuk bastırıldılar. Meclis-i Mebusan'ın toplanması dikkatleri ve önemi bir süre için İstanbul'a çekti. Bu sayede Heyet-i Temsiliye'nin ve M. Kemal hareketinin etkisini ve gücünü kaybedeceği zannedildi. Fakat Meclis-i Melbusan'ın "Misak- Milli" kararlarını alması, İstanbul'un işgali ve Ankara'da ulusal iradeyi temsil edecek bir meclisin toplanacağının anlaşılması üzerine 1920 yılının ilkbahar aylarında, bir merkezden ve planlı bir biçimde yönetilen bir dizi ayaklanma patlak verdi. İngilizler ve İstanbul Hükümeti, kuvvet gönderemedikleri için ulusal örgütlenmeyi önleyemiyorlardı. Bu sefer Türk'ü Türk'e düşürmek yöntemine başvurarak ayaklanma çıkartma yoluna daha planlı bir şekilde giriştiler. Bu bakımdan 1920 yılı ayaklanmaları çok tehlikeli boyutlara erişti.

İkinci Anzavur Ayaklanması (16 Şubat-16 Nisan 1920)

Bu ayaklanmaların en büyüklerinden birisi "İkinci Anzavur Ayaklanması" oldu. Bu ayaklanma, bu bölgede ortaya çıkan çeşitli huzursuzluk sebepleri ve İngilizlerle ilişki kuran bir kısım çıkarcının etkisiyle çıktı. Anzavur'da bu durumdan yararlanarak bu ayaklanmanın başına geçti.

Anzavur'un birinci ayaklanması sırasında adı geçen Hamdi Bey, 27-28 Ocak gecesi Fransız askerleri tarafından korunan Gelibolu Yarımadası'nın Akbaş cephaneliğini basmış ve buradaki cephaneliği Biga'nın Yenice mevkiine taşımıştı. Biga'ya yerleşen Hamdi Bey burada ulusal örgütlenmeyi genişletmek için çalışmaya başladı. Bu sırada Biga yöresinde Kara Ahmet adında biri hükümet içinde hükümet gibi davranıyor, halktan zorla para topluyordu. Biga'ya yerleşen Hamdi Bey, Kara Ahmet'i tutuklayıp 10 adamıyla Biga Cezaevi'ne hapsetti.

Akbaş'dan getirdiği cephane ile ulusal birlikler kurmak isteyen Hamdi Bey, Askerlik Şube Başkanı'nın da yardımı ile 500 gönüllü genç topladı. Emrine 190. Alay'ın 2. Taburu da verildi. Başka birlikler de emrine gönderildi.

Hamdi Bey'in emrindeki kuvvetlerin çoğalması, bunların beslenme, giyinme gibi birçok noksanlıkların ortaya çıkmasına yol açtı. Gereken parayı halktan sağlamak yoluna giden Hamdi Bey'in bu yola başvurması halkı huzursuz etti. Pomaklar Hamdi Bey'e cephe aldılar ve kendilerinden olan Kara Ahmet'in hapiste bulunması da onları kışkırttı. Bu durumda, sinmiş zannedilen elebaşıları Akbaş olayını hazmedemeyen İngilizlerle ilişki kurdular. Bu fırsattan yararlanan Anzavur da Çerkez köylerinde dolaşarak olumsuz propogandaya yeniden başladı. Pomaklardan Gavur İmam ve Çerkezlerden Şah İsmail adındaki iki kişi çevrelerine topladıkları 200 silahlı ve 1.000 kadar baltalı ve bıçaklı adamla 16 Şubat 1920 günü Biga'ya saldırdılar. Kışlada bulunan, eğitimsiz ve aslen Pomak olan erler dağılınca asiler ilçeyi kolayca ele geçirdiler. Hamdi Bey'in arkadaşı Kani Bey Biga Cezaevi'ne giderek, hapiste bulunan Kara Ahmet ve adamlarını öldürdü. Biga'nın işgalini duyan Ahmet Anzavur 17 Şubat'ta ilçeye gelip, ayaklanmanın yönetimini eline aldı. Asiler intikam almak için Kani Bey'i saklandığı yerde sardılar ve Kani Bey cephanesi bitene kadar savundu. Cephanesi bitince öldürüldü ve ölüsü balkondan sokağa atıldı. Olaylarla ilgisi olmayan Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'i ve üç eri de öldürdüler. Üsteğmen Rıza Bey'i de vücudunu hedef gibi kullanıp bıçak atarak öldürdüler.

Bu durum karşısında Yenice Cephaneliği'ni korumak ve buradaki birliklere haber vermek üzere oraya gitmek üzere yola çıkan Hamdi Bey, Eminoba Köyü'nde köylüler tarafından tanındı. Hamdi Bey'i yakalayan asi köylüler, Hamdi Bey'i yürüterek geri götürdüler. Hamdi Bey memleketin işgal altında olduğunu, millet ve memlekete kötülük ettiklerini anlatmaya çalıştıysa da öldürdüler. Anzavur bir bildiri yayınlayarak, Hamdi Bey'in cezalandırıldığını ve diğer isyancıların da aynı şekilde cezalandırılacaklarını bildirdi. Diğer ölülerle beraber hepsini Belediye bahçesine attılar. 18 Şubat 1920'de Biga'ya gelen iki İngiliz subayına cesetleri gösteren Şah İsmail İngilizlerle beraber İngiliz gemisine gitti ve 5.000 İngiliz altını ile geri döndü.

Asiler Yenice'deki cephaneliğe saldırdılar, 800 asi 21 Subat'ta Yenice Köyü'ne girdi. Buradaki ulusal kuvvetler çekilmek zorunda kaldı. Komutan Rıza Bey çekilmeden önce cephaneliği havaya uçurdu. 14. Kolordu Komutanlığı Çanakkale'deki jandarma taburunu görevlendirmek istedi, fakat İstanbul Hükümeti bu birliğin yerinden ayrılmasına izin vermedi. İstanbul bu ayaklanmayı, her fırsatı kullanarak destekliyordu. İstanbul'dan kendisine bağlı subay ve para yollayıp, İngilizlerin yardımı ile ayaklanma genişletilmeye çalışıldı.

Bu tehlikeli durum üzerine ulusal kuvvetlerden çeşitli birlikler, noksan kadro ve silahlarıyla görevlendirildiler. Yarbay Rahmi Bey Karacabey'e geldi. Yarbay Süleyman Sabri bir beyanname yayınlayarak, Yunan işgalini ve Anzavur'un ihanetini belirterek hainlerin cezalandırılacağını bildirdi. Ulusal kuvvetlerin yığınağı tamamlanınca 2 Mart'da Gönen'de toplandılar. 72 subay, 1252 er, 3 top, 16 mtf., 538 hayvandan oluşan bu kuvvet Anzavur'la çarpışmaya başladı. Takip Kuvvetleri Komutanlığı 3-4 Mart gecesi asilerle çarpışmasını yoğunlaştırdı. Biga köylüleri askerle çarpışmak istemeyip Anzavur'u terk ettiler. 5 Mart'ta bir İngiliz savaş gemisi Bandırma'ya geldi ve ulusal kuvvetleri korkutma gayretinde bulundu. Anzavur'un İngilizler ile işbirliği içinde olduğu açıkça görülüyordu. Çarpışmalar 8-12 Mart arasında daha da yoğunlaştı. Ulusal kuvvetlerin bazı birliklerinin eğitimsiz ve disiplinsiz olmaları yüzünden bunlardan yararlanılamadı. Bigalılar da ulusal kuvvetlere ateş açınca bastırma harekatı zorlanmaya başladı. Ulusal kuvvetler uzun çarpışmalardan sonra Gönen'e çekildi. Nisan başında Sait Paşa başkanlığında bir Nasihat Heyeti İstanbul'dan Biga'ya gönderildi. 14. Kolordu Komutanı, İstanbul'a çektiği telgrafta, bu heyette bulunan Albay Mirza ile Em. Bnb. Hüseyin'in ayaklanmanın kışkırtıcıları olduklarını bildirdi. Bunun üzerine 3 Nisan'da Şehzade Cemalettin başkanlığında yeni bir nasihat heyeti gönderildi. Ayaklanmayı hazırlayan ve kışkırtan İstanbul Hükümeti'nin gönderdiği Nasihat Heyeti'nden olumlu bir sonuç beklenemezdi.

Gittikçe kuvvetlenen Anzavur 4 Nisan'da Gönen'e saldırıya geçti ve kolaylıkla Gönen'i aldı. Ulusal kuvvetler yöre halkının da direnmesi dolayısıyla yenildiler. Yarbay Rahmi Bey ve emrindekiler kahramanca döğüştüler ve şehit oldular. Gönen'i yağmalayan Anzavur, Balıkesir'e doğru ilerlemeye başladı. Fakat yağmacılıkla tatmin olan bir çok adamı kendisini terk ettiği için kuvvetleri azaldı. Balıkesir'de bulunan 61. Tümen Komutanı Albay Kazım Bey, Balıkesir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin de yardımıyla 350 gönüllü topladı. Söke, Akhisar cephelerinden gelen gönüllülerle 600 atlı oluştu. Bütün kuvvetler Çerkez Ethem komutasında 2000'e ulaştı. M. Kemal Paşa bir bildiri yayınlayarak, ülkeyi işgal eden düşmanların "Ulusal birliği bozmak için, kışkırtıcılık ve bölücülük yaptığını, Ferit Paşa Hükümeti ve Anzavur araaracılığı ile Biga-Gönen dolaylarında ayaklanma çıkarttıklarını, hainlerin cezalandırılması için komutanlara, hapis, idam gibi her çeşit cezayı uygulama yetkisi verildiğini" bildirdi.

Anzavur ayaklanmasını bastırmakla görevli kuvvetler Çerkez Ethem komutasında 15 Nisan'da Balıkesir'den hareket ettiler. Anzavur kuvvetlerini Yahyaköy'de 16 Nisan'da ağır bir yenilgiye uğrattılar. Anzavur yeni bir çarpışmayı göze almadığı için İstanbul'a kaçtı. Kuvvetleri dağıldı.

Birinci Düzce Ayaklanması (13-Nisan-31 Mayıs 1920)

Birinci Dünya Savaşı içinde eşkiya olaylarının yoğunlaştığı yerlerden birisi de Düzce yöresiydi. Burada devlet otoritesi gücünü kaybetmişti. Bazı Çerkez ileri gelenleri daha Kasım 1919'da Kuva-yı Milliye'ye karşı koymaya başlamıştı. Düzce yargıcı ve jandarma komutanı haydutlar tarafından öldürulmüş, silah deposu yağmalanmıştı. Bunun üzerine burada sıkıyönetim ilan edildi ve Binbaşı Mahmut Nedim Bey komutasında kurulan "Asayiş Müfrezesi" Kasım ayı sonunda Düzce'ye gelerek 79 kişiyi tutukladı. 1 Aralık 1919'dan, 31 Ocak 1920'ye kadar İzmit, Düzce, Bolu, Hendek, Zonguldak, Ereğli dolaylarında 335 kişi tutuklandı. Fakat Mahmut Nedim Bey hem Ankara, hem de istanbul yanlısı görünüyor ve kararsız davranıyordu. Ankara'nın kendisine güvenmesi ve onun bu kararsız durumu, yörede İstanbul Fetvası ve Padişah Fermanı'nın çok etkili olmasını, hainlerin, Mustafa Kemal'in ikinci Padişah olmak istediği ve Padişah iradesi olmadan asker topladığı propogandalarıyla yıkıcı olayları hazırladı. Anzavur ayaklanmasının bastırılması için uğraşıldığı bir sırada Düzce'de yeni bir ayaklanma patlak vermek üzereydi.

Bu kışkırtmaların sonunda 13 Nisan1920'de Düzce'nin Ömerefendi Köyü'nde toplanan Abaza ve Çerkezler silahlı olarak "Asayiş Müfrezesi" direnmeden asilere teslim oldu. Küçük rütbeli subaylar direndilerse de sayıları 4.000'e ulaşan asiler Düzce'yi aldılar. Asi elebaşılarından Berzek Sefer Bey Düzce Kaymakamı Maan Ali Bey (Emekli Binbaşı) Jandarma Komutanı,Koç Bey de Belediye Başkanı oldular. Bolu Mutasarrıfı kendilerini yatıştırmak istediyse de, verdikleri yanıtta istanbul'un vereceği karara göre hareket edeceklerini bildirdiler. 14 Nisan'da Beypazarı halkı da "Padişah nerede ise biz oradayız" diyerek ve cephaneliği ele geçirip resmi makamları baskı altına alıp, postaya el koyarak tavrını belirtirken, isyancılar 18 Nisan'da Bolu'yu da işgal ettiler. Isyancılar Padişah'a bağlı olduklarını ve Kuva-yı Milliye'ye karşı olduklarını bildirdiler. Bu durum karşısında Ankara'dan bir birlik gönderildi. Beypazarlılar bu birliğe karşı koydular. Beypazarı Müftü ve Belediye Başkanı Ankara'ya telgraf çekerek, asilerin kaçtığını ve ayaklanmaya katılanların aflarını istediler. B.M.M. bu isteği dikkate alarak ikinci birliğin hareketini durdurdu. Asiler verdikleri söze bağlı kalmayıp, ilk gelen birliğe saldırdılar. Bunun üzerine Gevye'de 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey 18 Nisan'da başladığı ileri harekatına devam ederek Hendek'e geldi. Fakat halk kendisine tepki gösterdi, köylere giden birçok Hendekli askerler aleyhine çok çirkin propogandalar da bulundular. 22 Nisan'da Hendek'de durum bu noktaya gelmişti. Düzce'ye doğru yola çıkan Mahmut Bey Nüften (Nuhveren) Boğazı'nda pusuya düşürüldü. Kendisi de Çerkez olan ve kan dökülmesini istemediği ve asi Çerkezlerin sözüne inanadıgı için ateşi durdurdu. Fakat bu davranşı başta kendisi olmak üzere bazı subayların öldürülmesine ve tümenin dağılmasına, asilerin üstün gelmesine yol açtı. Safranbolu'da "Biz Padişah'ı isteriz" diyen asiler duruma egemen oldular. Hendek'deki asiler Adapazarı'na yürümeye hazırlanırken, nasihat için gönderilen Adapazarı ileri gelenlerinden Sait ve Kazım Beyler asiler tarafından öldürüldüler. Bu gelişmeler üzerine, asileri desteklemek isteyen İngilizler, Şile'ye asker çıkardılar.

Ayaklanma her geçen gün yayıldı ve Ankara'yı endişeye düşürmeye başladı. Olay yalnızca asilerin sayıları ile sınırlı kalmamış halk da Ulusal Mücadele'ye karşı çlkmaya başlamıştı. Ankara bir yandan askeri önlemler almaya başlarken, diğer yandan nasihat için Nilletvekili Hüsrev ve Osman Beyleri gönderdi. Fakat asiler tarafından rehin alındılar. Naısihat Heyeti olumlu sonuç alamayınca, Çerkez Ethem, Binbaşı Nazım, Kaymakam Arif, Binbaşı İbrahim (Çolak İbrahim) komutasındaki birlikler ile Ali Fuat Paşa ve Refet Bey emrindeki birlikler ayaklanma yöresine gönderildiler. 25 Nisan'da Beypazayı alındı 2 Mayıs'da da Göynük alındı. Fakat bu sırada 14 Mayıs'da Yenihan'da da ayaklanma çıktı. Ayaklanmaları fırsat bilen Anzavur, Eskişehir-İstanbul yolunu ele geçirmek için Geyve Boğazı'ndaki ulusal kuvvetlere saldırdı. İsyanın bu badar güçlenmesi üzerine Damat Ferit Paşa 20 Mayıs 1920'de İzmit'e geldi. Fakat bu tarihten itibaren isyan ezilmeye başladı. Anzavur'un attan düşerek yaralanmış olduğu haberi Damat Ferit'i sarstı. Damat Ferit İngilizler'e başvurarak, 10.000 kişinin silahlandırılmasına izin verilmesini ve bıı sayede üç haftada "Milliyetçiler"i yeneceğini söyledi.

Kuva-yı İnzibatiye

Düzce ayaklanmasının başladığı ve geliştiği bir sırada, İstanbul Hükümeti yeni bir ihanet hazırlığı içindeydi. İstanhul Sıkıyönetim Mahkemesi kararıyla M. Kemal Paşa başta olmak üzere bütün ileri gelen milliyetçilerin gıyaben idama mahkum edilmeleri, Damat Ferit için yeterli değildi. Milliyetçilerin Anadolu'daki üstünlüğünü yıkmak için yeni bir askeri kuvvet kurulmasını uygun gördü. 8 Nisan'da İngifiz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck'le, Anadolu'da, sözde Milliyetçi denilen hareketin bastırılması sorununu görüşürken, İngilizler'den yardım istedi. Amiral, İngilizler'in fiili yardım yapamayacaklarını, fakat kurulacak bir kuvvete yardım edeceğini bildirdi. Bunun sonunda 18 Nisan'da, "Kuva-yı Milliye eşkiyasını tenkil amacıyla" Harbiye ve Dahiliye Vekaletleri'ne bağlı olarak "Kuva-yı İnzibatiye" kuruldu. Subay ve erlere maaş verilerek kurulan bu kuvvet için 1.250.850 lira ödenek kabul edildi. Komutanlığına Süleyman Şefik Paşa atandı. Görevleri için ayrı bir kararname çıkartıldı. Kuva-yı İnzibatiye'ye İttihat ve Terakki'nin iktidarı zamanında Enver Paşa tarafından tasfiye edilmiş subaylar alındı. Şefik Paşa'ya çok geniş yetkiler tanındı. İngilizler'in de yardımıyla kurulan Kuva-yı İnzibatiye, 8 Mayıs'da İzmit'e geldi. Süleyman Şefik Paşa, karargahını İzmit'te demirli olan Yavuz zırhlısında kurdu. Kuva-yı İnzibatiye, İzmit'te bulunan güçlü bir İngiliz tugayı ve savaş gemilerinin sağladığı güvence ile Sapanca'ya doğru ilerlemeye başladı.

Kuva-yı İnzibatiye'nin kuruluşu yanı sıra, İstanbul Hükümeti, "Anadolu Fevkalade Müfettişliği" adında bir örgüt kurdu ve başına 28 Nisan'da Müşir Zeki Paşa getirildi. Müfettişliğin görevi, Anadolu da Padişah otoritesini egemen kılmak ve Padişah adına asayişi sağlamak idi. Zeki Paşa, M. Kemal Paşa'ya bir temsilci ile mektup göndererek, kendisini Birinci Dünya Savaşı'ndaki başarılarından dolayı takdir ettiğini beiirttikten sonra, Anadolu'daki ulusal hareketin Müslümanların birbirini öldürmesine yol açtığını, memleketi kurtarmak isteyen Hükümeti ve Padişah'ı güç duruma soktuğunu ileri sürüp, B.M.M. tarafından kurulan Hükümetin lâğvedilmesini, ordunun ve ulusal örgütlerin İstanbul Hükümeti'ne boyun eğmesini ve anlaşma sağlanana kadar çatışmanın durdulmasını istedi. Bu mektubun yanıtı 30 Mayıs'ta yollandı ve 5 Haziran'da Çekirge'de, görüşmeye hazır olunduğu bildirildi. Fakat İstanbul Hükümeti temsilcileri Çekirge'ye gelmediler.

Yığınağını tamamlayan Kuva-yı Milliye 23 Mayıs'ta Sapanca, Adapazarı, ve Hendek'e taarruza başladı. Çerkez Ethem birlikleri Sapanca ve Adapazarı'nı aldılar ve suçlular sert şekilde cezalandırıldılar. 25-26 Mayıs'ta Hendek'i alan Ethem, Düzce'ye dogru yürüdü, diğer yandan Refet Bey'de aynı yere taarruza geçti. Kuva-yı İnzibatiye'nin yenilgisi de asilerin umudunu kırdı. Rehin milletvekillerini yollayarak Refet Bey kuvvetlerinin Düzce'ye girmesi, Ethem'in girmemesi koşuluyla teslim olacaklarını bildirdiler. Genelkurmay, asilerin, İngilizler'den ve İstanbul'dan yardım geleceğini umarak bu yola başvurduklarını "şehit edilen komutan ve erlerin hesaplarının sorulmasını, ancak halka kötü davranılmamasını, subay ve memurlardan ihanet edenlerin asla af edilmeyeceğini" bildirdi. Asilerin Ali Fuat Paşa'ya başvuruları da dikkate alınmadı ve Ethem kuvvetleri 26 Mayıs'ta, hiç direnme görmeden Düzce'ye girdi. Ayaklanmayl kışkırtmış ve idare etmiş olanlar idam edildiler. Refet Bey kuvvetleri de 31 Mayıs'ta Bolu ve Gerede'ye girdiler.

Kuva-yı İnzibatiye ise henüz yok edilmemişti. Kuva-yı İnzibatiye'nin İzmit bölgesi komutanı Suphi Paşa ile Ali Fııat Paşa arasındaki haberleşmeyle, silah, cephane vc teçhizatı ile Kuva-yı Millîye'ye yapılan saldırı sonunda, birliklerin çoğu dilrenme göstermeden Kuva-yı Milliye tarafına geçtiler.Fakat topçuları ateş açtılar. Kuva-yı Milliye, topçu ve onlara yardım eden İngilizleri İzmit'e çekilmek zorunda bıraktılar. İstanbul Hükümeti ve İngilizler, M. Kemal Paşa kuvvetlerinin İstanbul'u işgal edeceğini zannettiler. İngilizler Ali Fuat Paşa'ya başvurarak, Türkiye'nin içişlerine karışmayacaklarını ve Kuva-yı İnzibatiye'nin diğer birliklerinin İstanbul'a gönderildiğini bildirdiier. Kuva-yı Milliye İzmit'in boşaltılmasını isteyince anlaşma olmadı. İngiliz uçakları Kuva-yı Milliye'ye saldırdı. 14-15 Haziran gecesi Kuva-yı Milliye İzmit'i ele geçirmek için saldırdı, fakat Ermeni çetelerinin savunmaları dolayısıyle başarı sağlayamadı, İngilizlerin kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ateşi karşısında da geri çekildi. İstanbul Hükümeti ise yeniden 5.000 kişilik bir kuvvet kurulması için İngilizlerden izin istedi. İngiliz Askeri Temsilcisi'nden "Mustafa Kemal'i tedip" için Bursa, Balıkesir, Çanakkale illerinden iki tümen kurulmasına yardımcı olması istendi.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İkinci Düzce Ayaklanması (8 Ağustos-3 Eylül 1920)

Birinci Düzce ayaklanmasını bastıran kuvvetlerin bir kısmı Yozgat ayaklanmasını bastırmak için, düzenli ordu birlikleri de 22 Haziran'da başlayan Yunan saldırısını durdurmak için cepheye gitmek üzere Düzce'den ayrıldılar. İngiliz ve Yunanlıların Adapazarı yöresinde birlikte hareketleri, İstanbul Hükümeti'nin yeni kışkırtmaları ve ulusal kuvvetlerin uzaklaşmış olması üzerine 300 kişilik asi Düzce'yi işgal ettiler. Bunlar Kuva-yı Milliye'nin Çerkez ve Abazaları yok edeceklerini kadın ve kızları "Cariye" yapacakları propogandası ile ayaklandılar ve çevre halkı yeniden kışkırttılar. 27 Ağustos'ta ulusal kuvvetler tarafından yenildiler ve 23 Eylül'de de ayaklanma tamamen sona erdi. Fakat buradaki bazı hainlerin Yunan ve İngilizlerle işbirligi uzun süre sürdü.

Yenihan'da Postacı Nazım Ayaklanması

Bu arada, Yenihan da Postacı Nazım ve Çerkez Kara Mustafa'nın ayaklanmasi, Halife ve Padişah adına genişlemiş ve yayılmıştı. 14 Mayıs'ta 700 kişilik bir asi grubu halkı isyana kışkırttılar. Yakınlarda bulunan Sivas ve Tokat'ta yeterli askeri kuvvet yoktu. Bu sebeple ayaklanma Sivası tehdit edecek duruma geldi. Asilei Zile'ye de saldırdılar. Zile Kalesi'ne çekilmiş olan askeri birlikler, halkın asileri desteklemesi sebebiyle teslim oldular. Ayaklanmayı Beşinci Tümen bastırmakla görevlendirildi. M. Kemal Paşa, gönderdiği emirde, suçsuz olanların kasabayı terketmelerini ve ulusal kuvvetlere sığınmalarına izin verilmesini, bu çağrıya uyulmazsa kasabanın topa tutulmasını bildirdi. Komutan kasabada 2.400 kişinin bulunduğunu, evlerin ahşap olması sebebiyle bu emri bir süre uygulamadı. Fakat verilen sürede asiler teslim olmayınca kasabayı topa tuttu ve 12 Haziran'da Zile asilerden temizlendi.

Yozgat'ta Çapanogulları'nın Ayaklanmaları (15 Mayıs-21 Ağustos 1920)

Ayaklanmalar B.M.M.'nin otoritesine karşı büyük bir yangın gibi yayılıyordu. Düzce-Bolu'da çıkan ayaklanmalar sürerken Yozgat yöresinde de ayaklanmalar başladı. Burada yaşayan Çerkezler Osmanlı Hanedanı'na bağlılıklarının etkisi sebebiyle, daha başından beri Ulusal Mücadele'ye karşı hoşnutsuz idiler. Fakat yine de ayaklanmanın patlak vermesinde en önemli etken Osmanlı Hanedanı'na bağlı Çapanoğulları'nın kışkırtıcıliğı oldu. Yozgat Mutasarrıfı Necip Bey, Heyet-i Temsiliye'nin emirlerini dinlemiyordu. Mutasarrıf, Allah'dan, Padişah'dan ve onların kanunlarından başka birşey tanımayacağını bildirmişti. Ankara'da Meclis'in toplanmasını da Padişah'ın arzusuna ve kanunlara aykırı olduğunu ileri sürerek Ankara'ya telgraf göndermişlerdi. Mayıs ayı ortasından itibaren Çapanoğulları tarafından ayaklanma hazırlıkları yapıldığı duyuldu ve Kuva-yı Milliye burada önlem almaya gerek gördü. Antep'te bulunan KıIıç Ali Bey 80 kişilik bir birlikle Yozgat'a getirildi ve Çapanoğulları gözetim altinda tutulmaya çalışıldl. Ancak Vali Yahya Galip Bey bu önlemleri yerinde bulmadığı gibi Çapanoğulları'nın evlerine konan nöbetçileri de kaldırdı. Fakat Ankara tutuklanmalarını isteyince, Mutasarrıf kaçmalarına fırsat verdi. Çapanoğulları'ndan Celal, Edip, Salih, Halit Beyler yörenin azılı eşkiyasından Aynacıogulları ve Deli Ömer'i yanlarına alarak ayaklandılar. 14 Haziran'da Yozgat'ı işgal ettiler. 23-24 Haziran'da Boğazlıyan da asilerin eline geçti. Ayaklanmanın bu kadar kuvvetlenmesi üzerine, mezhep kışkırtıcılığı propogandaları yaygınlaştı. Tehlike gittikçe büyüyünce, Çerkeş'de bulunan Refet Bey hemen Çankırı'ya yollandı. Cerkez Ethem, M. Kemal, Fevzi Paşa'lar ve İsmet Bey ile görüştü. Ankara'nın elinde yeterli kuvvet olmadığını gören Ethem, Paşalara karşı tehdit dolu bir şekilde konuşup, sert biçimde eleştirdi. Fakat ayaklanmayı bastırma önerisini kabul etti. O yokken Batı Cephesi sorumluluğunu Fevzi Paşa yüklendi.

Ayaklanmayı bastırmak üzere Genelkurmay Başkanlığı'nca 19 Haziran'da görevlendirilen Ethem, 23 Haziran'da Yozgat'a geldi. Ulusal kuvvetlere karşı silah kullanan Ermenileri de cezalandırdı. 25 ve 27 Haziran'da asiierle yapılan çatışmada, asiler büyük kayıp verdiler ve dağıldılar. Suçlular sert şekilde cezalandırıldılar. Alevi dedesi Galip Dede, asi olduğu halde cezalandırılmadığı için, asilerin bundan sonra Alevileri aldatmaları mümkün olmadı. Galip Dede, bütün gereksinimini sağladığı 400 kişilik bir kuvveti Kuva-yı Milliye'nin emrine verdi.

22 Haziran'da Yunan saldırısının başlaması üzerine Ethem Bey çağırıldı. Ayaklanmanın elebaşılarının yakalanmadan Ethem kuvvetlerinin geri çağırılması, af edilmiş olan bir çok asinin fırsat bulmasına yol açtı. 500 kişi 5-6 Eylül gecesi Kuva-yı Milliye emrinde çalışmayacağını söyleyerek birliklerini terk ettiler. Bunun üzerine asiler de çevrede ayaklandılar. Asiler Amasya ile Tokat arasında yağmaya başladılar. Kırşehir'in bazı köylerinde de jandarmaya karşı direnme görüldü. Bunun üzerine Eskişehir'de bulunan "İkinci Kuva-yı Seyyare" (Ethem Kuvvetleri) ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Asilerle yapılan savaşlar kazanıldıysa da kökleri kazınamadı. Küçük gruplar halinde soyguna devam ettiler. 19 Ekim'de Akdağmadeni'ni bastılar. Fakat zamanla güçleri azaldı ve 30 Aralık 1920'den sonra dağıldılar.

Konya'da Delibaş Ayaklanması (2 Ekim-l5 Kasım 1920)

Konya Valisi Cemal Bey'in zamanında hazırlanan kötü ortam, Bozkır ayaklanmasının bastırılmasına rağmen yok edilememişti. Anadolu'nun yüzyıllardır dini ve geleneksel bağlarıyla Padişah'a bağlı yaşamış olan halkı, M. Kemal Paşa'nın yeni bir savaş getiren "Ulusal irade" sine bağlanmadı. Büyük devletlerin kuvveti karşısında durulamayacağı, bu sebeple direnmenin yarardan çok zarar getirecegi görüşü üstündü. Yunan ordusunun Anadolu'yu da Millicilerin direnişi sebebiyle işgale başladığı, ısrar edilirse bir gün Konya'nın da işgal edileceği ileri sürülüyordu. Propogandalar ve diğer yerlerdeki ayaklanmaların da etkisiyle MayıS 1920 de Konya'nın Pınar Köyü'nde ayaklanma hazırlıkları yapıldığı duyuldu. Konya'da birçok kişi tutuklandıysa da M. Kemal Paşa tarafından af edilmişlerdi Bu olaydan sonra aleyhte propogandalar daha da arttı. Milliyetçilerin ceplerini doldurmaktan başka amacı olmadığı, Padişah'ın İngilizlerle anlaştığı, zaten galiplerin kuvveti karşısında durmanın olanaksız olduğunu yayıyorlardı. Diğer yandan askerliğin kaldırıldığı ve vergi toplanamayacağını da belirtiyorlardı. Bu propagandalar Konya yöresini her geçen gün, için için patlamaya hazır bir duruma getiriyordu. Bu arada Konya'dan bir heyet Batı Cephesi'ni gezdiler ve dönüşte, "Kuva-yı Milliye'nin köyleri soyduğu"nu ileri sürdüler. Konya'nm askeri ve mülki yönetiminin dikkatsizliği sonunda, Bozkır ayaklanmasında yakalanamamış olan Delibaş Mehmet, çevresine topladığı 500 asker kaçağı ile 2-3 Ekim 1920'de Çumra'yı bastılar. Vali Haydar Bey hemen önlem alma yoluna gitti ve askeri yardım istedi. Fakat yetersiz askeri kuvvetin fedakarca direnmesi sonuç vermedi ve asiler Konya Vilayet Konağı'nı, Postane, Jandarma Okulu ve Askeri Lise'yi işgal ettiler. Vali ve yeni yöneticiler atadılar. Asiler Akşehir ve Beyşehir'de de duruma hakim oldular. Bütün Konya ve Isparta yöresi asilere katıldi. olayın önemini gören Ankara, Konya'ya askerî birlikler yolladı. Delibaş anlaşma yolunu aradıysa da, kabul edilmedi ve 6 Ekim'de ulusal kuvvetler Konya'ya girdiler. Asiler, Halife adına şavaştıklarını söylüyorlardı. Fakat ulusal kuvvetlerin karşısında peşpeşe yenildiler, 16 Ekim'de Bozkır asilerden temizlendi.Delibaş Mersin üzerinden İstanbul'a kaçtı. Ankara'yı bir kez daha büyük tehlikeye düşüren bu ayaklanma 15 Kasım'da tamamen temizlendi. Suçlular mahkemelerde cezalandırıldılar. Daha sonra buraya gelen Konya İstiklal Mahkemesi asıl suçluları cezalandırdı. İstiklal Mahkemesi ayaklanma ile ilgili hazırladığı raporda, bir iki kaza dışında bütün Konya ve yöresinin ayaklanmış olduğunu kabul ediyordu. Bunların kanunen idamı gerektiğini, fakat bu kadar ağır bir cezanın elebaşılarına uygulanması gerektiğini belirtiyordu. İstiklal Mahkemesi, suçları ağır olanların başkalarına ibret olması ve suçun tekrarına engel ve suçlunun hak ettiği cezanın verilmesi görüşüyle, olayla ilgili olanları üç gruba ayırdı:

1- Zorla ayaklanmaya katılanlar 2- Cahil, kandırılmış ve fikir yönünden etkisi olmayanlara "ılımlı" cezalar 3- Kişisel ve mali yönden halka etki eden ve bu yolla ayaklanmayı kışkırtanların "şiddetli" cezalandırılmalarına karar verdi. Delibaş ise İstanbul'da yeni emirler alıp Konya'ya döndüyse de, yanındakiler tarafından öldürüldü.

Cemil Çeto Olayı

Mondros Ateşkesi'nden sonra Doğu Anadolu'da Kürtçülük çalışmaları gösterenler olmuştu. Bir yandan İngilizler bunu kışkırtmış, bir yandan da bazı aşiret reisleri de bu yolda çalışmışlardı. Şeriatın kaldırılmak istendiği ileri sürülerek kışkırtıcılık yapılırken, kürtçülük propogandaları da etkili oluyordu. Fakat yine de büyük bir çoğunluk bunlara kapılmadı. 1920 Mayıs ayında Hıdranlı Aşireti Reisi Hüseyin Paşa Garzan çevresinde "Kürt Teali Derneği"nin bir beyannamesini dağıttı. Bu beyannamede, İtilaf Devletleri'nin Kuva-yı Millîye'yi dağıtacağı ve bir Kürdistan kurulacağı belirtiliyor, silahlanarak, hazırlıklı bulunulması isteniyordu. Hüseyln Paşa'yı misafir eden Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, başka aşiretleri de kürtçülük için kışkırtarak Garzan yöresinde güçlenmeye başladı. Reşkotan aşiretini de kendi yanına çekmek istedi ve hatta kendisine katılmazlarsa zarar görecekleri biçiminde tehdit etti. Fakat Reşkotan Reisi bu tehdide aldırmadı ve Hükümete sadık kaldı. Cemil Çeto harekete geçtiyse de,askeri birliklerin önlemleri karşısında dağıldılar ve Cemil Çeto 4 oğlu ile 7 Haziran 1920'de teslim oldu.

Milli Aşireti Ayaklanması

Bir başka kürtçülük olayı da Milli Aşireti'nin ayaklanması oldu. Osmanlı Devleti Kürtlere karşı daima hoşgörülü davranmış ve devletin önemli mevkilerine bile getirmişti. Gerek Meşrutiyet döneminde gerekse B.M.M.'nin açılmasından sonra Meclis'e seçilmek hakları vardı. B.M.M.'ne katılan Yusuf Ziya Bey, Cibranlı Halit Bey'le dostluk kurdu. Halit Bey, Haziran 1920'de Kürt aşiretlerini, "birlik halinde bulunmadıkları için altı yüz yıldır Türk eğemenliğinde yaşadıklarını şimdi kurtuluş gününün geldiğini ve silahlanarak harekete geçmeleri için kışkırtıyordu. Ankara'da kurulan Hükümet'in Padişah'ı tanımadığı ve bu Hükümet'in Yunanlılar tarafından ortadan kaldırılacağını yayıyordu. Bu yolda yapılan kışkırtmalar bazı aşiretleri etkiledi. Yüzyıllardır bir arada yaşayan, birbiriyle kültür ve kan bağı ile bağlı olan aynı soydan gelen bu yörenin halkı arasına da İngiliz etkisiyle kışkırtıcılık tohumları saçılıyordu. Bu propogandalardan etkilenen Milli Aşireti, güneydeki İtilaf Devletleri ile ilişki kurdular ve Fransızlar'ın Urfa'ya ikinci kez saldırdıkları sırada, fırsattan yararlanarak, ayaklanıp Siverek'e doğru yürüdüler. Fakat burada bulunan Beşinci Tümen 19 Haziran'da üzerlerine gidince, asiler Suriye'ye kaçtılar. Suriye'de yeterli derecede hazırlanan asiler 24 Ağustos'ta 3.000 atlı ve deveti, 1.000 yaya kuvvetle Viranşehir'e girdiler. B.M.M.'ne karşı harekete geçtiklerini ilan ettiler. Dersim ve Elazığ yöresindeki bütün aşiretlerin başı olduklarını iddiaya başladılar. Fakat bu yöredeki aşiretler bu iddiaları yalanladılar. "Din ve kan kardeşi" kabul edilen Türk ve Kürtlerin alın yazılarının aynı olduğunu, İngiliz ve Fransız parası ile sokulmak istenen düşmanlığın yıkılması için çalışacaklarını açıkladılar. Bu durumda Beşinci Tümen, Hükümete bağlı aşiretlerin de yardımıyla asileri ikinci kez yendi ve "Milli Aşireti" tekrar çöle kaçtı.

Koçkiri Ayaklanması

Hafik (Koçhisar) , Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık, Kuruçay çevresinde 135 köye ve iki bin kilometre karelik bir alanda 40.000 nüfusu olan Koçkiri aşiretinin ayaklanması Ulusal Mücadele için önemli bir tehlike oldu. Bölgede Türkçe ve Kürtçe konuşanlar bir arada yaşamaktaydılar. Aşiret 16 köyde bütün nüfusa sahipti, fakat bazı yerlerde Türklerle iç içe yaşıyorlardı. Yaşadlkları köylerin bir özelliği de, bu köylerin çoğunun isimlerinin "Erkek, Salur" gibi Oğuz Türklerine ait oluşu ve bu isimlerin yüzyıllardan beri yaşadığı idi. Kendi içinde ve dışa kapalı yaşayan ve hükümete bağlı olan Aşiret Başkanı ö1ü Mustafa Paşa'nın oğlu Haydar Bey'in ayaklanma girişimleriyle huzursuzluk başladı. Haydar Bey, Mondros Ateşkekesi sırasında "Kürt Teali ve Teavün Derneği" (Kürt Yüksetme ve Yardımlaşma Derneği)ne girmiş ve bu derneğin şubesini kendi yöresinde açmıştı. Paris Barıs Konferansı'na, hağımsız Ermenistan ve Kürdistan tezleriyle başvuran Ermeni Boğos Paşa ile Kürt Şerif Paşa anlaştılar. Haydar Bey, Seyit Abdülkadir Bey'le haberleşiyordu. Haydar Bey Divrıği Kaymakamlığı'na atandıysa da, oraya gitmedi. Ailesiyle Tunceli'de (Dersim) yerleşti. Haydar Bey, bölgedeki eşkiya Alişir'i yakalamakla görevlendirildiyse de, olayı anlaşma ile çözdü. Ankara ise bir yandan düşman, bir yandan da iç ayaklanmalarla uğraşıyordu. Bu sebeple buraya yollayabileceği kuvveti olmadığı için bu sonucu olumlu karşıladı. Asker kaçaklarını ve eşkiyayı yakalamak için 14 Şubat 1921'de İmranlı'ya gelen 6. Süvari Alayı'na karşı yoğun bir propoganda başladı. Asker kaçaklarını yakalamaya başlayan bir bölüğe asiler saldırdılar, bölük Zara'ya kaçtı. Bundan cesaret alan asi lideri Zalim Çavuş, İmranlı'da bulunan Alay Komutanlığı'na, kasabayı terk etmelerini bildirdi. Kasabada Bucak Müdürü olan Haydar Bey ise bütün hareketin planlayıcısı olduğu icin, olayların gelişmesini seyrediyordu. Alay, tehdide boyun eğmeyince asiler kasabaya saldırdılar. Alay ağır kayıp verdi, cephanesi de tükenince asilere teslim oldu ve asiler İmranlı'ya girdiler. Haydar Bey esir edilen subay ve memurları misafir etmek bahanesiyle fakat gerçekte rehin almak için evine götürdü. Diğer yandan asiretlere mektup yazıp her kabileden 50 atlı istedi. Fakat bir mektubu Hükümet'in eline geçince durum anlaşıldı. Haydar Bey'in adamı Alişan 500 silahlı ile yardıma geldi.

Sivas Valisi bölge şeyhlerine ve aşiret başkanlarına çağrı yaparak, olayın yatıştırılmasına yardımcı olmalarını istedi. Fakat aşiret bakanları ve şeyhleri, ordunun bir süredir sayım yaptığını, hükümetin Ermenilere yaptığı gibi, Kürtleri de yok etmek niyetinde olduğu endişesiyle Koçkiri Aşireti'nin ayaklanmış olduğu yanıtını verdiler. Yalan propogandaların ne kadar etkili olduğu görülüyordu. Bunun üzerıne asilere nasihat etmek ve bu asılsız iddialara inanmamalarını sağlamak için tanınmış kişiler gönderildi. Fakat asiler zaman kazanmak için oyalama yapıyorlardı. Bunun üzerine yörede 10 Mart 1921'de sıkıyönetim ilan edildi.

Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa "Sefer yetkisi ile" ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Yayınlanan bildiri ile tenkil harekatının asilere karşı olup, halkın can, mal, ırz ve namus güvenliğinin Hükümet'in teminatı altında olduğunu bildirdi. Asilere 48 saatlik teslim olma süresi tanındı. Teslim olmayanların ve Hükümet kuvvetlerine silahla karşı koyanların, mallarına el konacağı, evlerinin yakılıp ve yıkılacağı ilan edildi. Komutanlık halka zarar gelmemesi için gereken bütün önlemleri de aldı. Asi lideri Alişan, hükümete yardım eden köylüleri öldürterek korku yaratmaya ve kürtçülük hareketini güçlendirmek için Türklere karşı kıyıma girişti. Ayaklanma 8 Nisan'a kadar daha da yaygınlaştı. Koçkiri, Dersim Aşiretleri Hükümet'e bir nota göndererek, bölgeye, bir Kürt vali atanmasını, aksi halde ayaklanmanın Dersim'den başka, Erzincan, Van, Diyarbakır ve Erzurum'a yayılacağı tehdidinde bulundular.

Bu durum karşısında Merkez Ordusu 11 Nisan 1921'de tenkil harekatına başladı. Halkın da katıldığı bu harekat ile asilerin Fırat'ın doğusuna çekilmelerine fırsat verilmedi. Asi köyleri ele geçirildi. 13 Nisan'da Çakşur'da asiler ağır kayıp verdiler. Giresun Alayı da tenkit harekatma katılınca asiler her yerde ağır yenilgiye uğradılar. 22 Nisan'da asiler hemen her yerde temizlenmişlerdi. 23-27 Nisan arasında hemen bütün asiler yakalandılar. Kaçan asi şefleri halk kuvvetleri tarafından sıkıştırıldı. Balaban Aşireti de kendilerine yardımı reddetti. Asiler, askeri birliklere teslim olmaya başladılar.

Asilere karşı en büyük çatışma 28 Nisan'da Çırageldi'de yapıldı. 28. Süvari Alayı ve Giresun Alayı birlikte saldırıya geçtiler. 1 Mayıs'a kadar süren çarpışmalarda asiler ve hükümet kuvvetleri ağır kayıplar verdiler. Fakat sonunda asiler ağır bir yenilgiye uğradılar ve Haydar Bey ile ileri gelen 56 kişi aman diledi. Dersim asilerinden 400 kişilik bir kuvvet 21 Mayıs'ta yeniden saldırıya, yağma ve öldürme olaylarına başladı. 17 Haziran'a kadar süren çatışmalarda asiler yenildiler. Haydar Bey'in kardeşi Alişan ve 32 asi şefi teslim oldular ve yargılanmak üzere Sivas'a gönderildiler.

Bu ayaklanma İkinci İnönü Savaşı'nın başladığı bir tarihte patlak vermişti. Yunan saldırısı ile Koçkiri Aşireti'nin aynı tarihlere rastlaması, bunun planlanmasında düşmanların nasıl programlı çalıştıgını göstermektedir. Kürt bağımsızlığını kışkırtanların amacı, Yunan saldırısı sırasında, Yunan ordusuna üstünlük sağlamak amacıyla Dersim yöresinde ayaklanma çıkarıp, Türk ordusunu sıkıştırmak idi. Gerçekten çok tehlikeli bir sırada ordunun önemli bir kısmı bu ayaklanmanın üzerine gönderildi. Ayaklanmayı bastıran Nurettin Paşa, önlem olarak bu iki şiretin dağılıp, Türk köylerinin yanlarına yerleştirilmesini önerdi. Fakat Meclisteki bu yörenin milletvekilleri bunu kabul etmediler. Bu ayaklanma da kapanmış kabul edildi.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Pontus Sorunu

M.Ö. 281'de Samsun-Trabzon arasında bir Pontus Krallığı kurulmuş fakat Romalılar buna M.S. 63'de son vermişlerdi. Bizans zamanında ise Kommen Ailesi, 1203 yılında bir Kırallık kurmuşlardı. Selçuklular zamanında ise Sinop ele geçirildi. Trabzon kuşatıldı ve Türklerle Pontus ilk kez mücadeleye başlamış oldular. Daha sonra Türklere, Moğollara vergi vererek varlıklarını sürdürdüler. Uzun Hasanla anlaşmış olan Pontus Krallığı'na, Fatih Sultan Mehmet 1461'de son verdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküntüye başlaması sonucu, bünyesindeki çeşitli Hristiyan azınlıklar gibi, bu bölgedeki Rumlar da "Pontus Devleti"ni yeniden kurma çalışmalarına başladılar. Bunda dış etken oldukça büyüktü. Merzifon'daki Amerikan Koleji öğretim ve idare kurulunun çalışmalarıyla 1904'de "Pontus Derneği" kuruldu. Çalışmalarını arttırarak kısa zamanda Anadolu'da yaygın bir örgüt haline geldi. Ayrıca "Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti" adıyla, terörcü ikinci bir dernek daha kuruldu. 1920 yılında Pontus çetelerinin tehlikesi karşısında Merkez Ordusu kurulduktan sonra, Koleje yapılan bir baskında, Pontus haritaları ve buranın Yunanistan'a katılmasına ait çeşitli kitapIar ele geçti. Durum, Kolejin Amerikalı yöneticisi White'ın yazmış bulunduğu bir mektubun ele geçmesiyle açıkça anlaşıldı. Mektupta Müslümanlık, Türklerin liderliğinde, Hristiyanlığın en büyük düşmanı olarak gösteriliyor ve Türkiye'nin parçalanması amaçlanıyordu.

Pontusçular bastırdıkları haritalarda, merkezi Samsun olmak üzere, Batum'dan İnebolu'ya ve Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan'ı içine alan topraklar üzerinde Pontus Devleti kurmak istiyorlardı. Yunan "Megalo İdea" sının genişliği ve Türkiye için ifade ettiği tehlike açıkça ortadaydı. Bir yandan Ege Bölgesi'ni, diğer yandan Doğu Karadeniz'i de ele çeçirmeye çalışıyordu. Yunanlıların sistemli çalışmaları ile son elli yıl içinde Samsun çevresine 30.000 Rum getirilmişti.

Birinci Dünya Savaşı'nda burada yaşayan Rumlar Yunanistan ve Rusya yararına casusluk yaptılar, Türk cephesi gerisinde düşmanlıktan geri kalmadılar. Ruslar Trabzon'u işgal edince, Rusları coşkuyla karşıladılar ve Trabzon Metropoliti Hrisantos şehir yönetimini ele geçirdi. Bu fırsattan yararlanan Rumlar serbestçe silahlanmaya başladılar. Rus ordusuna katılan Rumlardan bir gönüllü tümen kuruldu. Ancak 1917 Bolşevik Devrimi üzerine bu tümen de dağıldı. Mevcudu 12.000'e varan bu tümen, biraz daha çalışarak iki üç kat artabilirdi. Nondros Ateşkesi sırasında bu tümenin dağılmış olması İstiklal Savaşı başlangıcında büyük bir şanstı.

Rusların çekilmesinden sonra Pontusçuluk yine gizli duruma geldi. Paris Barış Konferansı sırasında Rumlar çok yoğun bir propandaya giriştiler. Samsun yöresinde Müslümanların Hristiyanları katlettikleri iddialarını ileri sürdüler. Diğer yandan yalan nüfus üstünlüğü iddialarında da bulunuyorlardı. Hatta buradaki Rumların, bu katliamdan kurtulmak için, Bolşevik tehlikesine rağmen Rusya'ya göç ettiklerini ileri sürüyorlardı. Troçki'ye de bir mektup yazarak, Pontus Cumhuriyeti'nin kurulması için yardım istediler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, seferberliğe gelmeyen veya kıtalarından kaçan Rumlar dağlarda çeteler kurmuşlardı. Yalnızca Bafra yöresinde ll Rum köyunden 1.500 silahlı Rum çetecisi çıkmıştı. Rumlar Türk köylerine saldırarak öldürme ve yağmaya başladılar. Mondros Ateşkesi'nden sonra ise Yunanistan'dan getirilen silahlar ve destek sayesinde kuvvetlendiler. İngilizler de kendilerini destekliyordu. Bundan yararlanarak Türk köylerine saldırıları çoğaldı. Yalnız Samsun yöresinde 700'den çok Türk'ü öldürüp, yağma ve tecavüzde bulunmuşlardı. Rumlar'ın bu şekilde saldırıları karsısında Türkler de kendilerini korumak için çeteler kurdular. Bunların en önemlisi, Topal Osman Ağa çetesiydi. Bu daha sonra İstiklal Savaşı'na büyük yararları dokunacak bir kuruluştu.

Bunlara karşı alınan önlemler yetersiz görüldüğü için 24 Nisan 1920'den sonra Merkez Ordusu kuruldu. 10.000 kişilik ordu 1921'de tenkil (bastırma) harekatına başladı. Samsun'daki Metropolit ve papazlar, yıkıcı çalışmaları yüzünden İstiklal Mahkemesi'ne verildiler. Merkez Ordusu'nun mevcudu 1922'de 20.000'e çıktı. Pontus tehlikesi ancak Şubat 1923'te kesinlikle ortadan kaldırılabildi. 10.886 çeteci yakalandı ve 11.188 asi öldü. Geri kalan Rumlar Yunanistan'a göç ettiler. Bu bölgede çalışan İstiklal Mahkemesi Pontus olayına katılmak ve kışkırtmacılık suçundan üçü Müslüman 174 Rum'u idam etti.
 

kerem71

Guest
Katılım
25 May 2008
Mesajlar
1,739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
çok harika bir calısma arkadasım eline saglık
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
DOĞU CEPHESİ (ŞARK CEPHESİ), Kurtuluş Savaşı sırasında
Kurtluş savaşlarına ilişkin liste için tıklayınız.

Doğu Anadolu’da General
Doğu Anadolu Bölgesi, Türkiye'nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Anadolu topraklarındaki konumunda doğuda yer alması nedeniyle Birinci Coğrafya Kongresi tarafından 1941 yılında böyle isimlendirilmiştir.

Kazım Karabekir komutasındaki 15. Kolordu’nun Ermeni ve Gürcülere karşı açtığı cephe. Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizlerin kontrolüne giren Kars ve yöresinde “şûra” hükûmetleri oluşturulmasına karar verildi. 17-18 Ocak 1919’da Kars’ta yapılan kongrede Cenubîgarbî Kafkas Hükûmeti Muvakkat-ı Millîyesi kuruldu. Önceleri bu oluşuma ses çıkarmayan İngilizler daha sonra geçici hükûmeti tanımayacaklarını belirterek Kars’ın Ermenilere verilmesini istediler. Bu gelişme doğrultusunda geçici hükûmet dağıtılarak Kars yöresi Ermenilere bırakıldı. Kısa sürede harekete geçen Ermeni kuvvetleri 17 Şubat 1920’de Çıldır’a kadar ilerlediler. Bu arada İngilizler, Artvin bölgesinde Gürcüleri güçlendirmek istiyordu. Mütareke’den sonra Ardahan ve Batum’un da yönetimini üstlendiğini açıklayan “Kars Millî İslam Şûrası” adlı hükûmet, Gürcü birlikleri tarafından dağıtıldı. Bu arada Batum’daki “İslam Gürcistanı” adlı örgüt, bölgenin Gürcistan’a bağlanması için çalışıyordu. 1920’de İngilizlerin boşaltmasıyla Artvin, Ardanuç, Şavşat ve Batum’a Gürcü birlikleri girdi.

Bu gelişmeler sırasında Mustafa Kemal, 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’e, seferberliğin başlatılıp Dağıstan ve Azerbaycan Hükûmetleri’yle ilişki kurulmasını istemesi üzerine gerekli hazırlıkları yapan 15. Kolordu, 4 tümen, 15.811 asker, 20.782 tüfek, 56 makineli tüfek ve 40 topla harekete hazır hâle getirildi. Kâzım Karabekir’in Ankara Hükümeti’nden harekât izni istemesine karşın San Remo Konferansı’nın devam ediyor olması ve Sovyet Rusya Hükûmeti ile gerekli ilişkinin kurulamaması gibi gerekçelerle bir süre ertelenen harekât emri, San Remo Konferansı’nın sona ermesi ve Sovyet Rusya’nın Ermenilere karşı girişilecek bir operasyonu engelleyeceğinin öğrenilmesi üzerine 20 Eylül 1920’de verildi. 28 Eylül 1920’de harekete geçen ordunun ertesi gün Sarıkamış’a girmesi üzerine direnemeyeceklerini anlayan Ermeniler geri çekildi. Daha sonra şiddetli çatışmalar başladı. Harekât devam ederken Ankara Hükûmeti, Gürcülere “Ardahan’a girilmeyeceği” garantisi verdi. Doğu Cephesi birlikleri direnişi kırarak 30 Ekim 1920’de Kars’a girdi. Ankara Hükûmeti’nin, Ermenilerin ateşkes isteğine karşı Gümrü’nün boşatılmasını şart koşması ve Ermenilerin bunu kabul etmemesi üzerine Türk birlikleri Iğdır’a girdiler. Sonuçta Ermenilerin ateşkesi kabul etmesiyle 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı. Kızılordu’nun Gürcistan’ı işgal etmesinin ardından 23 Şubat 1921’de Ardahan ve Artvin de Türk topraklarına katıldı. Doğu Cephesi harekâtının sona ermesiyle Artvin, Şavşat, Posof, Ardahan, Kars, Çıldır, Iğdır, Tuzluca, Sarıkamış ve Oltu, Türk topraklarına katıldı. Harekâtın başarıyla sonuçlanmasından sonra Doğu Cephesi birlikleri Batı Cephesi’ne kaydırılarak Yunanlılara karşı mücadelede büyük başarı sağlandı.
Şark cephesi

Brest Litowsk Antlaşması'ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu 1878'de Ruslar'a kaybettikleri Batum, Kars, Ardahan'ı, plebisit yapılarak elde etme hakkını kazandı. Türk ordusu Nisan-Temmuz 1918 arasında Batum'dan Bakü'ya kadar olan yerlere girdi. Osmanlı Devleti buraları ele geçirir geçirmez Elviye-i Selase'de (Batum, Kars, Ardahan) plebisit yaptırdı. 14 Temmuz'da yapılan plebisitte 87.084 kişiden 84.124'ü Osmanlı Devleti lehinde oy kullandı. Fakat bu topraklar uzun süre elde tutulamadı. Mondros Ateşkesi hükümleri gereğince Türk kuvvetleri 1914 sınırlarına çekilerek buraları terk ettiler. Türk ordusu buradan çekilirken milis örgütler kurmuştu. "Milli Şüra" adını alan bu örgütlerin en etkilisi Kars'taki İslam Şurası idi. 5 Kasım 1918'de kurulan bu örgüt 17 Ocak 1919'da bir kongre toplayıp "Cenub-i Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi" adındaki Kağızman, Iğdır, Şavşat, Nahcıvan, Ordubad şehir ve kasabaları içine alan bu Hükümetin ağır silahları olmayan küçük bir ordusu da vardı. 13 Ocak 1919'da Kars'a giren İngilizler önce bu hükümete dokunmadılar. Fakat bir süre sonra Ermeni isteklerine uyan İngilizler, Geçici Hükümet'in Ermeniler'in geri dönmesini red etmesi ve İngiliz isteklerine karşı koyması üzerine 12 Nisan 1919'da Cihangiroğlu İbrahim Bey Hükümeti'ni dağıttılar üyelerini Malta'ya sürdüler. Bütün bölgenin yönetimine el koyacaklarını ilan ettiler. Fakat gerçekte yönetimi Ermeniler'e teslim ettiler. Ermeniler Erzurum ve Van'a kadar uzanan yerleri de istemeye başladılar Yörede inceleme yapmaya gelen General Harbord 22 Eylül 1919'da M. Kemal ile görüştü. Ermeni ve İngiliz iddialarının asılsızlığını gördü.


Ermeni Harekatı

B.M.M. nin açılışını izleyen tarihte bir yandan iç ayaklanmalar ülkeyi sarsarken, diğer yandan 22 Haziran'da Yunan ordusu saldırıya geçerek Bursa'yı aldı. Batıda bu gelişmeler sürerken, Doğu'da da Ermeni saldırıları tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Ermeniler Paris Barış Konferansı'na da başvurarak Türkiye'de 2.100.000 Ermeni bulunduğunu ileri sürerek "Altı Vileyet"e ek olarak, Adana, Mersin, İskenderun, Sivas, Tokat, Amasya, Trabzon ve hemen bütün Doğu Anadolu'yu içine alan toprakların kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mondros Ateşkesi'nden sonra 9. Ordu kaldırılınca 15. Kolordu kurulmuştu. Kolordunun Komutanı Kazım Karabekir Paşa Ermeni saldırıları karşısında, Kars-Bakü yolunu açmak, Ermenilerin İslam halka yaptıkları zülmü durdurmak ve Ermenilerin saldırısına fırsat vermeden Elviye-i Selasiye'yi (Kars, Ardahan, Batum) ele geçirmek için hazırlıklara başladı. İstanbul'un işgali ve Doğu'nun Ermeniler'e verileceğinin duyulması üzerine buradaki Kürt aşiretleri, Karabekir'e başvurarak "Din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye katılamaya hazır olduklarını." bildirdiler.

Ermeniler'in müslümanlara karşı zulmü her geçen gün artıyordu. Bu sırada Kızılordu, Denikin ordusunu yenmiş ve Kafkasya yolu açılmıştı. Kızılordu'nun buraları işgali an meselesi idi. Bunun üzerine M. Kemal Paşa Karabekir'e düşüncesini sordu. Karabekir, fazla beklemeden Brest Litowsk'ta çizilmiş sınırlara kadar olan yerlerin (Kars, Ardahan, Batum) hemen işgali gerektiği yanıtını (28 Mart 1920) verdi. Bu sırada Ermeni konusu Paris ve San Remo'da gündeme gelmişti. Fakat İngiltere, konuyu eskisi kadar desteklemiyordu. A.B.D. Başkanı ise Ermeni mandası yanlısıydı. General Harbord bunun için 59.000 askere ve 750 milyon dolara ihtiyaç olduğunu bildirmişti. Büyük devletlerin Ermeni sorununu gündeme getirdiği bir sırada T.B.M.M. Ermeniler'e taarruz edilmesinin zararlı olacagını düşündü ve Kazım Karabekir'e saldırıyı ertelemesini bildirdi. Fakat Kızılordu'nun Kafkasya'ya girmesi üzerine T.B.M.M. Hükümeti taarruza karar verdi ve 9 Haziran 1920'de Doğu illerinde kısmi seferberlik ilan edildi. 15. Kolordu Komutanlığı, Doğu Cephesi Komutanlığı'na çevrildi ve yetkileri genişletildi. Bu sırada (15 Haziran) Sovyet Hariciye Komiseri Çiçerin'in mektubu geldi. Ruslarla başlayan iyi ilişkilerin bozulmaması için Ermeni harekatı yine ertelendi. Sovyetler Birliği ile görüşmelere giden Bekir Sami Bey Çiçerin'le görüştü. Çiçerin Kars, Ardahan, Batum'un Ermenilere geri verilmesini istedi. M. Kemal Paşa Misak-ı Milli sınırlarını parçalayan bu öneriyi geri çevirdi. Ermeniler de 12 Ağustos'tan itibaren Oltu bölgesinde saldırıya geçip,Türk halka zulme başladılar. Türk ordusuna da saldırmaktan çekinmiyorlardı. Durumu 23 Eylül'de T.B.M.M.'ne yazan Kazım Karabekir 27 Eylül'de karşı taarruza geçeceğini belirtti. Ermeniler zaten 24 Eylül tarihinde genel taarruza başlamışlardı. Türk ordusu 28 Eylül sabahı karşı taarruza başladı. 29 Eylül'de Sarıkamış kurtarıldı. Fakat Sovyetlerin alacağı durumun beklenmesi için ileri harekat durdu. Sovyetler eski görüşlerinde ısrar edince, M. Kemal, Misak-ı Milli'den ödün verilmeyeceğini bildirdi.

21. Ekim'de de Karabekir Paşa'nın isteği kabul edilerek, Ermeni ordusunu yok etmesi izni verildi. 28 Ekim'de yeniden taarruza başlayan Türk ordusu 30 Ekim'de Kars'ı geri aldı. Ermeni ordusu çok ağır bir yenilgiye uğratıldı. 1.100 ölü ve 1.500 esir verdiler ve ağır silahlarını bırakmak zorunda kaldılar. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşan Türk ordusu ilerleyişini durdurdu. Ermeni siyasi varlığını ortadan kaldırmak amacında olmayan Türkiye, Taşnakların gücünü kırarak hedefine ulaşmıştş. Gümrü'yü de terk eden Ermeniler barış istemek zorunda kaldılar ve 17 Kasım'da Ateşkes kabul edildi. Gümrü'de başlayan görüşmeler sonunda 3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imza edildi. T.B.M.M.'nin ilk askeri başarısı sonucu ilk anlaşması olan Gümrü ile Kars, Sarıkamış, Kağızman, Rulp ve Iğdır yeniden Türk topraklarına katıldı. Bu sırada B.M.M. Hükümeti Gürcistan'a bir nota vererek, Ardahan, Artvin ve Batum'un Türkiye'ye bırakılmasını sağladı.

Bu antlaşmanın imzalanması ile Türkiye Doğu Cephesinde üstün geldi. Barışın sağlanmasıyla, bu cepheden önemli sayıda asker, silah ve cephane Batı Cephesi'ne taşındı. 5 Aralık 1920'de Ermeni Hükümeti Sovyetleştirilince, burada Sovyetler egemen oldular. Sovyetler barış antlaşmasının değiştirilmesini istiyorlardı. Ankara bunu kesin bir şekilde red etti. Öyle görülüyordu ki, bu cephede kesin barış henüz sağlanmış değildi. Sovyet istekleri, Ermeni isteklerinden farksız olduğu için Türk-Ermeni sorununun yerini, Sovyetlerin Ermenistan'ı ele geçirmesinden sonra Türk-Sovyet sorunu aldı ve Moskova Antlaşması'na kadar sürdü.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
TRAKYA CEPHESİ

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra; Edirne-İstanbul demiryolunu kontrol etmek üzere bir Fransız alayı Trakya'ya yerleşmiş bulunuyordu. Fransız Generali Franchet D'Esperey ile Yunanistan Başbakanı Venizelos arasında imzalanan antlaşma ile Kuleliburgaz-Hadımköy hattı Yunan Ordusunun işgaline terk edilmişti.

Bu gelişmeler karşısında, I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Eğilmez Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın 9 Ocak 1920 tarih ve 55 sayılı emrine uyarak bütün Edirne vilayetinde sıkıyönetim ve seferberlik ilan etti. Diğer taraftan Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, 31 Mart 1920'de Lüleburgaz'da yaptığı ilk kongresinde dış tecavüzler ve iç ayaklanmalar karşısında her türlü tedbir alma yetkisini kolordu komutanına ve merkez heyetine vermeyi kararlaştırdı.

San Remo Konferansı'nda, İtilaf Devletleri Edirne ile birlikte Doğu Trakya'yı da Yunanistan'a bırakmayı kararlaştırdılar.

9 Mayıs 1920'de Edirne'de toplanan Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, 2'nci kongresinde Edirne ve Doğu Trakya'nın Yunanistan'a bırakılmasını kesinlikle reddetti ve ülke topraklarının savunulmasını kararlaştırdı. Bu amaçla, yerli halktan asker toplamayı ve silahlı savunma tedbirleri almayı kararlaştırdı. Ayrıca, Cemiyet programını değiştirmekle birlikte ismini de Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti haline getirerek, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin şubesi olmuştu.

Sevr Antlaşması'nın imzalanmasını kolaylaştırmak, Osmanlı İmparatorluğu'na fiilen olduğu kadar hukuken de son vermek amacı ile İtilaf Devletlerinin de teşviki ile Yunan Ordusu bir taraftan Anadolu'da bir taraftan da Trakya'da harekete geçti. 20 Temmuz 1920'de başlayan Yunan Taarruzu sonunda Edirne 24 Temmuz 1920'de düştü. Sevr Antlaşmasının imzalanmasını takip eden günlerde Yunan Hükümeti kendi meclislerinden geçirdikleri bir kanunla Doğu ve Batı Trakya'yı bir genel valilik halinde Yunanistan'a kattığını ilan etti. Yunanlılar tarafından Edirne ve Doğu Trakya'nın ilhakına rağmen, Trakya'da işgale karşı silahlı mücadele devam etmiştir.

Anadolu'da kazanılan büyük zafer ve orduların Boğazları geçerek Trakya'yı kurtarmak için harekete geçmeleri kararı karşısında, Boğazlarda bulunan İtilaf Devletleri ateşkes anlayışı içinde olmuşlardır. 15 Ekim 1922'de yürürlüğe giren Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Doğu Trakya, Yunan kuvvetleri tarafından boşaltıldı. 25 Kasım 1922'de Edirne Valiliğine tayin edilen Şakir Bey (Kesebir), Türk yönetimini yeniden kurmuştur. Lozan Konferansı sonunda, Yunanlıların Anadolu'da yakıp yıktıklarına karşılık, savaş tazimanatı olarak Karaağaç ve Bosnaköy Köprübaşlarının da Anavatana katılması kararlaştırılmıştır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
GÜNEY CEPHESİ

Mondros Ateşkes'inden sonra İngilizler ve


Fransızlar, haklı bir gerekçeleri olmamalarına rağmen, antlaşma hükümlerine aykırı olarak çeşitli yerleri işgale başladılar.


Birinci Dünya Savaşı içinde imzaladıkları gizli antlaşmalar doğrultusunda Güney Anadolu'da da İngiliz ve Fransız işgalleri başladı. 3 Kasım 1918'de Musul ve 9 Kasım'da da İskenderun'u işgal eden İngilizler, bu haksızlıklarını daha da genişlettiler. 6 Aralık'ta Kilis'i işgal ettiler. İngiliz birliklerindeki Hintli Müslüman askerlerin, üzgün Türk halkını sevgiyle selamlamaları İngiliz subayları ve Ermenileri kızdırdı. Burada resmi binaları işgal eden İngilizler, lise binasına da yerleşince eğitim durdu. Bütün haberleşmeye el koyan İngilizler Kilis'in dışla ilişkisini kestiler. Halkın elindeki yiyecek maddelerini kendilerinin belirledikleri fiyattan zorla aldılar. Silahları toplamaya başladılar.

İngilizler, önemli bir ticaret merkezi olan Antep'i de 17 Aralık 1918' de işgal ettiler. Bu işgali Ateşkes'in 7. maddesi gereğince yaptıklarını ileri süren İngilizlerin Antep'i işgali buradaki Ermenilerin şımarmalarına ve taşkınlıklarına yol açtı. Şehrin resmi binalarını ele geçiren İngilizler, aydınları ve ileri gelenleri uydurma bahanelerle Mısır'a sürdüler. Ermeni tehciri suçlamalarıyla bir çok Türk'e işkence yapıldı. Silah toplamaya başladılar. Buna karşılık Ermenilere silah dağıtıyorlardı. Bu durum karşısında Antepliler miting yaptılar ve "Cemiyet-i İslamiye" adında bir dernek kurdular.

İngilizler 22 Şubat 1919'da Maraş'ı ve 24 Mart 1919'da Urfa'yı yine aynı uydurma bahanelerle işgal ettiler. Her girdikleri yerde Ermenilerle yakın ilişki kurup Türklere karşı onur kırıcı, zalimce işlemler yaptılar. Türk halkının ileri gelenleri asılsız suçlamalarla tutuklanarak sürgün ediliyor ve böylece, başsız kalan halkın direnmeyeceği zan ediliyordu.

Özellikle Ermenilerin taşkınlıklarının ve Türklere yaptıkları kötülüklerin tepkilerine karşı önlemlerini ve baskılarını çoğalttılar.

Diğer yandan Diyarbakır bölgesinde de sürekli olarak zararlı propagandalar yapıyorlardı. Bu yörede Kürtçülük hareketini destekleyip İngiliz-Fransız güdümünde Kürdistan kurmak istiyorlardı. Bu sebeple bazı aşiretleri elde etmişlerdi. İngiliz Binbaşısı Nowel bu yöredeki Kürtçülük hareketlerini destekliyor, örgütlüyor, para yardımı yapıyor ve bağımsızlık vaatleriyle aldatıyordu.

Fransızlar ise 21 Ocak 1919'da, Mersin Osmaniye ve Adana'yı işgale başladılar. Onların gelişiyle birlikte Ermeniler taşkınlıklara başladılar. Fransızlar burada Ermeni nüfusunun çoğalması için Ermenilerin gelmesini teşvik ettiler. Adana yöresinde jandarma birliklerini düzenlemek bahanesiyle jandarma birliklerini Ermenilerden kurdular. Ermenilerin her çeşit kötülüğüne göz yumarken Türklerin ileri gelenlerini görev başından uzaklaştırdılar. Önemli komutanlarını halkı kışkırtıyor iddiaları ile Suriye'deki esir kamplarına gönderdiler. Bu haksızlıklar karşısında halk çeşitli yerlerde silaha sarılarak Ermenilere ve Fransızlara karşı canını, namusunu ve malını korumaya başladı. Bu olaylar üzerine bir Amerikan soruşturma kurulu Adana'ya gelerek çeşitli ırk ve dinlere mensup ileri gelenlere Adana'nın idaresi hakkında fikirlerini sordu. Amerika, bölgenin kendi mandasında kalmasını istediyse de Kongre buna yanaşmadı. Burada nüfusun çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Ermeniler ise ancak % 20 kadardılar.

İngiltere ve Fransa Orta Doğu konusunda 15 Eylül 1919 tarihinde aralarında yeni bir antlaşma yaptılar ve Orta Doğu'yu "Manda" sistemi ile paylaştılar. Buna göre Irak ve Filistin İngiliz Mandasına, Suriye ve Lübnan Fransız mandasına bırakıldı. Dolayısıyla Antep, Maraş, Urfa Fransa'ya kalıyordu. Bu antlaşmaların sonunda İngilizler, 29 Ekim 1919 da Kilis'i, 30 Ekim'de Maraş'ı ve Urfa'yı ve 5 Kasım 1919'da da Antep'i Fransızlara devrettiler Fransızlar bu şehirlere geldikleri günden itibaren Türklere karşı baskı ve şiddete başvurdular. Ermenilerden kurdukları birlikleri de beraberlerinde getirerek, onların her çeşit kötülüğü yapmalarına göz yumdular. Yöreyi işgal eden Fransız komutan Türk halka bir bildiri yayınladı. Bu bildirinin hükümleri Fransızların nasıl bir tutum içinde olduklarını yorum yapmaya gerek bırakmayacak bir biçimde ortaya koyuyordu:

1- Ne için taşıdığını tahkikata bile lüzum görmeksizin üzerlerinde revolver bulunan bir adamın kurşuna dizilmesi 2- Kargaşalık çıktığında ölen veya yaralanan Fransız askerine karşılık, yerli halktan iki adamın kurşuna dizilmesi ve bunların kur'a ile seçilmesi 3- Bir evden silah atılırsa yakılması 4- Osmanlı Hükümeti memurlarının böyle bir durum ortaya çıkmasında idare haklarının ve hakimiyetlerinin iskatı ve sokaklarının mitralyöz, bomba ve gazlı mermilerle ateş altına alınması.

Antep'te Türk bayrakları indirtilerek yerlerine Fransız bayrakları çekildi. Türk kadınlarının çarşaflarının yırtılması, yüzlerinin zorla açılması gibi çirkin olaylar yaratan işgal kuvvetleri, direnen Türkleri de öldürüyorlardı. Ermenilerin taşkınlıklarının olayları büyüteceğini gören Fransızlar, Ermeni taburunun yerine Cezayir taburunu getirdilerse de artık durum değişmedi. Türk Ulusu'nun sabrı taştı.

KUVA-YI MİLLİYE'NİN KURULUŞU

M. Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesinden sonra, 8 Ağustos 1919'da yayınlanan bir bildiri ile, memleketi haksız yere işgal eden İtilaf Devletleri'ne karşı, Türk bağımsızlığını korumak için, ulusal kuvvetlerin kurulması ulusun kendi iradesiyle egemenliğine sahip çıkması duyuruldu. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür ilkesi ile yeni Türk vatanının sınırları belirtilmeye çalışılıyordu. Sivas Kongresi tüm ülkeyi bir inanç ve otorite altında toplarken, Güney Cephesi de Ali Fuat Paşa'nın komutasına verildi. Daha sonra 29 Haziran 1920'de cephe, İran sınırından Fırat Nehri'ne kadar Elcezire Cephesi ve Fırat'tan Antalya'ya kadar Adana Cephesi Komutanlıkları olarak ikiye bölündü.

Fransızların bu bölgeyi işgal etmesi üzerine her yerde halkın girişimiyle ulusal birlikler kurulmaya ve düşmana karşı silahlı mücadeleye başlandı. Sivas Kongresi'nden sonra da bu kuvvetlerin başına M. Kemal Paşa tarafından komutanlar atandı. Topçu Kemal Bey "Doğan" takma adıyla, piyade yüzbaşısı Osman Bey "Tufan" takma adıyla, yüzbaşı Ratip Bey "Sinan Paşa" takma adıyla Adana Cephesi'nde büyük hizmetler yaptılar. Güney Kuva-yı Milliyesi, gerçek anlamda bir halk hareketiydi. Eşkıya, çeteler ve zorbalar Kuva-yı Milliye'ye katılmadılar. Kuva-yı Milliye yalnız vatanseverlik ve Türklük duygusuna dayanıyordu.

Fransızlara karşı Suriye'de kurulan Arap Ulusal Hareketi, Türkiye'nin güney cephesinin yükünü hafifletti. Fransızlar hem Suriye'de hem de Güney Doğu Anadolu'da savaşmak zorunda kaldılar. M. Kemal Türk-Arap işbirliğini sağlamak, Fansızlara karşı birlikte savaşılmasını teşvik ettiyse de Faysal buna yanaşmadı. Fakat yine de Türkiye ile anlaşmak isteyenler vardı. Özellikle, daha önce Türk ordusunda yetişmiş olan Arap subaylar Türkiye ile işbirliğinden yanaydılar. Bu ilişki Fransızları çok endişelendiriyordu .

Güney Cephesi'nde Kuva-yı Milliye'nin kurulmasından sonra Fransızlara karşı şu savaşlar yapıldı.

1- Maraş Savunması : 20 Ocak-10 Şubat 1920 2- Urfa Savunması : 9 Şubat-11 Nisan 1920 3- Antep Savunması : 1 Nisan 1920-8 Şubat 1921 4- Adana Savunması : 21 Ocak 1920-20 Ekim 1921

MARAŞ SAVUNMASI

İşgal ettikleri Güney Anadolu şehirlerinde Ermenilerle birlikte Türk halkına karşı zulüm yapan ve onur kırıcı davranışlarda bulunan Fransızlar, Türk Ulusu'nun er geç ayaklanacağını bildikleri için daha Ocak 1920 başından itibaren Maraş'a yeni birlikler getirmeye başladılar. Bu kuvvetler Türk saldırılarıyla yıpratılmaya başlandı. Fakat Fransızların yolları üzerinde Türk köylerinde ırza tecavüze kadar varan saldırıları Türk halkını topluca direnişe itti. 20 Ocak 1920 tarihinde Maraş'ın ileri gelenlerini tutuklamaya ve hükümet binasını işgale başlayan Fransız birliklerine halk ateş açtı ve onları geri püskürttü. Fransız birlikleri şehri yoğun top ateşine tuttular. Fransız ve Ermeniler tarafından bir kale gibi korunan ve cephanelik haline getirilmiş olan kilise, 200 Türk mücahidinin saldırısı ile ele geçti.

Maraş'ta silahlı halk direnişinin başlaması üzerine M. Kemal Paşa 24 Ocak tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Suriye'de bulunan Arap direniş kuvvetleri ile Türk direniş gücünün birlikte hareket ederek Fransızları iki ateş arasına alıp ezebileceğini belirtti. Kuva-yı Milliye komutanlarından, Fransızlara, Türk topraklarını terk etmeleri için bir nota vermelerini istedi. Bu bölgede, Adana dahil 10.000 Fransız askeri bulunuyordu. Fransızların yeni kuvvetler getirmesi olasılığına karşı da gerilla savaşı yapılmasını ve Kolordu'ya da Fransızlara karşı savunması için gereken emir verildi. Yeni kuvvetler getiren Fransızlar karşısında Türk direnişi, bütün şiddetiyle yılmadan sürdü. Maraş halkı ellerinde yeterli silah, cephane, yiyecek ve ilaç olmadığı için, soğuk kış şartlarında en modern silahlarla donatılmış Fransız birlikleri karşısında son güçlerini kullanıyorlardı. Fakat Fransızların da durumu iyi değildi. Güneyde Araplar da Fransızlara saldırmaya başlamışlardı. Bir aşiret de Fransızlara doğru ilerliyordu. Türk ulusal kuvvetleri de 8-9 Şubat'ta Urfa'ya girdi. Fransızlar, İngilizler aracılığı ile M. Kemal Paşa'ya başvurarak isteklerini öğrenmek istediler. M. Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye adına verdiği yanıtta, her şeyden önce Fransızların Kilikya, Maraş, Antep ve Urfa'yı boşaltmaları gerektiğini bildirdi. Diğer yandan da 11 Şubat'ta, Adana, Pozantı ve Maraş'taki ulusal kuvvetlere taarruz emrini verdi. Bütün yöredeki Türk halkının Fransızlara karşı ayaklanmasını ve Fransızların Türk topraklarını terke zorlamasını istedi. Fransızlar da bu sırada Maraş'ı terke karar Yerdiler. 10-11 Şubat 1920'de Maraş'tan ayrılan Fransız birlikleri İslahiye'ye doğru kaçtılar. Yolda Türk saldırılarına uğrayan Fransızlar 200 kayıp daha verdiler. Maraş savaşında Fransız kayıpları küçümsenmeyecek kadar çok oldu. Bu yenilgi Fransızların moralini çok bozdu.

URFA SAVUNMASI

Ocak 1919'da Urfa'yı işgal eden İngilizler Ekim ayında şehri Fransızlara terk ettiler. Bütün yörede olduğu gibi, Fransızlar işgal ettikleri Urfa'da da Ermenilere dayanarak Türk halkına karşı onur kırıcı davranışlara başladılar. Ermenilerin intikam duygularıyla yaptıkları bütün taşkınlıklara göz yumdular. 800 yıl önce Haçlı Seferleri sırasında bu şehirde bir süre kaldıkları için tarihi hakları olduğunu ileri sürmeye başladılar. Resmi binaları işgal ve ileri gelenleri keyfi bir şekilde tutukladılar. Bu durum Urfa halkının ulusal duygularını kamçıladı. 29 Aralık 1919'da buraya atanan Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş), M. Kemal'in emriyle Fransızları buradan çıkarmak için çalışmaya başladı. Diğer yandan Urfa'nın güneyindeki aşiretler Maraş'a yardım için demiryolu üzerinde sabotaja ve Urfa'da bulunan Fransız ve Ermenilere saldırmak için hazırlıklara başlamışlardı. Namık Bey takma adıyla çalışan Ali Saip Bey, 3.000 kişilik bir kuvvet toplamayı başardı. Bu ulusal kuvvetler 7 Şubat 1920'da Urfa'daki Fransız Komutanlığı'na bir ültimatom vererek, şehrin 24 saat içinde boşaltılmasını istediler. Fransız komutan verdiği yanıtta, aşiretlerin düşmanı olmadığını, Suriye'de bulunan General Gourad'a yazıldığını ve onun emrinin gelmesine kadar beklenmesini rica etti. Fakat Türk kuvvetlerinin beklemeye tahammülü yoktu. Urfa'ya giren Türk kuvvetleri, 8-9 Şubat gecesi buradaki Ermenilerle desteklenmiş 560 kişilik Fransız birliğini Gureba Hastanesi'nde kuşattı. Bir süre taraflar ateş açmadılar. 9 Şubat'ta silahlı çatışma başladı. Fransızlar şehri terk etmeyi ret ettiler. İngilizler bütün tarihi gerçeklere gözlerini kapatıp, 19 Şubat'ta Osmanlı Hükümeti'ne baskı yaparak, yaptıkları seferleri İstanbul'un Türklerde kalmasına karar verildiği bir sırada, Güney'de Ermenilere karşı katliama girişildiğini ileri sürüp, bu olaylardan (Urfa, Maraş halkının vatan savunması) vazgeçilmesini, Yunanlılara karşı yapılan saldırıların da durdurulmasını istediler. Harbiye Nezareti aynı gün Kolordulara çatışma yapılmamasını bildirdi. İngilizler batı kamuoyunda Güney Doğu'da Türk halkının direnişini, Müslümanların Ermenileri katlettikleri şeklinde duyuruyorlardı. Oysa Fransız ve Ermeniler Maraş'ta, Türk halkını kadın ve çocuk demeden katlediyorlardı. İstanbul Hükümeti İngilizlerin oyunlarını anlamadığı için, İstanbul'un Osmanlılara bırakılmasını büyük bir kazanç zannederek M. Kemal Paşa'nın örgütlenme hareketinden vaz geçmesini ve Kuva-yı Milliye hareketinin durdurulmasını istedi. M. Kemal 11 Şubat'ta verdiği yanıtta Türk Ulusu'nun hakları verilinceye kadar silahların bırakılmayacağını Kuva-yı Milliye'yi durdurabilmek için Fransızların Adana'yı terk etmeleri gerektiğini bildirdi. Fakat bu sırada Urfa direnişi de zayıflamaya başladı. Bazı Urfalılar M. Kemal Paşa'ya başvurarak(l9 Mart 1920) Kolordunun hemen yardıma gelmesini, halkın direniş gücünün tükendiğini bildirdiler. M. Kemal Paşa, 13. Kolordu'ya gereken emrin verildiğini, Fransızların da çok zor durumda olduğunu belirterek, direnmenin sürdürülmesini istedi. Kolordu Urfa'ya gereken yardımı yapmadığı halde, Fransızların direnme gücü kalmadığı için, 10 Nisan 1920'de silah ve cephaneleriyle Urfa'yı terk ettiler. Bu savaşta 250 ölü ve 163 yaralı vermişler, yani kuvvetlerinin yarısını yitirmişlerdi. Fransızlar Maraş yenilgisinden sonra Urfa'da da yenildikleri için moralleri iyice bozuldu. Bu durum Arap direnişçilerine de moral veriyordu. Fransızlar Urfa'ya yeniden saldırmayı düşündüler. Fakat 13. Kolordu'nun savunma önlemlerini almasından sonra vaz geçtiler.

ANTEP SAVUNMASI VE ADANA SAVAŞI

Fransızlar, Antep'i İngilizlerden devraldıktan sonra, Ermenilerin taşkınlıklarına seyirci kaldılar ve köylerde ırza tecavüz olaylarına kadar varan, can, mal ve namus güvenliğini ortadan kaldıran davranışlarda bulundular. Bu durum üzerine,köylüler ve ulusal kuvvetler Çatalmazı Boğazı'nda Fransızlara saldırarak bir çoğunu öldürdüler. Fransızlar bölgeyi elde tutmak için yeni kuvvetler getirmeye başladılar. Antep'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin bir şubesi açıldı. Üsteğmen Salih "Şahin" takma adıyla Kuva-yı Milliye Komutanlığı'na getirildi. Ulusal Kuvvetler Antep'e ilerleyen 1.000 kişilik bir Fransız birliğini yendiler. Antep'te sıkışan Fransızlar ise yardım istediler. Bunun üzerine üç piyade alayı, 200 süvari, bir top bataryası, dört tank, ağır ve hafif makineli tüfeklerle donatılmış bir Fransız kuvveti Antep'e, doğru yola çıktı. Şahin, emrindeki zayıf kuvvetlerle, bunlara saldırdı, sonuna kadar savaşarak, Fransızların süngüleri altında şehit oldu. Ulusal kuvvetler saldırılarını durdurmadılar. Fransızlara her yerde saldırdılar. Ancak bu kuvvetler bir komuta altında değildiler. Bu sebeple Kılıç Ali Bey, Mustafa Kemal'in emriyle Antep'e gelerek Kuva-yı Milliye Komutanlığı'nı üstüne aldı. Antep halkı 1 Nisan 1920 tarihinde Fransız ve Ermenilere karşı ayaklandı. Fransızlar çok üstün kuvvetlerle Antep'e saldırdılar, yoğun top ateşine tuttular. Kılıç Ali Bey Fransızların isteklerini ret ederek savaşı sürdürdü. 19 Nisan'da ulusal kuvvetler Mağarabaşı Savaşı'nda büyük başarı elde ettiler. Fransızlar Antep saldırısına son vermedikleri için çarpışmalar sürdü.

Adana yöresinde de aynı sıralarda olaylar başladı. 1918 sonunda Adana işgal edilmiş ve hemen arkasından Ermeni akını başlamıştı. Fransızlarla birlikte gelen Ermeniler şehirde yağma, öldürme, tecavüz olaylarıyla dehşet yarattılar. Türk bayrakları yırtılarak Fransız ve Ermeni bayrakları çekildi. Polis Müdürlüğü'ne bir Ermeni getirildi, Bundan sonra Ermenilerin baskıları daha da arttı. Temmuz 1919'da Adanalıların büyük kısmı Toroslara doğru göçe başladı. Kuva-yı Milliye bundan sonra Fransızlara durmadan saldırarak, rahat vermedi. Toroslar'dan devamlı gelen saldırılar karşısında Gülek Boğazı'nı elde tutmak isteyen Fransızlar Pozantı'ya Binbaşı Menil komutasında bir tabur gönderdiler. Fakat Kuva-yı Milliye kendisini sıkıştırdığı için Menil Pozantı'da kapalı kaldı. Mnil'e yardıma gelen Fransızlar top, makineli tüfek kullanarak, yoldaki köyleri yakarak ve esirleri öldürerek ilerlemeye başladılar. Kuva-yı Milliye'nin direnişi üzerine Tarsus'a doğru çekilen 3.000 kişilik Fransız kuvveti Binbaşı Menil'e yardım edemedi. Takviye alan Fransızlar 19 Mayıs 1920'de 5.000 kişilik bir kuvvetle yeniden saldırıya geçtiler. Fakat bir avuç milis kuvvet karşısında başarılı olamadılar. Menil'e yardım gönderemeyeceğini bildiren Fransız komutanı, Menil'in yarma hareketi ile kurtulmasını önerdi. Türk kuvvetlerinin çemberini yaran Menil, yolunu kaybedince, Panzinçukuru Köyü'nden zor ve para kullanarak Hatice adında bir kadınla Kumcu Veli'yi kılavuz olarak aldı. Fakat Hatice kurtulmayı başardı ve köylülere durumu bildirdi. Sünedir Boğazı'nda pusuya düşürülen Fransızlar 28 Mayıs'ta bir avuç köylüye (bu kuvvetleri büyük bir askeri güç sanmışlardı) teslim oldular. Teslim oldukları köylülerden insanca muamele gördüler, yaptıkları Zulme rağmen kendilerine yiyecek verildi.

GEÇİCİ ATEŞKES (Silah Bırakışması)

Antep savunması ve Adana Savaşları sürerken , Fransızlar Maraş ve Urfa'da yenilmişlerdi. Türk direnişinin bu kadar sert olması karşısında Fransızlar, M. Kemal Paşa'ya başvurarak ateşkes istediler. 30 Mayıs'tan itibaren taraflar arasında ateşkese karar verildi. Pozantı ve Kozan'ı boşaltıp, Antep içindeki kuvvetlerini de şehir dışına çıkardılar. M. Kemal Paşa Fransızların yöreyi boşaltmasını istedi, fakat Paris'ten bu konuda yetki almadıklarını belirttikleri için bu gerçekleşmedi. M. Kemal Paşa Fransızların ateşkes isteğini kabul etmekle, Ankara'da kurulan T.B.M.M.'nin varlığını Fransızlara kabul ettiriyordu. Fransızlar artık Osmanlı Devleti yerine, muhatap olarak T.B.M.M.'ne başvuruyorlardı. Fakat Fransızlar ateşkes konusundaki sözlerine sadık kalmadılar. Ermenilerin saldırganlıklarına seyirci kaldılar. M. Kemal Paşa Fransız komutanına olayları duyurarak dikkatini çekti. M. Kemal Paşa, Güney Cephesi'ndeki Kolordulara gönderdiği yazıda, Fransızların esirlerini kurtarmak ve yeni bir saldırı amacıyla hazırlıklarına zaman kazanmak için ateşkes yapmış olduklarının anlaşıldığını ve esirlerin bırakılmamasını bildirdi. Fransızların Zonguldak ve Ereğli'yi işgal etmeleri üzerine M. Kemal Paşa 18-19 Haziran 1920'de ateşkesi bozdu. Bu sırada Ermeniler Kilikya'da bağımsızlık ilan edip, M. Kemal'e bir nota gönderip, yörenin boşaltılmasını istediler. M. Kemal Paşa ise bu arada cepheyi yeniden düzenlemişti. Ermenilerin Türklere karşı katliamı karşısında İran Konsolosu olayı protesto etti. Fakat Fransızlar Ermeni Lejyonunu Adana'ya girmesine, izin verdiler. Adana'ya giren Ermeniler Türk evlerini yakmaya başladılar. Türk çeteleri de bundan sonra saldırılarını çoğalttılar. Tarsus'ta bulunan Fransızlar yenilerek çekildiler.

POZANTI KONGRESİ (5 Ağustos 1920)

Kuva-yı Milliye'nin önemli bir yeri olan Pozantı'da bir kongre yapılmasına karar verilmesi üzerine M. Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve arkadaşlarıyla Pozantı'ya gelerek 5 Ağustos'ta kongreye katıldı. B.M.M. adına cepheleri gezdiğini belirten M. Kemal Paşa, "Mücahit orduların öncüsü, bütün İslam aleminin göz bebeği ve bütün Anadolu için bir vatanseverlik örneği olan Adana Vilayeti halkı ile görüşmekten büyük bir memnunluk duyduğunu." söyleyerek Kuva-yı Milliye'ye büyük güven ve moral verdi. Adana yöresindeki savaşlar Ankara Anlaşması'na kadar sürdü.

ANTEP SAVAŞI GELİŞİYOR

10 Ağustos 1920'de Sevr'in kabulü Fransızların Antep'ten vazgeçmediklerini gösteriyordu. Bu sırada Antep ulusal kuvvetlerinin başına Şefik Özdemir Bey geçti, ulusal kuvvetlerin direnişi daha da arttı. 11 Ağustos'ta Fransızlar büyük yardım alarak Antep'e yeniden saldırmaya başladılar. Antep'e bir ültimatom vererek iki saat içinde teslim olmasını, silahların terkini, 1.500.000 altın tazminat vermelerini istediler. Türk topraklarını işgal ve tahrip, katliam yapan Fransızların bu isteği eşkıyanın fidye istemesinden farksızdı. Antep bu isteği sert bir şekilde ret etti. Fransızlar bu sefer, daha yumuşak bir öneride bulundular. Teslim olunduğu takdirde şehrin yine Türk görevlilerce yönetileceğini bildirip "Vatansever kisvesine bürünen entrikacılara." uyulmamasını istediler. Mutasarrıf Fransızları oyalayıp zaman kazanmak istediyse de, Fransız komutan akşama kadar teslim olunmasında ısrar etti. Ermeniler de şehri tehdit ediyorlardı. Teslim olma istekleri ret edilince Fransızlar şehri yine top ateşine tuttular.

Diğer yandan Türk kuvvetleri Haçin'de Ermenileri kuşattı ve uzun çatışmalardan sonra 15-16 Ekim'de Haçin Türklerin eline geçti. Fransızlar bu olaydan sonra Antep'e yeni kuvvetler gönderdiler. General Goubeau, Antep'in Fransız mandasına bırakıldığını belirterek teslim olmasını istedi. İsteği ret edilince de 5 Aralık'tan itibaren şehir yeniden top ateşine tutuldu. Fransızlar, Alman ordularına karşı Verdön Şehri'nin savunmasının örneğini Antep'te görüyorlardı. Antep Şehri kadın, çocuk, yaşlısıyla ve çok az bir ulusal kuvvetle, bıçak, taş, sopa, balta, av tüfeği gibi basit silahlarla, 15.000 kişilik, modern silahlarla donatılmış Fransız ordusuna karşı kahramanca savaştı. Açlık ve cephanesizlik yüzünden Antep, on aylık bir direnmeden sonra 9 Şubat 1921'de teslim oldu. Antep'in bu kahramanlık örneği olan direnişi karşısında T.B.M.M. "Gazilik" unvanını verdi ve şehrin adı "Gazi Antep" oldu.

Güney Doğu Anadolu'daki Türk direnişi Fransızları çok şaşırttı. Türklerin bu kadar sert direneceğini beklemiyorlardı. Çanakkale'de Türklerle savaşırken bir kolunu kaybetmiş olan General Gourad, "Şövalye ruhlu hasımlar." dediği Türklerin bu direnişi karşısında zor durumda kaldı. Çatışmalarda ve soğuktan ölen Ermeni tedhişçileri katledilmiş gibi gösteren Fransız basını, bu sert Türk direnişinin sorumluğunu, bu yöreyi daha önce işgal etmiş bulunan ve halkın elindeki silahları toplamamakla suçladıkları İngilizlere yüklüyordu. Fakat basın Ermenilerin kullanılmasının hata olduğunu ve olayların çıkmasında Ermenilerin sorumluluğunu artık anlamaya da başladı. Diğer yandan Fransız askerlerinin öldürülmesi, yeni bir savaş başladı endişeleriyle kamuoyunun tepkisine de yol açtı. Hükümete eleştiriler yönelmeye başladı. Yunanistan'da 1920 sonunda Venizelos'un iktidardan düşmesi üzerine Fransız kamuoyu, Kilikya yöresinde Türk-Fransız savaşının, İngiliz-Yunan yükünü hafifletmek için bir tuzak olduğu kanısına vardı. Eğer Kilikya'da barış sağlanırsa, M. Kemal'in batıya daha kolay saldırıp, Fransızların sevmediği Yunan liderlerine akla karayı seçtireceği düşüncesi, Fransız kamuoyunda güç kazandı. Bu cephedeki savaşlar ve Türk' direnişi Fransa'yı şiddetle sarstığı ve Suriye mandasını da tehlikeye soktuğu için, Türkiye ile barış isteklerini arttırdı. Fakat Türk-Fransız görüşmeleri 11. İnönü ve Eskişehir-Kütahya Savaşları dolayısıyla ertelendi.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
BATI CEPHESİ

Batı Cephesi Türk Kurtuluş Savaşı'nın en önemli cephesidir. Hemen hiç hazırlığı olmadan, büyük maddi olanaksızlıklarla
Kurtuluş Savaşı (İstiklal Harbi), 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşı kazanan devletlerce paylaşılmasına karşı Türk ulusunun verdiği mücadeledir.

Birinci Dünya Savaşı'na girmiş ve savaş içinde birbirinden binlerce kilometre uzaklıktaki cephelerde savaşmış, hayalci bir kadronun elinde yanlış yönetilmiş, tifüs, kolera, açlık, cephane noksanlıklarına rağmen dünyanın en büyük devletlerinin (
Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa'da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. 1914'te başlayan savaş 1918 yılında sona ermiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.
.
Rusya, İngiltere, Fransa) ordularına karşı dört yıl savaşmış bulunan Türk orduları yenilmiş olmasına rağmen, ateşkes antlaşması imzalandığı tarihte düşman ordularını anavatanına sokmamıştı. Fakat 30 Ekim 1918'de kaderini galiplerin eline terk etmiş olan Türk yurdu yağmalanıyordu. Tek başına Türkiye'nin bu zayıf haliyle bile baş edebilmekten çekinen Yunan orduları 15 Mayıs 1919'da İngiliz , Fransız ve Amerikan koruyuculugunda İzmir'e çıkmıştı. Yunanlılar, Türk ordularının dağıtılmış, silah ve cephanesi elinden alınmış, İtilaf Devletleri'nin tehdidi altındaki Padişah'ın herşeye razı durumuna güvenerek, büyük hayallerini gerçekleştirebileceklerini, Batı Anadolu'yu kolayca ele geçirebileceklerini umuyorlardı.

1918 Aralık Ayı içinde İngiliz, Fransız ve İtalyanlar'ın İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nda 63.000 askeri bulunuyordu. Adana demiryolu üzerinde 5.500 İngiliz asker vardı. Güneydoğu Anadolu tarafından 30.000 Fransız, Antalya, Isparta, Muğla, Afyon, Eskişehir dolaylarında 13.500 İtalyan askeri bulunuyordu. Yaklaşık yüzbin İtilaf askerinin de Anadolu'da bulunuşu Yunanlıları daha da cesaretlendiriyordu. Batı Anadolu'da Rum halkı büyük taşkınlık yaparken, Türk Ulusu genel olarak, kadere razı bir tutum içindeydi. İzmir'in işgali sırasında silaha başvurulmasaydı, facia olmazdı, işgalin geçici olduğu ve Padişah'ın Yunanlılarla savaş ilan etmediği propagandaları da Türk Ulusu'nun bu suskunluğunu arttırıyordu.

İzmir ve civarında dar bir bölgeye sıkışıp kaldığını ileri süren Yunanistan'ın işgal planına göre, Yunan ordusu üç yönden Anadolu içlerine doğru ilerleyecekti Birinci yön Gediz Vadisi idi. Menemen'den başlayıp, Manisa, Turgutlu, Salihli ve Alaşehir'i ele geçirmeyi amaçlıyorlardı. İkinci yön, Menderes Vadisi idi ve Torbalı-Bayındır- Ödemiş Yolu idi. Üçüncü yol ise Torbalı'dan güneye sarkan yön idi ve bu birlikler Aydın'ı işgal edeceklerdi. Ayrıca Ayvalık'a çıkarılacak Yunan kıtaları da Ayvalık ve Yöresini işgal edecekti. İzmir'i işgal etmiş bulunan Yunanistan, işgali genişletmek için yine aynı asılsız propagandalarına başvurarak Batı Anadolu'da asayişi sağlamak, İzmir'den firar etmiş olan 2.000 Türk askeri ve 150 süvarinin, yöredeki silahlı Türkler'le birleşip Rumları katliam etmeye hazırlandıkları için, Rumları korumak amacıyla işgali "Küçük Asya" içlerine doğru genişletmek zorunda olduklarını yayıyorlardı. İşgal komutanı bu plan gereğince hazırlıklarını sürdürürken, Venizelos, Aydın'ın işgalini fakat daha güneye inilmemesini, çünkü İtalyanlar'la tartışma çıkmasını istemediğini, Aydın'ın güneyine inilmemesini mutlaka İngiliz Amiralinden izin alınması gerektigini bildirdi. İngilizler'in izin vermesi üzerine, hazırlıklı bulunan Yunan kıtalarına 23 Mayıs'ta ileri hareket emri verildi.

Yunan birliklerine direniş daha İzmir'de sıkılan ilk kurşunla başlamıştı. Ayrıca 16 Mayıs'ta Urla yöresindeki 800 kişilik Rum çetecileri, Yunan deniz askerinin desteği ile Urla Yarımadası'ndaki Türk köylerine saldırarak, köylüleri öldürmeye başlamışlardı. Bunun üzerine 173. Alay 18'e varan askeriyle, köylülerin de desteği ile direnişe geçmişti. Fakat dış destegi bulunmayan bu yarımadadaki direniş etkili olmamıştı.

MANİSA'NIN İŞGALİ

1918 Kasım Ayı'nda " İhtilas-ı Vatan Cemiyeti" kurmuş ve sonra "İzmir Müdafaa-i Hukuk"una katılmış bulunan Manisalılar, işgalden önce etkili olamadılar. Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey şehre ve ilçelere yayınladığı bildiri ile direniş yapılmamasını sağlamaya çalıştı. Buradaki Mevki Komutanının da pasifliği ile Yunanlılar 26 Mayıs'ta Manisa'ya girdiklerinde 48.000 tüfek, 88 top ellerine geçti. Hiç bir direnmeye rastlamadan Manisa'ya giren Yunan Komutanı yönetime el koydu.

AYDIN'NIN İŞGALİ

Aydın'ın da bulunduğu Büyük Menderes Vadisi'nin işgaline Venizelos çok önem veriyordu. Yunanistan'dan getirmeyi düşündüğü 300.000 Yunanlı göçmeni buraya yerleştirmeyi düşünüyordu. Başlangıçta bu işgali kabul etmeyen İngiliz temsilcisi sonunda, yetkisi olmadığı halde işgale izin verdi. Aydınlılar direniş için heyecanlı bir durumdayken, Kuşadası'nda bulunan İtalyan komutanın, Aydın'ın işgal edilmeyeceğini bildirmesi üzerine bu heyecan kayboldu. Aydın Mutasarrıfı bir felakete yol açılmaması için 57. Tümen Komutanı'ndan Aydın'da direniş yapılmamasını istedi. Tümen komutanı, elinde 10 subay, 43 er ve az sayıda makinalı tüfek ve topla, bir tümen olduğu tahmin edilen Yunanlılara karşı savaşmanın mümkün olmadığı kanısına vararak, 23 Mayıs'ta çekilme kararı verdi. Yunanlılar 27 Mayıs 1919'da Aydın'ı işgal ettiler. Hamiyetli birçok kimse Çine'ye çekilerek direniş hazırlıklarına başladılar. Aydın'ı işgal eden Yunanlılar Nazilli'ye doğru ilerlemeye başladılar. 17. Kolordu Komutanı Vekili Albay Bekir Sami Bey, düşmana silahlı direniş için Ödemiş'e Yüzbaşı Rasim'i yollamıştı. Ödemiş'te başta Kaymakam Bekir Sami Bey olmak üzere silahlı dirènişe karar verildi. Depolardaki silahlar dağıtıldı. Ödemiş Kuva-yı Milliyesi kuruldu. Komutanlığına Yüzbaşı Tahir getirildi. İlk Kuva-yı Milliye böyle oluştu. Diğer yandan İtilaf Devletleri temsilcilerine telgraf çekilerek olayların sorumluluğunun Yunanlılara ait olduğu bildirildi. Bu sırada Yunan ordusu da 40 km. yaklaşmıştı. 30 Mayıs'ta Tire'yi işgal eden Yunanlılar, Ödemiş'te direniş hazırlıkları yapıldığını öğrendiler. Edindikleri bilgilere göre 8.000 silah dağıtılmış ve 1.000 kişilik bir kuvvet Ödemiş'in güneyinde mevzilenmişti. Oysa Türk kuvvetleri 150 kişi kadardı. Güçlü bir Yunan taburu 1 Haziran'da Ödemiş'e girdi. Türk kuvvetleri savunarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Yunanlılar 4 Haziran'da da Nazilli'yi işgal ettiler. Bu yörede bulunan Yörük Ali Efe Kuva-yı Milliye'ye katıldı. 57. Alay kuvvetleri, Söke'den gelen ve Denizli'de kurulan Denizli Heyet-i Milliyesi'nin oluşturduğu kuvvetler karşısında Yunanlılar durmak zorunda kaldılar. Ulusal kuvvetler 16 Haziran'da da Malkoç Köprüsü'nü basarak havaya uçurdular. 20-21 Haziran'da da Erbeyli'deki Yunan birliklerine saldırdılar. Nazilli'yi terk etmek zorunda kalan Yunanlılar ağır kayıplarla Aydın'a gelebildiler. Bu baskınlar Aydın'da bulunan Yunan Garnizonu'nda büyük manevi çöküntü yarattı. Kuva-yı Milliye (Ulusal Kuvvetler) ileri harekatlarına devamla 28 Haziran'da Yunanlılarla savaşa girişti. Bir avuç Türk'ün oluşturduğu bu kuvvetler karşısında sokak savaşları sonunda Yunanlılar yenilerek Aydın'ı boşalttılar. Konuyu Paris Barış Konferansı'nda gündeme getiren Yunanlılar, vatanlarını savunan Türk vatanseverlerini eşkiya gibi göstermeye çalıştılar. Yeniden taze kuvvetler getiren Yunanlılar kuvvetli bir Tugay ile saldırıya geçerek 3 Temmuz'da Aydın'ı tekrar işgal ettiler. Geri çekilen Türk kuvvetlerine 11 Temmuz'da Demirci Mehmet Efe kuvvetleri de katıldılar. Bu kuvvetler 17 Temmuz'da Yunan ileri harekatını Umurlu-Köşk devreleri arasında durdurmayı başardılar. Eşkiyalıktan gelen Demirci Mehmet Efe, askeri birliklerin oluşmasına ve Ulusal Direnişe yardımcı oldu. Çok sert yöntemleri ile tanınan Demirci Efe daha sonra Ulusal Ordu'ya geçiş döneminde tasfiye edildi.

SALİHLİ CEPHESİ

Ödemiş yönünde ilerleyen Yunanlılar, diğer yandan Ahmetli İstasyonu'nu da işgal ettiler. Bunun üzerine Salihli ve Alaşehir'de silahlı direniş başladı. Yunanlılar Ahmetli İstasyonu'ndan atıldı. Daha sonra Çerkez Ethem Bandırma tarafından gelerek, kuvvetleriyle birlikte bu cephenin savunmasını üstlendi. Katılan yeni kuvvetlerle Salihli cephesi de oluştu.

AYVALIK'IN İŞGALİ VE AYVALIK CEPHESİ

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ikinci silahlı direnişe Ayvalık'ta girişildi. Ayvalık'ta 56. Tümen'in 172. Piyade Alayı bulunmaktaydı. Alay Komutanı Yarbay Ali (Çetinkaya) Bey, Tümen Komutanı Vekili Albay Bekir Sami Bey'e durumunu bildirerek takviye istemiş, fakat Tümenin de yeterli kuvveti olmadığı için, yerli kuvvetlerle işbirliği yapmasını önermişti. Bunun üzerine Ali Bey kendi girişimi ve Alayın subay ve erlerinin de muvaffakatiyle Yunanlılar'ın Ayvalık'a yapacakları olası bir çıkartmaya karşı önlemler aldı. Ancak Türk alayı terhis dolayısıyla 24 Subay 150 er ve bunlara ek olarak 300 milisden oluşuyordu. Yunanlılar 29 Mayıs sabahı Ayvalık'a kuvvetli bir birlik çıkartarak, çetin geçen çarpışmalardan sonra şehri işgal ettiler. Ali Bey'in direnişini Bekir Sami Bey ve Yusuf İzzet Paşa da onayladılar. İstanbul Hükümeti, önce Harbiye Nezareti'nin Yunanlıların asker çıkartmasına izin verilmemesi emrini onaylar göründüyse de, Ferit Paşa 30 Mayıs'ta Yunanistan'la savaş halinde olunmadığı için çatışmadan kaçınılmasını istedi. Yunan işgali üzerine yöre halkı korku içinde göçe başlamıştı. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti, Ayvalık Mutasarrıfı'nın Hükümet adına Yunanlılarla anlaşmasına karar verdi. Yunanlılar bunu kabul etmediler. Fakat 172. alay Komutanı'nın savaşkan karakterini iyi bilen Rum halkı Alayın saldırısından korkuyorlardı. Onlarında etkisi ile Yunanlılar anlaşmaya yanaştılar ve 5 Haziran'da Yarbay Ali Bey'in de katıldığı bir protokol (Belediye Çeşmesi Protokolü) imzalandı. Görünüşte Ayvalık Türkler de, fakat gerçekte Yunan yönetiminde kalıyordu.

BERGAMA'NIN İŞGALİ VE BERGAMA-SOMA CEPHESİ

Yunanlılar işgal planlarına devamla 12 Haziran'da Bergama'yı işgal ettiler. Bergamalılar Yunan cinayetlerini duydukları için önceden direnişe karar vermişken bazı sorumsuz hain kimselerin olumsuz propagandası, İstanbul Hükümeti'nin tutumu yüzünden halkın direniş ruhu söndü. Bu sebeple de Bergama kolay işgal edildi. Fakat Ayvalık, Balıkesir, Soma ve Kırkağaç'dan gelen kuvvetlerle burada 1.600 kişilik bir ulusal kuvvet oluştu. Yunan kuvvetleri silah, malzeme ve insan sayısı bakımından çok üstün olmasına rağmen, büyük kısmının yerli Rumlar'dan eğitimsiz ve disiplinsiz olduğunu gören Ulusal Kuvvetler 14 Haziran'da Bergama'ya saldırdılar ve ağır kayıp veren Yunanlılar Menemen'e çekildiler. Yine aynı tarihlerde (1 Haziran'da) Yörük Ali Efe tarafından Malkoç Köprüsü baskınında birçok Yunan askeri öldürülmüştü. Yunanlılar Menemen ve Malkoç Köprüsü'nde uğradıkları bozgunun acısını Menemen'de silahsız ve suçsuz sivil halkı katlederek çıkarttılar. Dükkanları yağmaladılar, kadınlara tecavüz ettiler. "Türk çocuklarını süngülere takarak gezdirmek suretiyle şenlik" yaptılar. Binden çok Türk öldürüldü. Kaymakam ve memurlar da şehitler arasında idi. Türklerin bir kısmı, yerli Rum ve Yahudilere vaadlarde bulunmak yoluyla canlarını kurtarabildiler. Geri kalan halk korku ve dehşet içinde göçe başladı. Fakat bu katliam Türk halkını yıldıracağına, kinini ve azmini arttırdı. Akhisarlılar "Harbiye Nezareti"ne yolladıkları telgrafta "Türk Ulusu'nun silaha sarıldığı ve sonuna kadar savaşacağı" bildirildi.

Yunanlılar 19 Haziran'da Bergama'ya 2.000 kişilik bir kuvvet ile aniden saldırdılar. Bu saldırıya Menemen'den gelen Yunan kuvvetleri de katıldı. Albay kazım (Özalp) Bey'in komutasındaki 500 kişilik Türk kuvveti akşama kadar çarpışarak şehri boşalttı ve Soma'ya 15 Haziran'da 61. Tümen Komutanlığı'na getirilmiş bulunan Kazım Bey bu cephenin sorumluluğunu yüklendi.

BATI ANADOLU KUVA-YI MİLLİYESİ'NİN KARAKTERİ

Mondros Ateşkesi sonrası ordular terhis edilmişti. Tümenlerin ve alayların asker sayısı birkaç yüzle ifade ediliyordu. Bunun yanısıra, mevcut askeri birliklerin durumu da firariler,(asker kaçakları) dolayısıyle daha da azalmıştı. Bu sebeple Yunanlılar Batı Anadolu'yu işgale başladıklarında karşılarında 56, 57 ve 61. tümenlerin birkaç yüz kişilik zayıf kuvvetlerini bulmuşlardı. Üstelik Padişah, Yunanlılarla savaş durumunda olmadığını ilan etmiş ve Hükümet de gerek askeri kuvvetlerin gerekse halkın işgale karşı direnmemesini bildirmişti. Buna uyan İzmir Valisi, Manisa Mutasarrıfı gibi bazı yöneticiler kendi şehirlerinde ve civardaki direniş hareketlerini daha doğmadan öldürmüşlerdi. Bütün kötü şartlara rağmen Yunanlılar karşısında çetin bir direnme yapıldı. Zayıf mevcutlu askeri birliklerin komutanları, ulusal duygularla vatanlarını savunurken hamiyetli Türk vatandaşları ve onların yanısıra, eskiden eşkiyalık yapan bazı efeler, adamlarıyla birlikte bu direnişlere katıldılar, hatta bazı yörelerde duruma hakim oldular. Halkın, askerin, efelerin oluşturduğu bu direniş hareketinin ortak noktası vatan savunması ve Türklük duygusu idi. Böylece oluşan bu direniş hareketi Ayvalık'tan, Denizli'ye kadar uzanan geniş bir çizgi üzerinde ulusal cephenin doğmasına yol açtı. Bu ulusal cepheyi oluşturan kuvvetlere ve bu harekete dar anlamda "Kuva-yı Milliye" dendi. Bu anlamıyla Kuva-yı Milliye silahlı direnişi ifade etmekte idi. Sivas Kongresi'nde anlamı genişledi ve bütün yurdun savunulması anlamına geldi. Kuva-yı Milliye deyimini ilk kez kim ve nasıl kullandı, bilinmemekle beraber Türk halkının 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşı sırasında sivil halkın direnişi ve örgütlenmesi görülmüştü. İtilaf Devletleri'nin işgallerinin geçici olduğunu kabul eden Türk Ulusu yüz yıllarca kendi yönetimindeki Yunan Ulusu'nun Batı Anadolu'yu istilasını ve bu toprakları Yunanistan'a katmak için geldiğini anlayınca yurdunu korumak için silaha sarılmıştı. Kuva-yı Milliye'nin para yiyecek, silah gibi ihtiyaçları yerli kaynaklardan sağlanıyordu. Fakat halkın bir kısmı işgale karşı direnmemişti. Hatta Yunan bayrakları asan kasabalar da olmuştu. Bazı yerler İtalyanları davet etmişlerdi. Bu sebeple Batı Anadolu'da Kuva-yı Milliyecilerle Padişahçılar arasında uzun süre çatışma sürdü. Fakat zamanla Yunanlıların Batı Anadolu'da yaptıkları zulüm, işkence, tecavüz, yağma, öldürme olaylarını gören halk bütünüyle Kuva-yı Milliye'ye katıldı. Yunanlılarla işbirliği yapan bozguncu, Padişah yanlısı ve ulusal kuvvetlere katılmayanlara karşı sert ceza yöntemlerine başvuruldu. Bu bakımdan Batı Anadolu halk savaşları, Güney Doğu Anadolu'daki gibi şehir savaşları biçiminde olmadı.

Yunanlılar yalnızca Batı Anadolu'yu değil Trakya'yı da işgale hazırlanıyorlardı. Burada bulunan Türk Kolordusu'nun asker sayısı 1.200'e indirilmişti. Oysa Yunan taburu daha başlangıçta 1.500 kişi idi. Terhis edilen Yunan askerleri silahlarıyla birlikte sivil Rumlara katılıyordu Yerli Rumlar çeteler kurmuş ve Türklere saldırıyorlardı. İtilaf Devletleri'nin koyu baskısı yüzünden ise Türkler birşey yapamıyorlardı. Ele geçen çeteciler ve hatta adi suçlular bile, delil yetersizliği bahanesiyle İtilaf Devletleri ve yabancı müdahaleleriyle serbest bırakılıyordu. Trakya'nın coğrafi yapısı ve işgal kuvvetlerinin ortasında ve Anadolu'dan ayrı olması dolayısıyla burada ulusal direniş başarılı olamadı. 20 Temmuz 1920'de Yunanlılar'ın istilası bu sebeple kolay gerçekleşti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
MİLNE HATTI

Yunanlılar'ın Batı Anadolu'ya çıkartma yapmalarına Lord Curzon ve Churchill kabinede karşı çıkmışlar ve Türkler'in bu durumda silaha sarılacağını ve Türk Ulusalcılığı'nın tahrik edileceğini Başbakan Lloyd George'a söylemişlerdi. İngiliz komutanlar da bunu doğrulayan raporlar vermişlerdi. Fakat buna rağmen Paris Barış Konferansı Yunanlılar'ın İzmir'e çıkmasına izin vermişti. Bunun üzerine Batı Anadolu'da silahlı çatışma başlamıştı. Yunan propagandası bu olayları, Türkler'in Rumları katlettiği biçiminde yansıtmıştı. Bu silahlı direniş üzerine bir cephe oluşmuştu. İngiliz General Milne Paris Barış Konferansı'na gönderdiği telgrafla Türk-Yunan kuvvetleri arasında ciddi bir mücadelenin sürdügünü, Ulusal Güçler'in Yunanlıları vatanlarından atmak için çarpıştıklarını ve Osmanlı Hükümeti'ni dinlemediklerini, askeri birliklerin ve komutanların da Hükümet'in emirlerine aykırı olarak bu Ulusal Direnişi desteklediklerini bildirdi ve iki taraf arasında bir hat gerisinde kalmalarının sağlanmasını önerdi. Bu önerinin benimsenmesi üzerine General Milne, Barış Konferansı'nın kararını Yunan Komutanı'na ve Osmanlı Harbiye Nazırı'na değişik biçimlerde bildirdi. 3 Kasım 1919 tarihinde Milne tarafından çizilen hat hemen hemen Yunanlılar'ın işgali altında bulunan bölgede Yunanlılar'ın Türk saldırılarına karşı güvenliğini sağlama esasına yönelikti. Yunan Komutanlığı, Yunanistan'dan yeni askeri birlikler getirilinceye kadar bu hattı kendi çıkarlarına uygun buldukları için Milne'nin önerisini kabul etti. Oysa Venizelos'un arzusu daha geniş bir toprağı içine alıyordu. Osmanlı Harbiye Nazırı ise bu hattın Yunan çıkarlarına uygun olduğu için Hükümet kabul etmedikçe, bunun uygulanması için emir veremiyeceğini bildirdi. Denizli yöresinde bulunan Demirci Mehmet Efe'nin yanıtı ise sert ve kesindi. Demirci Mehmet Efe "Biz Osmanlı Devleti'nin isteği ve izni ile Ulusal Mücadele'ye girişmedik kendiliğimizden ayaklandık." diyerek bu hatlı tanımadı ve ancak Yunan askerlerinin Anadolu'yu terk etmesi ve yerlerine İngiliz askerlerinin gelmesine razı olabileceklerini bildirdi. M. Kemal Paşa, 31.12.1919'da Batı Anadolu'daki komutanlara, Yunanlılar'ın Batı Anadolu'yu ilhak etmek için geldiklerini ve bunu saklamadıklarını, bu sebeple silahlı direnişin devam etmesini bildirdi. Ve Milne Hattı Kuva-yı Milliye tarafından tanınmadı. Fakat yine de Haziran 1920'de Yunanlılar'ın genel saldırıya geçmelerine kadar bu hatta önemli bir çatışma olmadı.

AMİRAL BRİSTOL HEYETİ

Batı Anadolu'da genişleyen Yunan işgaline karşı başlayan Türk direnişi İtilaf Devletleri cephesinde heyecan yarattı. Milletler Cemiyeti'nin kurulması sırasında bu olayın çıkması, Avrupa basınının da bile Türklerin lehine bazı yazıların yayınlanmasına yol açtı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, işgal bölgesine durumu incelemek üzere bir "Anket Komisyonu" göndermeye karar verdiler. Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinin oluşturduğu bu kurulun Başkanı Amerika delegesi ve İstanbul Fevkakalade Komiseri Amiral Bristol idi. Komisyon birkaç haftalık bir çalışmadan sonra 12 Ekim 1919'da tarafsız bir rapor hazırladı. Bu rapor ana hatarıyla şöyleydi

1- Ateşkesden sonra İzmir ve yöresinde Hristiyan halkın hayatının tehlikede olduğuna dair barış konferansına yanlış bilgi verilmiştir. Bu bilgiyi vermiş olan hükümetler ve kişiler sorumludur. 2- İşgalden sonra Batı Anadolu'da yapılan öldürmelerin sorumluluğu Yunanlılara düşer. 3- Yunan askerlerinin derhal geri çekilmesi ve yerlerine İtilaf kuvvetleri gönderilmesi lâzımdır. 4- İzmir havalisinin, milliyet prensiplerine göre, Yunanistan'a katılması söz konusu olamaz. Çünkü bu yerlerde Türk çoğunluğu egemendir.

Ayrıca raporda Piyer Loti'nin yazdıklarını hatırlatan ve olayın gerçek yüzünü gösteren bjr cümle dikkati çekiyordu. "Yunan işgali, medeni bir görev uygulama şöyle dursun, hemen bir fetih ve Haçlı saldırısı göriinümünü almıştır." Komisyon ayrıca, direnişe geçen "Türk Ulusal Bilinci"nin Yunan ilhakını kabul etmeyeceğini de belirtiyordu. Fakat bu gerçeğe rağmen Paris Barış Konferansı ve özellikle İngiltere bu raporu dikkate almadı. M. Kemal Paşa ise bu raporu Ulusal Savaşı destekleyen bir araç olarak kullandı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
ORDUNUN TEŞKİLATLANMASI

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu Mondros Ateşkesi'ni imzalayarak savaştan yenik çıkmıştı. Ateşkesin hükümlerine göre Türk ordusunun silah ve cephanesi elinden alınıyor, tüm askeri kuvveti, jandarma da dahil olmak üzere 50.000 ile sınırlanıyordu. Bu durum karşısında Osmanlı Genelkurmayı ordusunun kadrolarını yeniden düzenlemek zorunda idi. İtilaf Devletleri'nin yetkilileriyle anlaşan Genelkurmay orduyu 9 Kolordu ve 20 Tümen halinde örgütlemeyi kabul ettirdi. Ateşkes'de birlik sayısı değil, insan sayısı sınırlandırılmıştı. Osmanlı Genelkurmayı bu boşluktan yararlanarak, insan sayısı az, fakat ileride mevcutlarının arttırılması ile büyüyebilecek bir iskelet kurmayı tercih etti. Böylece çok sayıda subay birliklerinin başında bulunabilecek, er sayısı çok az olmakla beraber, ordunun iskeleti bulunduğu için,gerekirse er sayısı arttırılabilicekti. 16 Mart 1920'de İstanbul'un resmen işgali üzerine Ankara'da B.M.M.'nin açılması ve Türk Devleti'nin Genelkurmayı'nın kurulmasıyla bu çalışmaların önemi kalmamakla beraber, Osmanlı Genelkurmayı'nın az mevcutlu da olsa, çok sayıda kolordu ve özellikle tümen, alay ve tabur kadrolarını koruması, yani hazır bir iskelet bırakması Türk Ulusal Ordusu'nun kuruluşunda büyük yararları oldu.

İzmir'in işgali ve Yunan ilerleyişine karşı ilk direniş bu zayıf askeri birliklerin bazılarından ve milis kuvvetlerinden geldi. Yunanlıların karşısındaki 17. Kolordu'nun 56. Tümeni hiç karşı koymadı. Bir kısmı Yunanlılarca esir ve bir kısımı da terhis edildi. Bu dağılma karşısında Yunan ordusuna karşı kurulan Kuva-yı Milliye ise zayıf askeri birlikler ve milislerden oluşuyordu. Kuva-yı Milliye ruhu bir süre sonra yayılmaya başladı. Müdafaa-i Hukuk örgütleri, Kuva-yı Milliye'ye asker ve para sağlamak işlerini yüklendiler. Böylece Ayvalık, Salihli, Denizli'ye kadar uzanan bir çizgi üzerinde Yunanlılara karşı Kuva-yı Milliye cephesi kuruldu. M. Kemal Paşa daha Havza'da iken Kuva-yı Milliye ile doğrudan ilgilenerek, birliklere gönderdiği emirlerde, her işgal eylemine karşı, halkın silahlandırılarak karşı konulmasını bildirmişti. Kuva-yı Milliye'nin büyük kısmını efelerin ve Ethem'in emrindeki kuvvetler oluşturuyorlardı. Bunların ağır silahları olmadığı gibi merkezi bir komuta düzeni ve disiplini de yoktu. M. Kemal Paşa Sivas Kongresi sırasında, bu kuvvetlerin örgütlenmesi gereğini göz önüne alarak 9 Eylül 1919'da Ali Fuat Paşa'ya "Batı Anadolu Genel Kuva-yı Milliye Komutanlığı" görevini verdi. Ancak Ali Fuat Paşa yeterince etkili olamadı. 23 Ekim'de Albay Refet Bey yöreye gönderildi ve bir rapor hazırlayarak, daha uzun süre Batı Anadolu Cephesi'nin tek komuta altına alınamayacağını bildirdi. Bu sebeple askeri, kuvvetler Albay Refet Bey'in komutasına verildi. Milis kuvvetler ise durumlarını korudular.

22 Hazirarı 1920'de başlayan Yunan genel saldırısı üzerine Balıkesir, Bursa düştü. B.M.M.'inde büyük tepkiler oluştu ve komutanlar sorumlu tutulup ceaalandırılmaları istendi. M. Kemal Paşa komutanların kabahatı olmadığını, emirlerinde yeterince asker, silah ve malzeme bulunmadığını, oysa Yunan Ordusu'nun Avrupa Devletleri'nce silahlandırılmış ve donatılmış olduğunu, milis kuvvetleriyle Yunan Ordusu'nun durdurulamayacağını belirterek, T.B.M.M.'ni^n gerçek anlamda bir orduya sahip olması gerektiğini söyledi. Bunun sağlanabilmesi için Kuva-yı Milliye'nin düzenli ordu haline dönüşmesi ve kısmi seferberlik yapılması gerekiyordu. Meclis'in kararı üzerine düzenli ordu kurulmasına başlandı.

Batı Cephesinde düzenli ordunun kuruluşunu engelleyen iki engel vardı. Birincisi firar olayları, ikincisi Kuva-yı Milliye örgütleri ve özellikle Ethem'in kuvvetleriydi. Birinci Dünya Savaşı sonunda asker kaçağı sayısı 300.000'e ulaşmıştı. Savaşın doğurduğu bunalım, yıkım ve sefalet, yeni bir savaş başlamasında büyük engelleyici durum yaratıyordu. Buna, Padişah'ın askerliği kaldırdığı propogandaları da eklenince, Anadolu'da T.B.M.M.'nin kararlarının yürütülebilmesi çok güçleşti. Asker kaçakları yüzünden düzenli ordu kurulmasında büyük güçlüklerle karşılaşıldığı için "Firariler Hakkında Kanun"un kabulüyle İstiklal Mahkemeleri kurulmuşlardı. İkinci engel ise Kuva-yı Mlilliye'nin düzenli ordu şekline dönüştürülmesi sırasında Ethem'in direnmesinden çıktı.

Gediz Saldırısı

Kuva-yı Milliye'nin tasfiyesiyle ilgili bir Olay da Gediz Harekatı idi. Bazı komutanlar, Yunanlıların Gediz'de bulunan kuvvetlerinin çok ilerlemiş ve ana kuvvetlerinden uzaklaşmış olduğu için kolay yenilebileceklerini düşünuyorlardı. Oysa M. Kemal Paşa, Yunanlılara karşı küçük, yerel saldırılar yapılmasını istemiyordu. Bu çeşit saldırılar bir başarı saglayamayacağı gibi, başarısızlık durumunda, ordunun ve ulusun maneviyatı bozulur görüşündeydi. O'nun stratejisi daha Erzurum'da iken belirlenmişti. Doğu'da önce Ermeni cephesi tasfiye edilecek, Güney'de Fransızlarla gerilla savaşı yapılıp, bu cephede tasfiye edilecek ve sonunda yalnız Yunan Ordusu kalacaktı. Bu tarihe kadar da Yunan Ordusu gerilla savaşıyla oyalanacak ve Düzenli Ordu kurulduktan sonra da, Yunan ordusu, kesin bir saldırı ile "Anadolu'nun Harem-i İsmetinde" yok edilecekti. Batı Cephesi Komutanlığı ve Kuvve-yi Seyyare Komutanlığı birlikte bir saldırıyla Yunan tümenini yeneceklerini düşünerek Genelkurmay'a başvurup, saldırı izni istediler. Burada bulunan kuvvetlerin toplamı 3.000 tüfek, 105 makinalı tüfek, 5.000 kılıç (süvari), 52 top ve 7 uçak kadardı. Batı Cephesi Komutanlığı (Ali Fuat Paşa), Ethem kuvvetleriyle birlikte iki tümeni bu saldırıya ayırdı. Genelkurmay'a baş vurarak izin istedi. Genelkurmay cephane yetersizliği sebebiyle bunu red etti Genelkurmay Başkanı İsmet Bey, cepheye gidip durumu inceledi.

Bu arada Kuvve-yi Seyyare, Düzenli Ordu aleyhinde propoganda yapıyordu. "Ordudan fayda yoktur, dağılsın, hepimiz Kuva-yı Milliye olalım." sözleri halk arasında ve Meclis'te çok etkili duruma geldi. "Batı Cephesi kıtaları arasında Kuva-yı Milliye halinde, bir bölge ve bir cephesi bulunan Ethem Bey Müfrezesi'nin erleri, adeta askeri erlere değişilir, ayrıcaklıklı görünmeye gıpta edilir durumda sayılmaya başlansdı. Ethem Bey ve kardeşleri de, herkes üzerinde bir çeşit nüfuz ve egemenlik sağlıyorlardı."

Ethem ile anlaşan Ali Fuat Paşa da milis örgütleriyle birlikte Yunanlılara saldırmalarını istiyordu. Cepheye gelen İsmet Bey ile görüştüler. İsmet Bey, yeterince eğitim ve cephanesi bulunmayan ordunun yerel ve geçici bir başarı için kullanılamamasını istedi ve Yunan Ordusu'nun malzeme ve insan sayısı bakımından çok üstün olduğunu belirterek saldırı yapılmaması için diretti. Ali Fuat Paşa saldırıyı ertelediyse de, birkaç gün sonra saldırıya karar verildiğini Genelkurmay'a bildirdi. Sonunda Batı Cephesi Komutanı, Kuvva-yı Seyyare ile birlikte 14 Ekim 1920'de Gediz'de bulunan Yunan kuvvetlerine saldırdı. Dalgalı, disiplinsiz ve emir-komuta düzeni bozuk harekatta Türk Ordusu yenildi. Yunan Ordusu karşısında yenilen Türk kuvvetleri geri çekildi. Gediz Saldırısı genel bir yenilgiyle sonuçlandı.

Batı Cephesi'nin Yeniden Düzenlenmesi

Ethem, kardeşleri ve yandaşları Gediz Saldırısı'nın başarısızlığını, ordu birliklerine yüklemek için, ordunun iyi savaşmadığını ileri sürerek, ordu aleyhinde propogandaya başladılar. Oysa ordu Komutanları ve subayları ise, Kuvva-yı Seyyare'nin ciddi biçimde savaşmadıklarını söylüyorlardı. Ordu ile Kuva-yı Seyyare (Gezici Kuvvetler) arasındaki gerginlik gittikçe arttı. Ethem'in yandaşları bu kadarla da kalmadılar. Eskişehir'de subaylar aleyhinde gösteriler yaptılar. Ali Fuat Paşa duruma el koyduysa da başarılı olamadı.

Ali Fuat Paşa'nın cephe üzerindeki komutanlık etki ve nüfuzunun sarsılmış olduğunu gören M. Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa'yı acele Ankara'ya çağırarak, o sırada çok önemli olan Türk-Sovyet ilişkilerini geliştirmek için Moskova Elçiliği'ne atamasına karar verdi. Ali Fuat Paşa 8 Kasım'da Ankara'ya geldi. Kendisini istasyonda karşılayan M. Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa'yı Kuva-yı Milliye kıyafetinde görünce, Batı Cephesi'nin en kısa zamanda düzenlenmesi çalışmalarını hızlandırdı. Ali Fuat Paşa Moskova Elçiliği'ne atandı.

Cephenin ikiye ayrılmasına karar veren M. Kemal Paşa Batı Cephesi diye isimlendirilen önemli olan Kuzey kısmını Albay İsmet Bey'in ve Güneyini de Albay Refet Bey'in emirlerine verdi. Genelkurmay Başkanlığı'na da Miili Savunma Bakanı Fevzi Paşa vekalet edecekti. 9 Kasım 1920'de Bakanlar Kurulu bu dağılım kararını açıkladı. Böylece Batı Cephesi'nin yeniden düzenlenmesine başlandı. Batı Cephesi kuvvetlerinin yeniden düzenlenmesine en büyük engel Ethem kuvvetleri idi.

Kuva-yı Milliye'nin Tasfiyesi

Kuva-yı Milliye'nin ne olduğundan söz etmiştik. Yunan Ordusu'nun ilerleyişi karşısında kurulan silahlı direniş içinde, asker, efe, sivil halk, maceracı v.s. her çeşit insan vardı. Başlangıçta, gerilla savaşı için gererkli olan bu kuvvetler düşmanı oyalayabiliyordu. Fakat bunlarla kesin sonuç alınamıyordu. Fakat Ethem ve kardeşleri bunu kabul etmediler. Bu kuvvete dahil olanlar "Düşman ilerler, sen bir tepeden çıkıp bir tepeye gidersin, uğraşırsın. Bu iş böyle devam eder gider, sonunda düşman usanır ve barış yapma imkanı hasıl olur." görüşundeydiler. 16 Mayıs 1920'de çıkan bir kararla Kuva-yı Milliye 'nin, bütün yiyecek ve cephane ihtiyaçları Milli Savunma Bakanlığı'nca karşılanmak üzere, düzenli orduya bağlanması kararı alındı. 22 Haziran tarihli Yunan saldırısından sonra da Kuva-yı Milliye'nin büyük bir kısmı (Çolak İbrahim Müfrezesi, 3. Süvari Tümeni'ne; Sarı Efe Müfrezesi 33. Süvari Alayı'na Gökbayrak Müfrezesi 61. Piyade Alayı'na) düzenli birlikler haline getirildi, Ordunun subay ihtiyacı için de 1 Temmuz 1920'de subay yetiştirme merkezleri kuruldu.

Demirci Mehmet Efe'nin Ayaklanması (1-30 Aralık 1920)

Kuva-yı Milliye'nin önemli bir kısmı düzenli ordu haline getirilirken, iki engel kaldı. Birincisi Ethem kuvvetleri, ikincisi ise Demirci Mehmet Efe kuvvetleriydi. Gediz saldırısındaki başarısızlık üzerine M. Kemal Paşa, düzenli ordunun kurulması çalışmalarını hızlandırıp, 9 Kasım'da Cephe ikiye ayrılıp, Güney kısmına Albay Refet Bey atanınca, Demirci Mehmet Efe'nin de Refet Bey'in emrine girmesi gerekiyordu. Refet Bey, 22-23 Kasım'da Isparta'da bulunan Mehmet Efe'yi merkezi Konya'da bulunan Atlı Takip Kuvvetleri Komutanlığı'na atayarak ordu birlikleri arasında hizmete girmesini istedi. Bundan sonra doğruca Güney Cephesi Komutanlığı emrine girecek olan Efe, başka makamlarla yazışamıyacaktı. Emrindeki kuvvetlerden yaşları uygun olanlar ve geçmişte suç işlememiş olanlardan 300 kişilik bir süvari alayı kurularak, geri kalanlar silahlarıyla birlikte ikmal eri olarak 57. Tümen emrine verilecek, çağ dışı olanlarla suç işlemiş olanlar terhis edileceklerdi. Efe başlangıçta bu emri kabul ettiyse de, sonradan Ethem'in kışkırtmalarına kapıldı. Ethem Yörük Ali ve Demirci Mehmet Efe'ye mektup göndererek, adamlarına 40'ar lira maaş vaadiyle, onları Afyon ve Konya üzerine yurümesi için tahrik etti. Isparta yöresinde keyfi bir yönetim kurmuş bulunan Mehmet Efe, bundan sonra kuvvetlerini bir araya topladı ve Güney Cephesi Komutanlığı'nın isteklerine uymadı. Refet Bey aynı tarihlerde Ethem'in de ayaklanma durumunda olması karşısında, Mehmet Efe'ye karşı ayrı bir harekat yapmayı planladı. Demirci Mehmet Efe'nin, Ethem'in M. Kemal Paşa'yı devirmek istediğini Refet Bey'e bildirmesi üzerine, ikisinin haberleştiğine kesin kanaat getiren Refet Bey, M. Kemal Paşa'nın da Demirci Mehmet Efe'nin ortadan kaldırılması için kendi görüşünü uygun bulması üzerine, Mehmet Efe üzerine kuvvet gönderdi. Efe direnmeden çekildi. 18 Aralık'a kadar 700 çeteci yakalandı. Refet Bey 25 Aralık'da bastırma harekatını bitirdi. Ethem'le birleşmesinden endişe edilen Efe, af edilerek sığınması istendi. Efe de 30 Aralık 1920'de emrindekilerle birlikte teslim oldu.

Ethem'in Ayaklanması

1880'de Bandırma'da doğan Ethem, Çerkez Beylerinden Ali Bey'in oğlu idi. Ağabeyleri Tevfik ve Reşit subaydılar. Babası kendisinin asker olmasını istemediği için kaçıp orduya katıldı ve çavuş , daha sonra asteğmen oldu. Mondros Ateşkesi'nden sonra İzmir Valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırıp 50.000 lira kurtarma parası âlınca meşhur oldu. Rauf Bey'in teşvikiyle Yunanlılara karşı silahlı direnişe geçti. Salihli yöresinin hakimi durumuna geldi.

Kuva-yı Milliye'ye dahil olan Ethem kuvvetleri giderek çoğaldı. Bu kuvvetler, mahpus, soyguncu, asker kaçakları, birliklere zorla yazılan, suça iştirak ettirilen, yağma hevesiyle katılanlardan oluşuyordu. Ayrıca Ethem, erlerine ve komutanlarına maaş veriyordu. Bir yerde ayaklanma bastırmaya giden Ethem buradan zorla para ve insan toplayarak kuvvetlerini çoğaltıyordu. İç ayaklanmalar karşısında B.M.M. çaresiz kalınca, Ethem, Anzavur, Düzce, Bolu, Yozgat ayaklanmalarının bastırllmasında büyük yararlılıklarda bulundu ve şöhreti yayıldı. Yozgat ayaklanmasını bastırmaya giderken, Ankara'da M. Kemal ve Fevzi Paşalara karşı sert ve saygısız bir tavır takındı. Hatta Yozgat ayaklanmasını bastırdıktan sonra, M. Kemal'e valinin teslimine engel olduğu için kızıp, "Ankara'ya geldigimde M. Kemal'i Meclis kapısına asacağım." diyecek kadar,kendini büyük görmeye başladı. Yozgat'tan dönüşte, Ankara istasyonundaki oturdugu yerde M. Kemal'in odasına adeta baskın biçiminde girerek, çok tehlikeli duruma yol açtı. Askeri birliklerin bina dışında önlem almaları üzerine olay çıkmadı.

Ethem yandaşlarının Meclis içinde ve dışında Düzenli Ordu aleyhindeki propogandaları çoğaldı. Gediz yenilgisinden sonra M. Kemal Paşa'nın düzenli ordu kurulmasını hızlandırmak için İsmet Bey'i Cephe Komutanlığı'na ataması Ethem ve kardeşleri tarafından beğenilmedi. Ali Fuat Paşa'nın Moskova'ya elçi olarak atanması üzerine, M. Kemal'in diktatör olacağı dedikoduları yayıldı.Ethem ve kardeşleri Kuva-yı Seyyare'nin Düzenli Ordu birliklerine katılmasını kabul etmiyorlardı. Tevfik Bey, İsmet Bey'e yolladığı yazıda "Kuva-yı Seyyare ne bir tümen, ne de muntazam bir kuvvet haline getirilemez. Kuva-yi Seyyare'nin gelişi güzel idare edilmesi lazımdır." sözleriyle açıkça belirtti. Diğer yandan M. Kemal'e çektiği telgrafla da, İsmet Bey'in Cephe Komutanlığını idare edemeyeceğini ileri sürerek, bundan böyle kendisini komutan tanımayacağını bildirdi. Ethem ve kardeşleri, Düzenli Ordu'nun değil emrine girmeyi kabul etmek, düzenli ordunun varlığına bile karşıydılar. Subay düşmanlığı propogandaları açıkça ortaya Çıkmıştı. Kaldı ki Ethem kuvvetleri Yeşil Ordu'ya katılmayı da kabul etmişlerdi. Tevfik Bey cephede gerekli kuvvet toplarken, Ethem ve Reşit Beyler de Ankara'da siyasi ortam hazırlıyorlardı. M. Kemal Paşa, Ethem ve kardeşlerini ikna etmek için bütün iyi niyetiyle çalıştı. Bakanlar Kurulu, Meclis'ten bazılarının ve Reşit Bey'in de katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıda M. Kemal, anlşmazlığı çözmek ve düşman ordularının ülkeyi işgal ettiği bir sırada bir iç çatışmaya meydan vermemek ve uzlaşma sağlamak için şu konuşmayı yaptı:

"Hakikat şudur ki, önümüzde yenilip mutlaka denize dökülmesi gereken bir Yunan Ordusu vardır. Bu büyük neticeyi alabilmek için ise, büyük, ciddi ve katı tedbirlere gereksinim vardır, benim askerliğime itimat buyurursanız ki arkadaşlarımın bu güveni saklamayacaklarını zannederim, bu büyük iş ancak muntazam, bir ucundan öbür ucuna ve en büyük kütlesinden son erine kadar disiplinli mükemmel bir ordu ile başarılabilir. Batı ordusunda bir süreden beri başlanılan çalışma, işte bizi bu gayeye götürmeyi amaç edinen gayret ve himmetlerden teşekkül ve terekküp etmiş bulunuyor. Amaç bundan ibaret olduğuna göre Kuva-yı Seyyare başında bulunan arkadaşlarımın da bu gerçeği anlamaları, onu sadece takdir ve teslim etmeleri gereklidir. Bu takdir ve teslim yapıldıktan sonra ortada hallolunulmayacak sorun kalmaz."

Fakat Reşit Bey, M. Kemal'in hala düzenli ordular kurmak için boş hülyalar peşinde koşan birisi olduğunu söyledi. Tartışmalar Reşit Bey'in uyuşmaz davranışlarıyla sonuçsuz kaldı. Fakat M. Kemal yine de son sözü söylemeden önce uzlaşma yollarını zorladı. Ethem'i ikna ederek Reşit Bey ile birlikte Eskişehir'e İsmet Bey'le görüşmeye gittiler. Fakat Ethem Bey Eskişehir'de ortadan kayboldu. M. Kemal Paşa Ethem'i sorunca, Reşit Bey; "Ethem Bey bu dakikada kuvvetterinin başındadır." yanıtını verdi. Reşit Bey'in bu tehdit dolu sözleri karşısında M. Kemal'in tutumu değişti ve, "Bu dakikaya kadar sizinle eski bir ardaşınız slfatıyla ve sizin lehinizde bir sonuca ulaşmak samimi duygusuyla görüşüyordum. Bu dakikadan itibaren arkadaşlık ve özele ait durumum sona ermiştir. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükümeti'nin Reisi bulunmaktadır. Devlet Reisi sıfatıyla, Batı Cephesi Kumandanı'na durum neyi gerektiriyorsa, yetkilerini kullanmayı emrediyorum." diyerek İsmet Bey'e gereken emri verdi.

M. Kemal bu arada 5 Aralık 1920'de Bilecik İstasyonu'nda İstanbul Hükümeti'nin temsilcileri İzzet ve Salih Paşalarla buluştu. Çok resmi bir hava içinde geçen bu toplantıda, İstanbul temsilcilerinin, vatanın durumundan yeterince bilgileri olmadığını anlayınca, onları zorla Ankara'ya götürdü. Ethem ise bu sırada Padişah'a bağlılık bildiren bir telgraf çekti.

Bakanlar Kurulu'nun 22 Aralık 1920 tarihli toplantısında Ethem'le anlaşabilmek için kendisine arabulucu gönderilmesine karar verildi. Fakat Ethem, kuvvetlerini düşman cephesine karşı değil, ulusal orduya karşı düzene koymaya ve saldırı hazırlıklarına başladı. Görüşmeye gelen heyete ise birçok komutanın yerlerinden alınmasını şart koştu. Artık Ethem, T.B.M.M.'nin emir ve kararlarını dinlemiyordu. Bunun üzerine 27 Aralık'ta gereken önlemler arttırıldı. M. Kemal Paşa 29 Aralık'ta Meclis'in gizli bir oturumunda Ethem'in ayaklandığını ayrıntılı bir biçimde anlattı. Ethem'in ihaneti kabul edilmekle beraber yine de kardeş kanı dökülmemesi ve düşmana fırsat yaratılmaması için bir kez daha Ethem'le anlaşma olanağı aramaya karar verildi. Fakat Ethem uzlaşmaya yanaşmadı. 2 Ocak 192l tarihinde Bakanlar Kurulu, Ethem ve kardeşlerine, komutadan çekilirlerse af edileceklerini bildirdi. Fakat Ethem 3 Ocak 1921'de Yunanlılarla anlaşmak için bir adamını yolladı. Arkadan da Reşit Bey Yunan Ordusu'na gitti. 7 Ocak'ta da Yunanlılarla protokol imzaladı. Artık Ethem ayaklanmıştı. Ethem olayını yakından izleyen Yunanlılar 6 Ocak 1921'de İnönü Cephesi'nden taarruza geçince İsmet Bey ve Refet Bey Yunan saldırısına karşı koymak için Ethem'e karşı 1 Ocak 1921'de başlamış olan harekata ara verdiler.

Ethem kuvvetlerinin ihaneti ve Yunan saldırısı iç içe girmiş bir durum aldı. Yunan Ordusu'nun saldırısı üzerine Ethem de Ulusal Ordu'ya saldırdı. 8 Ocak'ta Meclis'te savaş durumunu açıklayan M. Kemal Paşa, "Ethem, Tevfik ve Reşit Beyler." diye konuşunca, bir miletvekili "Hain deyiniz." uyarısında bulundu. Ethem kuvvetleri 13 Ocak'a kadar saldırılarını sürdürdüler. 17 Ocak'ta da Yunanlılara sığındılar. Emrindeki askeri birlikler Ulusal Ordu'ya sığındığı için, Yunanlıların yanına 725 kişi gitti. Ankara İstiklal Mahkemesi, Yunanlılara sığınmıŞ bulunan Ethem ve kardeşlerini vatana ihanet suçuyla yargılayarak 9 Mayıs 1921'de gıyaplarında idama mahkum etti. Aynı kararla gizli Komünist Partisi kurup Hükümet'i devirmek suçuyla yargılanan da mahkum oldular.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
1. İNÖNÜ SAVAŞI

Büyük Yunanistan'ı gerçekleştirmek amacıyla, İtilaf Devleteri'nin desteğinde İzmir ve çevresini işgal etmiş bulunan Yunan Ordusu, Uşak'ı aldıktan sonra ilerlemesini durdurmuş, Gediz Saladırısı'ndan sonra buraları da ele geçirmişti.

Bu sırada Yunanistan'da iktidar değişmişti. Kral Aleksandr bir maymun tarafından ısırılmış ve 1920 Ekim sonunda ölmüşlü. Venizelos seçime gitmiş, fakat 14 Kasım 1920'de seçimleri kralcılar kazanmıştı. Tahtından resmen feragat etmemiş ve sürgünde bulunan Kral Constantin Türk-Yunan Savaşı'nı devam ettirdiği takdirde İngiliz desteğini sağlayabileceğini bilerek 19 Aralık'ta Atina'ya geldi. Yunan halkı savaştan bıkmış ve Venizelos'un seçimi kaybetmesinde bunun da etkisi olmasına rağmen, Kral da "Megalo İdea" cılardan olduğu ve İngilizleri memnun etmek için Anadolu Savaşı'na devam etmeye karar verdi. Yunan Ordusu Komutanı Papulos da yeni Hükümete, Türk Ordusu henüz kuruluş aşamasında iken, yeterince kuvvetlenmeden bir keşif saldırısı yapılmasını teklif etti. Ethem'in ayaklanmasını yakından izleyen Yunanlılar bu fırsatı kaçırmak istemediler. Türk milislerinin en kuvvetlisi Ethem ayaklanmış ve Türkler birbirleriyle savaşa başlamışlardı. Yunan Ordusu önce Uşak Cephesi'nde şaşırtıcı hareketlerde bulunduktan sonra 6 Ocak 1921 tarihinde, Eskişehir'i işgal etmek ve demiryolunun geçtiği bu yerleri kontrol altına almak amacıyla İnönü mevkiinde taarruza başladı.

Silah, cephane, malzeme ve araç bakımından çok üstün bulunan Yunanlıların 20.000 tüfek, 150 ağır makinalı tüfek, 50 top ve 200 süvarilerine karşılık Türk Ordusu'nun 6.000 tufek, 50 makinalı tüfek, 28 top, 300 süvarisi vardı. Ethem kuvvetleri ayaklandıkları için Türk Ordusu onunlada savaşıyordu. Bu sebeple Türk Ordusu Yunanlıları oyalayarak ve yer yer ağır kayıplar verdirerek kademe kademe çekilme taktiği uyguladı. Yunanlılar Türk Ordusu'na ancak 9 Ocak'ta yetişebildiler. Yaklaşık üç kat üstün olan Yunan Ordusu genel saldırıya geçti. Türk Ordusu'nda yer yer çözülmeler oldu. Yıpranan ve kayıplar veren Yunanlılar takviye kuvvetler alarak, saldırılarını sürdürdüler. Türk Ordusu'nun geri çekilmesi gerekiyordu. Ankara'dan gelen emirde, eğer Eskişehir'i korumak olanaksız ise, ordunun Eskişehir'in doğusuna çekilebileceği bildiriliyordu. Fakat Cephe Komutanı İsmet Paşa çekilmeye gerek görmeyerek 10 Ocak gecesi Eskişehir'in batısında savaşı kabul etti. Türk Ordusu'nun her kıtasına, bu cephede, "Her subay ve erin kudretinin çok üstünde çaba harcaması, ölümü hiçe sayarak her karış toprağı savunması ve Türk komutasının azim ve kararı karşısında düşmanın azim ve kararının kırılması." emri verilmişti. Fakat Yunan Ordusu saldırıya devam etmeyerek geri çekildi. Türk Ordusu Yunan Ordusu'nu izleyecek güçte değildi. Bu yüzden takip harekatı yapılamadı. Batı cephesinde kurulan düzenli ordu, ilk sınavını büyük başarıyla sonuçlandırdı. T.B.M.M.'nin Orduları Yunanlıları ve Ethem'i yenerek büyük umut verdi. Yunanlılar ilk kez düzenli orduyla karşılaştılar ve ilk yenilgiyi aldılar. Bu başarı ile T.B.M.M.'nin otoritesi büyük güç kazandı. Kanun hakimiyeti ve asayiş sağlandı. İstiklal Mahkemeleri'ne ihtiyaç kalmadığı düşünülmeye başlandı. Halkın Ulusal Ordu'ya güveni arttı. Milis kuvvetler sorunu kapandı. M. Kemal Paşa, Cephe Komutanı'nı Meclis adına, bu başarıdan dolayı kutladı. ismet Bey başarısından dolayı Mirliva'lığa yükseldi.

Türk Ordusu'nu mutlaka yeneceğine inanan Papulas, keşif harekatı yaptıklarını ve Türk Ordusu'nun gücünü öğrendiklerini söyleyerek yenilgiyi gizlemeye çalıştı. Öysa tarafların kayıpları kıyaslandığında bunun keşif harekatı olmadığı anlaşılır. Eskişehir'i ve demiryolunu ele geçirmek amacıyla başlamış olan bu Yunan ilerleyişi başarısızlıkla sonuçiandı. Bu yenilgi Yunan Ordusu'nda moral çöküntü yarattı.

Bu savaşın dışta da büyük yankıları oldu. Avrupa basını olaya geniş yer verdi. Türk başarısının önemini ve Yunanlılar'ın Küçük Asya seferinin hayal kırıklığı yarattığını belirtti. Sovyetler Birliği bundan sonra T.B.M.M. ve onun ordularının gerçegini kabul etti.

Londra Konferansı

Birinci İnönü Savaşı'nın kazanılması T.B.M.M. gerçeğini İngilizlere de kabul ettirdi. İngilizler işgal ettikleri Musul-Kerkük yöresinde de yerli halkın direnişiyle karşılaştılar. Revandiz'de çıkan ayaklanma üzerine İngilizler burayı terk ettiler. Bu durum karşısında İtilaf Devletleri İstanbul, Ankara ve Atina'dan gönderilecek delegelerin katılmasıyla 21 Şubat 1921'de Londra'da bir konferans toplanmasına karar verdiler. 26 Ocak'da Sadrazam Tevfik Paşa'ya durumu bildirdiler. Tevfik Paşa 27 Ocak'ta M. Kemal'e durumu bildirdi. M. Kemal Paşa verdiği yanıtta, Türkiye'in tek temsilcisi olarak T.B.M.M.'nin bulunduğunu ve İstanbul'un, Türk Ulusu adına karar verecek yerin B.M.M olduğunu kabul etmesi ve eğer İtilaf Devletleri hak ve adalet kurallarına göre bir çözüm arıyorlarya T.B.M.M.'ni doğrudan çağırmaları gerektiğini bildirdi. Sadrazama yolladığı özel mektupta ise Padişah'ın T.B.M.M.'ni resmen tanıdığını ilan etmesini ve İstanbul'un Ankara'ya katılmasını istedi. Fakat Tevfik Paşa, İstanbul Hükümeti'nin devamının gerekli olduğunu ve işbirliği yapılmasını önerdi.

Yazışmalar bir sonuç vermemekle beraber, Tevfik Paşa, M. Kemal'e karşı yakınlık duymaya başladı. Yunanlılar'ın 21 Şubat 1921'de 70-80 bin kişilik bir kuvvetle saldırıya geçeceğinin haber alındığını M. Kemal'e bildirdi. Ayrıca M. Kemal Paşa hakkında daha önce alınmış ölüm kararı kaldırıldı ve milliyetçiler için kullanılması yasaklanmış olan Bey ve Paşa gibi ünvanların yeniden kullanılması serbest bırakıldı.

M. Kemal Paşa, İtilaf Devletleri Türkiye'yi doğrudan çağırmadıkları takdirde konferansa katılmamak kararında idi. M. Kemal'in kararlı tutumu karşışsında İtilaf Devletleri, İtalya aracılığıyla T.B.M.M.'ni de konferansa çağırdılar. Bekir Sami Bey Başkanlığındaki Türk heyeti Antalya üzerinden bir İtalyan gemisiyle Brendizi'ye ve oradan da Roma'ya vardı. Heyet, Türkiye sorununda tek yetkili yerin T.B.M.M. olduğunu ve doğrudan çağırılmaları gerektiğini bildiren bir nota verdi. Bunun üzerine Lloyd George, Ankara'yı konferansa çağırdı. Türk delegeleri konferansa ancak 27 Subat'ta katıldılar. Ve Londra Konferansı 12 Mart 1921'de son buldu. T.B.M.M. delegesi Sevr diye birşeyi tanımadığını, dolayısıyla İtilaf Devletleri'nin Sevr'in yumuşatılması önerilerini kabul etmeyeceklerini belirtip, Misak-ı Milli esasları üzerinde görüşülebileceğini bildirdi. Fakat İtilaf Devletleri Türk gerçeğini bir türlü kabul etmek istemediler. Sevr'in yumuşatılması konusunda öneri getirdiler. Buna göre İzmir İli güya Turkiye'ye verilecek, fakat şehirde Yunan kuvveti bulunacak asayiş müttefik subaylarca sağlanacak, vali hristiyan olacak ve Milletler Cemiyeti tarafından atanacaktı. Türkiye bu önerileri ulusal bağımsızlık ilkesine aykırı olduğu için kabul etmedi.

Londra Konferansı'na katılmayı kabul eden M. Kemal, Misak-ı Milli'nin İtilaf Devletleri'nce kabul edilmeyeceğini biliyordu. Fakat katılmakla, Türk Ulusu'nun sesini ve haklı davasını bütün dünyaya duyurmak fırsatı doğdu. İtilaf Devletleri T.B.M.M.'nin varlığını kabul ettiler. Türkler barış istemiyorlar propogandalarına fırsat verilmedi. Wilson'ın 14 maddesi ilkesine uygun olarak hazırlanmış bulunan Misak-ı Mili'nin Batılı devletlere ve batı kamuoyuna duyurulması saglandı.

Londra Konferansı'ndan bir sonuç çıkmadı. Zaten Yunanlılar 23 Mart 1921'den itibaren Batı Anadolu'da yeni saldırı hazırlıklarına başlamışlardı. Yunanlılar Türk Orduları'nı yok etmeye güçlerinin yeteceğini göstermek ve Türkleri Sevr'i kabule zorlamak için saldırı kararı aldılar. Kralın, M. Kemal'in daha fazla dayanamıyacağı, geniş bir orduyu besleyip, donatamıyacağı iddialarını kabul eden Lloyd George Yunan saldırısını uygun buldu. Oysa Fransız ve italyan askeri gözlemcileri Yunan görüşünü paylaşmıyorlardı. Fakat yine de İngiliz Başbakanı'nı desteklediler. Turk delegeleri daha yolda iken Yunan saldırısı başladı.

Bekir Sami Bey Londra Konferansı sürerken, İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ile ayrı ayrı görüşülerek antlaşmalar imzaladı (11-12 Mart 1921). İngilizlerle esirlerin değiştirilmesi üzerine antlaşma yapıldı. Buna ,göre Türkler, ellerinde bulunan İngilizleri serbest bırakacak, buna karşılık İngilizler Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm ve suistimal etmemiş olan Türk esirlerini iade edeceklerdi. Fransa ile yapılan antlaşma gereğince güney cephesinde çatışmaya son verilecek, bu bölgedeki Türk kuvvetleri silahtan arındırılacak, buna karşılık bu bölgede Fransızlara bazı idari yetkiler tanınacak, Diyarbakır ve Sivas şehirlerinin iktisadi kalkınması için Fransız sermayesinden yararlanıp Fransızlara bu yöredeki iktisadi ayrıcalıklar verilecekti. Buna karşılık Sevr'de belirtilen sınırlar üzerinde Türkiye lehine bazı değişiklikler yapılacaktı. İtalya ile yapılan antlaşma ile de İtalya, İzmir ve Trakya'nın Türkiye'ye geri verilmesini Konferans'ta savunacaktı. Buna karşılık İtalya'ya İzmir dışında, batı ve güney Anadolu şehirlerinde iktisadi ayrılacıklar verilecekti.

Bekir Sami Bey bu antlaşmaları T.B.M.M. Hükümeti'nin onayını almadan imzalamıştı. Türkiye'nin çıkarlarına ters düşen ve ulusal bağımsızlığa aykırı olan bu antlaşmaları imza ettiği için Bekir Sami Bey, M. Kemal ve Meclis tarafından sert şekilde eleştirildi. Antlaşmalar Meclis tarafından onaylanmadı. Bekir Sami Bey ise barış fırsatının kaçırıldığı görüşünde idi. Londra'dan döndükten sonra, M. Kemal kendisinin Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilmesini istedi. Yerine, o sırada Moskova'da bulunan ve Moskova Antlaşması'nı imzalayan Yusuf Kemal Bey geçti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
2. İNÖNÜ SAVAŞI

I. İnönü Savaşı'nda yenilen


Yunanistan, kurulmakta olan Türk ordusunun gücünü görmüştü. Bu savaş Türklere moral ve prestij sağlamıştı· Bu bakımdan, Türk Ordusu'nun yeterince kuvvetlenmesine fırsat vermek istemeyen Yunanistan, Londra Konferansı'nın sonucunu beklemeden, yeni bir saldırıyaa hazırlandı. Kral hem prestijini kurtarmayı, hem de Türk Ordusu'nu yok ederek, Türkleri Sevr'i kabule mecbur edebileceğini umuyordu. İzmir'e yeni kuvvetler çıkartıp, Trakya'daki kuvvetlerinin de bir kısmını Anadolu'ya taşıyan Yunanlılar Lloyd George'dan da politik destek aldıkları için durumu kendileri için çok elverişli görüyorlardı. Hatta Albay Sarıyanis, Samsun ve Trabzon'a da asker çıkartılarak Türk Ordusu'nun iki ateş arasına alınmasını önerdi. Fakat bir milyar drahimiye ihtiyaç duyulan bu hayalden, "Bu kadar para İngilte de bile yoktur." düşüncesiyle vaz geçildi. Yunanlılar lehine olan bir önemli durum, Türkiye'nin henüz iç güvenliğini sağlayamamış olması idi. Bir yandan 20-25.000 kişilik Pontus çeteleri, diğer yandan Koçkiri Aşireti'nin ayaklanması cephe gerisini tehdit ediyordu. Asker kaçakları olayları da yeniden çoğalmıştı. Salgın hastalıklar, yiyecek ve ilaç yokluğu Türk Ordusu'nu kırıyordu. Yalnızca soğuktan olan hastalıklardan 9.000'den çok asker bu kış içinde ölmüştü. Askerin sırtına giydirecek, sıcak tutacak elbise bulunamadığı için halk, evlerindeki kilimleri basit bir şekilde dikip orduya veriyordu. Bütün bu yokluklara rağmen Türk Ordusu inançla ve yılmadan hazırlanıyordu. Lloyd George, Yunanlıları uyarmak için, "Alınan önlemleri yeterli görüyorum, hiçbir şeyin talihe ve tesadüfe bırakılmaması gerekir. Çünkü yapılacak tararruz başarısızlığa uğrarsa bundan sonra Türklerle uyuşulamaz." diyordu.

Yunanlılar
Yunanistan Cumhuriyeti Balkan Yarımadasının güneyinde, kuzeyden Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan, Doğudan Türkiye, güneydoğudan Ege Denizi, güneyden Akdeniz ve batıdan Adriyatik Denizi ile çevrili ülke. Başkenti Atina olan ülkenin nüfusu 10.665.989 kişidir. Resmi dili Yunanca, dini Hıristiyanlık (İslamiyet, Batı Trakya) ve para birimi Euro'dur.
.
23 Mart'ta Bursa, Uşak, Eskişehir ve Afyon'dan üstün kuvvetlerle taarruza geçtiler.

Tarafların kuvveti şöyleydi:

Tüfek Ağır Mk.Tf. Hafif Mk.Tf. Kılıç Top Türkler 34.175 235 55 3.500 104 Yunanlılar 41.550 720 3.134 3.100 220

Buna göre Yunan ordusu yararına 7.375 tüfek, 485 ağır makinalı tüfek,3079 hafif makinalı tüfek, 116 top fazlalık vardı. Türk Ordusu yalnızca 400 kılıç fazlalığına sahipti. Yunan Ordusu'nun ateş gücü açıkça görünüyordu.

Yunanlılar 24 Mart'ta Bilecik'i, 25 Mart'ta Pazarcık yöresini işgal edip İnönü mevzilerini sıkıştırmaya başladılar. 30 Mart'a kadar süren, zaman zaman süngü savaşı halini alan savaşlar sonucu önemli stratjik bir yer olan Metris Tepe Yunanlıların eline geçti. Yunanlılar Güney Cephesi'nde de Refet Bey komutasındaki birliklere saldırmışlar ve Afyon'u işgal ederek ilerlemişlerdi. Oysa Refet Bey yenilgi durumunda olduğunu görmemiş, İsmet Bey'e yardım için Ankara'ya başvurmuştu. Bu sıkışık durumda, B.M.M Muhafız Taburu (900 tüfek, 4 makinalı tüfek) cepheye gönderildi. Bu kuvvetin gelmesiyle, güçlenen Türk ordusu 31 Mart 1921'de karşı saldırıya başladı. Türk ordusunun erleri ve subayları insanüstü fedakarlıklar göstererek, komutanlar ön hatlarda çarpışarak, Yunan Ordusu'na büyük kayıplar verdirdi, Bu sırada Ankara, savaşın sorumlusu İngilte're'ye sert bir nota verdi. Fakat daha İngiltere'nin yanıtı gelmeden, Yunan ordusu 1 Nisan tarihinde yenilgiyi kabul ederek çekilmeye başladı. Türk süvarileri Yunan Ordusu'nu takip etti. Refet Bey'in emrindeki süvariler düşman çekişilişine ağır kayıplar verdirtti. Fakat Türk Ordusu'nun iki katı kuvveti olan Yunan Ordusu yeterince ezilip yok edilemedi. Savaşın geçtiği bir çok Türk şehir ve kasabası tamamen tahrip oldu. Yakılıp yıkıldı.

İsmet Paşa, 1 Nisan tarihinde Metris Tepe'den Ankara'ya telgrafla Yunan Ordusu'nun yenilgisini bildirdi. M. Kemal Paşa İsmet Paşa'ya aynı gün verdiği yanıtta:

"Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşları'nda yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Ulusumuzun bağımsızlığı ve varlığı, çok üstün yönetiminiz altında şerefle görevlerini yapan komutan ve silah arkadaşlarımızın duyarlılığına ve yurtseverliğine büyük güvenle dayanıyoruz. Siz orada yalnız düşmanı değil, ulusun ters alın yazısını da yendiniz..." diyordu. İnönü Zaferi, 8 Nisan'da kazanılan Aslıhanlar Zaferi ile tamamlandı. Afyon yönünde ilerleyen Yunan ordusu, İnönü'deki kuvvetlerinin yenilip çekilmesi üzerine Afyon'u boşaltıp çekildiler. Yolda Aslıhanlar'da ağır bir yenilgiye daha uğradılar. Fakat Uşak'ta takviye aldıkları için Türk Ordusu ileri harekatını durdurdu.

İkinci İnönü Zaferi içte ve dışta büyük etki yaptı. Türk halkının orduya güveni iyice arttı. İstanbul'da mitingler yapıldı. Kızılay'a para yardımları yapıldı. Padişah bile para verdi. Veliahd Abdülmecit Efendi'nin oğlu Anadolu Savaşı'na katılmak için İnebolu'ya geldi. Fakat isteği Ankara tarafından red edildi.

Dışta ise Yunanlılar ve İngilizler Türk Ordusu'nun gücünü kabul ettiler. Bu kadar kısa zamanda Türklerin bu derece güçlü bir ordu kurmasını mucize olarak nitelendirdiler. Alman ve Bulgar basını bu başarıya geniş yer vererek kendi halklarının moralini yükseltmeye çalıştılar. Fransız basını "Eskişehir Savaşı" adını verdiği bu savaşa geniş yer verdi. Turk başarısını övdü. Hatta bazı gazeteler, "Tek bir çözüm var: Samimiyetle Türklerin bağımsızlığını tanımak, İzmir'i Edirne'yi vermek..." diye yazarak büyük gerçeği dile getiriyordu.

Türklerin bu savaşta 1.493 şehit, 2.740 yaralı ve 76 esir kayıplarına karşılık, Yunan Ordusu'nun kaybı 15.000'den çoktu. Bunların 6.000'i İnönü'de, 5.000'i Gündüzbey'de, 5.000'i de İnegöl-Pazarcık arasında öldürüldü. Ayrıca yüz kadar ağır, 200 hafif makinalı tüfek ve önemli sayıda cephane, 10 otomobil, 2 uçak kaybettiler. Fakat düşman geri çekilirken, sivil halktan çok kimseyi öldürdü, köy ve kasabaları intikam için yaktı. Ankara, bu durumu tesbit etmek için bir "Tahkikat Heyeti" gönderdi. Dış basından gözlemciler çağrıldı. Fakat bütün bunlar Yunan katliamını engellemedi. Hatta, Rum çeteleri ve Ermeni çeteleri, Abhazlar çok kanlı, dehşet verici kıyım yaptılar. Batı ve Doğu Trakya'da da Türklere karsı büyük baskı yapıldı. Türklere karşı Trakya'da katliam girişimleri İtilaf Devletleri'nin (İtalya ve Fransa) araya girmesiyle engellendi.

Fransa, TÜrkiye'nin başarısı karşısında gerçekleri görerek Türkiye ile anlaşma zemini aradı. Başlayan Türk-Fransız görüşmeleri Ankara'da dostluk havasına büründü. Fakat Yunan Ordus yeni bir saldırıya başladığı için Fransızlar görüşmeleri askıya aldılar ve saldırının sonucunu beklediler. Sakarya Savaşı sonrası anlaşma sağlanacaktır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI

İkinci İnönü Zaferi'nden bir süre sonra, Refet Paşa'nın, komutası altındaki birlikler üzerinde etkisinin azaldığını ve birliklerin kendisine karşı güvenlerinin sarsıldığının anlaşılması üzerine Fevzi Paşa ve İsmet Paşa Refet Paşa'nın karargahına gittiler. Mustafa Kemal Paşa da buraya geldi. Başkomutan bu cephenin birleştirilmesini belirtti. Güney Cephesi Batı Cephesi'ne bağlandı ve Komutanlığına İsmet Paşa getirildi. M. Kemal Paşa bundan sonra bir formül bularak bu işi çözmeye çalıştı. Buna göre, İsmet Paşa yalnızca Batı Cephesi Komutanı olacak, Genelkurmay Başkanlığı'nı bırakacaktı. Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olacak ve Milli Savunma Bakanlığı'nı bırakacaktı. Bu Bakanlığa da Refet Bey getirilecekti. Fakat Refet Bey Genellkurmay Başkanı olmayı istedi ve Bakan olmayı kabul etmedi.

Yunanlılar Birinci ve İkinci İnönü Savaşları'nda uğradıkları yenilgiden sonra kaybolan prestijlerini ve daha önce de gördüğümüZ, Türkler'i Sevr'i kabule zorlamak için daha güçlü bir saldırıya hazırlandılar. General Papulas II. İnönü Savaşı öncesi, saldırı için elindeki kuvvetin yeterli olmadığını bildirmişti. Bu savaşlar Yunanlılara, Türk Ordusu'nun, sandıkları kadar zayıf olmadığını, disiplinli ve dirençli olduğunu ve her geçen gün daha da kuvvetlendiğini göstermişti. Ayrıca uyguladıkları strateji de yanlıştı. Yunan Genelkurmayı yeni bir strateji hazırladı. Yunan Kralı seferberlik ilan etti ve Yunanistan bütün kaynaklarını, varını yoğunu ortaya koyarak iki ay süreyle yeni saldırıya hazırlandı. Yeni saldırı planına göre Yunan ordusu, Uşak ve Bursa gruplarınu, kuşatıcı bir ilerleyişle, meydan savaşı sahasında birleştirecek ve Türk Ordusu iki ateş arasına alınıp, yok edilecekti. İnönü Savaşlarında denedikleri cepheden taarruzdan vaz geçtiler. Bu yeni plânla ve seferberlik sonucu elde edilen kuvvetlerle Türk Ordusu'nu yok edeceklerine kesinlikle inanıyorlardı. Bu amaçla daha Haziran başından itibaren önlemler almaya başaladılar. Bir Yunan savaş gemisi 9 Haziran'da, Türk Ordusu'un önemli bir ikmal limanı olan İnebolu'yu topa tuttu. Diğer yandan Yunan Kralı Konstantine, yanında prensler ve danışmanlarıyla Atina'dan hareket ederek, "Yunanlılık fikrinin yenilmez kuvvetine." güvenerek 13 Haziran'da İzmir'e geldi. İzmir'de "Bizans'a ve Ankara'ya." tezahüratıyla karşılandı. Bu arada İtilaf Devletleri arabuluculuk yaparak, İzmir'in Türklere verilmesini önerdiler. Fakat Yunanistan, kabul edilmiş bulunan Sevr'i savunacağını belirterek öneriyi red etti. Genel seferberlik sonucu Yunanlıların kuvveti Anadolu'da 11 tümene ulaştı. Genel seferberlik sonucu bu büyük kuvvetle Türkleri yok edeceklerine kesinlikle inanıyorlardı. Kral bu inançla 7 Temmuz'da cepheye hareket etti.

Yunanistan bu hazırlıkları yaparken Türkiye seferberlik ilan edemedi. Kısıtlı kaynakları dolayısıyla ordunun silah, cephane, giyecek, yiyecek, ilaç, taşıt gereksinimlerini karşılayamıyordu. Almanya ve İtalya'dan silah alınması için girişimde bulunuldu, fakat parasızlık yüzünden işler gecikiyordu. Amerikalılar ise silah satmaya yanaşmıyorlardı. Türk Ordusu dört grup halinde toplanmıştı.

Yunan Ordusu'nu gücü, son duruma göre, 10 piyade tümeni, bir bağımsız tümen bir bağımsız süvari tugayı, 7 bağımsız piyade alayı ve lojistik ve muharip kuvvetlerden oluşuyordu. Bu kuvvet 136.142 insan, 66.300 tüfek, 825 makinalı, 460 top ve 3.100 süvari idi. Ayrıca deniz kuvvetleri ve hava kuvvetleri de oldukca iyi durumda idi.

Türk Ordusu'nun insan mevcudu 120.000 kadardı. 60.103 tüfek, 423 ağır makinalı tüfek, 162 top, 4 uçak vardı. Nakliye işleri kağnı arabasıyla yapılıyordu. İkinci İnönü Savaşı'nda elde edilen silah ve cephane de Türk Ordusu tarafından kullanılıyordu. Orduyu Sevk ve idare yetkisi Genelkurmay Başkanlığı'na verilmiş idi. Meclis Başkanı M. Kemal ise, bütün silahlı kuvvetlerin başı idi.

Yunan saldırısı 10 Temmuz 1921 tarihinde başladı. Türk Ordusu'nun sol kanadına yapılan bu saldırıları başarıyla genişledi. Afyon (13 Temmuz), Kütahya (17 Temmuz), Eskişehir (19 Temmuz) Yunanlıların eline geçti. Yunan Ordusu'na 2l Temmuz'da yapılan Türk karşı saldırısı ise başarısızlıkla sonuçlandı M. Kemal ordunun daha iyi şartlarda döğüşmesi için, İsmet Paşa'ya "Sakarya'nın doğusuna çekilebilineceği" tavsiyesinde bulundu. Savaş Türk Ordusu'nun aleyhine gelişiyordu. Ordunu yeniden düzenlenmesi için on günlük bir zamana gereksinim vardı. Batı Cephesi Komutanlığı Yunan Ordusu'nun silah, cephane, ateş gücü bakımından ve insanca üstün olduğunu belirterek Genelkurmay Başkanlığı'na, ordunun Sakarya'nın batısına çekilmesi gerektiğini bildirdi. 17 Temmuz'da cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa'nın direktifine uyularak, Türk Ordusu daha fazla yıpranmadan Sakarya'nın batısına çekilmeye başladı. Böylece M. Kemal'in, ordunun yeniden düzenlenmesi için on günden fazla bir zaman kazanması ve büyük toprak kayıplarına rağmen Yunan Ordusu ile aranın açılması ve Yunanlıların bu açığı kapamak için düzenlerinin bozulmasını hazırlayan düşüncesi gerçekleşti. Böylece Eskişehir-Kütahya Savaşları 15 Temmuz'da Yunan başarısıyla sonuçlandı. Fakat 14 Ağustos'ta Yunanlıların Sakarya'dan yeniden saldırıya geçtiği tarihe kadar Türk Ordusu zaman kazanmış oluyordu.

Yunanlılar Türk Ordusu'nun işinin bittiğini, geriye kalan enkazının tamamen yok edilmesinin uzun sürmeyeceğini zan ediyorlardı. Yunan Kralı gerçek durumu ancak 29 Temmuz'da Kütahya'da yapılan toplantıda öğrendi. General Populos "Türkler yok edilmemiştir, yalnız kayıpları çoktur. Amacın elde edilmesi için Ankara ve Kızılırmak'a kadar ilerlemek lazımdır. Türkler Eskişehir'den çekildikten sonra barış istemediler." diyerek gerçeği anlattı. Bir çok Yunan generali Türk Ordusu'nun bozularak kaçtığını düşünürlerken Prens Andreas, Türklerin düzenli bir şekilde çekildiklerini belirtiyordu.

Türk Ordusu'nun yenilgisi ve geri çekilmesi çok pahalıya mal oldu. Yunan Ordusu yine Türk köylesini yakarak, halkı süngüleyerek, kadınlara tecavüz ederek, yaralı Türk askerlerinin karınlarını deşerek, sağlamlarını ise birbirlerine bağlayıp, yakarak, halkın elindeki yiyecek ve her şeyini alıp açlığa ve sefalete mahkum ederek ilerledi. Türk Ulusu'nu yıldıracağını sandığı bu şiddet, tam tersine Türk Ulusu'nun kin ve nefretle dolmasını hazırladı.

Bu yenilgi ve geri çekilme ile büyük arazi parçasının düşmana kaybedilmesi ve Yunan Ordusu'nun burada yaptığı katliam halk ve ordu üzerinde büyük moral çöküntü yarattı. Seferberlik ve ikmal bakımından verimli topraklar elinden çıkmış oldu. Orduda asker kaçagı olayları artmaya haşladı. Ordunun savaş gücü azaldı. Artık savaşlar topyekün savaşa dönüşmüştü. Türk Ulusu ölüm kalım savaşı vermekteydi.

Fakat tarihe Fevzi Paşa 'nın 22 Temmmuz 1921'de "İlerleyen Yunan Ordusu mezarına yaklaşıyor." demesi bile Meclisteki heyecanı engelleyemedi. Ordunun başarılı bir savaş verdiği günlerde, Meclis'teki hava nasıl yumuşuyor, hoşgörü ve cömertlik artıyorsa, yenilgi karşısında ise sert eleştiriler, suçlamalar, komutanlar aleyhinde suçlamalar başlıyordu. Bu yenilgi İstiklal Savaşı'nın en kritik anlarından birinin yaşanmasına yol açtı. M. Kemal'in 24 Temmuz'da gizli oturumda Meclis kürsüsünden Ankara'nın gerekirse boşaltılacağından söz etmesi büyük heyecan yarattı.M. Kemal Paşa'ya karşı olanlar "Ordu nereye gidiyor, ulus nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır; o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü acı ve feci durumun gerkek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik." diyorlardı. Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olarak tek sorumlunun kendisi ve hesap vermeye hazır olduğunu söylemesine rağmen Meclis'te ki heyecan yatışmadı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
SAKARYA SAVAŞI

Türk Ordusu'nun işinin bittiğini, kaynaklarının tükendiğini zan eden Yunanlılar, Türk Ulusu'nun Başkomutanın emirkerine inançla uyacağını, kadın ve çocukların bileasilâh taşıyacaklarını düşünmemişlerdi. Yunanlılar Türk Ordusu'na son darbeyi indirmek ve yok etmek amacıyla 14 Ağustos'tan itibaren ileri harekta başladılar. 17 Ağustos'ta Türk Ordusu ile temasa geldiler. Bu Türk birliklerinin görevi Yunan Ordusu'nu oyalamak ve geciktirmekti. Bu sebeple bu birlikler yavaş yavaş geri çekildiler. Kazım Karabekir Paşa, Başkomutan'a yolladığı telgrafla yapılan İstiklal Savaşı için moral verdi. Türk Ordusu arkasını Karadeniz dağlarına dayadı ve cephesi doğudan batıya doğru uzanıyordu Ankara yolu açıktı. Durumu gören Halide Edip (Onbaşı) M. Kemal'e, düşmanın Ankara'ya gidecegini endişeyle söylemesi üzerine, M. Kemal Paşa, "İyi yolculuklar dilerim. Arkalarından vurarak onları Anadolu'nun boşluğunda mahvederim." yanıtını verdi. Yunanlılar durumu gördükleri için Ankara'ya yürümediler ve bütün güçleri ile 23 Ağustos'ta Türk Ordusu'nun sol kanadına yüklendiler. 24, 25 Ağustos günleri çok kanlı çatışmalar oldu. İsmet Paşa çekilmeyi önerdiyse de Fevzi Paşa, adım adım savunma ile düşmanın yıpratılacağını ve başarılı olunacağını belirterek kabul etmedi. 31 Ağustos'ta Yunan Ordusu'nun saldırısı başarılı biçimde gelişti. Türk Ordusu yer yer geri çekildi. Bu çekilişin ordu üzerinde moral çöküntü yaratmaması ve çekildikleri yerde yeniden cephe kurulmasını sağlamak için M. Kemal Paşa büyük tarihi bildirisini yayınladı:

"Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. (Savunma hattı yoktur. Savunma alanı yardır. O alan bütün yatandır.) Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz. Onun için, küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada, yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı sürdürür. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uymaz, bulunduğu mevzide sonuna dek dayanmaya ve direnmeye mecburdur." Türk Ordusu'nun silah ve cephanesi tükenmişti. Silah , cephane, Erzurum, Diyarbakır gibi uzak yerlerden deve kervanları ile geliyordu. Bu cephelerden gelen takviye kuvvetleri, uzun yürüyüşten sonra, aç, yorgun, uykusuz, bitkin, hasta bir vaziyette dinlenmeye vakit bulmadan savaşa katılıyorlardı. Asker birçok yerde cephanesi tükenmiş ve süngüsü olmadığı için tüfeğinin dipçiği ile döğüştü. Bu arada M. Kemal Paşa atından düşüp kaburgalarını kırdı.. Asker kaçağı sayısı 40.000'e çıkmıştı. Bütün bu olanaksızlıklara rağmen ordu direnişini yılmadan sürdürdü.

Fevzi Paşa, Başkomutan'a Yunan Ordusu'nun zor duruma düştüğünü müjdeledi. Yunanlılar 4-5 Eylül günleri yeniden taarruz ettiler, fatat büyük kayıplar verdiler ve taarruzları durduruldu. Bu tarihten itibaren taarruz güçlerini kaybederek savunma durumuna geçtiler. Türk Ordusu 8 ve 10 Eylül tarihlerinde iki taarruz yaptı. 12 Eylül'de Türk Ordusu'nun saldırısı karşısında Yunan Ordusu bozularak perişan bir durumda kaçmaya başladı.22 gün gece ve gündüz süren bu büyük meydan savaşını Türk Ordusu, bütün olanaksızlıklarına rağmen kazandı. 13 Eylül tarihinde T.B.M.M.'ne Türk zaferini bildiren M. Kemal Paşa aynı gün genel seferberlik ilan etti. Türk Ordusu'nun bu savaşı kazanmasında en küçük erinden, Başkomutanı'na kadar inançla, yılmadan savaşması, Türk Ulusu'nun varını yoğunu orduya vermesi, Türk Kadını'nın sırtında cepheye silah,cephane ve cephede yaralananları geriye taşımakla fedakarlık göstermesi etken oldu. Fevzi Paşa'nın ve İsmet Paşa'ların cephede, Refet Paşa'nın cephe gerisinde, ordunun gereksinimi olan malzemenin gönderilmesinde hizmetleri oldu. Subaylar ölümü hiçe sayarak, askerin ,yanında savaşa katıldılar. Yunanlılar "Büyük Yunanistan", Türkler ise "Vatan ülküsü" için döğüştüler.

1683'de Viyana önlerinde başlayan Türk bozgunu, Haçlı düşüncesini, ve gücünü Sakarya'da kırdı. Sakarya Savaşı'nın kazanılması ile büyük tehlike yenildi. Ankara'nın boşaltılıp, Kayseri'ye taşınmak için başlatılmış olan çalışmalar, bir çok ailenin yollaradüşmesi bu tehlikenin boyutlarınl göstermektedir. BaSkomutan M. Kemal, Paşa'nın iradesiyle kazanılan bu zaferden sonra, Meclis Fevzi ve İsmet Paşalar tarafından verilen önergeyi kabul ederek, kendisine l9 Eylül'de Gazilik Ünvanı ve Mareşallik rütbesi verdi. Erzurum'da geri iade ettiği Osmanlı rütbe ve ünvanının yerine şimdi Meclis, O'na hakkı olan ünvan ve rütbeyi veriyordu.

Türk Ordusu bu savaşta çok subay kaybetti. Yedi tanesi Tümen Komutanı olan şehit sayısı 3.288, yaralı 13.618, tutsak 415 idi. Yunan Ordusu, Türk Ordusu'nu yenemeyince kinini sivil halktan alıyordu. Yunan Ordusu'nun kaybı çok ağırdı, subay ve er 15.000 ölü verdiler. Yaralı sayısı 25.00O kadardı. Ordularının üçte birini yitirmişlerdi.

Yunan Kralı ve Başbakanı, ordularının moralini yükseltmeye çalıştılarsa da komutanları yenilgiyi çok iyi anlamışlardl. Yunan azminin, Türk azmi karşısında yenildiğini itiraf ettiler. Yunan Ordusu geri çekilirken, Türk Ordusu düşmanı izleyebilecek durumda değildi. Yeterince silah, ve yedek kuvvetlcri ve hızlı araçları yoktu. Yunan Ordusu saldırı başladığında 85.000 tüfek ve üstün top sayısına sahipti. Oysa Türk Ordusu'nun er sayısı, gelen yardımlarla 92.660'a ulaşmıştı. Ama tüfek sayısı ancak 47.342 idi. Ölen ve yaralanan askerin tüfeğini başkası alarak savaşıyordu· Sakarya Zaferi, ulusun ve ordunun sarsılmış olan moralini yükseltti.

Ulusun orduya inancı ve M. Kemal Paşa'ya güveni bir daha sarsılmayacak şekilde yerleşti. Bu tarihe kadar Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin etkisiyle oluşan karşı çıkmalar ve asker kaçağı olayları durdu. Ulus, Ulusal Mücadele ile birleşti. Firari sayısı 40.000'den 3.000 dolaylarına düştü. Saldırı üstünlüğü Türk Ordusu'nda idi. Yunan Ordusu savunma durumuna girip, bunlunduğu cephede yığınak yapmaya başladı.

Batılı ülkelerin Yunan Ordusu'na güveni yıkıldı. Türk Ordusu'nun er geç kazanacağı anlaşıldı. İngiliz Dışişleri Bakanı, İngiltere ile Türkiye arasında barış yapılması gerektiğini söylerken, Yunan Başbakanı'na da aynı öneriyi yapıyordu. İngiliz Başbakanı Lloyrd George, Yunanistan'a para ve ekonomik yardım yapamıyacağını bildirdi. Avrupa'dan yardım istemeye giden Generis, eli boş dönünce, Küçük Asya'yı terk etmeleri gerektiğini, büyük devletlerin kendilerini bir maceraya attıklarının anlaşıldığını açıklıyordu. Fransa Türkiye ile anlaştı ve İtilaf Devletleri bloku parçalandı.

Uzun zamandır Rusya'da bulunan ve bir fırsat bularak Anadolu'ya girmek ve Meclis içindeki ve Trabzon'daki İttihatçıların destegi ile M. Kemal Paşa'nın yerine geçmek isteyen Enver Paşa, M. Kemal'in başarısı üzerine Buhara taraflarına gitti. Burada Kızılordu'ya karşı savaşırken öldü.

Kafkas Devletleri (Gürcistan, Ermenistan, Azerbeycan) Sovyetlerin teşvikiyle 13 Ekim 1921'de Türkiye ile Kars Antlaşması'nı imzaladılar. Daha sonra 2 Ocak 1922'de Ukrayna ile bir dostluk antlaşması imzalandı. Sovyet-Türk dostluğu kuvetlendi. Bu arada Londra'da başlayan, fakat uygulanmayan esir mübadelesi konusu gündeme geldi ve İngiltere ile Türkiye arasında 22 Ekim 1921'de İstanbul'da esirlerin değiş-tokuşu antlaşması imzalandı. Malta sürgünleri serbest bırakıldılar.
 
Üst